28 Haziran 2010
HAFTA sonunda G-20 toplantılarından önce yapılan G-8 zirvesinde ekonomiyle ilgili önlemler konusunda bir mutabakat oluşturulamadı. Toplantılardan önce yapılan açıklamalar da bir yandan bütçe ve mali disiplin önlemlerine ağırlık verilmesini isteyen gelişmiş ülkelerle öte yandan canlanmanın kor unması için gevşek politikaların devam etmesini isteyenlerin kolay kolay uzlaşamayacağını zaten gösteriyordu. Almanya Başbakanı Merkel “her iki yönlü tedbirler de birlikte alınabilir, çelişmez” türü şeyler söylese de, bun un zorluğu ortada.
Bu satırlar yazılırken henüz G-20’den çıkan kararlar netleşmemişti ama ne kadar çıkarsa çıksın, bu temel çelişki yi çözmesi pek mümkün görünmüyor.
Peki, bundan sonra G-20’nin etkinliği bitecek mi?
Ali İhsan Gelberi Garanti Bankası’nın Anadolu Sohbetleri dergisi için yaptığı değerlendirmede G-20 üye ülkelerinin ekonomi politikaları konusundaki koordinasyonu etkin bir şekilde sağlayarak elde ettiği başarı sayesinde, ülkelerin 2009 yılının son unda daralmadan kurtularak yeniden büyümeye başladığını hatırlatarak, bundan sonrası için şunları söylüyor:
“Ancak buraya kadar olanlar oyunun birinci perdesiydi. Ekonomik büyüme yeniden sağlandıktan sonra oyunun ikinci perdesi başladı. Bu dönemde yapılması gerekenlerin başında yeniden başlayan ekonomik büyümenin sürdürülebilir hale getirilmesi, kriz sürecinde alınan olağanüstü para ve maliye politika önlemlerinin geri çekilmesi, benzer krizlerin ileride yaşanmaması için finansal piyasalarda denetimlerin globalleştirilmesi ve sıkılaştırılması, krizin nedenlerinden biri olan ve kriz süresince daha da bozulmuş olan global dengesizliklerin giderilmesi, kriz süresince artan işsizlik ve henüz rakamsal çalışmalar olmasa bile oldukca bozulduğu açık olan gelir dağılımı sonucunda oluşabilecek sosyal problemlere karşı önlemler almak gelmektedir.”
G-20’nin bu konularda, 2008 yılından beri başarı ile yerine getirdiği ülkeler arası koordinasyonu devam ettirebilmesinin ise artık çok zor olduğunu kaydeden Gelberi, son toplantısında bu konuların çoğunu görüşmüş olmasına rağmen G-20’nin ortak bir karar veya anlayışa sahip olamadığını hatırlatıyor.
FAİZ ARTIRIMINDA DA ÖNCÜLÜK
Sonuç olarak, krizin birinci aşamasının bitmesi ve ikinci aşamada yapılması gerekenlerin ülke bazında çok büyük farklılıklar göstermesi nedeniyle, G-20 nin krizde artan etkinliğinin bundan sonra devam etmesi artık zor. Dolayısıyla Gelberi’nin de dediği gibi; artık G-20 organizasyonu kriz öncesindeki pasif konumuna geri dönebilir.
G-20 kriz süresince takındığı aktif tutum ile birlikte piyasalar için de çok önemli bir çıpa olmuştu. G-20 organizasyonunun etkinliğini kaybetmesiyle birlikte artık piyasaların G-20 çıpası nın kalmadığını söyleyebiliyoruz.
Ali İhsan Gelberi, G-20’nin yeni durumunun kaçınılmaz olarak Türkiye’de politika uygulayıcılarını da etkileyeceğinin altını çizerek, Türkiye’nin kriz dönemlerinde para ve maliye politikası kararlarını G-20 tavsiyelerini çıpa olarak kabul ederek oluşturduğunu, yeni dönemde, G-20 den yönlendirme beklemeden kendi ihtiyaçlarını belirleyerek bu ihtiyaçlara uygun politikalar geliştirmek durumunda kalabileceğini belirtiyor.
Gelberi: “Türkiye’nin öncelikle yapması gereken, çok büyük avantajımız olan sağlam bankacılık sistemi ve düşük kamu borç stokunu korumak olmalı. Diğer yandan, iç talepteki hızlı canlanma, cari açıktaki hızlı artış ve enflasyon riskini dikkate alarak, diğer ülkelerden bağımsız olarak, faiz oranlarını uzun süre düşük seviyelerde tutmak için ısrarcı olmamalıdır.”Özetle ; G-20 çıpası artık yok ve Merkez Bankası faiz düşürürken yaptığı öncülüğü, piyasayı beklemeden, artırırken de yapmalı diyor.
Son veriler uzun süre faiz artırımı yapmamak için Merkez Bankası’nın elini rahatlattı ancak zamanı geldiğinde takınılacak ikircikli tutum, ekonomiyi zor durumda bırakabilir.
Yazının Devamını Oku 
24 Haziran 2010
İSTANBUL’da asker servisine konan bombanın piyasaları etkilediğini sanmıyorum.
Dün bazı gezetelerde “piyasaları bomba etkiledi” haberlerini okuyunca danıştığım bir bankacı arkadaşım “Ancak Afganistan’da atılan bir bomba kadar etkiledi” diyerek, piyasalardaki bozulmada bombanın etkisi olmadığını söyledi.
Piyasalarda önceki gün yaşanan gerilemede ABD’den gelen konut verileri etkili oldu. Ayrıca Fitch’in Fransa’nın en büyük bankası BNP Paribas’ın puanını indirmesi, Japonya için not indirimi uyarısı yapması da etkiliydi.
Piyasaları son dönemde asıl tedirgin eden unsurun ise G-20 toplantıları öncesi ABD ve Avrupa’dan, yetkili ağızlardan yapılan çelişkili açıklamalar olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü öyle birbiriyle çelişen önlemlerin bir arada alınması öngörülüyor ki; bence piyasalar siyasilerin yaşananlara nasıl baktığını, nasıl bir analiz yaptıklarını ve buna bağlı nasıl bir çözüm öngördüklerini anlamış değiller. Bence haklılar da...
Örneğin ABD Başkanı Obama’nın bu hafta sonu yapılacak G-20 toplantısı öncesi ülkelere gönderdiği mektupta, hem mali disiplinden vazgeçilmemesi, hem mali sektörün disipline edilmesi için kuralların konulmasını, hem de “ekonomiyi canlandıracak kararlardan henüz geri adım atılmaması” uyarıları birlikte yer alıyordu.
Yazının Devamını Oku 
22 Haziran 2010
BUNDAN yaklaşık iki yıl önce, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği konusunda elinde tuttuğu enerji kozundan sık sık söz ediliyordu.
Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacını karşılamak ve arz güvenliğini sağlamak için Rusya’ya alternatif kaynaklara ihtiyaç duyduğu, bunun da başka ülke gazlarının Türkiye üzerinden geçmesiyle sağlanacağının, Türkiye’nin bu kozu iyi kullanması gerektiğinin altı çizilmişti.
AB’nin bu amaçla oluşturduğu Nabucco projesi büyük önem taşıyordu ama AB otoritelerinin bu konuda yavaş davrandığını gözledik. Bu arada Nabucco’nun yanısıra bazı Avrupa ülkelerinin aynı amaçla giriştiği projeler de vardı.
İşte bu kapsamda Türkiye ve Yunanistan üzerinden gazı İtalya’ya götürecek ITGI projesinde, Azerbaycan’dan belli miktarda gazı temin etmek için anlaşmaya vardı ve geçen hafta Ankara’da bu amaçla geçiş anlaşması imzalandı.
Anlaşmanın imzalanmasından sonra, projenin mimarı İtalyan Edison şirketinin Başkan Yardımcısı Roberto Poti ile özel görüşme imkanımız oldu.
Yazının Devamını Oku 
21 Haziran 2010
CHP’nin yeni Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel ekonomi anlayışının “kurallı, sosyal piyasa ekonomisi” olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Geçtiğimiz perşembe günü başkanlık ofisinde bir süre beraber olduk ve geniş bir çerçevede ekonomiyi konuştuk. Elbette, özellikle sosyal projelerin içinin biraz daha doldurulması, bu projelerin makro ekonomi içine daha iyi ve detaylı oturtulması gerekiyor ama CHP’nin ekonomi politikalarında genel mantığın, kurallı piyasa ekonomisi olacağını, piyasanın sağlıklı çalışması için gereken düzenlemelerin yapılmak istendiğini söyleyebilirim. Tabii ki sosyal yönü ağırlıklı bir piyasa ekonomisinin kurulmaya çalışılacağı, yoksul kesimlere siyasilerin oya çevireceği değil, daha sistemli, “devlet yardımı” ve “yurttaşlık hakkı” haline getirilmiş yardımların yapılmak istendiğini görüyorum.
Bu arada kişisel olarak çok önemsediğim, şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkesinin hayata geçmesi konusunda Kılıçdaroğlu’nu çok kararlı gördüm.
Yani bir anlamda küresel ekonomideki krizin ardından tüm gelişmiş ülkelerin geçmeye çalıştığı kurallı piyasa ekonomisinin öngörüldüğü söylenilebilir.
İşte size görüşmemizden çıkan bazı başlıklar:
Yazının Devamını Oku 
17 Haziran 2010
HÜKÜMETİN göreve geldiğinden bu yana en çok değişiklik yaptığı yasa, herhalde kamu ihale yasasıdır. Hükümetin ihale yasasında yaptığı değişikliklerin sayısı, 20’ye yaklaştı. Hükümet kamu ihale yasasında bir değişikliğe daha hazırlanıyor. Bu konuda Maliye Bakanlığı tarafından, bence İhale Kurumu’na bile sorulmadan, yeni bir yasa taslağı daha hazırlanmış. İhale Kurumu’nun haberi olduğunu sanmıyorum, çünkü bir Kurumun, yöneticileri ne kadar iktidara yakın olurlarsa olsunlar, kendi varlığını artık bu kadar işlevsiz kılan bir yasal düzenlemeye bile olur verebileceğini sanmıyorum.
Hükümetin ihale yasasında yaptığı hemen hemen tüm düzenlemeler, yasada yazılı kuralları gevşetme, ihalesiz ve esnek ihale ile iş vermenin yolunu daha fazla açacak düzenlemelerdi. Çünkü Başbakan göreve geldiğinden beri kamu işlerinin verilmesi konusunda esneklik tanınmasını istiyor. Yasanın yanı sıra uygulama mevzuatında da Kurumun kendisi zaten yapabildiği kadar esnetme yaptı, yasada yazılı olanlar da birer birer değiştiriliyor.
Üstüne üstlük bu değişiklikler, yasanın getirilmesinde çok büyük etkisi olan AB organlarının muhalefetine rağmen yapılıyor. Bence AB sürecinin tıkanmasında, bu tür geri adım niteliği taşıyan düzenlemeler de önemli rol oynuyor.
Peki, hükümet neden kamu ihalelerindeki sıkı kurallara bu kadar takmış durumda?
Bu sorunun bence tek yanıtı var; hükümet kamu ihalelerinde istediği kişiye, istediği işi vermek konusunda elinin rahat olmasını istiyor.
Hükümetler bunu neden ister derseniz; açık... İhale yasası getirilirken gerekçe; kamu ihalelerindeki politikacı-bürokrat-işadamı üçgeni arasında varolan usulsüz ve yolsuzluk üreten sistemsizliği yok etmek değil miydi?
Seçimin yaklaştığını da göz önünde bulundurun....
İHALESİZ İŞ VERME ARTIRILIYOR
Geçenlerde Referans’ta Hacer Boyacıoğlu’nun haberinde yeni taslak ile ilgili detaylar yeraldı. Taslak, rekabete en uygun alım yöntemi olan açık ihale yöntemini sınırlı uygulanır hale getirirken, idarelerin açık ihale yapmadan gerçekleştireceği işlerin kapsamını bir hayli genişletiyor. Müteahhitlere, eski karne sistemini hatırlatan “yeterlilik sertifikası” verilmesini öngören taslak, kurumlara “yaklaşık maliyeti belli olmayan iş için dahi pazarlıkla alım yapma” imkanı veriyor. İstisnaları kaldıracağı iddia edilen taslak, bu muafiyetlerin hem 2015’e kadar sürmesini garanti altına alıyor, hem de yeni istisnalar da getiriyor.
Et ve Balık Kurumu’nun yapacağı et satışlarından, Türkiye Petrolleri’nin petrol ve doğalgaz çalışmalarında yapacağı alımlara kadar birçok konuda daha önce getirilen istisnalar, taslağa göre 2014 yılı sonuna kadar devam edecek. Taslak, istisnalara, Türksat’ın her türlü alım ve yapım işlerini, Konut Edindirme Yardımı için yapılacak hizmet alımlarını, Yatırım Destek Yasası için yapılacak alımları da ekliyor ve böylece istisnaların kapsamını genişletiyor. Taslağa göre, istihdam sözleşmeleri ve TRT’nin yapacağı program alımları da Kamu İhale Yasası’ndan, süresiz olarak muaf tutulacak.
Taslağa göre, tüm işlerdeki eşik değerler yükseltiliyor. Eşik değerlerin altındaki ihalelere ise, ilanlı pazarlık, ilansız pazarlık veya rekabetçi müzakere gibi esnek yöntemlerden herhangi biri uygulanabilecek. Taslakla birlikte uygulamaya girecek olan ilansız pazarlık yönteminde üç firma pazarlığa çağrılacak ve süreç sonlandırılacak. Ayrıca ilansız pazarlık yöntemi birçok işe uygulanır hale getirilirken, işin büyüklüğüne bakılmaksızın daha önce sözleşmeye bağlanan sektörel yapım işlerinde, işin tekrarı niteliğinde bir yapım işi varsa ve aynı yükleniciden alınacaksa ilansız pazarlık sistemi uygulanabilecek. “Acilen alım” şartları da genişletilirken, bu alımlar da açık ihale olmadan yapılabilecek.
Taslakla; yaklaşık bir maliyet bile saptanmadan ihaleye çık manın yolu da açılıyor.
Özetle; kamu yöneticileri istediğine istediği işi verme k konusunda, epey rahat olacaklar.
Yazının Devamını Oku 
15 Haziran 2010
KÜRESEL krizle birlikte öne çıkan G-20 organizasyonunun, özellikle parasal politikalar konusunda, artık eski etkinliğinin kalmadığı anlaşılıyor. Dolayısıyla ülkelerin ekonomi yönetimleri için artık hep birlikte uygulanacak, tek tip ekonomi politikaları dönemi de kapanmış oluyor. G-20 organizasyonunun bundan sonra ağırlık vereceği konu finansal sektörün yeniden yapılandırması olacak. Yani küresel bazda yeni bir finansal mimarı hazırlanıyor. Hazırlanan yeni finansal mimaride ortak karar alınması ise çok zor görünüyor. Çünkü büyük sermaye açıkları ortaya çıktı ve finansal kesimin bu sermaye açığını kapatması istenecek. Halbuki finansal kurumların yeni sermaye koymaları çok zor ve bu nedenle yeni mimariye bir hayli direnç olması da normal karşılanmalı.
Aslında yaşananlara daha makro açıdan baktığınızda, bu gelişmeleri doğal karşılamak gerek. Çünkü krizden bütün ülkeler zarar gördü ve faizlerin indirilip, likiditenin artırılması şeklinde özetlenecek, ekonomiyi canlandırmak ve bunun için parasal gevşeme politikaları uygulamak, bütün ülkelerin ortak menfaati idi. Ama artık çıkış sürecinde menfaatler farklılaştı ve her ülkenin aynı ekonomi politikalarını uygulama imkanı da kalmadı.
Gelişmiş ülkelerde durum farklılık gösterirken, özellikle Avrupa ekonomisinin sıkıntıdan çıkışının bir hayli zor ve zaman alacağı anlaşılıyor. ABD’de bir canlanma başladı ama örneğin Japonya da borç alarmı vermeye başladı.
Gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin menfaatleri de farklı ama gelişmekte olan ülkelerin ekonomik durumları da aynı değil. Örneğin Çin ve Hindistan’da canlanma bir hayli hızlandı ve belki de enflasyon için önlem alma zamanı geldi. Yine Brezilya ve Türkiye gibi ülkeler arasında da, dış ticaret dengesi gibi, birbirinden çok farklı yapılar bulunuyor.
Özetle; özellikle büyüme ve parasal politikalar konusunda her bir ülkenin özgün politikalar dizayn etmesi gerekecek. Bu arada ülkelerin durumuna göre, yeni finansal mimari çalışmalarına farklı bakmaları da doğal sayılacak.
MALİ KURALIN ÖNEMİ
Türkiye’nin önümüzdeki dönem ekonomi politikalarını uygularken mali disiplini garantiye alabilmek için attığı en önemli adım Mali Kural uygulaması olacak. IMF ile anlaşmanın bitmesinden sonra, AB çıpasının gevşediği de göz önüne alındığında, mutlaka yeni bir çıpaya ihtiyaç bulunuyordu. Ekonomi yönetimi böyle bir çıpa olması amacıyla Mali Kural uygulamasını Hükümete, Başbakan Tayyip Erdoğan’a kabul ettirdi.
Konuyla ilgili hazırlanan yasa taslağı özellikle denetim açısından önemli eksikler taşıyor ama yine de TBMM’ye sunuldu. Mali Kural’ın TBMM tatile girmeden yasalaştırılacağı söyleniyor. Ancak hâlâ şahsen, bu dönemde yasalaşmasının kesin olmadığını düşünüyorum. Umarım yanılırım...
Ekonomi yönetimi bu ayın sonunda orta vadeli program hedeflerini revize edecek. Bakan Babacan temkinli davranacaklarını söylüyor.
Ekonomi yönetiminin bence en önemli açmazlarından biri büyüyen dış ticaret açığı ve cari açık. Böyle bir dönemde bu soruna köklü çözüm bulmak ise çok zor. Bunun da ötesinde yaklaşan seçimlerin de etkisiyle “ille de yüksek büyüme” dersek, ileride başımıza bela açacak yüksek cari açık rakamları ve devasa enflasyon sorunlarıyla karşı karşıya kalabiliriz.
Bence ekonomi yönetimini, istikrarı sağlayacak özgün ekonomi politikaları oluşturma konusunda en çok zorlayacak unsur ise seçim ekonomisi olabilir.
Yazının Devamını Oku 
14 Haziran 2010
TÜRKİYE’nin ödemeler dengesi bilançosu hızlı açık vermeye devam ediyor. Piyasalar bu yılın sonundaki cari açık tahminlerini 35 milyar dolara kadar çıkarmaya başladı. Büyüme ve dış ticaret rakamları mevcut seyrini korursa bence 35 milyar doların üzerine de çıkılabilir.
Ancak büyüme, üretim ve dış ticarette, Avrupa’daki krizin devam etmesi halinde, mevcut seyrin korunması pek beklenmiyor. Asıl sıkıntı ise özellikle ithalat tam gaz devam ederken, ihracat ve üretimin istenen düzeylerin altında kalmasından yani cari açığın büyümeye kıyasla daha hızlı artmasından kaynaklanabilir. Bu arada, elbette zaten finanse edilen cari açığın sonucu bir kur seviyesi yaşıyoruz ama, doların değer kaybına devam etmesi halinde, bu durum kurların daha da hızlı yukarılara çıkmasına neden olabilir.
Bu durum belki kurlar da artış isteyen ihracatçılara yaramış gibi gözükebilir ama hem ihracat artma yabilir, hem de düşük kur üzerine kurulu makro dengeler bozulabilir...
Cari işlemler açığı nisan ayındaki beklentilerin biraz üzerinde, 4.4 milyar dolar olarak gerçekleşti. 2010 yılı ilk dört ayındaki açık 14.3 milyar dolara çıkarken, piyasa oyuncuları, daha önce başladıkları cari açık revizyonlarına devam ettiler. Nisan ayında net hata noksan kalemindeki 3.1 milyar dolarlık çıkış, turist sayısındaki yüzde 1 gerilemeye karşın, turizm gelirlerindeki yüksek oranlı düşüşler, enerji dışında verilen cari açık dikkat çekiciydi...
Nisan’daki açık; rezervlerdeki artışa rağmen, bankaların döviz varlıklarındaki ve kredilerindeki artış, yabancıların bono alımı ve eurobond ihracıyla finanse edildi.
Bazı raporlarda yıllık rakamın 30 milyar dolar civarında gerçekleşeceği tahmin edilirken, bu revizyonu 35 milyar dolara kadar şimdiden çıkaranlar oldu. Bunun aynı zamanda milli gelirin yüzde 5’i civarında bir cari açık rakamına denk geldiğini ve bunun çok yüksek bir oran olduğunu da hatırlatmak gerekiyor.
Özetle; cari açık rakamları bundan sonra çok dikkatle izlenmek zorunda
ÖZELLEŞTİRME DÜŞMANLIĞINA DİKKAT
Avrupa’daki ekonomik krizin derinleşmesi, Türkiye’nin eksen kayması tartışmaları, referandum ve iç siyasi polemikler yeterince gündemi meşgul ederken, geçen hafta Seydişehir Alüminyum tesislerinin özelleştirilmesinin iptali Danıştay’da kesinleştirildi.
Bununla birlikte, hala özelleştirme düşmanlığı yaşandığını görmek üzücüydü...
Bu çağda artık özelleştirmeye karşı çıkanlar mı var diyeceksiniz, ama var. Eğer özel sektörün de yapabileceği, verimliliği artıracağı, işletmeyi büyütüp daha fazla üretim ve istihdam sağlayacağı bir işse, ihale eşit yarışma ve şeffaf yapılıyorsa, kurallara ve hukuka uygun gerçekleştiriliyorsa, buna karşı çıkmanın artık gereği olamaz.
Seydişehir’i gezdim; çevre kaygısından iş ortamının iyileşmesine, kaliteli işgücünden yeni modern yatırımlara kadar, çağdaş bir üretim tesisi olmuş. Üstüne üstlük “nitelikli alüminyum” gibi, küresel anlamda stratejik
bir üretim için ciddi uluslar arası planları olduğunu biliyorum.
Alüminyum çok yüksek elektrik tüketimi gerektiriyor ve zaten Oymapınar barajı ve maden ocaklarıyla birlikte satılmış. Zaten bu işin doğası böyle, satılmadan önce de böyleymiş.
Bildiğim kadarıyla kurallara uygun, eşit yarışma ve şeffaf bir ihaleyle satılmış.
Şimdi Danıştay bu özelleştirmeyi iptal etti. Bu işi takip eden CHP milletvekili “En az 3.5 -4 milyar dolarlık varlık 305 milyon dolara satılmıştı” diyor. Benim bildiğim 200 milyon dolar da yatırım yapıldı. Milletvekilinin hesabına göre 3.5-4 milyar dolarsa, bu yatırımla 5-6 milyar dolara çıkmış demek. Bir de, o yıldan bu yıla değerini normal olarak artırırsanız, demek ki şimdiki değeri 10 milyar doları aşıyor. Danıştay özelleştirmeyi iptal etti, şimdi karar Ticaret Mahkeme sinde; belli bir değer saptayıp, devletin bunu ödeyerek işletmeyi alması gerekiyor. Bence CE-KA grubu hiç itiraz etmesin, bu kadar parayı devletten alsın, karlı çıkar.
Baykal da öyleydi, Kılıçdaroğlu’nun da sermayeye bakışını, özelleştirmeye karşı olmadığını biliyorum. Bazı milletvekilleri,
bence CHP’ye de, işalemiyle ilişkilerine de
zarar verebilir...
Yazının Devamını Oku 
10 Haziran 2010
SURİYE’deki Hamas liderinin Filistin’i temsilen Ankara’ya davet edildiğini Hürriyet’e yazdığımda, bu işin sonunun kötü olacağını içimden geçirmiştim. Ama itiraf ediyorum; hükümetin Ortadoğu politikasında Hamas’ı muhatap alarak somutlaşan bu tercihinin, İsrail ve ABD ile ilişkilerimizi bozmasının, çok daha önce gerçekleşeceğini tahmin ediyordum.
Ama hükümet bu politikasını “komşularla sıfır sorun” ambalajına sarıp, AB ile ilişkileri sürdürüp, “Hamas’a terörü bırakması için ikna etmeye çalışan bir ülke” algısı yarattığı için, şimdiye kadar, arada sırada çıkan pürüzlere rağmen, ilişkileri istediği gibi sürdürdü.
Ancak çıkan son gemi krizi, ardından dün yapılan BM Güvenlik Konseyi’ndeki İran’a yaptırım kararının oylanması gibi gelişmeler, artık bırakın İsrail’i, ABD ile ilişkileri de ciddi biçimde bozmuş bulunuyor.
Hem Cumhuriyetçilerin hem demokratların adamı olarak bilinen ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in dünkü açıklamaları bence somut olarak bu bozulmayı ortaya koydu. Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmasının Washington’ı endişelendirdiğini belirten Gates, AB’nin Türkiye’ye karşı isteksiz tutumunun Ankara’nın doğuya yönelmesinde etkili olduğunu belirtti.
İşi bilenlere bu açıklamayı yorumlattığımda, ilk söyledikleri, “Gates gibi ABD devletinin has adamı sayılan bir yetkili, ilk kez Türkiye’nin Doğu’ya kaydığını açıkca kabul etmiş oldu” dediler. Türkiye’nin Doğu’ya kaydığını ama bunun AB’nin suçu olduğunu söyleyerek de, “Biz de Türkiye’deki yönetime yardım ettik ama Batı’da tutulacağını düşünmüştük” demeye çalışmış olabileceğini kaydettiler. Gates’in açıklamasının BM‘deki oylamadan önce yapıldığını hatırlatarak, bunun “Hala Türkiye’nin kurtarma imkanı var” mesajını vermek için yapılmış olabileceği belirtildi. ABD yönetiminin İsrail’deki mevcut yönetimi tasvip etmediğinin açık olduğunu hatırlatan yetkililer, “Ancak yönetimlerin dışında İsrail ile Türkiye’nin ilişkilerinin kopmasını istemediklerini” de bir kez daha ABD’nin ortaya koyduğunu söylediler.
Yazının Devamını Oku 