15 Temmuz 2010
ULAŞTIRMA Bakanı Binali Yıldırım, duble yollarla ilgili yaşanan sıkıntıların farkında olduklarını, sıkıntıların en önemli nedeninin, “çok hızlı duble yol yapmak olduğunu” söyledi. Dünya standartlarına göre, normal olarak yılda 200-250 kilometre duble yol yapıldığını ama kendilerinin yılda 1.500 kilometre duble yol yaptıklarını hatırlatan Bakan Yıldırım, şimdi ise asfaltlama çalışmaları yapıldığı için sıkıntı çekildiğini söyledi.
Bunun siyasi bir tercih olduğunu, normal hızla yaptıkları takdirde mevcut duble yol ağına bu sürede ulaşılamayacaklarını bildiklerini belirten Bakan, kendi iktidarlarına kadar toplam 6 bin 100 kilometre duble yol varken kendi iktidarlarında 11 bin 700 kilometre yol yaptıklarını, 2012 sonuna kadar 2 bin 500 kilometre daha yol planlandığını, toplam 21 bin kilometre duble yola kavuşulacağını kaydetti ve şimdi sıranın yolların kalitesinin artırılmasına geldiğini söyledi.
Duble yollarla ilgili şikayetleri yansıttığımız yazılar üzerine telefonla arayan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Karayollarına talimat verdiğini, duble yollardaki sıkıntıların hafifletilmesi için, hafta sonlarında trafiğin yoğun olduğu güzergahlarda işlerin hafifletilip akışa daha fazla imkan vermeye, gece çalışmalarını da artırmaya çalışacaklarını söyledi.
İşaretleme ve uyarılarla ilgili bazı eksiklikler olduğunu kabul eden Bakan Yıldırım, bu konuda da yine daha dikkatli olunması talimatı verdiğini söyledi.
Özet olarak duble yollarla ilgili yaşanan sıkıntı ları bildiğini, ancak asfaltlama ile yolların kalitesini düzeltme aşamasında oldukları için zorunlu bir süreç yaşadıklarını kaydeden Bakan Yıldırım, pratikte sıkıntıları azaltmak için çaba sarfettiklerini ifade etti. Bu arada Ba kan Yıldırım, bundan 7 yıl önceki duble yolların öncesindeki durumu hatırlatarak, “vatandaşlar tek yolda gidildiğinde eskiden ne kadar sıkıntılar yaşandığını görüyorlardır” şeklinde konuştu.
Duble yolların trafik kazası sayısını azaltmadığını ama kesinlikle ölümcül kazaları azalttığını kaydeden Yıldırım, dolay ısıyla gerçekle şen kazalardaki sürücü hatası oranı yüzde 79’dan 89’a çıkarken, yol nedeniyle kaza oranlarında büyük gerilemeler yaşandığını da söyledi.
KREDİLİ ASFALTLAMA YAPILACAK
Duble yolların yapımının aslında asfaltlamaya kıyasla çok daha ucuz olduğunu kaydeden Bakan Yıldırım, örneğin 1 kilometre duble yol yap ımının 500-600 bin TL, buna karşılık 20-23 santimetrelik asfalt yapımının ise 1 milyon ile 1 milyon 300 bin TL maliyeti olduğunu söyledi.
Dolayısıyla asfaltlama çalışmasına gelindiğinde, bunun maliyetinin duble yol yapımından çok daha fazla olduğunun bilinmesi gerektiğini kaydeden Bakan Yıldırım, mali kısıtl ar nedeniyle asfaltlamanın duble yol yapımı kadar hızlı olama yacağını söyledi.
Bu kısıtı aşmak için bir çalışma başlattıklarını kaydeden Bakan Yıldırım, özel sektöre kredili asfaltlama yaptır acaklarını söyledi. Özel sektörün kredi alıp yolu asfaltlayabileceğini Karayollarının bunun bedel ini örneğin 5 yıl vade ile özel sektöre ödeyebileceğini kaydeden Bakan Yıldırım, “Arkada şlar çalışma yapıyor, 5 yıl vadede ödenmek üzere bir yolun örneğin 1 yılda asfaltlanması için ihaleye çıkılıp en ucuz teklifi verene bu asfaltlamayı yaptırabiliriz” dedi. Bu projenin henüz hazırlık aşamasında olduğunu kaydeden Bakan Yıldırım, uygulamaya en yoğun olan yollardan başlamayı planladıklarını ifade etti.
Bakan Yıldırım, yazılarımızda sözünü ettiğimiz duble yolların maliyetinin standartların üstünde olmadığını, bu arada araştırdıklarını; duble yol yapımındaki yeni müteahhit sayısının, eskiden beri iş yapan toplam müteahhitler içindeki oranının yüzde 2’yi geçmediğini söyledi.
Bakan Yıldırım, daha önceden de bildiğimiz, sorunlar hakkındaki hassasiyetini bir kez daha göstermiş oldu. Bu arada Bakanın haklı olarak hassasiyetle üzerinde durduğu bir konu da “Karayollarında büyük bir fedakarlıkla çalışan işçilerin ve mühendislerinin şevklerinin kırılmaması gerektiği” idi. Zaten böyle bir niyetimiz olamaz, gerçekten de Karayolları çalışanlarının bu sıcakta canla başla nasıl çalıştıklarını, yolda olanlar da görüyor.
Bakan bunları söylerken, duble yollarla ilgili şikayet mailleri de gelmeye devam ediyor.
Yazının Devamını Oku 
13 Temmuz 2010
GEÇEN hafta “yönetim beceriksizleri” yazımda verdiğim örneklerden biri olan duble yollar konusunda, meğerse şikayetçi olan bir hayli fazlaymış. İnsanlar kendilerinin yaşadıkları deneyimlerden yola çıkıp, duble yolların maliyetinden, insan hayatına nasıl kastettiğine kadar çeşitli açılardan şikayetlerini ilettiler. Bu mailleri görünce, yıllar önce, uzman özel sektör kuruluşlarının duble yollarla ilgili hazırladığı dosyalar aklıma geldi. Fotoğraflarla ve maliyet analizleriyle, duble yol projesinin ne kadar defolarla dolu olduğu gösteriliyordu. Bu kuruluşlar Hükümetten çekindikleri için, kendi isimleriyle bu dosyaların yayımlanmasını istemediler ama Referans gazetesinde dosyanın bazı bölümlerini, kaynak kuruluş adı vermeden yayımladığımızı hatırlıyorum.
Bence yine uzman kuruluşların duble yol projesinin gelmiş olduğu aşamayı incelemeleri, maliyet hesaplarını yeniden yapmaları, hatta duble yol yapan yeni müteahhitlerin şimdi ne yaptıklarını araştırmaları çok yerinde olacaktır.
Bu konuda yapılması gereken bir başka hesap da, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün daha birkaç yıl önce yapılmış duble yollardan hangilerini, kaç kilometresini yenilediği, bu yenilemelerin gerçek maliyetleri ve bu maliyetle birlikte duble yolların gerçekte kaça maloldukları olmalı.
Çünkü unutmayalım ki; bu yanlış yönetim nedeniyle doğan bir maliyet var ve bu toplumsal bir maliyet. Yani kamu hesapları içinde yeralan, toplanan vergilerle ödenen bir maliyet. Tabii gelir yetmeyince, faizle yapılan borçlanmalarla da... Kötü yönetim beceriksizlikten de olabilir, kasıtlı da... Yani birilerine, yandaşlara halkın parasını haksız yere vermek için bilerek kötü yönetim ve iş yaptırılabilir.
Tüm bu hesaplar yeniden yapılıp, yolları iki yılda bozulacak biçimde yapanlar ortaya çıkmalı. Belki de Saadet Partisi’nin sık sık gündeme getirdiği, “eskiden otobüse binip şimdi jeeplere binen partililer” arasında bolca, duble yol yapımcısı yeni müteahhitler de vardır, kimbilir...
YOĞUN ŞİKÂYET VAR
Dediğim gibi duble yollarla ilgili çok yoğun şikayet maili aldım. Duble yolların “kötü yönetimin insan hayatına nasıl kastettiğinin de örneği” olduğunu söyleyen bir okurum, geçtiğimiz ay, 2 haftalık bir süre içinde, İstanbul-Antalya-Kaş-Marmaris-Eskişehir-İstanbul rotasında 2 bin km karayolu seyahati yaptığını belirterek, “2 bin km boyunca, inşaatlar nedeniyle hemen her 10 km. de bir yol, tek yoldan duble yola, duble yoldan tek yola değiştiriliyor. Düz olmayan arazi üzerindeki bu sık değişim, sürücünün oryantasyon sağlamasında büyük güçlük yaratıyor, işaretler ve görevliler de yetersiz olunca, kısa süre içinde, doğru yolda olup olmadığınız ayırımını kaybediyorsunuz” diyor.
“Siz bir de İstanbul-Çanakkale arası duble yolu görseniz şaşarsınız” diyen başka bir okur, yolun her yıl bozulduğunu, aslında buna bozulma da denmeyeceğini, çünkü yolda 2 metrelik göçükler olduğunu söylüyor.
Başka bir okurum “Duble yollardan birisi olan Ankara-Adana karayolunda seyahat etmek için deli olmak lazım” diye söze başlayıp, Karayollarına şikayet ettiğin de aynı fikirde olduklarını söylediklerini belirtip, “Bu müteahhitlere ödenen paraya da, üzerinde gitmek için cambazlık yapan araçlara da çok yazık” diyor. Aynı yoldan şikayetçi bir başka okur da şöyle diyor:
“Bu Hükümetin hemen hemen ilk tamamladığı duble yol Ankara-Adana arasıdır. Yolların yapımı sırasında 1 günde 2 defa cam kırdığım olmuştur. Neredeyse 5 yıl oldu, ama bugüne kadar hiç kesintisiz gittiğim olmamıştır ve devamlı onarım vardır. Bu onarımlar da karayollarının yıllarca önce yaptığı yolda değil müteahhitlerin yaptığı duble yollardadır. Daha da trajikomiği; bu duble yollar yapılırken yağmur sularının alttan geçeceği kanallar unutulmuş, daha sonra yollar yarılarak bu kanallar açılmıştı, hatta bu kanal inşaatına düşen bir otomobildeki 4 kişilik aile yok olmuştu.”
Yazının Devamını Oku 
12 Temmuz 2010
YILIN ilk yarısında yaşanan ekonomi ök performansın ikinci yarıda yaşanmayacağı artık kesinleşti. IMF bile büyüme tahminlerini artırıyor ama ikinci yarıya ilişkin belirsizliklere de dikkat çekiyor. IMF dünya ekonomik görünüm raporunda, ikinci yarının ufuktaki bulutların gölgesinde kalabileceğini belirtirken, büyüme tahminlerinin artmasının da ilk yarıdaki büyümenin yüksekliğinden kaynaklandığını belirtiyor.
İkinci yarıdaki kötüleşme beklentisinin en önemli nedeni ise Avrupa ekonomisindeki kriz. Yunanistan’dan başlayıp Avrupa’ya yayılan krizin henüz bitmediği, ikinci yarıda Avrupa’daki durumun tüm dünyayı olumsuz etkileyeceği belirtiliyor.
IMF Başekonomisti Blancard, söz konusu bulutların, 2010’un geri kalanı için gerçek tehlikeler ve ciddi politika değişimlerine neden olacağının altını çizerken, mevcut durumun Euro’da değer kaybı, banka kredilerinde sıkışıklık, mali konsolidasyon ihtiyacı ve kısa vadede sermaye akışında değişikliği beraberinde getirdiğini söylüyor. Bulutların aynı zamanda küresel yatırımcının risk iştahını kaçırmasıyla, gelişen ülkelere sermaye girişini olumsuz etkilediği belirtilirken, buna karşılık bu eğilimin kalıcı olmayacağının da altı çiziliyor.
Türkiye de bir yandan Avrupa’daki krizin küresel ekonomiyi etkilemesiyle doğacak bu olumsuzluklardan etkilenecek, öte yandan ise en büyük ihracat pazarının tıkanması nedeniyle bir kez daha olumsuz etkilenecek.
Avrupa’daki krizin ihracatın tıkanması ve beklentileri kötüleştireceği için içeride büyümeyi olumsuz etkileyeceğini söylerken, “iyimserlik rüzgarını kestiğimiz için” bize kızan ihracatçılar ve ilgili bakanlar, artık son bir aydır ihracatın olumsuz etkileneceğini söylemeye başladılar.
Avrupa’daki kriz dış talebin azalması nedeniyle içerideki üretimi olumsuz etkilerken, beklentiler üzerinde de önemli rol oynamaya başladı. Yani kriz nedeniyle içerideki karar almalar da etkileniyor, dolayısıyla içtalep de olumsuz etkileneceği için katmerli etki yapabiliyor. İşte bu eğilimin etkilerini, son ayların ekonomik verilerinde ciddi biçimde görmeye başladık.
IMF’in deyimiyle “bulutlar”ın etkisinin ikinci yarıda iyice artması bekleniyor.
Böyle olunca da ikinci yarıdaki büyümeyle ilgili endişeler iyice artıyor.
KUR BASKISI ARTACAK
İhracat duraklamaya başlayınca, ihracatçının aklına yine “aşırı değerli TL kuru” geldi. Kriz sırasında biraz sözü edilen ama ihracat artmaya başlayınca unutulan TL’nin değerli olduğu, ihracatçılar tarafından işler tıkanınca tekrar hatırlandı. Öyle olunca da yeniden TL’nin değer kaybetmesi yönündeki talepler artmaya başladı. Dolayısıyla da yine Merkez Bankası hedef tahtası oluyor.
Merkez Bankası geçen hafta reel kur hesaplarını yeniden hesaplayarak açıklamaya başladı. Merkez Bankası’nın bu yeni hesaplamasında gelişmiş ülke paraları kadar gelişmekte olan ülke paralarına karşı da hesap yapılmış ve “aslında TL’nin o kadar fazla değerlenmediği” anlatılmaya çalışılmış.
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, geçen hafta Denizli’de konuşurken, gerektiği taktirde döviz alımlarının başlayabileceğini belirtti. Ancak şu anda küresel sermaye hareketlerinin belli olmadığını, döviz alsalar bile kısa süre sonra döviz satmak zorunda kalabileceklerini, bunun da Merkez Bankası’nın kredibilitesini olumsuz etkileyeceğini söyledi.
Yani Merkez Bankası üzerindeki kur baskısını ciddi biçimde hissetmeye başladı ve yeniden savunmaya geçti. Önümüzdeki günlerde ihracattaki yavaşlama artıkça kur baskılarının artması da kaçınılmaz olacak.
Umarım referandum ve seçim sürecinde, kur konusunda büyük hatalar yapılmaz.
Yazının Devamını Oku 
8 Temmuz 2010
DUBLE yollar mevcut Hükümetin, haklı olarak, övündüğü altyapı projelerinden biri. Başbakanın, özellikle seçim mitinglerinde, hiç ağzından düşmüyor. Ankara’dan Bursa’ya giderken, daha yeni yapılan bu duble yolların halini görünce, bu projenin ne kadar kötü yönetildiğini düşündüm. Bu projelere başladığında, Hükümetin uzmanlığı karayolu olan büyük şirketlere iş vermemek için, yolları küçük küçük parçalara ayırıp, yerel ve çoğu zaman partiye yakın bilinen müteahhitlere verdiğini, uzmanlıkları karayolu olmadığı için, bu yöntemin kaynak israfına yolaçacağını sık sık yazmıştık.
Daha yapımının üzerinden 3-5 yıl geçmişken, bu duble yolların ne hale geldiğini görünce, uzmanlığın ne kadar önemli olduğunu, partizanlığın kaynak israfına yol açtığı için, ne kadar ekonomi düşmanı bir eğilim olduğunu bir kez daha gördüm. Daha yeni yapılan duble yollarda yoğun bir tamirat var ve neredeyse yolun yarısını, yine ikiye ayrılmış tek yoldan katetmek zorunda kalıyorsunuz. Büyük ihtimalle tamiratları da Karayolları, yani devlet yapıyor...
Hangi kaygıyla alınmış olursa olsun, duble yolların yapımı için alınan karar, sonunda bir kötü yönetim örneği. Projenin çıkış noktası iyi ama yönetim kötü...
Son günlerde ekonomide kötü yönetim örneklerini sıkça görmeye başladık.
İlgili bakanlar, ilgili resmi kurumlar tüm kamuoyuna, önce bazı kararların alındığını açıklıyor, ardından olmayacağını, yapılamayacağını söylüyor.
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri “emeklilere tek maaş ikramiye” ödemesiydi. Maaşa aracılık eden bankaların emeklilere tek maaş artı ödeme yapacağı, bizzat Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından açıklandı. Bu açıklama yapılınca, açıkcası “Bu nasıl olacak” diye kuşkulandım ama bir Bakanın daha bankalara sormadan böyle bir şeyi kendi ağzından açıklayamayacağını düşünüp, “Demek ki başka bir pazarlık var” diye, fazla üzerinde durmadım. Meğerse yanılmışım; Bakan ödemeyi yapacak bankalara bile sormadan açıklama yapmış, sonra bankalardan teklif istemiş. Şimdi emeklilere ancak yüzde 10-15’lik bir ek ödeme yapılabileceği konuşuluyor. Bakandan ise doğal olarak ses çıkmıyor...
MALİ KURAL TEHLİKE DE Mİ?
Benzer bir yönetim beceriksizliğine elektrik fiyatlarıyla ilgili açıklamalarla şahit olduk. Geçen ay Temmuz başında elektrik fiyatlarında indirim yapılacağı, Enerji Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurumu (EPDK) nun karar aldığı açıklandı. Enerji KİT’lerinin bu kadar açığı varken, KİT’lerin borçlarını temizlemek için tahkim yasası çıkarken, nasıl oluyor da indirim yapılabildiğini anlamamış, ama yine “yanlış, popülist bir karar” olarak kabul etmiştim.
İndirim zamanı gelince, bu indirimin yapılamayacağı, kararın geri alındığı açıklandı... Bu kötü yönetimden başka bir şey olabilir mi?
Belli ki mali disiplini korumak için Başbakan Yardımcısı Ali Babacan devreye girdi ve açıkların artmaması için, hiç olmazsa indirim kararını geri aldırdı.
Ama olan oldu ve resmi olarak açıklanan elektrik fiyatlarındaki indirim geri çekilmiş, emeklilere söz verilen tek maaş ikramiye ödenmez oldu.
Tüm bu yönetim hataları ve beceriksizliklerin bir faturası elbette olması lazım.
Bu arada bir kaygımı daha dile getireyim. Kimse böyle bir ihtimali göz önünde bulundurmuyor ama, Hükümetin açıkladığı “Mali Kural” ile ilgili yasanın bence hâlâ yasalaşmama riski bulunuyor. TBMM Genel kurulunda görüşülmeyi bekliyor ama Anayasa Mahkemesi kararının açıklanmasının ardından siyasette, TBMM gündeminde neler olabileceğini şimdiden kestirmek mümkün değil.
Mali Kural’a piyasalar o kadar alıştırıldı ki; mali disiplinin en önemli güvencesi ve çıpa olarak herkes tarafından artık benimsendi. Bir kez daha kötü yönetim örneği yaşanır ve yasalaştırılmazsa, bu beceriksizliğin faturası çok büyük olur.
Yazının Devamını Oku 
6 Temmuz 2010
AVRUPA’nın ihtiyaç duyduğu gazın temini için rekabet artıyor. Türkiye de, hem yaptığı uluslararası anlaşmalar ve bunlarla sağlamaya çalıştığı kendi arz güvenliği, hem de üzerinden geçecek boru hatları nedeniyle, bu rekabetin tam ortasında yer alıyor. Azerbaycan’daki Şahdeniz 2 gazının Avrupa’ya ulaşımı için Azerbaycan ve Türkiye ile anlaşan ITGI Projesi yürütücüsü Edison şirketinin yetkilileri, bu köşede yer alan sohbetimizde, yaşanan kriz nedeniyle Avrupa’nın ihtiyaç duyacağı gazla ilgili projeksiyonların 7 yıl bir gecikmeye uğrayacağını, dolayısıyla Nabucco projesine ihtiyacın 2020 yılına ertelendiğini, çünkü kendi projelerinin öncelik kazandığını söylemişlerdi.
Bunun üzerine Nabucco yetkilileri bu görüşlere bir yanıt vermek istediler. Nabucco projesinin yetkili sözcüsü Christian Dolezal’ın, yazılı olarak sorularımıza verdiği yanıtlardan, rekabetin iyice kızıştığı çok açık görülüyor. Dolezal “Nabucco’nun, Şah Deniz 2 gaz satıcıları ve alıcıları için cazip transfer koşulları sağlayacağını düşünüyoruz, dolayısıyla uygun transfer kontratları imzalanacaktır” diyerek, ITGI’ın anlaşma yaptığı Azerbaycan gazının, bundan sonra satışa çıkacak kısmına talip olduklarını da açıklamış oluyor.
Nabucco’nun “çok kaynaklı bir yaklaşımı takip ettiğini” hatırlatan Dolezal, “Bu da demek oluyor ki Nabucco için kullanabileceğimiz çeşitli potansiyel kaynaklar var. Irak, Türkmenistan ve Mısır diğer kaynaklarımız arasında olacaktır” diyor.
Halihazırda, Avrupa Yatırım Bankası, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ve Uluslararası Finans Kurumu’yla görüştüklerini, yakında İhracat Kredi Ajanslarıyla bağlantıya geçeceklerini belirten Nabucco yetkilisi, finansman konusundaki sorumuza ise “Bütçenin yüzde 30’u hissedarlardan nakit şeklinde gelecek, yüzde 70’i de finans piyasalarından sağlanacak. Ticari bankalar da Nabucco gibi gelecek vaat eden projelere katkıda bulunmaya hevesliler” yanıtını verdi.
IRAK’LA ANLAŞMA TAMAM
Diğer projeler adına konuşamayacağını ama Nabucco’nun tüm Avrupa pazarına ulaşacağının altını çizen şirket sözcüsü şunları söyledi:
“Şu anda karşı karşıya olduğumuz aşırı tedarik durumu yakın zamanda, Nabucco faaliyete başlamadan önce değişebilir. Gaz işi uzun vadeli bir iş olduğu için, gelecek yıllarda gaz tedarik etmek için bugünden gelişimlerin ve yatırımların yapılması gereklidir. AB üye devletlerindeki doğal gaz tüketiminin esas alınan 2007 yılına kıyasla, 2030’a dek yüzde 14 ve yüzde 23 arasında artış göstermesi beklenmektedir. Eurogas’ın 2030 için tahminleri 595 milyar metreküp (temel alınan durum) ve 637 milyar metreküpe (çevre senaryosu) ulaşmaktadır. Gelecekteki büyümenin arkasındaki itici güç enerji sektörü olacaktır. Avrupa’ya yapılan ithalat Avrupa üretiminde görülen düşüşü telafi etmek ve ek gaz tedarik etmek üzere aratacaktır.”
ITGI’ın öne sürdüğü gibi projelerinde bir gecikme olup olmayacağını sorduğumuzda ise Rodezal, kesin bir dille “Nabucco gaz transferine 2014 yılında başlayacak” yanıtını verdi.
Son dönemde Irak gazının bu dönemde hazır olacağının ülkenin üst düzey politikacıları tarafından teyit edildiğini hatırlatan şirket sözcüsü “2014/2015 yılında Şah Deniz dışındaki diğer gaz kaynakları da Hazar’dan sağlanabilecektir. Nabucco sağlam bir yapı üzerinde, 10-15 milyar metreküplük bir kapasiteyle başlayacak ve tam kapasiteye adım adım ulaşılacaktır. Bu senaryonun işe yaracağını düşünüyoruz” diyor.
Nabucco’nun bir gaz transferi projesi olduğunu, 2008’de gerçekleştirilen pazar anketinin, pazarın şu anda planlanan Nabucco kapasitelerinden iki kat daha fazla bir transfer kapasitesine ihtiyacı olduğunu gösterdiğini kaydeden Rodezal, “Pazar ihtiyaçlarının, başlangıç safhasındaki transfer miktarından daha yüksek olacağını tahmin ediyoruz” diyor.
Yazının Devamını Oku 
5 Temmuz 2010
AB’nin sürdürdüğü krizden çıkış ve 2020 hedefine dönük yeni vizyon çalışmalarına Türkiye’nin aktif katılımını isteyen ve bunun hayati öneme sahip olduğunu belirten başlıktaki bu sözler; Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ümit Boyner’e ait.
Geçen hafta iki gün boyunca Boyner ve TÜSİAD Heyeti ile birlikte Brüksel’deydim. Orada konuşulanlar ya da Boyner’le yaptığım AB sohbetinden önce, genel olarak edindiğim izlenimi aktarmak istiyorum. Her şeyden önce, TÜSİAD’ın AB hedefi konusunda evvelden beri gösterdiği çabaların Boyner tarafından samimi olarak yeniden canlandırılmasına çalışıldığını gözledim. Çünkü Boyner, bazı konuşmalarında da söylediği gibi; AB’ye, Türkiye’nin de içinde bulunması gereken bir değerler bütünü olarak bakıyor. Bu bütün içinde yüksek insan hakları standartları, çağdaş demokratik kriterler, kurallı sağlıklı piyasa ekonomisi kuralları da var.. Başka bir deyişle, Türkiye’nin eksen tartışmaları yaşadığı bugün, AB hedefi belki her zamankinden çok daha fazla önem kazanıyor. AB ile bütünleşme çabalarının bir süredir gevşediği kesin. Bu gevşemede AB’nin ve Türkiye’nin karşılıklı ihmalleri var. Bu arada Hükümetin AB kurallarını bazen işine geldiği gibi çarpıtarak içeriye yansıttığı, bunu zaman zaman bir siyasi malzeme olarak kullandığı, AB organlarının bu çarpıtmalara ses çıkarmaması nedeniyle AB’ye bakışın kamuoyunda olumsuz etkilendiği de ortada...
Bunlar, Brüksel’de edindiğim izlenimlerle birlikte yaptığım şahsi değerlendirmem.
AB yaşadığı ekonomik krizle birlikte çok büyük bir ekonomik sıkıntının içinde ve böyle bir dönemde, hem bu sıkıntıları aşmak için yol arıyor, hem de 2020 vizyonunu çizmeye çalışıyor. Bu nedenle daha çok içine dönmüş, kendi problemlerini çözmeye odaklanmış durumda.
İşte bu noktada TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, bir değerler bütünü olarak baktığı AB’nin kendi içinde yaptığı tartışmalara ve vizyon oluşturma çabalarına, Türkiye’nin aktif biçimde katılıp, katkı vermesi gerektiğini söylüyor. Bu katılımın hem Avrupa için yararlı olacağı görüşünde, hem de Türkiye için... Hem G-20 bazındaki çalışmalara katılmak, hem AB’nin vizyon tartışmalarına aktif olarak katılmasının, Türkiye’nin geleceğini kurmak adına yapması gereken bir çalışma olarak bakıyor ve mevcut ortamı aynı zamanda “Türkiye için bir fırsat” olarak da görüyor. Yani geleceği, çocuklarımızın geleceğini kurmak adına gerekli bir çaba...
Yazının Devamını Oku 
1 Temmuz 2010
TÜRK Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ümit Boyner, Türkiye’nin içerideki siyasi kavgaları, kısır çekişmeleri bırakıp “vizyon tartışmalarına” başlaması gerektiğini söyledi. Bu kapsamda Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) vizyonuna “dinamik dönüş” yapması gerektiğini kaydeden Boyner, AB’nin de aynı çerçevede Türkiye’ye bakması gerektiğinin de altını çizdi. Avrupa İş Zirvesi’ne katılmak için TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner ile birlikte Brüksel’e geldim. Boyner, ilk kez Türkiye’den bir heyet kabul eden AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy’la görüştükten sonra bir basın toplantısı düzenleyerek temasları hakkında bilgi verdi. Boyner’in açıkca söylememesine karşılık, Rompuy’la olan görüşmelerinden edinilen izlenimi, “AB’nin kendi telaşında olduğu ve gündemlerinde Türkiye’nin fazlaca yer tutmadığı” biçiminde özetlemenin mümkün olduğunu sanıyorum.
Siyasi partilerin seçim öncesinde AB’ye ilişkin vizyonlarını görmek isteklerini belirterek, AB hedefinin bir anlamda “partilerüstü bir hedef” olması gerektiğini kaydeden Boyner, kriz sonrası Türkiye’nin küresel bazda rekabet gücünü koruyabilmesi için bu vizyon çerçevesinde reformlara yönelmesi gerektiğinin de altını çizdi. AB üyelik reformlarının büyük önem taşıdığını kaydeden Boyner, İspanya’nın dönem başkanlığının son günü olan dün, gıda güvenliği faslının müzakereye açılmasının önemli olduğunu ifade etti.
AB’nin girişimiyle Kıbrıs’ta yapılan referandumun sonuçlarına rağmen bir şey yapılamadığını hatırlatan Boyner, “hukuki çizgiden ahlaki çizgiye geçerek” Kıbrıslı Türklere verdiği sözlerine yerine getirmesinin, Türkiye’nin AB katılım müzakerelerinin siyasi etkilerden arındırılması ve kamuoyu desteğinin artırılması açısından büyük önem taşıdığını vurguladı. Boyner, AB’nin, üyelik müzakerelerini yürüten Hırvatistan’la üyesi Slovenya’nın sınır anlaşmazlığında gösterdiği hassasiyeti Kıbrıs konusunda da göstermesi gerektiğini, Konsey Başkanı Rompuy’a bu örneği ilettiklerini söyledi.
Türkiye’nin içteki kısır tartışmalarından çıkıp, etkin olmak istediği G-20’deki konumu için, AB’nin, hatta Trans Atlantik bölgesinin içinde yaşadığı sorunlara çözüm üretebilmek ve entegre bir vizyona sahip olması gerektiğinin altını çizen Ümit Boyner, Türkiye’nin finansal düzenleme noktasında yaptığı yapısal reformların bir referans noktası olabileceğini, yapısal reformlarla işdünyasının sağladığı verimlilik başarısının önemli olduğunu, tüm bunların dünyanın önüne başarılı örnekler olarak konulabileceğini söyledi.
OTORİTER KAPİTALİST ÜLKELERE ÖZENMEYELİM
Dünyadaki güç dengeleri açısından, yüksek ekonomik büyümenin de etkisiyle “otoriter kapitalist” olarak nitelendirdiği, Çin, Rusya gibi ülkelere özenmenin yaşanabileceğinin altını çizen TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, bu noktada dünyadaki siyasi dengelerin korunması için, Türkiye’nin de benimsediği demokrasi ve insan hakları gibi değerlerin korunması gerektiğini vurguladı. Boyner değerler ve yaşam tarzı açısından Türkiye’nin AB hedefinden vazgeçmesinin mümkün olmadığını söyledi.
Sorular üzerine Boyner Türkiye’nin “bölgesel güç olma”, “eksen kayması” tartışmaları artık bırakması gerektiğinin altını çizen Boyner, “Bölgesel güç olmak kötü bir şey değil ama kendimizi bunun ötesinde konumlandırmamız gerekiyor” dedi. Türkiye’nin değerler bütünü, nasıl bir vizyonla hareket etmesi ve nerede olması gerektiğini, önceliklerini konuşması gerektiğini kaydeden Ümit Boyner, vizyon bütünlüğünün, Türkiye’yi bölgesinde, Ortadoğu’da güç olmanın çok ötesine taşıması gerektiğini vurguladı.
Özetle; TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, AB hedefini yeniden canlandırarak ve bu yolla Türkiye’nin Batı vizyonunu yenileyerek, iç siyasi tartışmaların aşılmasına çaba gösteriyor.
Yazının Devamını Oku 
29 Haziran 2010
G-20 toplantıları için Kanada’nın Toronto şehrinde bulunan Başbakan Tayyip Erdoğan, ikili temaslarının ardından basın toplantısı düzenleyip, görüşmelerinden çok memnun olduğunu söylemiş.
İkili görüşmelerde aslında konular belliydi; Türkiye’nin BM’nin İran’a yaptırım kararına, ABD Başkanı Obama’nın özel ricasına rağmen “hayır“ oyu vermesi, Gazze’ye yardım gemisinin İsrail tarafından kanlı biçimde durdurulması üzerine iyice gerilen Türkiye-İsrail ilişkileri ve artan PKK terörü...
Tam bu gelişmeler olurken Financial Times gazetesi Türkiye hakkında özel bir ek yayınladı ve ekin kapağında Türkiye’nin dünya siyaset sahnesindeki rolü ele alındı. Son dönemdeki gelişmeler değerlendirilirken, gelecek yıl Erdoğan’ın Başbakanlık için halktan üçüncü ve son kez yetki isteyeceği, partisinin geleceğini, Erdoğan’ın Türkiye’nin dünyadaki yerini nasıl yeniden tanımladığı kadar, içerideki sorunlara nasıl çözüm getireceğinin de belirleyeceği kaydedildi.
Financial Times, Türkiye’nin uluslararası arenada etkinliğini artırmaya başladığını, Gazze ablukasının hafifletilmesine öncülük ederken, İran’la varılan nükleer takas anlaşmasını dikkate almayan ABD’ye meydan okuyarak Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada, çekimser kalmak yerine Tahran’a yeni yaptırımlara ‘Hayır’ dediğini hatırlattı ve “Bunun, iki ülke arasındaki geleneksel ittifak üzerinde baskı oluşturduğu”nu kaydetti.
Yapılan değerlendirmede ağır ifadeler de kullanıldı ve “Erdoğan belki Arap sokaklarında yeni bir kahraman olabilir ama Washington’da birçokları onu otoriter, popülist, İslamcı içgüdülerine yenik düşen ve Batı’yla yollarını ayıran bir lider olarak görüyor” denildi. Bazılarının ise, Ankara’nın kendi dış politika çıkarları olduğunu ve Tahran’a kıyasla zararsız bir nüfuz oluşturma çabası içinde olduğunu teslim etmekle birlikte, Türkiye’nin daha az güvenilir bir ortak olmaya başladığının altını çizdiği kaydedildi.
Yazının Devamını Oku 