Paylaş
İkili görüşmelerde aslında konular belliydi; Türkiye’nin BM’nin İran’a yaptırım kararına, ABD Başkanı Obama’nın özel ricasına rağmen “hayır“ oyu vermesi, Gazze’ye yardım gemisinin İsrail tarafından kanlı biçimde durdurulması üzerine iyice gerilen Türkiye-İsrail ilişkileri ve artan PKK terörü...
Tam bu gelişmeler olurken Financial Times gazetesi Türkiye hakkında özel bir ek yayınladı ve ekin kapağında Türkiye’nin dünya siyaset sahnesindeki rolü ele alındı. Son dönemdeki gelişmeler değerlendirilirken, gelecek yıl Erdoğan’ın Başbakanlık için halktan üçüncü ve son kez yetki isteyeceği, partisinin geleceğini, Erdoğan’ın Türkiye’nin dünyadaki yerini nasıl yeniden tanımladığı kadar, içerideki sorunlara nasıl çözüm getireceğinin de belirleyeceği kaydedildi.
Financial Times, Türkiye’nin uluslararası arenada etkinliğini artırmaya başladığını, Gazze ablukasının hafifletilmesine öncülük ederken, İran’la varılan nükleer takas anlaşmasını dikkate almayan ABD’ye meydan okuyarak Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada, çekimser kalmak yerine Tahran’a yeni yaptırımlara ‘Hayır’ dediğini hatırlattı ve “Bunun, iki ülke arasındaki geleneksel ittifak üzerinde baskı oluşturduğu”nu kaydetti.
Yapılan değerlendirmede ağır ifadeler de kullanıldı ve “Erdoğan belki Arap sokaklarında yeni bir kahraman olabilir ama Washington’da birçokları onu otoriter, popülist, İslamcı içgüdülerine yenik düşen ve Batı’yla yollarını ayıran bir lider olarak görüyor” denildi. Bazılarının ise, Ankara’nın kendi dış politika çıkarları olduğunu ve Tahran’a kıyasla zararsız bir nüfuz oluşturma çabası içinde olduğunu teslim etmekle birlikte, Türkiye’nin daha az güvenilir bir ortak olmaya başladığının altını çizdiği kaydedildi.
DİPLOMASİNİN EKONOMİYE OLUMSUZ ETKİSİ
Financial Times’ın etkinliği ortada ve bunlar ağır değerlendirmeler. Toronto’daki temaslarının çok iyi geçtiğini kaydeden Başbakan Erdoğan, büyük ihtimalle bu yayınları da, “yine birilerinin oyunu” olarak değerlendirecektir.
Ne olursa olsun, gerek yöntem gerek üslup yanlışlığı nedeniyle, Türkiye’nin dış ilişkilerinde çok zorlu bir dönem yaşadığı ortada.
Siyaseten yaşanan bu zorlu dönemde, ekonomi yönetimi açısından da bizi zor günler bekliyor. G-20’nin aldığı kararların bazı olumlu yönleri bulunsa da, artık eskisi gibi etkin olamayacağı da ortada. Dün yazdığım gibi “artık G-20 çıpası”nın olmadığı bir döneme giriyoruz.
Böylesine bir dönemde Türkiye’nin de kendine has koşullara göre, özgün ekonomi politikaları oluşturması gerekecek. Yani bir yandan ekonomideki canlanmanın devam etmesi ama öte yandan mali disiplinin korunması ve sürdürülmesi için gereken tedbirleri almak zorunda hissedecek. Bu birbiriyle çelişkili, iki farklı hedefe birden hizmet edecek politikalar oluşturmanın zorluğu açık. Zaten G-20’nin etkinliği de bu farklılaşan menfaatler yüzünden azalıyor.
İşte böylesine bir dönemde çok daha hassas, çok daha çabuk değişebilecek ekonomi politikaları oluşturulup, aynı zamanda da uygulanması gerekecek.
Türkiye’nin dünya siyasetindeki rolünün yeniden tartışıldığı, diplomatik ilişkilerin sorunlu olduğu bir dönemde, hala küresel sermayeye ihtiyaç duyan bir Türkiye’nin ekonomik açıdan işinin zorlaştığı da bence çok açık.
Yani diplomasideki hataların ekonomik faturasını da yaşayabiliriz.
Paylaş