22 Eylül 2011
IMF’in genel kurul öncesi yayımladığı Dünya Ekonomik Görünüm raporunda en çarpıcı değişiklik, dünya ekonomisine ilişkin büyüme beklentilerini daha da aşağı çekmesi.
Bununla birlikte tüm dünyada risklerin arttığı ve dalgalı seyrin artacağı saptaması da bulunuyor. IMF bu tahminleri yaparken, bence hala iyimser bir senaryo üzerinden
gidiyor. Daha önceki tahminlerinde iyimser kaldığı açıkca ortaya çıkan IMF, zaten kötü olan ortamı belli ki daha da ağırlaştırmamak için, iyimser senaryo üzerinden gitmeye devam ediyor. Örneğin, Euro bölgesindeki krizin “çevre ülkelerle” sınırlı kalacağı, ABD’de ekonomiye destek ile orta-vadeli mali uyum arasında makul bir denge sağlanacağı ve küresel finansal piyasalarda iniş ve çıkışların daha da kötü olmayacağını varsayıp, buna göre hesap yapıyor.
IMF’in revize ettiği büyüme rakamlarına göre küresel büyüme 2011 ve 2012’de yüzde 4’e gerileyecek. Büyümenin 2011’de gelişmiş ülkelerde yüzde 1.6, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 6.4 olması bekleniyor. 2012’de gelişmiş ülkelerdeki büyümenin yüzde 2’ye çıkması bekleniyor ama gelişmekte olan ülkeler daha canlı olacak. Dünya ekonomisi yavaşlarken finansal volatilite ve riskten kaçınmanın ciddi biçimde artığına dikkat çekilirken, gelişmiş ülkelerde artan emtia fiyatlarıyla enflasyonun artmaya başladığı, gelişmekte olan ülkelerde ise artan iç talebin de etkisiyle enflasyonun daha hızlı arttığı belirtiliyor. 2011 yılında enflasyon gelişmiş ülkelerde yüzde 2.6 olarak tahmin edilirken, gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 7.5’e kadar çıkıyor.
Bu arada emtia fiyatlarındaki dalgalanmaların, kredibilitesi düşük Merkez bankalarının olduğu ülkelerde daha fazla etki yaptığının altı çiziliyor. Bir başka deyişle enflasyonla mücadelede kararlı gözükmeyen Merkez bankalarının olduğu ülkeler uyarılıyor...
Bunun yanında bizi ilgilendiren başka bir saptama da “politika yapıcılarının büyümeyi hızlandırmak için sadece para politikalarına güvenmemeleri gerektiği”. Kamu maliyesindeki hassas dengelerin gözetilmesi gereği üzerinde duruluyor.
TÜRKİYE’YE BAKIŞ
Hem önceki gün çıkan IMF Raporu’nda, hem de Standart and Poor’s’un TL bazında yatırım yapılabilir ülke konumuna getirten not artırımı açıklamasında benzer saptamalar yeralıyor. Türkiye’de cari açığın endişe verici boyutlara ulaştığı, finansmanının büyük ölçüde kısa vadeli olduğu hatırlatılıyor. Buna rağmen, sınırlı da olsa, not artırımı tam zamanında geldi.
Yazının Devamını Oku 
20 Eylül 2011
HÜKÜMETİN kanun hükmünde kararname (KHK) ile kamu idaresini yeniden şekillendirme uygulamaları devam ediyor.
Resmi gazetede sürpriz biçimde teşkilatların değişimine ilişkin her gün yeni bir KHK’yayımlanıyor. Belli ki KHK çıkarma yetkisi sonuna kadar, yani Ekim ayı başına kadar daha epeyce kullanılacak.
Düzenlemelerin ne getirip ne götüreceği tartışılsa da KHK’larla bu düzenlemelerin yapılmasının sakıncaları üzerinde durulmuyor. Halbuki her şeyden önce kanunla kurulmuş bu idarelerin KHK ile yeniden düzenlenmesine, ilkesel olarak, karşı çıkılması gerekiyor.
Daha önce de sözünü ettim; bazı bakanların bu düzenlemelerin, örneklerinde olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi’nden döneceğini bildikleri, “iptal olursa yasa çıkartırız” diyerek bu düzenlemeleri yaptıklarını duyuyoruz. Böyle bir kamu yönetimi anlayışının sakatlığı ortada.
Resmi Gazete’de KHK’ların sürpriz biçimde karşımıza çıkması da işte bu yüzden. Düzenlemelerin TBMM’de tartışılması,yasa çıkartırken uyulması gereken şartlara uyulup düzenlemelerin kamuoyunda yeterince tartışılması engellenmek için yapılıyor. Bunun adına, daha önce Özal döneminde de rastladığımız gibi “zaman kaybını önlemek” diyorlar ama demokrasinin temel işleyişini aksatıyorlar. Her zaman öne sürülen “milli irade”, “halkın iradesi” KHK’lar kanalıyla, Meclisteki vekiller devreden çıkarıldığı için, çiğnenmiş oluyor. Bir başka deyişle bu çok önemli düzenlemeler, yangından mal kaçırır gibi yapılıyor.
Işin bir başka çarpıcı yönü; bu çok önemli KHK’lar artık haber bile olmuyor. Bir süre uygulandı diye, rahmetli Turgut Özal ve Hükümetine demediğimizi bırakmamıştık.
O zaman basın “Ana muhalefet bu düzenlemeleri Anayasa Mahkemesi’ne itiraz edip döndürsün” diye çağrılar yapardı, şimdi itirazlar olduğunda “Ana muhalefet de her şeye itiraz ediyor” diyoruz. Ana muhalefete, bu tür arkadan dolanmalara karşı kullanması gereken bu yolu kullandı diye, ne kadar karşı çıkıldı, düşünsenize.
Bu gidişle; eskiden ilkesel olarak bu tür KHK’ları bozan Anayasa Mahkemesi’nden bu kez tersi karar çıksa bile, itiraz edilmeyip belki de alkışlanacak… Olacak iş mi?
Yazının Devamını Oku 
19 Eylül 2011
GEÇEN hafta ekonominin ilk gündem maddesi, yine Avrupa’daki krizle ilgili haberlerdi. Böyle giderse daha uzun bir süre de Avrupa krizi gündemin ilk sırasını korumaya devam edecek. Geçen hafta yine Yunanistan’ın kurtarılmasını konuştuk. Önce, artık kurtarılamaz, euro bölgesinden çıkarılıp drahmi’ye geri dönecek denildi, daha sonra Merkel-Sarkozy ikilisi devreye girdi, ortalığı yumuşattılar. Avrupa ülkelerinin ortak tahvil ihracı yine gündemdeydi; yine AB komisyon yetkilileri “ortak tahvil” dedi, Almanya yine buna karşı çıktı. Sonuç olarak Avrupa Merkez Bankası, Japonya da dahil edilip, Merkez Bankalarının piyasaya üç aşamalı dolar likiditesi verecekleri açıklandı, ortalık yine sakinleşti. Ya da öyle gözüktü.
Artık herkes biliyor ki; likidite verilerek ne ABD, ne Avrupa, ne de dünyanın yaşadığı bu kriz çözülemiyor. O nedenle bu ek likidite kararı, makyaj düzenlemesi ya da zaman kazanmak için yapılan bir düzenleme olarak görülüyor.
Avrupa’nın, daha köklü bir şey yapmadıkça, örneğin bazı banka batışlarına artık izin vermedikçe, bu krizden çıkışının pek mümkün olmadığını görenlerin sayısı her geçen artıyor. Sadece Avrupa’nın değil, tüm dünyanın yeniden sağlıklı büyümeye başlaması için daha köklü düzenlemeler gerekiyor.
Zaten geçen hafta başında yaşanan enflasyon korkusu ve rating kurumlarının bazı Avrupa bankalarının notlarını indirmesi de, adım adım bu zor kararlara doğru gidildiğini gösteriyor. ABD ve Avrupa’da bir türlü sağlanamayan ekonomik canlanmaya karşılık enflasyon oranlarında ciddi kıpırdanmalar yaşanmaya başladı. Aslında bu gelişme başta ABD olmak üzere, ek likidite ve harcama artırıcı tedbirlerin yürürlüğe konulması için bir kez daha düşünülmesi gerektiğini de ortaya koydu. İtalya’nın 54 milyar euro’luk tasarruf paketi açıklaması da, AB Maliye bakanlarının euro bölgesi kurtarma fonunun kaynaklarını genişletme kararı vermesi de, artık bu kaçınılmaz sonun gelişini, belli ki engelleyemeyecek.
Geçen haftaya kötü başlayan piyasalar hafta sonuna doğru, Avrupa’daki ek likidite kararının da etkisiyle, hafta sonunu iyi bitirdi. Aslında piyasalar da bu kararların kalıcı etki bırakmasının zor olduğunu, artık büyük kırılmalar olmadan kalıcı bir toparlanmanın çok zorlaştığını biliyor ama, günlük oyunu da oynamaya devam ediyorlar.
Çünkü herkesin işine geliyor; oyuna uyup, en azından zararlarını azaltmak.
İÇERİDE CARİ AÇIK SEVİNCİ
İç piyasalarda da, genel olarak dışarıdaki bu gelişmelere paralel olarak, hafta başında kötü, hafta bitiminde olumlu hareketler yaşandı. Hatta iç piyasalar olumlu anlamda ayrıştı da.
İçerideki olumlu hareketlerde geçen hafta büyüme rakamlarının beklenenin epey üzerinde gelmesi, işsizlik oranlarının düşmeye devam etmesi gibi gelişmeler önemli rol oynadı. Bu verilerin detaylarına bakıldığında ileriye doğru çok da olumlu bir tablo ortaya çıkmıyordu ama piyasalar bunları olumlu algıladı.
Geçen hafta piyasalar tarafından en olumlu algılanan veri ise Temmuz ayına ilişkin ödemeler dengesi rakamları oldu. Çünkü cari açık rakamları beklenenin altında kaldı. “Dış dengelerde düzelmenin başlamış olması, ekonomide potansiyel kırılganlıkları azaltıyor” yorumları öne çıkmaya başladı. Çünkü küçülen cari açık ve daha yavaş artan borç yükünün, daha az finansman ihtiyacı doğuracağı, bunun da ileriye dönük risklere azalttığı düşünüldü.
Ancak piyasa yorumlarına baktığımızda, Temmuz ayına ilişkin bu verilerin kalıcı olup olmayacağının hiç sorgulanmadığını, 10 milyar doları aşan net hata noksan kaleminin, bu belirsiz büyüklüğe rağmen hiç sorgulanmadığına şahit olduk.
Özetle; Avrupa’daki krizin daha radikal kırılmalara yol açacağı beklenirken, bu kırılmaların özellikle finans kesiminde yaşanması ihtimalinin artması korkutucu. Hala yüksek seyreden cari açık rakamı nedeniyle, dış finansman sıkıntıya gireceği için, içerideki sıkıntıyı büyütme ihtimalini de artırıyor. İç piyasalar da, aynen dışarıdakiler gibi, büyüyen risklere karşılık, aslında içinin dolu olmadığını bildikleri günlük iyi haberlere fazlaca olumlu yaklaşıyorlar.
Yazının Devamını Oku 
13 Eylül 2011
DÜN açıklanan ikinci çeyrek büyüme rakamları, ekonominin beklentilerden çok daha hızlı büyüdüğünü ortaya koydu. Ekonomi canlı mı değil mi, tartışmaları da bitti; ekonomi canlı. Peki, bu rakamlar piyasaları sevindirdi mi?
Piyasa uzmanları bir yandan yüksek büyümeye sevinirlerken, bir süredir, öte yandan yüksek büyümenin yaratacağı sonuçlar nedeniyle tedirgin olmaya başladılar. Dünkü rakamlar üzerine ise bırakın piyasa uzmanlarını, artık ilgili bakanların bile yüksek çıkan büyüme rakamlarından endişe duyduklarına şahit olmaya başladık. Bu rakamlar bakanlara bile fazla geldi.
Çünkü herkes biliyor ki; Hükümet ve Merkez Bankası son aylarda, ekonomi epeyce soğudu diye yeniden canlandırma önlemleri almaya başladılar. Merkez Bankası iç talep canlı olmadığı gerekçesiyle, faiz oranlarını düşürmeye başladı, yeni faiz indirimlerinden söz ediyor. Yani Merkez Bankası enflasyon tehlikesi hiç yokmuş gibi davranıyor, davranmaya da devam edecek gözüküyor. Halbuki dün açıklanan büyüme rakamları, mevcut ekonomik tablonun hiç de Merkez’in baz aldığı gibi bir tablo olmadığını ortaya koydu. Piyasa uzmanlarının tedirginliğinin artması, bakanların bile tedirgin olması bu yüzden. Şimdi değil ama birkaç aylık veriler de böyle giderse, Merkez Bankası’nın baz aldığı senaryonun tutmadığı görülür ve güvensizlik iyice artar diye.
Dün açıklanan, piyasa beklentilerinin çok üzerinde gelen, büyüme rakamları, dış talebin ikinci çeyrekte büyümeye eksi katkı yaptığını, bu kadar yüksek çıkan büyümenin çok büyük ölçüde içtalep artışından kaynaklandığını da ortaya koydu. Merkez Bankası’nın tezi doğru çıkmadı.
Belki de çıkacak bu rakamı bildiği için, Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, önceki gün TRT’ye çıkıp, “aslında ekonominin büyüme potansiyelinin çok yüksek olduğunu” söylemiş. Belli ki büyüme konusunda aldığı Hükümete yakın kararların gerekçesini, önümüzdeki günlerde bu tez ile açıklamaya çalışacak.
BÜYÜME POTANSİYELİ
Bir süredir ekonominin istikrarlı, sorun çıkarmadan büyüme potansiyelinin aslında ne olduğunu tartışıyoruz. Bu konuda somut araştırmalar çok yok ancak enflasyonun düşmesinin büyüme potansiyelini biraz artırdığı ortada. Buna karşılık, son dönemdeki ekonominin canlanmasının sorun yaratmayacağını, “ekonominin büyüme potansiyeli çok büyüdü” diye açıklamak, bilimsellik kaygısı olması gereken bir Merkez Bankası yönetimine yakışmıyor.
Zaten tablo ortada; ekonominin sorunsuz, istikrarlı büyüme potansiyeli o kadar artmış olsaydı, cari açık bu kadar yüksek olmazdı. Dün açıklanan Ağustos ayı ödemeler dengesi verisi, cari açığın beklentilerin biraz altında geldiğini gösteriyor ama arizi bir gelişme olduğu açık. Bu kadar tüketime, yatırıma, ithalata dayalı bir ekonomide cari açığın yüksek gitmemesi zaten mümkün değil. Yani dünkü ödemeler dengesi rakamlarını bundan sonra ararız.
İlk yarıda seçim tamamlandı, artık frene basılır demek de mümkün değil. Ağustos ayı bütçe rakamları da içtalebin ve ekonominin canlı olduğunun ispatı gibi. Hazine nakit dengesi Ağustos’ta aylar arası kaymanın etkisiyle 93 milyon TL’lik sınırlı fazla verdi. Ağustos’ta giderlerin yüzde 26 ile yılın en yüksek artışını kaydetmesi dikkat çekti, gelirler ise hız kesmeye başladı. Ağustos ayı itibarıyla üç aylık ortalama gelir artışı yüzde 15 ile son altı ayın en düşük artışını kaydederken, faiz dışı harcamalar da bir önceki yıla göre yüzde 22 arttı, üç aylık ortalama artış yüzde 11’den 13’e yükseldi.
Özetle; yüksek büyüme, ilerisi için çok açık riskler biriktiriyor.
Yazının Devamını Oku 
12 Eylül 2011
ABD’deki 11 Eylül saldırılarının 10. yıldönümünde çok şey yazılıp çiziliyor. Bir günün tarihi elbette ne her şeyin başıdır ne de sonu. Ancak belli kırılmaları anlatmak için böyle simge bir günün tarihiyle nitelemek işleri kolaylaştırıyor.11 Eylül’den önce yaşananlar ve sonrasında olanları birlikte değerlendirmek de yetmiyor, yaşanacakları da bence görmek gerekiyor.
Belki bu nedenle, 10 yıl geçmesine rağmen 11 Eylül yaşadığımız süreçle birlikte ele alınıyor.
İçinde yaşadığımız ekonomik kriz süreciyle 11 Eylül’ün ilgisine gelince; bu konuda da birçok şey söyleniyor. Kimisi 11 Eylül’ün sonucu bir krize girildiği, kimisi ise ekonomik sorunların 11 Eylül’ü getirdiği düşüncesinde. Hangisi hangisini tetikledi bilmiyorum ama yaşadığımız küresel ekonomik kriz sürecinin çok derin bir kriz olduğunu, mutlaka neden ya da sonuç olarak ilgili olabileceğini ve bu sürecin ciddi biçimde devam ettiğini düşünüyorum.
Geçenlerde bir TV kanalında iktisat tarihçisi Prof. Dr. Çağlar Keyder’in bu krizin uluslararası kapitalizmdeki değişimlere ulusal devletlerin artık çare bulamamasından kaynaklandığı, ekonominin boyutlarının ulusal devletleri aştığı yolundaki değerlendirmelerine katılmamak mümkün değil. Gerçekten de son kriz bize tek tek ülkelerin artık devasa boyutlara ulaşan krizleri yönetemediğini öğretti. Siyasi kaygıların, oy kaygılarının nasıl olup da ihtiyaçlara yanıt verecek kararlara engel olabildiğinin en çarpıcı örneklerini yaşadık, yaşıyoruz.
Düşünün bir kere; parasının değerini sabitlemeye çalışan İsviçre’nin bir bankasının bilanço büyüklüğü, ülke olarak İsviçre’nin büyüklüğünün birkaç katı. İsviçre bankası olarak gözüküyor ama uluslar- arası sermayenin ta kendisi. ABD’li, Alman, Japon, Çin birçok ülkeden kurumsal ve bireysel ortakları olan bir banka. Diyelim ki bu banka zor duruma düştü, sermaye açığı var; ya batmasına izin verilecek ya da ortaklardan sermaye istenecek. Zaten ülke ekonomileri zor durumda, her ülkenin dengeleri değişik, gereken sermaye için ulusal bütçelerden pay gerekiyor, bu işi çözmek mümkün mü? Hangi ülke ne kadar sermaye koyarsa aslında hangi ülkenin sermayedarını kurtarmış olacağını bilmiyor. Bu ülkelerin yöneticilerinin, bütçeden koyacakları sermaye ile halkın parasını başka bir ülkeye, başka sermayedarlara aktarmış olacakları için kolay karar vermeleri mümkün olabilir mi? Banka batışına izin verildiğinde de benzer karmaşık sorunlar yaşanacak.
İyi de, böyle bir karar verilemeyince de sadece o ülke değil, onun çevresi hatta tüm dünya yeniden büyümeye başlayamıyor.Büyüme olmayınca da bu dev bankaların sermayeleri çok daha hızlı eriyor, yani sorun geciktikçe çok daha büyük boyutlara ulaşıyor.
GİDİLECEK YOL KABACA BELLİ
Mevcut durumun aynen devam etmesi mümkün değil. O nedenle zaten Avrupa’dan başlayacak çok daha sert, radikal kararların acilleştiği belirtiliyor.
Ne zaman gerekli adımlar atılacak, trend ne zaman dönecek belli değil ama eninde sonunda gidilecek yol, kabaca belli oluyor: Bence şu anda henüz yöntemi belli olmasa da, uluslararası kapitalizmin ihtiyaçlarına yanıt verecek yeni bir sistem kurulacak. Bu sistemin çok daha global bazda denetim ve gözetim mekanizmaları kurulması şart. Uluslararası kapitalizmin bir yandan “Arap baharı” denilen yeni pazar ve kaynak arayışlarına yanıt verecek, öte yandan standartları küreselleştirecek, bağlayıcı kural haline getirecek düzenlemelere ihtiyacı olacak.
Geçen gün ABD’deki tartışmaları yakından izleyen bir arkadaşım, “Eninde sonunda, gecikme ile Basel 3 standartları hakim olacak, sermaye için gerekli düzen sağlanacak” demişti.
Yani sermaye odaklı küresel dünya değişiminin ortasındayız. 11 Eylül’ü, küresel krizi bugünü anlamak için biraz daha suların durulmasına ihtiyaç var. Ancak sonuçta bugünler de geçecek.
Bence yapılması gereken; yaşanan sürece çok daha makro yaklaşıp, ülke olarak önümüze vizyon koyacak tartışmalara başlamak olmalı. Tartışalım ama hangi anlayışla? Örneğin; yol belli iken, küresel bağlayıcı mekanizmaların kurulacağı gözükürken, bunun için oluşturulan bağımsız kurumları siyasete bağlarsanız bu anlayışla olmaz. Demem o ki; yarını kurtarmamız için çağdaş, batı ile uyumlu olmayı içine sindirmiş, gerçekten demokrat kafalara ihtiyaç var.
Yazının Devamını Oku 
8 Eylül 2011
KÜRESEL ekonomide işler giderek kızışıyor. Dün Almanya’da alınan Yunanistan’a yardımın yasal olduğu kararı bile piyasaları coşturmaya yetebiliyor.
Bu kadar küçük habere bu kadar büyük sevinç göstermesi, bence aslında piyasaların gelecek konusunda ne kadar karamsar olduğunun bir kanıtı.
Küresel piyasalar karamsar olmakta haklı. Küresel krize karşı alınan tedbirlerin yeterli ve yerinde olmadığı bence artık iyice anlaşıldı. İşte bu nedenle son aylarda yeni dip tartışmaları öne çıkmaya başladı.
Şurası belli oldu ki; mevcut önlemlerle bu işin götürülmesi, ekonomilerin yeniden büyümeye başlaması mümkün değil. Eğer yeni ve radikal kararlar alınmazsa, Japonya örneğindeki gibi, Avrupa ve ABD ekonomisi on yıllarca yerinde sayma tehlikesiyle karşı karşıya. Bir yandan ABD ve Avrupa ülkelerinde yaklaşan seçimler nedeniyle yeni radikal kararlar alınması zora girerken, öte yandan ise ciddi kararlar alma gereği giderek acilleşiyor.
İşte bu nedenlerle önümüzdeki birkaç ay, küresel ekonominin geleceği açısından çok kritik kararların alınacağı bir dönem olabilir. Unutmayalım ki; alınması gereken tedbirler arasında 5 AB üyesi ülkenin Euro bölgesinden geçici olarak çıkarılmasına kadar gidebilecek formüllerden bile sözediliyor.
Bence yakında ortak bir hareketle, bir ya da birkaç büyük Avrupa bankası batmaya zorlanır, ya da çok büyük kurtarma operasyonları yapılırsa, artık piyasa oyuncuları için sürpriz olmamalı. O aşamaya bile gelmiş durumdayız.
İsviçre Merkez Bankası’nın frankı sabitlemeye kalkışması, bence bu ülkedekiler de dahil, bankalar için gelen fırtınanın öncü kararı olabilir.
TARTIŞILMASI GEREKEN
Gelişmiş ülke liderleri, bu tür radikal kararların kendilerine oy kaybettireceğini tabi ki biliyorlar ama bir yandan da böyle kararları almaya mecburlar. ABD ile Almanya liderleri arasında küresel krize karşı ortak karar almak için başlatılan özel görüşmelerin devamının gelmesini bekliyorum. ABD’nin, küresel krizin Avrupa’da yeterli kadar fatura çıkarılmadığını düşündüğünü, Avrupa’yı radikal kararlara zorladığını biliyoruz. İşte bu noktada banka batışına kadar gidebilecek radikal kararların artık gelebileceğini düşünüyorum.
Yazının Devamını Oku 
6 Eylül 2011
AĞUSTOS ayında enflasyon oranları beklentilerin üzerinde gerçekleşti.Bununla birlikte önümüzdeki aylarda da bu artışın devam etmesi bekleniyor. Enflasyondaki bu bozulmaya karşılık Merkez Bankası’nın buna karşı bir önlem alınacağı beklentisi ise bulunmuyor.
Geçen ay tüketici fiyat endeksindeki (TÜFE) artışın yüzde 0.4 olması beklenirken, dün açıklanan rakam yüzde 0.7 oldu. Bununla birlikte yıllık TÜFE artışı ise yüzde 6.3’den yüzde 6.7’ye yükseldi. Aynı ayda üretici fiyat endeksinde (ÜFE) de piyasa beklentisi yüzde 1 iken, gerçekleşme yüzde 1.8’e çıktı. ÜFE’de yıllık artış rakamı da yüzde 10.3’ten 11’e yükseldi.
Fiyat endekslerinin detaylarını inceleyen piyasa uzmanları, çekirdek enflasyondaki gelişmeler başta olmak üzere, verilerin enflasyondaki artış trendinin devam edeceğini gösterdiğini belirtiyorlar. Piyasa beklentilerinin üzerinde çıkan enflasyon rakamlarında bayram etkisi seziliyor. Son dönem artan kurlardaki yükselişin ise ağustos ayı enflasyon rakamlarına henüz sınırlı ölçüde yansıdığı görülüyor ve bu nedenle artışın önümüzdeki aylarda da devam edeceği tahminleri ağırlık kazanıyor. Buna karşılık piyasa uzmanları Merkez Bankası’nın artan enflasyona karşı bir önlem almayacağını düşünüyorlar. Merkez Bankası yaptığı açıklamada ağustos ayında enflasyonun yükselişe geçeceğini, birkaç ay daha böyle devam edebileceğini ama yılbaşından sonra enflasyondaki trendin yeniden inişe geçeceği yolundaki beklentisini piyasalarla paylaşmıştı. İşte bu nedenle piyasa uzmanları Merkez Bankası’nın büyümeye öncelik verdiğini, enflasyona karşı, çok büyük artış olmadığı takdirde, harekete geçmeyeceğini düşünüyorlar.
Buna karşılık Merkez Bankası’nın enflasyondaki bu artış rakamına rağmen yine de faiz indirimini devam ettirip ettirmeyeceği konusu tartışmalı. Bazı uzmanlar bu rakamlardan sonra artık yeni bir faiz indiriminin sıkıntı yaratacağını, bu nedenle faiz indirimi için bekleneceğini belirtirken, kimi uzmanlar ise özellikle üretim verilerinin düşük çıkması halinde, bu enflasyon eğilimine rağmen, Merkez Bankası’nın faiz indirimine devam edebileceğini söylüyorlar. Merkez Bankası gerçekten böyle bir risk alabilir mi derseniz, belli de olmaz.
ENFLASYONİST BASKI ARTIYOR
Ağustos ayındaki verilerin, ‘enflasyonist baskının arttığına’ işaret ettiği konusunda hemen herkes hemfikir. Çekirdek enflasyonun yıllık bazda yüzde 5.4’ten 6.2’ye doğru hızlı yükseliş göstermesi bunun kanıtı görülüyor. Merkez Bankası’nın baz aldığı şekliyle mevsimsellikten arındırılmış çekirdek enflasyonun da, son üç aylık yavaşlama eğiliminden sonra, ağustosta yeniden yükselişe geçtiği hatırlatılıyor.
Kurlardaki artışın fiyatlara kısmen yansıdığını belirten uzmanlar, özellikle işlenmiş gıda fiyatlarında devam eden yükseliş eğiliminin de önümüzdeki dönem enflasyonist baskıyı arttıracağı görüşündeler.
Merkez Bankası geçen ay yaptığı açıklamada enflasyondaki artışın bir süre yaşanabileceğini, döviz kurundan kaynaklanan fiyat hareketlerinin ikincil etkilerinin sınırlı kalmasını beklediğini söylemişti. Merkez Bankası’nın sözünü ettiği bu ikincil etkinin nasıl yaşanacağını görmek için bir müddet daha beklenmesi gerektiğini kaydeden piyasa uzmanları, sadece ağustos ayı enflasyon verilerine bakarak kesin kanaatte bulunmanın zorluğuna da dikkat çekiyorlar. Bir başka deyişle; Merkez Bankası’nın enflasyondaki artış hareketine karşı hareketsiz kalmakta haklı olup olmadığını görmek için, bir süre bekleyecekler.
Yazının Devamını Oku 
5 Eylül 2011
BAYRAM haftası bize tatildi ama dünya ekonomisi açısından bir hayli hareketli geçti. ‘Hareketlerden çıkan sonuç neydi’ derseniz, fazla bir şey yok. Çoğu kötü gelen veriler, çeşitli toplantılarda liderler ve ekonomi otoritelerinden gelen açıklamalar, piyasada ileri-geri dalgalanmalar var ama somut bir adım yok. Somut radikal bir adım atılamadığı için de belli bir yön algısı oluşmuyor.
Artık belli oldu ki; radikal kararlar alınmadan, küresel ekonominin yeniden güçlü bir büyümeye geçişi pek mümkün değil. ABD ve Avrupa ekonomilerinde sürekli zaman kazandıran açıklama ve kararlar alınıyor, işin özüne dönük, sorunu kökten çözecek bir karar alınamıyor. Öyle olunca da bir gün veriler kötü geliyor diğer gün biraz iyi, buna bağlı da piyasalar dalgalanmaya devam ediyor. Geçen hafta ABD’de işsizlik verileri kötü gelirken, birkaç iyi sayılabilecek veri de buna eklenince, ne durgunluk ne de canlanma göstermeyen, karışık bir tablo oluştu. Bu verilerden sonra FED’in 20 Eylül’de başlayacak toplantılarında yeni bir destek paketi açıklama beklentisi arttı. Ancak FED yeni destek paketi açıklasa da, bunun bilançosunda tutulan tahvillerde vade uzatımına gitmekle sınırlı kalması bekleniyor. Yani yeni bir likidite sunma, ek para basma operasyonu gibi radikal bir karar beklenmiyor.
ABD ekonomisi bir kapana kısılmış durumda, fazla hareket kabiliyeti kalmadı. Bunun en önemli nedenlerinden birini de Avrupa ekonomisi olarak belirtiyorlar. Bu nedenle Obama-Merkel görüşmesi yapıldı, önümüzdeki G-20 toplantısında ortak hareket etme kararı alındı.
Ancak dünya ekonomisine yön veren bu iki ülke yönetimi de, yaklaşan seçimlerin de etkisiyle, somut kararlar alıp, sorunu kestirip atacak adımları atamıyorlar.
Öyle olunca da küresel ekonomi ne ayağa kalkıyor ne ölüyor. Böyle giderse, kelimenin tam anlamıyla, sürünmeye devam edecek gibi gözüküyor.
FED yeni bir destek paketi açıklarsa ne olur derseniz; fazla bir şey olmaz. Piyasadaki beklenti 5-6 ay daha süre kazanacağı yönünde. Ama bakarsınız artık bu kadar da zaman kazanamaz.
Avrupa’nın durumu daha kötü. Yine Yunanistan’a ilişkin kaygılar arttı çünkü kredi dilimlerinin serbest bırakılması için Almanya meclisinin onay toplantısı 23 Eylül’den 29 Eylül’e ertelenince, ister istemez tedirginlik oluştu.
Şimdi artık Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) ilk toplantısında faiz indirimine başlaması bekleniyor. Piyasaların bu yöndeki baskılarının iyice artacağı tahmin ediliyor.
BANKACILIKTA KONSOLİDASYON OLMADAN
Almanya meclisi Yunanistan’a desteği zamanında onaylasa, ECB ilk toplantısında faiz indirse piyasa düzelecek mi, hayır. Çünkü Avrupa ekonomisinin sorunu çok daha köklü. IMF’nin Avrupa’daki bankalar için saptadığı sermaye açığının 200 milyar euro’yu aştığı haberleri yayılmaya başladı. Bu öyle kolay kolay karşılanabilecek bir açık değil.
Bu sermaye açığı giderek de büyüyor. Çünkü ekonomilerin toparlanamaması, büyümeye bir türlü geçememesi, ister istemez bankaları vuruyor. Banka dediğimiz de bizdekiler gibi değil, ülke ekonomilerinin birkaç katı bilanço büyüklüğüne sahip, sermayeleri artık birbirine karışmış, hangi ülkenin bankası olduğunu tanımlayamadığımız, uluslararası dev bankalardan söz ediyoruz.
Peki, işi çözecek radikal adım ne olur derseniz; aynen bizim 2000-2001’de yaptığımız gibi sermaye açığını kapatmak için bazı bankaların batışını, bazılarının birleşmesini, yani uluslararası bankacılık alanında ciddi bir konsolidasyona gitmek gerekiyor.
Belli oldu ki; ancak bu yapıldıktan sonra yeniden küresel büyüme hareketi başlayabilir.
Olmazsa ne olur derseniz, bence küresel ekonomi uzun yıllar sürünmeye devam eder.
Banka batırmak, ciddi konsolidasyona gitmek hem ekonomi otoriteleri hem de ülke yönetiminde söz sahibi politikacılar için, son derece zor kararlar.
Zor olsa da bu kararlar alınmadan yeni bir küresel büyüme hareketi çok zor.
Yazının Devamını Oku 