Erdal Sağlam

Üretim ağustosta düştü ama eylülde canlı

11 Ekim 2011
DÜN açıklanan ağustos ayına ilişkin üretim verileri, artış trendinin yavaşladığını gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ağustos ayında üretim yüzde 3.8 oranında arttı. Piyasa beklentileri yüzde 5 civarındaydı. Takvim ve mevsimsel etkilerden arındırıldığında temmuz ayındaki yüzde 2.6’lık yükselişten sonra üretim ağustosta aynı oranda küçülmüş olarak gözüküyor. Piyasa uzmanları, bu üretim rakamını Merkez Bankası’nın beklentileri doğrultusunda gerçekleşen bir rakam olarak değerlendirdiler. Dolayısıyla buradan yola çıkılarak, iç talep, cari açık, büyüme gibi makro dengelerin iyileşmeye başladığı yorumları yapmaya başladılar.
Ancak bunu söylemek için, yani yılın son çeyreğinde ekonominin daralıp, makul büyüme rakamlarına inileceğini söylemek için, henüz erken gözüküyor. Çünkü yine banka iktisatçıları, ağustos ayındaki düşük rakamlardan sonra eylül ayında ekonominin ve üretimin yeniden canlandığını açıkça görüyorlar. Eylül ayına ilişkin ilk ve öncü veriler böyle gösteriyor. Örneğin elektrik üretimi ağustos ayında yüzde 1 daralmıştı ama eylül ayında yüzde 10 oranında arttığı gözleniyor. Yanı sıra PMI imalat sanayi endeksi de ağustostaki 48.8’den sonra eylülde 51.5’e yükseldi. Pozitif takvim etkisinin de bulunduğu eylül ayında üretimin yüzde 8-9 gibi artacağını tahmin edenlerin sayısı fazla.
Yılın son çeyreğinde ihracatın da büyümeye katkısının yeniden artıya geçmesi bekleniyor. Dolayısıyla yılın son çeyreğindeki büyüme rakamının yüzde 5’ten aşağı gelmesi pek beklenmiyor. Bu da aynı zamanda, ithalata bağımlı ihracatın da katkısıyla, cari açık rakamlarının beklenen seviyelere inmeyeceğini bence gösteriyor. Ekonomi yönetimi daha aşağıda bir rakam telaffuz etmesine rağmen milli gelirin yüzde 10’u gibi bir cari açık rakamı gelirse sürpriz olmamalı.
Ancak bu tahminlerimiz küresel ekonomide çok büyük bir gerileme yaşanmaması, mevcut seyrin korunması halinde geçerli. Mevcut seyrin korunmasından kastımız ise bir aşağı bir yukarı, yıl sonuna kadar çok büyük olmayan dalgalı bir seyir... Büyük dalgalar yaşanırsa, büyüme rakamının düşmesi de kaçınılmaz olacaktır.               
BAŞBAKAN YÜZDE 3-3.5 BÜYÜMEYİ KABUL EDER Mİ?    
Dolayısıyla bu yıl büyüme rakamında çok fazla gerileme beklenmiyor, yüzde 6’dan aşağı inmeyecek bir rakam makul gözüküyor. Ekonomi yönetiminin tahmini de bu seviyelerde.         
Ekonomi teknisyenleri, devam eden orta vadeli program ve 2012 yılı program ve bütçesi için 2012 yılında yüzde 3-3.5 arasında bir büyüme rakamının doğru olacağını söylüyorlar. Daha doğrusu makro dengeler için böyle bir rakamın baz alınması gerektiği görüşündeler.
Ancak bu rakam tabii ki ekonomi bürokratlarının makro dengeler için uygun gördükleri rakam. Açıkçası Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu rakama razı olup olmayacağı henüz bilinmiyor. Başbakanın artırma ihtimali nedeniyle belirli bir rakam söylemekten kaçınıyorlar. 
Başbakanın annesinin vefatı nedeniyle ertelen Yüksek Planlama Kurulu (YPK) toplantısının bu hafta sonunda yapılması bekleniyor. 17 Ekim’de 2012 yılı bütçesinin TBMM’ye verilecek olması nedeniyle en geç bu hafta sonunda bu makro dengelerin kesinleştirilmesi gerekiyor.
Piyasaların gözü orta vadeli program ve bütçede yer alacak rakamlara çevrildi. Hatta, bence abartılı biçimde, Türkiye’nin not artırımının orta vadeli program hedeflerine bağlı olduğunu söyleyen çok sayıda piyasa aktörü bulunuyor.
Böylesine belirsiz bir dönemde verilecek hedeflerin geçerliliğinin sorgulanacağı kesin ama bu beklenti oluşmuş gözüküyor.
Umarım makro dengeler açısından dengeli bir veri seti hazırlanabilir.
Yazının Devamını Oku

Piyasalar ‘Merkez’i test etmeye devam edecek

10 Ekim 2011
MERKEZ Bankası Başkanı Erdem Başçı, geçen hafta iktisatçılarla yaptığı toplantıda kurlarla ilgili artık konuşmayacağını, sözlü müdahale döneminin bittiğini şimdi hareket zamanı olduğunu söylemiş. Başçı, gerçekten kurlarla ilgili artık konuşmayacaksa, bu yerinde bir davranış olur. Daha önce hem 1.75’e “TL, yüzde 5-10 değersiz” diyen, 1.85’i geçince “artık daha fazlasına tahammülümüz yok” demesine rağmen bir şey olmadı. Artık gerçekten kurla ilgili bir seviye açıklaması yapmaz da gerçek merkez bankacılar gibi yaparsa yerinde olacak. Çünkü Merkez Bankası’nın, en çok da Başkan Başçı’nın kurlarla ilgili piyasalar tarafından sınanması devam ediyor. Piyasalar, bu çelişkili açıklamalar ve sonuç alınamadığı için, artık eskisinden daha fazla biçimde Merkez Bankası’nı test etmeye devam edecekler. O nedenle sürekli kurlarla ilgili davranışları izleyip, hangi seviyeyi koruduğunu sınamaya devam edecek.
Merkez Bankası’nın geçen hafta aldığı TL likiditesini gevşetici yöndeki kararlar, doğal olarak bankacıların hoşuna gitti. Bankacılar özellikle de piyasacılar, paranın bol olduğu yerde, TL ya da kurda aşırı hareketleri çok severler, çünkü para kazanırlar. Bu nedenle Merkez Bankası’na alkış tutan bankacılar, öte yandan kurlarla ilgili testlerine ise devam edecekler.
Önümüzdeki hafta küresel piyasalardaki gelişmelere göre Merkez Bankası’nın dolar kurunda 1.85 seviyesini korumaya devam edip etmeyeceği merak ediliyor. Piyasalarda döviz talebinin devam ettiğini geçen hafta ortaya çıktı. İşte bu nedenle önümüzdeki hafta da özellikle Avrupa’dan gelecek haberlere de bağlı olarak piyasa yine 1.85 düzeyini test edecektir. Aslında sadece yukarı doğru bir test söz konusu da değil. Avrupa’da istikrar sağlandığı takdirde, 1.85 kur seviyesini koruduğunu, koruyabildiğini gören piyasalar, bu noktadan sonra yabancıların döviz bozdurup TL araçlara yatırımını görebilir. İşte o zaman da aşağı doğru bir test dönemi başlayacak, Merkez’in hangi kur aralığını korumaya çalıştığı test edilecektir.
REZERVLERİN DURUMU
Merkez Bankası’nın kurdaki yükselişe engel olabilmek için, sürekli olarak döviz rezervlerinin yeterli olduğundan söz ettiğini biliyoruz. Aynı şekilde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan geçen hafta “Bu rezervleri bugün için biriktirdik” açıklaması yaptı. Ancak Merkez Bankası’nın kurlarla ilgili girdiği testte, en önemli silahı olan döviz rezervlerinin seviyesinin o kadar yeterli olmadığını, Bakan Babacan da, Merkez Bankası yönetimi de biliyor.
Uluslararası piyasalar tarafından,en çok da Türkiye’ye yatırımı düşünen yabancı fonlar tarafından, bu rezerv seviyesi yakından izleniyor. Merkez Bankası da ne kadar tersini söylese de durumun farkında olduğu için, bir yandan da rezervleri daha da yüksek göstermeye çalışıyor. Geçen hafta TL mevdutların munzam karşılıklarının döviz olarak tutulabilen kısmını yüzde 20’ye çıkarmasının, “bu imkanının kullanılması halinde rezervlerin 3.6 milyar dolar artacağı”nın altını çizmesinin altında da bu yetersizlik tablosu yatıyor.
IIF’in yaptığı hesaplamalarda, Türkiye’nin hem ithalatı karşılama hem kısa vadeli borçlara kıyaslamasında döviz rezervleri, gelişmekte olan ülkeler arasında en geri sıralarda bulunuyor. IIF 2011 yılı sonunda rezervlerimizin ancak 3.8 aylık ithalatı karşılayabileceğini, rezervlerin kısa vadeli borçlara oranının da yüzde 99’a düşeceğini hesaplıyor. Bu rakamlar Türkiye’nin kendi krizini yaşadığı 2000 yılı verilerini andırıyor. Daha sonra da özellikle de son birkaç yıldır bu rasyolar yine çok olumlu değildi ama küresel ortam, bu zayıf verilerin şimdi daha bariz biçimde gözükmesine neden oluyor.
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası müdahalesi ve Avrupa’nın krizi

6 Ekim 2011
MERKEZ Bankası’nın dünkü döviz müdahalesi piyasalar için sürpriz oldu. Piyasalar dolar kurundaki bu çıkışa Merkez Bankası’nın bir yerde “dur” demesini bekliyorlardı ama ne zaman gerek görür, etkisi ne olur onu bilmiyorlardı.. Dün gördük; Merkez Bankası önce 1 milyar 350 milyon dolarlık döviz satış ihalesi açıp, döviz hesapları munzam karşılıklarını da azaltacağını açıkladı. Piyasalardan gelen talep 1 milyar 852 milyon doları bulunca, Merkez Bankası bu kez yine şaşırtıp talebin yarısını bile karşılamadı. Öyle olunca da kurlar ihale sonrası yeniden yükseldi. Bunun üzerine Merkez Bankası tekrar  gerek görürse yine yüksek miktarda döviz satabileceğini açıkladı. Bununla da yetinmedi; TL karşılıklarının yüzde 10 olan dövizle tutulabilme imkanını yüzde 20’ye çıkarttı, “bu imkanın hepsi kullanılırsa 3.6 milyar dolarlık rezerv artışı olacağı” noktasının altını çizdi.
Yani Merkez Bankası talebin beklediğinin çok üstünde olduğunu, rezervlerin eridiğini, bu nedenle rezerv tehlikesini göstermemek için bu yolla rezervi artıracağını itiraf etmiş oldu.
Bence, dün gün içinde yaşadığımız hareketler piyasaya şu algıyı verdi: “Merkez Bankası ne yapacağını detayına kadar hesaplamamış”. Sorgulanacak husus o kadar çok ki.
Piyasa uzmanları ve çoğu ekonomi yazarı, herhalde “faizci” damgasından korktukları için, Merkez Bankası yönetiminin aldığı kararları “hep doğru” görme eğilimindeler ama yaşananlar da ortada. Unutmayalım ki; kurların seyri nedeniyle, hele hele sürekli değişen kur politikası nedeniyle çok önemli bir kesim mağdur. En azından bu kesimlerin ne olduğunu anlamaya hakları var.  Uygulanan faiz ve kur politikalarıyla nelerin kazanılıp nelerin kaybedildiğini de anlamaları gerek. Yaşananlar her yönüyle, özellikle eleştirel yönüyle de tartışılmak zorunda.
Bırakın daha önce alınan kararları dün alınan kararlara bakalım… Bir Merkez Bankası piyasaları sakinleştirmek için açtığı döviz satış ihalesindeki miktarın hepsini karşılamak durumundadır. Eğer alttan gelen talepleri görüp, “buradan döviz alıp daha sonra yükselince satarım diyenlere fırsat vermemeyim” derse, bunun adı müdahale olmaz. Merkez Bankası daha ihaleye çıkmadan gelecek talebi aşağı yukarı görür, hangi noktaya nasıl vuracağını hesaplar ve ona göre miktar belirleyip ihaleye çıkar. Eğer iyi hesaplayıp ihaleye çıktıysa, çıktığı miktarı satar, hem de “süpürmek” için, fazla talep gelirse onu da  karşılar.
Ancak eğer rezervine güvenmiyorsanız, piyasadaki talebi kesecek kadar elinizi rahat hissetmiyorsanız, çok marjinal bir fiyat etkisi yapacağını düşünüyorsanız, o zaman da bu kadar yüklü ihaleye çıkmazsınız. Yani Merkez Bankası bir hareket yaparken sonucunu görmek zorundadır. Eğer göremezse piyasayı sakinleştirmek yerine, dün olduğu gibi, “Merkez Bankası ne yaptığını pek bilmiyor, ikircikli davranıyor” algısını yaratırsınız.
REZERVLERİN DURUMU 
Zaten 1.75’lik dolar kuruna “TL yüzde 5-10 değersiz” demişsiniz, bir ay bile geçmeden bu kez 1.85’lik kura “Bundan sonrasına artık sıcak bakmayız” açıklaması yapmışsınız, yani zaten  kredibilitenizden yemişsiniz. Yeniden kredibilite kazanmak, piyasalara gerçekten yön vermek  isteyen Merkez Bankası dünkü gibi bir hareket yapıyorsa, sonuçu alması lazım.
Aksi takdirde böylesine zor bir dönemde, piyasalarda kredibilitenizi iyice harcamış olursunuz.
Peki, bu hareketin başarılı olup olmadığını asıl ne zaman anlayacağız derseniz; çok açık. Eğer Avrupa’nın krizi devam eder, küresel piyasalardaki bu hava sürerse, o zaman Merkez Bankası bu hareketi tümüyle boşa yapmış demektir. Döviz rezervlerimize başka gelişmekte olan ülkelere göre borca oranı ve ithalata oranlayarak bir bakın., O zaman döviz rezervlerimizin hiç de boşa harcanmayacak kadar kritik seviyelerde olduğunu zaten görürsünüz.
Hoşlanılmayan bir sorumu tekrarlayayım: Hükümet ve Merkez Bankası seçim sonrası “hadi kuru yukarı çıkartalım” atağına kalkmasaydı, bu arada bir de faiz indirimi yapıp, “bunun devamı da gelecek” demeseydi, acaba Merkez Bankası çok daha küçük miktarda satışlarla bu kuru engelleyemez miydi? Merkez Bankası açıklamasında G-20’den örnek verip müdahaleye dayanak oluşturmaya çalışmış ama IMF’in “rezerv satmayın” uyarısından söz etmemiş...
Yazının Devamını Oku

Enflasyon yükselecek ama faiz artış beklentisi yok

4 Ekim 2011
EYLÜL ayı enflasyon rakamları iyi geldi ama piyasaları sevindiremedi. Aksine Ekim’de olmasa da, Kasım ve Aralık aylarında enflasyon oranlarının hızla yükselmesi, yılsonunda yüzde 8’i bile geçmesi bekleniyor. Geçen yıl yüzde 1.8 ile yüksek oranda gerçekleşen tüketici fiyatları nedeniyle, Ekim sonunda yıllık enflasyonun yine düşük kalabileceği ama daha sonrasında, baz etkisinin tersine dönmesiyle birlikte artacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Eylül ayında tüketici bazında enflasyon oranı yüzde 0.75 artarken, yıllık tüketici enflasyonu yüzde 6.65’den 6.15’e geriledi. Bu oranlar piyasaların beklentisi doğrultusunda gerçekleşti. Üretici fiyatları bazında enflasyon ise piyasa beklentilerinin üzerinde Eylül’de yüzde 1.55 oranında arttı ve yıllık bazda yüzde 12.1’e yükseldi.
Bu düşük oranlara rağmen piyasaların moralini bozan unsurları ise çekirdek enflasyon oranlarındaki hızlı yükseliş, kurlardaki artış ve ay sonunda yapılan yüksek oranlı doğalgaz ve elektrik zamları olarak sayabiliriz. Bu zamların enflasyona doğrudan katkısının yüzde 0.6-0.7 oranında olması bekleniyor. Bunun dışında yan etkileri de göz önüne alındığında bu etkinin yüzde 1’i görmesi kaçınılmaz. Bunun ötesinde doğalgaz ve elektrikte zam ihtiyacının bitmemiş olması, en azından bir bu kadar daha zam ihtiyacı bulunması, enflasyon oranlarının artacağı beklentisinde önemli rol oynuyor. Doğalgazla elektrik üretiminin yoğun olması nedeniyle bu zamların katlanarak gitmesi gerektiği açık. Ancak buna rağmen yeni zamlar yapılmayıp, doğalgaz ve elektrikte sübvansiyonun devam etmesine karar verilmesi halinde bile, mevcut zamların ve bu beklentilerin enflasyona etkisi büyük olacak.
Bunun de ötesinde dün yayımlanan Eylül ayı enflasyon rakamlarını değerlendiren analistler, kurun fiyatlara geçişkenliğinin yeniden artmaya başladığı tespitinde bulundular. Dolayısıyla kurların yukarıda kalmaya devam etmesi halinde, daha hızlı biçimde enflasyonu etkilemesi de kaçınılmaz olacak. Piyasa analistlerinin bundan sonra kurların fiyatlara etkisinin daha da artacağı beklentisine girdikleri gözleniyor.
MERKEZ’İN FAİZİ ARTIRMA NİYETİ YOK
Yıl sonunda ulaşacağı rakam konusunda görüş ayrılığı bulunsa da, enflasyonun yeniden yükselişe geçeceği konusunda hemen herkes hemfikir. İşin ilginç yanı ise enflasyon artacak olmasına rağmen, Merkez Bankası yönetiminin buna bakarak faizleri artırmayacağı konusunda da hemen herkes hemfikir. Bir başka deyişle, Merkez Bankası’nın fiyat istikrarı yerine, ekonomik canlanmayı gözeteceği kanısı tüm piyasalara hakim olmuş durumda. Çekirdek enflasyon oranlarında hızlı yükseliş var, Merkez Bankası’nın para politikası kararları için dikkat ettiği alt endekslerde ciddi yükselişler var ve bu artışların devam edeceği anlaşılıyor. Buna rağmen yine de Merkez Bankası’nın bu eğilime bakarak faiz artırmayacağı kanısı hakim. Hatta munzam karşılıkları düşürerek piyasaları rahatlatacağını söyleyen, Merkez Bankası’nın enflasyondaki yükselişe rağmen eğer büyümede sorun görürse, tekrar faiz indirebileceğini bile düşünenler, hala var.
Çünkü Merkez Bankası yönetimi çekirdek enflasyon oranlarında yükseliş olduğunu, yılın sonlarında enflasyon oranlarının yükseleceğini ancak bu oranların gelecek yıl düşeceğini yani bir sıkıntı görmediğini, şu anda kendilerinin önceliğinin ekonomik aktivite olduğunu son aylarda sürekli olarak söylüyor.
Umarız kurlar gibi faizlerde de yanlış yerlere bakarak karar almaz, demeçler vermezler.
Yazının Devamını Oku

Ekonomi için ‘yere inen uçak’ benzetmesi

3 Ekim 2011
MERKEZ Bankası Başkanı Erdem Başçı, acemiliğini atar atmaz ekonomik durumu çeşitli benzetmelerle anlatmaya başladı.

Kendisinden önceki Başkan Durmuş Yılmaz da bazen benzetmeler yapardı ama bu kadar sık benzetmeye, hiçbir Başkanda rastlamadım.
Çağdaş Merkez Bankası başkanlarının da arada benzetmeler yaptıklarına şahit olduğumuz için bizdekilerin buralardan örnek alındığını düşünüyorum. Ancak bildiğimiz başarılı merkez bankası başkanlarının yaptıkları benzetmelerin ardında yoğun felsefi birikim ve ciddi tartışmalar sonucu yapılan soyutlamalara dayalı benzetmeler olduğunu da hatırlatalım. Yani danışman ya da uzmanlarınızdan birinin, sohbet sırasında yaptığı benzetmeyi konuşmasında aynen aktarmak Merkez Bankası Başkanlarının tercihi pek olmamalı. Hatırlıyorum da; Rüşdü Saracoğlu döneminde bir genel kurul konuşması için aylar önce hazırlıklar başlar, üzerinde günler süren tartışmalar yapılır, profesyonel gözle üzerinden geçilir, her bir kelimenin yerinde kullanılıp kullanılmadığına özen gösterilirdi. Hem de Türkiye’nin sayılı entelektüellerinden sayılan Başkan Yardımcıları ve genel sekreterlerin olduğu bir heyetten çıkardı bu konuşma.
Ekonomik uzmanlıklarının yanı sıra, havacılık alanında birikimi derya olan Başkan Yardımcısı Hasan Ersel ve kendisi pilot olan Rüşdü Saracoğlu’nun döneminde bile, uçak benzetmesi yapıldığını ben hatırlamıyorum.
Böyle benzetmeler olunca, ardından aynı benzetmeler üzerine çeşitlemelerin gelmesi de kaçınılmazdır ve doğal karşılanmalıdır. Örneğin; yere inen uçağın hala pist dışına çıkma tehlikesi hatta peronlara çarpma tehlikesi olduğu konuşulabilir. Burası Türkiye; gerek alanın yetersizliği, gerekse pilotun beceriksizliği nedeniyle pistten çıkan çok uçak görmedik mi? Peki, uçak gerçekten inmemiş de, birileri öyle sanıyor olabilir mi?
Bir Merkez Bankası’nın son faiz indirimi kararıyla şimdi daha çok rezerv satmak zorunda olduğu konuşuluyorsa, bu benzetmelerin çeşitlemesi doğaldır. Benzetmenin yapıldığı konuşmada aynı zamanda “TL’deki bundan sonraki değer kayıplarını politika yapıcılar olarak olumlu karşılamayacağız” denilmiş. Dolar 1.75 iken “TL yüzde 5-10 değersiz” denip de bir şey yapılamamış, şimdi de 1.85’ler normal karşılanıp daha fazlasına izin verilmeyeceği söyleniyorsa, “uçak yere indi” benzetmesi üzerine daha çok şey konuşulur.

RUSYA’DAN GAZ ALIMI SENARYOSU

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, geçen haftanın başlarında birdenbire çıkıp, Batı hattı yoluyla Rusya’dan ithal edilen doğalgaz konusunda bir fiyat indirimi talebinde bulunduklarını belirterek, “Rusya eğer bu indirime yeterli oranda cevap vermezse biz, kontratın sonlandırılmasını irade olarak ortaya koyacağız” demişti.

Yazının Devamını Oku

Formül uygulanana kadar banka batarsa

29 Eylül 2011
AVRUPA’nın kurtarma fonunun hacmini 5 katına kadar artırma, Yunanistan’ın kontrolsuz batışına izin vermeme, sorunlu bankalara sermaye aktarımı biçiminde özetlenebilecek “yeni krizden çıkış formülü” genel olarak olumlu karşılandı. Ancak piyasa oyuncularının yaptığı yorumlarda, “formül olumlu ama uygulamanın nasıl ve ne zaman olacağı konusunda hala tedirginlik var” tonunun hakim olduğunu görüyoruz.
Washington’da geçen hafta gerçekleştirilen IMF-Dünya Bankası toplantılarındaki genel havayı, 2008 yılındaki kriz sırasındaki toplantılar ile kıyaslayan bir bankacı, “O dönem panik vardı henüz bir formül bulunmamıştı şimdi en azından herkesin kabul edeceği bir formül bulunmuş durumda” değerlendirmesini yaptı.
Bankacı bu formülün biran önce uygulamaya sokulması gerektiğini, gecikildiği takdirde sorun olacağını, parlamentolardan geçiş şartı arandığı için bu süreçte kazalara rastlanabileceğini söylüyor.“Süreç yılbaşına kadar tamamlanırsa yine sorun olur mu?” diye sorduğumda aldığım yanıt ise “3 ay çok uzun. Ekim ayı içinde yasal prosedürleri tamamlayıp uygulamaya başlamaları gerekir” oluyor.
Ardından da “Düşünsenize bu süreç içinde bir banka batış haberi gelirse, ya da başka bir ülkeden borç sıkıntısı haberi çıkarsa ne olacak?” sorusunu yöneltip,işlerin heran yeniden değişebileceğini bu nedenle formülün hemen uygulamaya girmesi gerektiğini söylüyor.
Geçen hafta oluşturulan formülde kurtarma fonunun kullanımı ve hacminin artırılmasına karar verilmesiyle birlikte, önce Yunanistan’ın borçlarının halledilmesi, ardından riskli ülke tahvillerini elinde bulunduran bankaların bu sorunlarının halledilmesinin gerçekleşeceğini hatırlatan bankacılar, ülkelerin sorunlu bankalara bir tür sermaye aktarımı sağlamış olacağını, asıl olarak bu aşamanın çözüm getireceğini söylüyorlar. Aşama aşama planın hiç aksamadan devam etmesinin önemine dikkat çekerken, bu arada süreçte herhangi bir kırılma ya da gecikmenin ciddi sorunlara yol açabileceği görüşünü tekrarlıyorlar.
PLANIN TÜRKİYE’YE ETKİSİ                                                                           
Böyle bir planın Türkiye’ye etkilerine gelince... Bizim için en önemli nokta, bu planın uygulamaya girmesiyle küresel likiditenin yeniden bollaşıp bollaşmayacağı, risk algısının yükselip yükselmeyeceği... Çünkü yanlış zamanda faiz indirimi yaparak, kurların yükselmesiyle, fazla döviz satma durumunda kalan bir merkez bankamız var. Kuru böyle bir ortamda durdurmak için, bence boşuna, yüklü döviz satışları yapıyor. Çünkü kur seviyesi içeride borçlu reel sektörden başlayarak büyük sorun çıkarma tehlikesi olduğunu gösterdi. Eğer yeniden likidite bollaşırsa sıcak para akışı ile kurlar makul seviyelere inip, Hükümetin etkisinde olduğu için büyümeci yönü ağır basan Merkez Bankamız da rahat edebilecek. 
Bankacıların bu planın Türkiye’ye etkisi konusunda yönelttiğimiz sorulara verdiği yanıtlara gelince... Sonunda bu operasyon için para basmak zorunda kalınacak ama paranın kontrolünün nasıl sağlanacağı bizim için çok önemli. Yani parayı verenler, eskisi gibi kontrolsüz bir sermaye akışına izin verirlerse, o zaman gelişmekte olan ülkelere, dolayısıyla Türkiye’ye fon akımı yeniden başlayabilir. Eğer parayı verenler, sermaye akışına da kontrol getirirlerse, o zaman bize de fazla fon gelmeyecektir. Bu arada tabi ki ABD’de canlanmanın ne olacağı, genel havanın iyileşip iyileşemeyeceği de çok önemli.
Bu plan zamanında uygulanırsa, genel küresel iyileşme nedeniyle bize yararlı olacak. Ancak ne kadar yarar getireceğini, bize çözüm olup olmayacağını söylemek için henüz erken...
Yazının Devamını Oku

Yeni formül: Yunanistan’ı koruma duvarı

27 Eylül 2011
ŞİMDİ de Almanya ve Fransa’nın gündeme getirdiği “Yunanistan’ın temerrüde düşmemesi için koruma duvarı oluşturulması” formülünü tartışmaya başladık. Aslında bu duvar yeni değil; 450 milyar Eeuro’luk kurtarma fonunun hacmi 2 trilyon euroya çıkartılacak, başta Yunanistan olmak üzere sorunlu ülkelerin temerrüde düşmesi bu fonla engellenecek. Peki, neden Almanya ve Fransa derseniz nedeni açık; çünkü Yunanistan ve sorunlu ülkeler batarsa özellikle bu iki ülkenin bazı bankaları batma noktasına gelecek.
Almanya Başbakanı Angela Merkel, Yunanistan’ın içinde bulunduğu durumla, 2008 yılında küresel finansal krizin çıkmasını tetikleyen ABD’li yatırım bankası Lehman Brothers’ın iflası arasında benzerlik kurarak, “Yolun ortasında yatırımcıların güvenini yok edecek işler yapamayız, o zaman hiç kimse Avrupa’ya daha fazla yatırım yapmaz” demiş.                                                   Bence Merkel, Lehman Brothers örneğiyle asıl olarak ABD’ye mesaj veriyor. IMF-Dünya Bankası toplantılarında öne çıkan gelişmelerden biri de ABD ile AB’nin küresel ekonominin geldiği nokta konusunda birbirlerini suçlamaları idi. ABD çok açık söylemiyor ama perde arkasında Avrupa’nın da kendileri gibi gerekirse banka batışlarına izin vermesi, büyüyen faturayı biran önce ödemesi gerektiği görüşünü savunuyor. İşte Merkel de Lehman Brothers örneğini vererek, ABD’nin bu formülüne karşı durmaya devam ettiğini gösteriyor.
Peki, koruma duvarının yükseltilmesi işe yarar mı derseniz, bence çok şüpheli.
Merkel, bu artırım için Parlamento’dan Perşembe günü yasa çıkaracaklarını belirtirken, geriye kalan 16 ülkenin yasa çıkarması gerektiğini de unutmayalım. Dolayısıyla Avrupa’yı çok zor bir süreç bekliyor. 17 ülkenin parlamentosundan da yasa çıksa bile, bu duvarın artırılmasının işe yarayıp yaramayacağı yine de şüpheli. Dün faiz artırımı yapılacağının açıklanması euro-dolar paritesindeki gidişatı törpüledi ama bunun da çözüm olması mümkün gözükmüyor.
Avrupa sadece bu açıdan değil, Almanya’nın kriz nedeniyle ödediği ve ödeyeceği büyük faturanın karşılığında siyasi gücünü artırması isteği nedeniyle de büyük tartışma içinde.
İÇERDE KUR PANİĞİ
İç piyasalarda ise kurlara ilişkin ciddi bir panik havası görülüyor. Sadece bankacılık kesiminde değil, şimdiye kadar dövizle yüksek borçlanmalar yapan reel kesim şirketlerinde asıl paniği hissetmek mümkün. Dolar kuru dün bir ara 1.85’i geçerken, işin kötü tarafı, çaprazda gerilemesine rağmen içeride euronun da yükseldiğini gördük.
Bu durum içerideki döviz talebinin yüksek olduğunu, büyük ölçüde de döviz borçlanması fazla olan kesimlerin talepte bulunduğunu gösteriyor.
Bu ne demek derseniz; döviz borçluları kurların yukarı gideceğini düşünüyor, o nedenle 1.80’lerin üzerinde bile dolar almaya razı oluyorlar demek. Peki, durup dururken kurları yükseltmeye karar verip demeçlerle bu işi başlatan Merkez Bankası ve Hükümet yetkilileri, şimdi bir şey yapabilir mi? Dolar kuru 1.74’e çıkınca “TL yüzde 5-10 arasında değersiz kaldı” deyip, “kuru sözle 1.70’e indiren” Merkez Bankası şimdi bu gidişi durduracak mı?
Bu aşamada kimsenin bir şey yapabileceği yok. Gelinen nokta, rating artırımına rağmen Türkiye’ye ilişkin risk algılamasının arttığını gösteriyor. Bunun nedeni de “gelişmiş ülke merkez bankalarına örnek olan Merkez Bankamız”ın enflasyonu tümüyle göz ardı edip, zamansız kur artırma kararı vermesi, bu arada da faiz düşürmeye başlaması.
Bakalım, IMF’in yeniden fiyat istikrarı odaklı para politikasına dönmesi, rezervleri satmaması gerektiği konularında açıkca uyardığı ekonomi yönetimimiz şimdi ne yapacak?
Yazının Devamını Oku

Dünyayı kurtarmak için sadece 6 hafta kalmış

26 Eylül 2011
İNGİLTERE Maliye Bakanı George Osborn’un Cuma akşamı sona eren G-20 Maliye Bakanları zirvesinde Avrupalı liderlere “dünyayı kurtarmak için sadece 6 hafta kaldığı” uyarısında bulunmuş.

Osborne, Yunanistan’ı kurtarmak için biran önce harekete geçmek gerektiğini, 450 milyar euro’luk kurtarma fonunun Yunanistan’ı kurtarmaya yetmeyeceğini söylemiş.
Dünya ekonomisinin kalbi Washington’da yıllık IMF-Dünya Bankası yıllık toplantılarında atıyor. Bence 2008 krizinde bile dünya ekonomi liderleri bu kadar karamsar değillerdi. Yapılan açıklamalara bakınca, 6 hafta içinde mi olur bilmiyorum ama, yakın zamanda çok ciddi bir kırılmanın yaşanması ihtimalinin herkes tarafından kabul edildiği açıkca görülüyor.
IMF Başkanı Christine Lagarde, toplantıyı açış konuşmasında “Küresel ekonominin tehlikeli bir aşamaya girdiğini, ağır borç yüklerinin toparlanmayı boğabileceğini” söylemiş. Ülkelerin, artan riskleri karşılaması için birlikte çalışması gerektiğini belirten Lagarde, bankaların daha fazla sermaye artırmasının önem taşıdığını ve hükümetlerin borçlarını kontrol altına alması için güvenilir planlara ihtiyacı olduğunu ifade etmiş. Lagarde, bazı ülkelerin hükümetlerinin artan bütçe açıklarını azaltmada siyasi irade eksikliği gösterdiğini söylemiş.
Bu arada AB’nin Ekonomik ve Parasal İşlerden Sorumlu üyesi Olli Rehn, 16 euro bölgesi ülkesinin Yunanistan’ı temerrüde düşürmeyeceğini, Yunanistan’ın kontrolsüz temerrüdünün ya da euro bölgesinden çıkmasının sadece Yunanistan’da değil, tüm Avrupa Birliği’nde çok büyük ekonomik ve sosyal zarara yol açacağını, tüm dünya ekonomisine ciddi etkileri olacağını, bunun olmasına izin vermeyeceklerini kaydetmiş.
Hala sorun Yunanistan odaklı olarak tartışılıyor ama boyutlarının bir ülkeyle sınırlı olmaktan çıktığı da açık. Avrupa’nın, özellikle de Almanya ve Fransa’nın biran önce karar vermesi, radikal bir değişiklik için düğmeye basması gerekiyor. Ancak Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın dediği gibi ülke menfaatleri Avrupa ve dünya menfaatlerinin önünde gittiği için, bir türlü karar alınamıyor. Babacan doğru söylüyor ama bizim başımıza gelse aynı şeyi yapmaz mıyız? O nedenle karar alınması gerçekten zor ama sonunda gelip dayatacağı da açık.
TÜRKİYE’NİN DURUMU
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Washington’daki temasları sorulduğunda, temaslar yaptıklarını, sorunun çözümü için ülkelere fikir verdiklerini söylemiş.

Yazının Devamını Oku