ABD’deki 11 Eylül saldırılarının 10. yıldönümünde çok şey yazılıp çiziliyor.
Bir günün tarihi elbette ne her şeyin başıdır ne de sonu. Ancak belli kırılmaları anlatmak için böyle simge bir günün tarihiyle nitelemek işleri kolaylaştırıyor.11 Eylül’den önce yaşananlar ve sonrasında olanları birlikte değerlendirmek de yetmiyor, yaşanacakları da bence görmek gerekiyor. Belki bu nedenle, 10 yıl geçmesine rağmen 11 Eylül yaşadığımız süreçle birlikte ele alınıyor. İçinde yaşadığımız ekonomik kriz süreciyle 11 Eylül’ün ilgisine gelince; bu konuda da birçok şey söyleniyor. Kimisi 11 Eylül’ün sonucu bir krize girildiği, kimisi ise ekonomik sorunların 11 Eylül’ü getirdiği düşüncesinde. Hangisi hangisini tetikledi bilmiyorum ama yaşadığımız küresel ekonomik kriz sürecinin çok derin bir kriz olduğunu, mutlaka neden ya da sonuç olarak ilgili olabileceğini ve bu sürecin ciddi biçimde devam ettiğini düşünüyorum. Geçenlerde bir TV kanalında iktisat tarihçisi Prof. Dr. Çağlar Keyder’in bu krizin uluslararası kapitalizmdeki değişimlere ulusal devletlerin artık çare bulamamasından kaynaklandığı, ekonominin boyutlarının ulusal devletleri aştığı yolundaki değerlendirmelerine katılmamak mümkün değil. Gerçekten de son kriz bize tek tek ülkelerin artık devasa boyutlara ulaşan krizleri yönetemediğini öğretti. Siyasi kaygıların, oy kaygılarının nasıl olup da ihtiyaçlara yanıt verecek kararlara engel olabildiğinin en çarpıcı örneklerini yaşadık, yaşıyoruz. Düşünün bir kere; parasının değerini sabitlemeye çalışan İsviçre’nin bir bankasının bilanço büyüklüğü, ülke olarak İsviçre’nin büyüklüğünün birkaç katı. İsviçre bankası olarak gözüküyor ama uluslar- arası sermayenin ta kendisi. ABD’li, Alman, Japon, Çin birçok ülkeden kurumsal ve bireysel ortakları olan bir banka. Diyelim ki bu banka zor duruma düştü, sermaye açığı var; ya batmasına izin verilecek ya da ortaklardan sermaye istenecek. Zaten ülke ekonomileri zor durumda, her ülkenin dengeleri değişik, gereken sermaye için ulusal bütçelerden pay gerekiyor, bu işi çözmek mümkün mü? Hangi ülke ne kadar sermaye koyarsa aslında hangi ülkenin sermayedarını kurtarmış olacağını bilmiyor. Bu ülkelerin yöneticilerinin, bütçeden koyacakları sermaye ile halkın parasını başka bir ülkeye, başka sermayedarlara aktarmış olacakları için kolay karar vermeleri mümkün olabilir mi? Banka batışına izin verildiğinde de benzer karmaşık sorunlar yaşanacak. İyi de, böyle bir karar verilemeyince de sadece o ülke değil, onun çevresi hatta tüm dünya yeniden büyümeye başlayamıyor.Büyüme olmayınca da bu dev bankaların sermayeleri çok daha hızlı eriyor, yani sorun geciktikçe çok daha büyük boyutlara ulaşıyor. GİDİLECEK YOL KABACA BELLİ Mevcut durumun aynen devam etmesi mümkün değil. O nedenle zaten Avrupa’dan başlayacak çok daha sert, radikal kararların acilleştiği belirtiliyor. Ne zaman gerekli adımlar atılacak, trend ne zaman dönecek belli değil ama eninde sonunda gidilecek yol, kabaca belli oluyor: Bence şu anda henüz yöntemi belli olmasa da, uluslararası kapitalizmin ihtiyaçlarına yanıt verecek yeni bir sistem kurulacak. Bu sistemin çok daha global bazda denetim ve gözetim mekanizmaları kurulması şart. Uluslararası kapitalizmin bir yandan “Arap baharı” denilen yeni pazar ve kaynak arayışlarına yanıt verecek, öte yandan standartları küreselleştirecek, bağlayıcı kural haline getirecek düzenlemelere ihtiyacı olacak. Geçen gün ABD’deki tartışmaları yakından izleyen bir arkadaşım, “Eninde sonunda, gecikme ile Basel 3 standartları hakim olacak, sermaye için gerekli düzen sağlanacak” demişti. Yani sermaye odaklı küresel dünya değişiminin ortasındayız. 11 Eylül’ü, küresel krizi bugünü anlamak için biraz daha suların durulmasına ihtiyaç var. Ancak sonuçta bugünler de geçecek. Bence yapılması gereken; yaşanan sürece çok daha makro yaklaşıp, ülke olarak önümüze vizyon koyacak tartışmalara başlamak olmalı. Tartışalım ama hangi anlayışla? Örneğin; yol belli iken, küresel bağlayıcı mekanizmaların kurulacağı gözükürken, bunun için oluşturulan bağımsız kurumları siyasete bağlarsanız bu anlayışla olmaz. Demem o ki; yarını kurtarmamız için çağdaş, batı ile uyumlu olmayı içine sindirmiş, gerçekten demokrat kafalara ihtiyaç var.