GEÇEN hafta ekonominin ilk gündem maddesi, yine Avrupa’daki krizle ilgili haberlerdi. Böyle giderse daha uzun bir süre de Avrupa krizi gündemin ilk sırasını korumaya devam edecek.
Geçen hafta yine Yunanistan’ın kurtarılmasını konuştuk. Önce, artık kurtarılamaz, euro bölgesinden çıkarılıp drahmi’ye geri dönecek denildi, daha sonra Merkel-Sarkozy ikilisi devreye girdi, ortalığı yumuşattılar. Avrupa ülkelerinin ortak tahvil ihracı yine gündemdeydi; yine AB komisyon yetkilileri “ortak tahvil” dedi, Almanya yine buna karşı çıktı. Sonuç olarak Avrupa Merkez Bankası, Japonya da dahil edilip, Merkez Bankalarının piyasaya üç aşamalı dolar likiditesi verecekleri açıklandı, ortalık yine sakinleşti. Ya da öyle gözüktü. Artık herkes biliyor ki; likidite verilerek ne ABD, ne Avrupa, ne de dünyanın yaşadığı bu kriz çözülemiyor. O nedenle bu ek likidite kararı, makyaj düzenlemesi ya da zaman kazanmak için yapılan bir düzenleme olarak görülüyor. Avrupa’nın, daha köklü bir şey yapmadıkça, örneğin bazı banka batışlarına artık izin vermedikçe, bu krizden çıkışının pek mümkün olmadığını görenlerin sayısı her geçen artıyor. Sadece Avrupa’nın değil, tüm dünyanın yeniden sağlıklı büyümeye başlaması için daha köklü düzenlemeler gerekiyor. Zaten geçen hafta başında yaşanan enflasyon korkusu ve rating kurumlarının bazı Avrupa bankalarının notlarını indirmesi de, adım adım bu zor kararlara doğru gidildiğini gösteriyor. ABD ve Avrupa’da bir türlü sağlanamayan ekonomik canlanmaya karşılık enflasyon oranlarında ciddi kıpırdanmalar yaşanmaya başladı. Aslında bu gelişme başta ABD olmak üzere, ek likidite ve harcama artırıcı tedbirlerin yürürlüğe konulması için bir kez daha düşünülmesi gerektiğini de ortaya koydu. İtalya’nın 54 milyar euro’luk tasarruf paketi açıklaması da, AB Maliye bakanlarının euro bölgesi kurtarma fonunun kaynaklarını genişletme kararı vermesi de, artık bu kaçınılmaz sonun gelişini, belli ki engelleyemeyecek. Geçen haftaya kötü başlayan piyasalar hafta sonuna doğru, Avrupa’daki ek likidite kararının da etkisiyle, hafta sonunu iyi bitirdi. Aslında piyasalar da bu kararların kalıcı etki bırakmasının zor olduğunu, artık büyük kırılmalar olmadan kalıcı bir toparlanmanın çok zorlaştığını biliyor ama, günlük oyunu da oynamaya devam ediyorlar. Çünkü herkesin işine geliyor; oyuna uyup, en azından zararlarını azaltmak. İÇERİDE CARİ AÇIK SEVİNCİ İç piyasalarda da, genel olarak dışarıdaki bu gelişmelere paralel olarak, hafta başında kötü, hafta bitiminde olumlu hareketler yaşandı. Hatta iç piyasalar olumlu anlamda ayrıştı da. İçerideki olumlu hareketlerde geçen hafta büyüme rakamlarının beklenenin epey üzerinde gelmesi, işsizlik oranlarının düşmeye devam etmesi gibi gelişmeler önemli rol oynadı. Bu verilerin detaylarına bakıldığında ileriye doğru çok da olumlu bir tablo ortaya çıkmıyordu ama piyasalar bunları olumlu algıladı. Geçen hafta piyasalar tarafından en olumlu algılanan veri ise Temmuz ayına ilişkin ödemeler dengesi rakamları oldu. Çünkü cari açık rakamları beklenenin altında kaldı. “Dış dengelerde düzelmenin başlamış olması, ekonomide potansiyel kırılganlıkları azaltıyor” yorumları öne çıkmaya başladı. Çünkü küçülen cari açık ve daha yavaş artan borç yükünün, daha az finansman ihtiyacı doğuracağı, bunun da ileriye dönük risklere azalttığı düşünüldü. Ancak piyasa yorumlarına baktığımızda, Temmuz ayına ilişkin bu verilerin kalıcı olup olmayacağının hiç sorgulanmadığını, 10 milyar doları aşan net hata noksan kaleminin, bu belirsiz büyüklüğe rağmen hiç sorgulanmadığına şahit olduk. Özetle; Avrupa’daki krizin daha radikal kırılmalara yol açacağı beklenirken, bu kırılmaların özellikle finans kesiminde yaşanması ihtimalinin artması korkutucu. Hala yüksek seyreden cari açık rakamı nedeniyle, dış finansman sıkıntıya gireceği için, içerideki sıkıntıyı büyütme ihtimalini de artırıyor. İç piyasalar da, aynen dışarıdakiler gibi, büyüyen risklere karşılık, aslında içinin dolu olmadığını bildikleri günlük iyi haberlere fazlaca olumlu yaklaşıyorlar.