Erdal Sağlam

Avrupa’da bahar havası bir hafta sürdü

16 Ocak 2012
Avrupa’da bahar havası bir hafta sürdüPİYASALARDA geçen haftaya damgasını vuran gelişme, Avrupa ülkelerinin rahatlıkla borçlanıp, faizlerin düşmesi idi. Bu nedenle Euro-dolar paritesi güçlenip TL değer kazanınca, her şeyin düzeldiğini, faiz ve enflasyonun artık düşeceğini söyleyenler bile oldu. Hatta Başbakan Erdoğan’ın “faiz lobisine önlem” sözüyle her şeyin düzelmeye başladığını bile söylediler.
Başbakan’ın sözleri aslında korkutucu idi. Her şeyden önce bir siyasi otoritenin piyasa mekanizmalarını yok sayan açıklaması, göz korkutması olarak algılandı. Korkutucu olan bir yanı da bankaları faiz lobisi olarak gösterip, sanki bankalar faizleri tek başına artırıyormuş havası veren sözleriydi. Merkez Bankası’nın kendisi tek bir gösterge faiz olmadığını söylüyor ama Başbakan Merkez’in 5.75’lik oranını hâlâ tek faiz kabul edip, Merkez bu orandan fonlarken bankaların faizleri yüzde 11’in üzerine çıkardığını düşünüyor. Buradan yola çıkarak Başbakanın ekonomi yöneticileri tarafından hiç bilgilendirilmediği sonucu ortaya çıkabilir.
Aslında bir Merkez Bankası Başkanı “TL doları yener” diyebildiğine göre, belki Başbakan’ın ne tür bilgilendirildiğini de sorgulamamak gerekiyor, ama...
Avrupa’dan gelen olumlu haberlerle, daha doğrusu olumlu yanı satın alınan haberlerle, TL değer kazanmaya başladı, Merkez Bankası piyasaya verdiği paranın büyük bölümünü 5.75’den verdi ve içerideki faizler de doğal olarak düşmeye başladı.
Ancak geçtiğimiz cuma günü Standart and Poor’s içlerinde Fransa ve Avusturya’nın da bulunduğu 9 ülkenin notunu düşürdü. Doğal olarak bu haber üzerine piyasalar karıştı, Euro yeniden değer kaybetmeye başladı, bu hareketler aynen içeriye de yansıdı.
Bu büyük gelişmenin tam sonucunu cuma günü yaşamadık. O nedenle bu hafta piyasaların bu haberin etkisiyle açılması kaçınılmaz. Hafta sonu Avrupalı liderlerin bu konu üzerinde söylediklerine bakacak olursak, hareketin büyük olacağını da rahatlıkla söyleyebiliriz.
Avrupa’da normalizasyonun başladığına ilişkin sinyaller alındığı konuşulmaya başlamışken yaşanan bu gelişme, daha alınacak epey yol olduğunu, hem piyasayı ikna açısından hem kurumsal açıdan Avrupa’nın çok daha ciddi kararlar alması gerektiğini ortaya koydu.
Ancak bir hafta süren Avrupa’daki bahar havasının gösterdiği başka bir gerçek de, bu yıl belki gelecek yılın da, kolay kolay iyi bir yıl olamayacağı, normalizasyonun zor olduğu, bu nedenle herkesin temkinli olmaya devam etmesi gerektiği idi. Buna Türkiye de dahil...
3. KÖPRÜ BÜTÇEDEN YAPILIRSA
Bugün Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2011 yılı bütçe performansını açıklayacak. Çıkacak iyi rakamların ekonominin tek dayanağı olduğunu, ancak bunun korunması gerektiğini, hep söylüyoruz. Sadece bütçe değil toplam kamu dengesi yani mali disiplin üzerinde duruyoruz.
Dün Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın 3. Köprü ile ilgili yaptığı açıklama, bu konudaki uyarılarımızın haklı olduğunu gösterdi. Bakan yıldırım, geçenlerde ihaleye çıkıldığı halde uluslar arası finansman sıkıntısı nedeniyle talep gelmeyen İstanbul’a 3. Köprü ve bağlı yolların yapımının, bütçe finansmanıyla sağlanacağını, yakında bununla ilgili ihaleye çıkılacağını açıklamış.
Temkinli olmak gerektiği konusunda uyarırken, amacımız bu tür kararlar idi. Bilindiği gibi bütçe değil ama KİT dengesini yani toplam kamu dengesini bozabilecek en önemli unsurlardan biri elektrik ve doğalgaz fiyatları. Rusya’dan indirim alındığı söylenerek, mevcut zararın bir kısmının karşılandığı belirtiliyor ama hala elektrik ve gaz fiyatları sübvanse ediliyor. Önümüzdeki dönem bu sübvansiyon daha da artacak ve KİT dengesi ciddi açık verebilir. Bu açığın yine borçlanma ile karşılanacağı unutulmasın...
Enflasyon yüksek çıktı diye gerekli zamların yapılamayacağından korkuyorduk, oldu.
Şimdi de bütçeye yeni yüklü harcama kalemleri gelmeye başlıyor. Bu işin bütçeden yapılması, bütçe dengesi ve mali disiplin üzerinde tehdit oluşmaya başladığının göstergesidir.
Bu tür kararlar devam ederse, “faiz artışı”, uğraşacağımız küçük sorunlardan biri haline geliverir. O zaman, bağımlı da olsa, Merkez Bankası”nın yapacağı bir şey de kalmaz...
Yazının Devamını Oku

Halkbank’ın İran ticareti siyasi karara bağlı

12 Ocak 2012
HALK Bankası İran’a uygulanan ambargolar nedeniyle sık sık gündeme gelmeye başladı.

Bunun nedeni bankanın İran’la ticaretin finansmanına aracılık etmesi. Neden Halk Bankası aracılık ediyor derseniz; bence nedeni ABD’de Halk Bankası’nın şubesi olmaması. Çünkü ABD’de şubesi bulunan bankalar, örneğin kamu ağırlıklı diğer iki banka Ziraat Bankası ve Vakıfbank, ABD’de şubeleri olduğu için bu işe giremediler. ABD’de şubesi olan Türk ya da başka bir ülke bankası, ABD’de alınan kararları uygulama konusunda 1’inci derecede sorumlu oluyor. Yani bir banka ABD’de şubesi varsa oradaki kararlar tüm banka için geçerli oluyor. Hukuki olarak açık kapı olsa bile, örneğin FBI, IRS gibi ABD’nin güvenlik ve mali kuruluşları bir baskın yapsa, o bankanın tüm dünyadaki itibari zedelenebiliyor.

Peki,Halk Bankası rahat hareket edip, İran’la ticaretin finansmanına aracılık ediyor da, işlemleri sakıncalı mı? Hayır, daha önce olduğu gibi şimdi de işlemleri şeffaflık içinde yapmaya özel önem veriyor. Ayrıca işlemlerinin uluslararası kuruluşlar ve ABD nezdinde bilindiği kanaatindeyim. ABD’li yetkililerin birkaç kez Halk Bankası ile özel görüşmeler yaptıklarını, işlemler üzerinde anlaştıklarını biliyorum. Sakıncalı olabilecek işlemler için de Ankara Büyükelçiliği ve direk ABD Hazinesi ile temasa geçilip, sakıncalı işlemlerin ayıklandığını sanıyorum. Biliyorum ki, ABD’de şubesi olmasa bile, Halk Bankası yönetimi, sakıncalı işlemler nedeniyle uluslararası sistemden dışlanmaktan, doğal olarak, korkuyor.

Halk Bankası Türkiye’nin İran’dan petrol ve doğalgaz ağırlıklı 10 milyar dolar ithalatı ve 2-3 milyar dolarlık ihracatının finansmanını yapıyor, para kazanıyor. Halk Bankası’nda İran Merkez Bankası’nın hesabı var, Tüpraş ve Botaş aldıkları gaz ve petrolün parasını, bankadaki bu hesaba yatırıyorlar. İran Merkez Bankası bu hesaptan, Türkiye’den yaptığı ihracatı ve başka ülkelere borcunu ödüyor. Halk Bankası, daha önce ABD’nin belirlediği, İran’lı banka, kişi ve kuruluşlara ise aktarma yapamıyor. Örneğin Bank Mellat’la ilişki bu nedenle sona erdirildi.

ABD’deki yeni yasadan sonra ne olacak? Banka yetkililerinden aldığım bilgiye göre ABD artık petrol alışverişini durdurdu, Avrupa ise yasağı, 23 Ocak’a çektiği toplantıda görüşecek. Artık İran Merkez Bankası ile de alışveriş durabilir. Yasaya göre bu yasağa uyum için kamu bankaları ve merkez bankalarına 6, özel kuruluşlara 2 ay süre tanındı. Başkan Obama’ya, dünya petrol arz ve fiyatlarını takip edip, uyum süresini uzatma-kısaltma yetkisi tanındı. Ayrıca Obama’nın dost ülkeler için bazı işlemlerde istisna tanıma yetkisi de bulunuyor.

HİNTLİ ŞİRKETLERİN İŞLEMLERİ DURMADI AMA...

Yazının Devamını Oku

Türkiye ekonomisinde jeopolitik riskler

10 Ocak 2012
TÜRKİYE ekonomisi, döviz ihtiyacının karşılanması oranında büyüyecek. Aynı denge Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın “döverim” dediği dolar kurunu da belirleyecek. Eğer Başbakan Erdoğan’ı ikna ederse, işte o zaman büyümeyi düşürebilir. Döviz dengesinin oluşumunda, küresel ekonomi ve likidite gelişmelerinin yanında içerideki makro dengelerimiz de belirleyici olacak. Ancak bence bir o kadar önemli unsur da bölgedeki jeostratejik gelişmeler olacak. Yani Türkiye ekonomisinde ciddi jeopolitik risklerden söz edilen bir döneme giriyoruz.

Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın küresel likidite olumlu olduğu takdirde “mutlak gelecek” diye baktığı sermayenin Türkiye’ye gelişinde bu risk çok önemli bir engel olabilir. Diyelim ki; ABD’deki mevcut likidite bolluğu devam edecek ve üstüne AB krizi biran önce çözümlenip çıkacak likidite de AB ülke ve bankalarına akmayacak. O zaman gelişmekte olan ülkelere fon akışı yeniden başlayabilir. Türkiye’nin en azından diğer gelişmekte olan ülkeler kadar fon çekmesinin önünde ciddi engeller olduğunu söylemeye çalışıyoruz.

Türkiye “ortak kabine toplantıları” yapacak kadar yakın olduğu komşusu Suriye’deki olaylar karşısında, herhalde Libya’daki hatayı tekrarlamamak kaygısıyla, çok acil ve sert tepki verdi. Şimdi Suriye’ye karşı tek başına kalmış gözüküyor ve Libya’da yaptığı gibi, bu kez ters yönde, çark etmeye çalışıyor.

Suriye’de ne olursa olsun, Türkiye’nin en önemli jeostratejik sıkıntısı ise İran konusunda oluşmaya başladı. Türkiye’nin ABD yetkililerine “Suriye’de gerekeni yaptık, İran konusunda tepki vermekte bizi muaf tutun” demeye başladı. Hatta Dışişleri Bakanımız İran’a ziyaretler yapıp, hâlâ ortayı bulmaya çalışıyor. Çünkü biliyor ki; İran ile çatışma başlarsa, Türkiye Batı yanında durmaya zorlanacak.

Son İran ziyaretine ilişkin olarak, Ankara diploması koridorlarında “Davutoğlu’nun refüze edildiği” yolunda ciddi spekülasyonlar dolaşıyor, İranlı yetkililerin kameralara yaptıkları zafer işaretleri kanıt olarak gösteriliyor.

TÜRKİYE’YE FON GİRİŞİ

Özetle; Türkiye’nin ya da Davutoğlu’nun, İsrail ve ABD odaklı İran’a Batı baskısı kararı verildiyse, bunu değiştirmesi mümkün değil. Bunun da ötesinde Malatya’daki radarlar gibi, eninde sonunda Batı’nın yanında yer alması kaçınılmaz olacak.

Günlerdir “Hürmüz Boğazı” üzerine dışarıda alevlenen tartışmaların henüz bize yansımadığını görüyoruz. Ancak içeride ne kadar tartışılmasa da, bizim bu gerçekle yüzyüze geleceğimiz gerçeğini de değiştirmiyor.

İran’la büyük ihtimalle “Hürmüz boğazı’nın kapatılması” bahane edilerek çıkabilecek çatışma, Türkiye ve ekonomi üzerinde çok yönlü olumsuz baskı oluşturabilir.

Her şeyden önce dünya petrol trafiğinin yüzde 30-35’inin geçtiği Hürmüz Boğazı deniz trafiğine kapandığı takdirde, dünya petrol fiyatlarının yüzde 30 civarında artması bekleniyor. Bu durum bırakın Türkiye’nin faturasını, AB, Çin ve Hindistan, Güney kore gibi ülkelerin büyümesini ciddi biçimde etkileyecek, Bu durum da Türkiye’nin ihracatını, dolayısıyla üretimini ciddi biçimde sekteye uğratacak. Bu fiyat artışının aynı zamanda Türkiye’nin petrol faturasına, ödemeler dengesine ciddi sekte vuracağı, iç talebi ve fiyatları baltalayacağı kesin.

Bu sadece “dünyadaki herhangi bir ülke” olarak göreceğimiz zarar. Türkiye’yi İran çatışması halinde olumsuz ayrıştıracak asıl faktör ise, çok ciddi ilişki içinde olduğumuz bir komşu ülke olması. Yani yanıbaşımızda bir çatışma, Türkiye’ye fon girişini kesinlikle olumsuz etkileyecektir.

Hem enflasyonu, hem cari açığı olumsuz etkilenen bir Türkiye’ye, stratejik risk nedeniyle fon girişi de durursa, o zaman ne olacak? Bunlar konuşulmaya başladı.
Keşke Başçı’nın umduğu gibi işler bu kadar yolunda gitse de, biz yanılmış olsak.
Yazının Devamını Oku

Kur konuşan Merkez Bankası başkanları

9 Ocak 2012
KUR konusunda konuşan, iddialı sözler eden, genellikle de “döviz tutanın eli yanar” diyen, o kadar çok Merkez Bankası Başkanı gördüm ki genellikle bu konuşmaların ardından kurlar yükseldi, çoğunlukla da sonunda varlık değerlerinin düşüşlerine yol açan ekonomik krizleri yaşadık. Sonunda yanan hep ekonomi ve o Merkez Bankası başkanları oldu. Merkez Bankası Başkanları kurlara ilişkin iddialı sözler ettiğinde, bu nedenle hep korkarım. Başkasının parası ile ilgili iddialı sözleri bir Merkez Bankası Başkanının, normalde etmemesi lazım. Düşünüyorum da, herhalde böyle konuşan Merkez Bankası başkanları da hep, “son çare” olarak içi dolu olmadığını bile bile bir baskı kurmak için bu tür sözleri söylemişlerdi.

Mevcut Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı da dayanamadı, “2012’de TL doları yenecek” deyiverdi. “Göreceksiniz TL değer kazanacak” diyerek, gereksiz biçimde kendini bağladı.

Öyle anlaşılıyor ki Erdem Başçı üzerindeki baskılar epeyce arttı. Çok sıkıştırılmasa böyle bir söz edeceğini, kendisini bu kadar kesin biçimde bağlayacağını sanmıyorum. Öyle bir iddia girdi ki; demek ki kurlar kötü giderse, bu yılın sonunda Başçı’nın ayrılması gerekecek.

Bence bu yıl sonuna kalmadan ayrılması yönünde baskılar gelmeye başladığı için bu kadar iddialı bir söz etmiş de olabilir. Sonuçta kendi kaderini çizecek bir sözdü.

Peki, Başçı’nın dediği gibi 2012 yılında TL’nin dolara karşı değerlenmesi, Başkanın deyişiyle “TL’nin doları yenmesi” söz konusu olabilir mi?

Tabi ki olabilir, buna şüphe yok. Ancak hangi şartlarda olabileceğini konuşmak gerek. Başkan Başçı’nın hesaplarına göre belli ki Merkez Bankası 2012 yılı içinde ABD’nin para basmaya devam etmesi en azından mevcut seviyeyi korumasını bekliyor. Bunun yanında belki en önemli faktör olarak belli ki Başkan Başçı, Avrupa krizinin kısa sürede çözümlenmesini de bekliyor. Yani küresel likidite bol olacak, likidite gelişmekte olan ülkelere, dolayısıyla bize de ciddi biçimde akacak, sıcak para girişi yeniden başlayacak, belki ciddi yabancı sermaye yatırımları yapılıp kalıcı yabancı sermaye de gelecek, yani geçmiş yıllarda olduğu gibi döviz girişi bol olunca, TL değerlenecek diye hesaplıyor. Bu arada şunu da eklemek gerekiyor ki; döviz girişi olmasa da Merkez Bankası bu yıl TL’nin
değerlenmesi için büyük çaba gösterecek, gerekirse rezervlerden döviz satarak bunu sağlamaya çalışacak.

Dolayısıyla kağıt üzerinde, belirli varsayımlarla işleyebilecek bir plan.

Ancak ne yazık ki; Merkez Bankası Başkanımız, ne ABD’de likidite kararlarını veren Başkan, ne AB’deki iki belirleyici liderden biri, ne de Başbakan Tayyip Erdoğan. Sadece ve sadece küresel ortamın getirdiği şartlarda çalışan, bir gelişmekte olan ülke Merkez Bankası Başkanı. Üstüne üstlük politik kararları ağır basan, bağımsızlığı şüpheli bir Merkez Bankası Başkanı.

İDDİALI SÖZLERİN NEDENİ

Özetle; Başkan Başçı’nın bu iddiasını gerçekleştirmesi için çok iyimser bir ortam olması gerek.  Halbuki küresel likidite artsa da, Avrupa ülke ve bankalarının sermaye açığının kapanmasına gideceği konuşuluyor. Likidite gelişmekte olan ülkelere gitse bile, cari açık aşamalı olarak düşeceği için, enflasyon yeniden yükselmeye başladığı, rezervler ciddi biçimde erimeye başladığı için, diğer gelişmekte olan ülkelere gitse bile, Türkiye’ye likidite akışının zor olacağından ciddi olarak söz ediliyor. Bunun yanısıra, azımsanmayacak biçimde, alınan son yanlış kararların da etkisiyle, Merkez Bankası bağımsızlığının tehlikeye girdiğini belirten yabancılar gözünde, bu durum da Türkiye’nin risk algısını büyütüyor.

Ekonomik gerekçelerin yanında, ciddi siyasi risklerin oluştuğunu görmek gerek. Bırakın içerideki siyasi çatışmaların artma ihtimalinin yükselmesini, Suriye ile ilişkiler, İran’da en geç yıl ortasında başlayacağı söylenen sıcak çatışma ihtimali, Türkiye’nin riskini ciddi biçimde büyüten faktörler. Unutmayalım; petrol fiyatlarında yüzde 40-50 artıştan söz ediliyor.

Bütün bu risklere görmese bile bir Merkez Bankası Başkanı böyle konuşmamalıydı.

Bütün bu riskleri görmüyor olamaz, konumu gereği görmesi lazım. Gördüğü halde böyle konuşmayı, kendisi ve TL için “son çare” olarak seçmiş olma ihtimali, bence daha yüksek.
Yazının Devamını Oku

Hazine’nin yükü giderek büyüyecek

5 Ocak 2012
2012 yılının Hazine’nin borç yükünün artacağı bir dönemin başlangıcı olacağı artık kesin.

Bu artan yükün makro dengeler üzerinde sorun yaratacağı da kesin ama ne kadar sorun yaratacağını görmek için, hükümetin mali disipline uyumunu görmek gerekecek.

Bir başka deyişle, aralık ayında gördüğümüz gibi, harcama eğilimindeki artış bu yıl içinde de devam ederse, mali disiplin de tehlikeye girmiş sayılacak.

Önceki gün açıklanan enflasyon rakamları, belli ki Merkez Bankası yönetimini ciddi şekilde telaşlandırdı. Belki de Başbakanı kızdırdığı için telaşlandırdı, bunun detaylarını şimdilik bilemiyoruz. Mayıs ayında yeniden tek haneye geri döneceğini söylese de, Merkez Bankası yönetiminin, piyasanın beklentisi doğrultusunda çift haneye çıkan enflasyonun daha uzun süre böyle devam etmesinden korktuğu da açık. Bu korkuyu yaptığı hareketlerle piyasaya da büyük ölçüde yansıtmış durumda.

Merkez Bankası enflasyona ilişkin teknik notunu dün yayımladı. Bu notta önümüzdeki döneme ilişkin net mesajlar vermese de, banka iktisatçıları ile yaptığı toplantıda altını çizdiği “parasal sıkılaştırmanın devam edeceği” beklentisi piyasalardaki genel beklenti haline geldi.

Yazının Devamını Oku

Net döviz rezervi 50 milyar dolara doğru inişte

3 Ocak 2012
MERKEZ Bankası yükselen kurlara taktı. Yılın son iş gününde 2,5-3 milyar dolar satarak dövize müdahale eden Merkez Bankası dün de müdahalelerine devam etti. Başarılı oldu mu derseniz, kurların seviyesinin yüksekliği ortada. Piyasalar Merkez Bankası’nın kur sepet değerini 2.20 olarak belirlediğini, bu sepet fiyatı aşıldığında kura müdahale için hem TL’yi kısıp hem de döviz sattığını görüyor. Bu arada Merkez Bankası dün sabah yaptığı açıklama doğrultusunda sattığı dövizin karşılığı TL’yi piyasadan çekerken, bunun yerine TL vermeyerek, kurları iyice aşağı doğru bastırmaya çalışıyor.

Merkez’in niye bu kadar kura taktığına gelince. Yapılan resmi açıklamada kurların, bugünkü yılsonu açıklamasıyla çift haneye çıkacak olan, enflasyonu daha da azdırmaması için yapıldığı söyleniyor. Bankacılar ise 2.20 sepet değerini koruyarak Merkez Bankası’nın yabancılara “bu seviyeden gelebilirsiniz” mesajı vermeye çalıştığını düşünüyorlar. Çünkü ilk 3 ayda Hazine’nin geri ödemesi çok yüksek ve bu sıkılaştırma operasyonları da devam ederse, Hazine’nin yeni borçlanması için faizleri çok yukarı çekmesi gerekecek. Bu seviyelerden yabancıların hazine kağıdı alımını özendirmek, yani faizlerin fazla yükselmesini önlemek için Merkez Bankası’nın böyle bir yola gittiği düşünülebilir. Buna rağmen faizlerin yukarı çıkışı başladı, bundan sonra da çıkmaya devam edecek.
Bir başka deyişle Merkez Bankası faturayı Hazine’ye çıkartıyor.

Hazine’nin ise bu 3 aylık sıkışık döneme girilirken kalem oyunlarıyla kendi imkanlarını yüksek göstermeye çalıştığı söyleniyor. Bankacılar 1990’lı yıllarda olduğu gibi, yine ödenek yazılmasına rağmen Hazine’nin nakit ödemeyerek yılsonu imkanını yüksek göstermeye çalıştığını söylüyorlar.

Peki, döviz rezervleri ne durumda, 3-4 ay daha AB krizi devam edip döviz girişi olmazsa, 2.20’yi koruyabilir mi, yabancılara bu güveni verebilir mi?

Merkez Bankası kalem oyunuyla rezervleri yüksek göstermeye çalışıyor ama net rezervler hızla erimeye devam ediyor. Brüt rezervleri ise TL mevduat munzam karşılıkları ve altın hesapları karşılıklarında döviz tutma imkanı vererek, yükek gösteriyor. Geçen Cuma günkü 2,5-3 milyar dolarlık döviz satışı öncesinde Merkez Bankası’nın brüt rezervleri 92 milyar dolar, net rezervler ise 55 milyar dolar düzeyinde idi. Yani Cuma günkü ve dünkü döviz müdahaleleri sonrası net döviz rezervlerinin 50 milyar dolara doğru indiğini söyleyebiliriz.

Sizce bu kullanılabilir net rezervlerle, yeni giriş olmazsa, kurlar tutulabilir mi?

BUGÜN YABANCILAR GELMEYE BAŞLIYOR


Merkez Bankası’nın faizleri artırmamak için en azından 10 milyar dolarlık rezervi boş yere erittiği ortada. Son günlerdeki hareketlere baktığımızda bu anlayışı sürdürdüğünü, rezerv erimesinin devam edeceğini, üstüne üstlük faizlerin yukarı çıkarılıp faturanın Hazine’ye çıkarılacağı çok açık.

Merkez Bankası TL’yi ne kadar kıssa da, ne kadar döviz satsa da kurların çıkışını durdurabilmiş değil. Üstüne üstlük geçen Cuma ve dünkü piyasada yabancılar yoktu. Noel tatili nedeniyle dış piyasalar kapalıyken bunlar oldu.

Bugünden itibaren piyasaya yabancılar girmeye başlayacak asıl etki haftaya olacak. O nedenle bankacıların gözü, yabancıların tavrında olacak. Yabancılar da satış niyetiyle piyasaya girerlerse, işte o zaman Merkez Bankası’nın döviz satsa da kurun çıkışını engellemesi çok daha zor olacak. Bugün Aralık ayı, dolayısıyla yıllık enflasyon oranları da belli olacak. Enflasyonun çift haneye çıkacağı kesin, o nedenle piyasada başlayan olumsuz hareketin devamı kimse için sürpriz olmayacak.

Yeni yıl ciddi piyasa hareketleriyle geldi, umarız sonu kötü olmaz.
Yazının Devamını Oku

2012 için kur ve faiz beklentileri

2 Ocak 2012
PİYASALAR geçtiğimiz yılı hareketli bir günle kapattı. Bu hareketin en önemli nedeni Merkez Bankası’nın yılın son iş gününde, bir çok hesapta baz olacak, döviz kurlarını baskılama çabası idi. Başarılı oldu mu derseniz, herhalde kimse başarılı olduğunu söyleyemeyecektir. Merkez Bankası’nın bir günde yaklaşık 3 milyar dolar sattığı haberlerini önce kuşkuyla karşıladım, bu kadar rezerv erimesini göze alamayacağını düşündüm. Piyasanın kapanmasına yakın, bu işleri iyi bilen bir bankacı arkadaşa sorduğumda, ihaleyle birlikte bu rakama ulaşıldığını öğrendim. Piyasanın 2012’ye ciddi bir döviz ihtiyacıyla girdiğini gösteriyordu. Ne olur diye sorduğumda, “Her şey AB’nin durumuna bağlı, orası da çok kötü gözüküyor. AB düzelmeden, ne yapılırsa yapılsın, kurlar da faizler de yukarı doğru gitmeye devam eder. AB düzeldiği takdirde, hem faizler hem de kurların aşağı gidişi de hızlı olur” yanıtını aldım.
Bu yorum bence 2012 yılında piyasa beklentilerinin kabaca bir özeti gibiydi...
Sadece bankacılarda değil, genel olarak işaleminde, kurların eninde sonunda hızla aşağı geleceği kanısı hakim. Geçmiş deneyimler, bu kanının haklı olduğunu gösteriyor.
Ancak AB’deki krizin, kurların yüksek seviyesinin daha ne kadar devam edeceği çok önemli. Çünkü süre uzadıkça yarattığı tahribatın büyüdüğü unutulmamalı. Düzelme geciktiği takdirde, bazıları için batışlar gündeme gelebilir. Bu da genel olarak ekonomiye ciddi darbe vurur.
Dolayısıyla 2012 ekonomisinde AB’deki krizin nasıl ve ne zaman çözüleceği en ciddi rolü oynayacak. Ancak “mali disiplinin korunması” da, AB kadar olmasa da çok büyük bir faktör olacak. İşaleminde bu konudaki yaygın kanı, Hükümetin bütçe disiplini ve mali disiplini elden bırakmayacağı yönünde. Gelir yaratma yöntemleri tabi ki kabul görmüyor ama genel olarak hükümetin bütçede disiplini koruduğu, baktı olmuyor gerekirse “salma” salıp, yine bütçe gelirlerini artırdığı görüşü hakim. Mali disiplin, işaleminin beklentileri doğrultusunda, 2012 yılında da korunmaya devam edebilecek mi, herhalde bekleyip görmemiz gerekecek.
Ancak kurlar ve faizlerdeki yükselişin, bununla birlikte büyüme oranlarındaki düşüşün, 2011 yılındaki yüksek büyümenin yaratacağı ek vergi gelirine rağmen, vergi tahsilatını olumsuz etkileme ihtimalini hep akılda tutmak gerekiyor. Tabi ki, mevcut trendin devam etmesinin, özellikle planlanan özelleştirme gelirlerini tehlikeye düşürebileceği de?
Belki bütçe disiplini değil ama genel olarak kamu dengesini,mali disiplini olumsuz etkileyebilecek bir başka faktör de KİT hesapları, daha doğrusu enerji KİT’lerinin açıkları olabilir. Doğalgaz ve elektrik fiyatlarının düşük tutulmasının getirdiği açık, kurların da hızlandırmasıyla, ciddi rakamlara ulaştı. Mevcut durumun sürmesi halinde, ne kadar kalem oynatılırsa oynatılsın, açıklar gizlenemez ve mali disiplini tehdit eder konuma gelebilir.

SAĞLIK, MUTLULUK, ÖZGÜRLÜK

Şahsen, mali disiplinin korunabilmesi için, iç ve dış siyasi gelişmelerin 2012 yılında uygun bir zemin oluşturmadığını da düşünüyorum. İçeride Başbakan Erdoğan’ın hastalığı nedeniyle su yüzüne çıkan siyasi çatışmanın büyüme ihtimali, bu kez yüksek görülüyor. Hükümet partisi içinde oluşan hizipler ve kişilerin çatışmaları ekonomiyi etkileyebilecek boyutlara ulaşabilir. Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi “hesapsız harcama artışları” na neden olabilecek gelişmeleri gözden uzak tutmamak gerekiyor. Aynı şekilde yanıbaşımızda, bizi tercihe zorlayacak çatışma ihtimallerini, bunun iç siyaseti ısındırmanın yanısıra, küresel ve yerel ekonomiye verebileceği zararları da hesaba katmak gerektiğini düşünüyorum.
Özetle 2012 zor bir yıl olacak. Yeni yıl için Fenerbahçe’nin Hocası Aykut Kocaman’ın söyledikleri gözüme çarptı. Aynen katılıyorum: “2012’nin sadece bize değil, tüm insanlara sağlık, mutluluk, özgürlükler getirmesini, herkesin mutlu, başarılı ve özgür bir şekilde hayatını sürdürmesini temenni ediyorum. Tabii biraz da canımız yandığı için bunu söyleyebiliyorum, özgürlüğün de ne kadar önemli olduğunu anladık. Bunu takvim yaprağı değiştirmeyecek, ama en azından bize ve bütün insanlara böyle bir temenni de bulunma olanağı tanıyor. Hepimize hayırlı, uğurlu olsun, iyi bir yıl diliyorum.”
Yazının Devamını Oku

Faiz koridoru ve öngörülebilirlik

29 Aralık 2011
2012 yılı para ve kur politikasını açıklayan Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, 2011 yılında esneklik ve belirsizliğin bilinçli bir şekilde artırıldığını, 2012’de esnekliğin devam edeceğini ama aynı zamanda para politikasında öngörülebilirliğin hızla artacağını söylemiş. Öngörülebilirliğin artırılması konusunda söylediği tek şey ise “iletişim politikasının etkinliğini artıracak bazı yenilikler” olmuş. Belirtilen yeniliklere baktığınızda böyle bir amaca hizmet edemeyeceği görülüyor. Zaten dün Başçı’nın açıklamalarından sonra, piyasaların açıklamalara pek güvenmediği de ortaya çıktı.
Başçı, faiz koridorunun 2012 yılında da temel ve aktif bir politika aracı olarak kullanılacağını söylemiş. Faiz koridorunun bizatihi kendisinin belirsizliği artırdığı, öngörülebilirliğin önünde engel olduğu açık ve bu durumu piyasalar da çok açık biçimde görüyor.

Erdem Başçı’nın açıklamalarından ortaya çıkan başka bir sonuç ise Merkez Bankası küresel anlamda sıkıntıları kabul etmesine rağmen, içeriye dönük fazlaca iyimser...

Başkan Başçı, parasal sıkılaştırmanın enflasyon üzerindeki etkilerinin görüldüğünü belirtirken, yıl sonunda çift haneye çıkacak enflasyonun 2012 Mayıs ayında yeniden tek haneye ineceğini, yıl sonunda ise düşüşün hızlanıp, hedeflere yaklaşılacağını söylemiş.

Başçı enflasyon konusundaki sapmanın kurlar ve yapılan zamlardan kaynaklandığını belirtmiş. Tabii ki doğru ama kurların artışını ve zamları doğuran unsurların neler olduğunu, yeni yılda bunların sürüp sürmeyeceğini ise belirtmiyor.

Aslında kur rakamı vermiyor ama görünen o ki; Merkez Bankası kısa sürede örneğin dolar kurunun 1.65-1.70’lere inmesini bekliyor. Orta vadeli program hedeflerini referans verdiğine göre, 2012 yılı dolar kuru ortalamasını da 1.73 olarak baz almaya devam ediyor.

KURLARDA İYİMSERLİK

İyimserlik dediğimiz de zaten buralardan anlaşılıyor. Elbette piyasalar da kurların bu seviyede kalmayacağını bir süre sonra daha makul seviyelere inmesini bekliyor. Ancak anladığımız kadarıyla ekonomi yönetimi ve Merkez Bankası kurlardaki inişin, piyasaların beklediğinden çok daha kısa süre içinde gerçekleşeceğini düşünüyor.

Kurların bir süre daha bu seviyede kalması, belki daha yukarı çıkmasıyla, zaten yükselen kurların fiyatlara geçişkenliğinin daha da hızlanması bence sürpriz olmamalı. Enflasyon yükseldi diye başta elektrik olmak üzere gerekli, birikmiş zamlar yapılmadığı takdirde, Merkez Bankası belki enflasyonla mücadelesinde etkinlik kazanacak ama bunun da mali dengeyi bozacağı unutulmamalı. Bu takdirde zam yapılmamasının Merkez Bankası’na maliyetinin çok daha büyüyeceği gözden ırak tutulmamalı.

Ayrıca, İran’la ilgili olumsuz beklentiler nedeniyle petrol fiyatlarının yükseldiğini, çatışma halinde tüm dengeleri bozacak bir petrol fiyatı görmemizin mümkün olduğu unutulmasın.

Merkez Bankası iyimser, çünkü belli ki küresel sıkıntıya rağmen Türkiye’ye döviz girişinin süreceğini, büyümenin de belliki yüzde 3 civarına ineceğini düşünüyor. Belliki hükümetin büyümenin düşmemesi için çabalayacağını, gerekirse harcamaları ciddi biçimde artırabileceğini hiç pek hesaba katmıyor. Piyasaların bakışı açıklamadan sonra zaten belli oldu; mevcut para politikasının aynen süreceğini anlayınca moralleri bozuldu.

Bir kez daha yinelemekte fayda var; artacak harcamalar ve yapılmayan KİT zamları tehlikesi, yanı sıra çevremizde sıcak çatışma tehlikesi bulunuyor. Ayrıca Avrupa’daki krizin daha da büyümesi, sermaye açığının artması halinde Türkiye’ye sıcak para girişi ciddi azalabilir. Bu takdirde kurların, bırakın aşağı inmesini, daha da yükseleceğini de hesaba katmak gerekir.

Özetle, mevcut performans, ekonomi yönetimi ve özel olarak Merkez Bankası’nın, daha da büyüyecek riskleri yönetebileceği konusu, piyasada endişe yaratıyor.
Yazının Devamını Oku