Erdal Sağlam

Bakanlık ‘Elektrik Borsası’ hazırlıklarını hızlandırdı

27 Aralık 2011
UZUN süredir özel sektörün talep ettiği “Elektrik Borsası” nın kurulması için Enerji Bakanlığı çalışmalarını hızlandırdı. Daha önce mevcut 4628 sayılı elektrik piyasası yasasında değişiklik yapmayı planlayan Enerji Bakanlığı’nın, revizyondan vazgeçtiğini, sil baştan yeni bir elektrik piyasası yasası çıkarmaya hazırlandığını öğrendim.

Bir taslağın hazırlandığını kaydeden bakanlık yetkilileri, Ocak’ta taslağın kamuoyuna sunulacağını ve görüş almaya başlayacaklarını söylediler. Özel sektörün taleplerini de iyi bilen bir yetili, “bu yasanın özel sektörün taleplerini tatmin edip etmeyeceğini” sorduğumda ise tam anlamıyla olmasa da, büyük ölçüde tatmin etmesini beklediklerini söyledi.

Aslında ihtiyaç belli; doğalgaz ve elektrikte piyasa tam olarak kurulamadı, fiyatlar hala olması gereken sistem ve bedele ulaşmadı, bu nedenle de beklenen elektrik yatırımları yapılamıyor.

Türkiye tercihini daha önce yaptı; üretimden son tüketiciye kadar tüm enerji piyasası özel sektöre devredilecekti. Bunun zaman alacağı belliydi ama bu amaca ilişkin adımların tam olarak atılamadığı, sürekli gecikildiğini görüyoruz. Gecikme ve aksamaların en büyük nedenleri arasında elektrik ve doğalgaz fiyatlarının siyasi iktidar tarafından frenlenmesi, dolayısıyla fiyat mekanizması tam kurulamadığı için ortaya çıkan büyük zararlar ve piyasanın gereği olan bağımsız regülasyon kurumu’nun oluşturulamaması, EPDK’nın sağlıksız yapısı.

Özel sektör, özellikle de yabancı yatırımcılar, ne zaman ne olacağı belli olmayan bir sektörde büyük yatırımlar yapıp da zarar etmek istemiyorlar. Daha doğrusu, siyasi iktidara bağlı olmayan bir sistemin kurulmasını, ileriye dönük hesap yapıp, siyasi müdahalelerle bu hesapların değişmemesini istiyorlar.Yani çağdaş, kurallı bir sistem oluşturulmasını istiyorlar.

İşte elektrik borsası da, bu ne olacağı belirsiz olan sektörü disipline edip, dört başı mamur bir sistem kurmanın ciddi bir aşaması olarak kabul ediliyor. Bir başka deyişle özel sektör adım adım piyasa mekanizmalarının kurulup, bu çerçevede rasyonel fiyat oluşumunu beklerken bunun olmadığını gördü, şimdi “elektrik borsası” kurulursa, geriye doğru kurumsal ve yasal altyapının mecburen oluşturulmasını amaçlıyor.

İşte yabancılar başta olmak üzere özel sektörün talepleri nihayet iktidar tarafından anlaşıldı ve elektrik borsası için adım atma kararı verildi. Hükümetin bunu kabul etmesinin nedeni ise bence bu küresel ortamda çekmesi gereken enerji yatırımları da gelmezse, hem elektrik ve toplam enerji arz sıkıntısıyla karşılaşacağını, hem de özelleştirmeler yoluyla beklenen geliri sağlayamayacağını, bütçede ve toplam mali dengede sıkıntılar başlayacağını görmesi.

ÖZEL ELEKTRİK PİYASASI A.Ş. KURULACAK

Enerji Bakanlığı yetkilileri enerji KiT’lerinden TEİAŞ’ın mevcut havuz sisteminin, kurulacak olan Elektrik Piyasası A.Ş.’ye devredileceğini, bu şirketin yüzde 25 hissesi kamuda olurken. geri kalan hisselerin özel sektöre ait olacağını söylediler. Hazırlanan taslağın ilk şekline göre Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (EPDK) fiyat tarifesi hazırlama yetkisi büyük ölçüde elinden alınıyor. Şu anda 25 ayrı tarife hazırlayan EPDK, sadece “hiç kimseden elektrik alamayan son tüketici” için, tek bir tarife ilan edecek. Bu tarifenin, şimdiki gibi sübvansiyonlu bir sistemde oluşmayacağı, rasyonel bir fiyat saptanıp bunun bir ölçüde baz, düzenleyici fiyat olacağını, bunun dışında elektrik piyasasındaki oyuncuların, hane halkı ve sanayiye özel anlaşmalarla elektrik satmasının amaçlandığı belirtiliyor.
Son elektrik tarifesine ilişkin düzenleme ile sistem kurulmasının önündeki en büyük engel olan çapraz sübvansiyonların yüzde 80’inin temizlendiğini, önümüzdeki yıl geriye kalan yüzde 20’lik sübvansiyonların da temizlenmesinin amaçlandığını kaydeden Bakanlık yetkilileri, böylece altyapının hazırlanmasından sonra sistemin kurabileceğini söylediler.

Bu arada, daha önce belirlenen 2015 yılına kadar, gerekli özelleştirmelerin de yapılıp, Elektrik Borsası’nın sağlıklı işlemesi ve piyasa oluşumunun hazırlanacağı kaydediliyor.

Düşünce ve anlayış iyi de, bilindiği gibi Başbakan gerekli doğalgaz ve elektrik zamlarını, yıllardır, sürekli engelliyor. Umarız her şeyden önce bu anlayış kırılır da, piyasa oluşabilir.
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası piyasaları tanımıyor

26 Aralık 2011
MERKEZ Bankası geçen cuma günkü döviz operasyonuyla, indirmek istediği kurları daha da yükseltti. Yurt dışında yılın son haftası, tüm iyimserlik hesaplarına rağmen kötü geçti, bu hava bizi de etkiledi. Bizde yılın son haftasına bugün giriliyor ama yine belirsizlikle.
Cuma günkü Merkez Bankası’nın kur operasyonu gösterdi ki; hâlâ piyasalar Merkez’in ne yapmak istediğini, Merkez Bankası da piyasaların ihtiyaçlarını anlayabilmiş değil. Daha önce de olmuştu ama cuma günkü çok tipik bir operasyondu. Merkez, belli ki kurları düşürmek için, 1.5 milyar dolara yakın döviz satacağını duyurdu. Bunun üzerine kurlar aşağı geldi. İhaleye 1 milyar dolarlık teklif gelirken, Merkez sadece 50 milyon dolarlık satış yaptı. Bunun üzerine de dolar kuru yeniden 1.90’ın üzerine çıktı. Yani Merkez Bankası kurları düşüreceğim diye yola çıkıp, kurların normalin de üzerinde yükselmesine neden oldu.
Bir Merkez Bankası böylesine, ne olduğu belli olmayan bir operasyonu neden yapar?

Piyasa oyuncuları sadece tahminlerde bulunmakla yetiniyorlar ama hemen hemen hiçbiri Merkez’in ne yapmak istediğini tam olarak anlayabilmiş değil.

Her şeyden önce neden kurlar için harekete geçip böyle bir ihale açtığını anlayan yok. Madem kur seviyesini savunmayacaktı, neden böyle bir ihale yapacağım deyip, yüksek miktarda satış yapacağım dedi? Hem, neden kurları düşürmeyi bu kadar çok istiyor?

Kimi bankacılar “Acaba yılsonu ülke sıralamaları listesinde, bir üstte yer almak için kurları düşük tutup, milli geliri dolar bazında yüksek mi göstermek istiyorlar” diye soruyor.

Şahsen; örneğin dünyada 18. ülke yerine 17. ülke olmak için böyle bir operasyona girişeceklerini, daha çoğu ülkenin büyüme rakamları belli olmadan, çok kritik bir yarışa girdiklerini, bu nedenle böyle bir hesap yapıp harekete geçeceklerini zannetmiyorum.

Peki, neden bu kadar yüksek rakamda satacağım deyip de, komik bir rakam sattı?

Nedeni ne olursa olsun; böyle bir operasyonun sonuçta “Merkez Bankası’nın satacak döviz rezervi artık kalmadı” algısı yarattığı ortada.Yani bu tür operasyonlar yaparak Merkez Bankası ileride kurları durdurmak için elinde varolan psikolojik silahları da yitiriyor.

PİYASA KOMPLEKSİ

Neden bu kadar az sattığına gelince; resmi gerekçe “çoğu spekülatif talepti, ucuzdan alıp daha sonra yukarıdan satmak için alacaklara kar fırsatı vermedim” oluyor. İyi de, belli ki talebin karşılamadığınız büyük kısmı demek ki ihtiyaçtanmış ve kurlar bu nedenle yukarı çıktı.

Bir bankacı ise bu fiyasko operasyon için şöyle, ilginç bir tahminde bulundu: Bu bankacıya göre Merkez Bankası daha ilk yapması gereken işlerden birini beceremiyor ve aslında piyasaların ne kadar döviz talep ettiğini, kimin ne kadar ihtiyacı olup, ne kadarının spekülatif olabileceğini tahmin edemiyor. İşte bunu bilemediği için ihaleyi, kimden ne talep geldiğini görmek için yapıyor? Peki bu tahmin doğru ise Merkez Bankası’nın durumunun gerçekten çok daha kötü olduğunu göstermez mi? Merkez Bankası piyasa biriminin asıl işi bu değil mi? Rakamların yanı sıra sürekli piyasaların nabzını tutmadan, ihtiyaçları ve imkanları bilmeden nasıl operasyon yapılabilir ki? Peki, bu oluşan durumda yeni Başkan Erdem Başçı’nın, piyasalardaki yetişmiş, deneyimli bürokratları tasfiye edip, kendine bağlı çalışan araştırmacıları piyasaların yetkili makamlarına getirmesinin etkisi var mı?

Demek ki piyasa birimindekiler piyasaları yakından takip etmiyor. Sadece rakamlarla bu işin görülemeyeceği açık. Piyasa birimindekilerin sürekli piyasadakilerle, reel sektörle temasta olup, sürekli TL ve döviz talebini kontrol etmeleri, rakamlara yansımayan eğilimleri tespit etmeleri gerekir. Merkez Bankası’nın piyasa birimi ancak böyle çalışabilir. Ama, hem deneyimli kişileri oradan uzaklaştırır, hem de bu işi yapan uzmanların üzerinde “piyasayla içli dışlı olmayın, etkilenirsiniz” baskısı yaratırsanız, o kişilere güvenmiyor, yani güvenmediğiniz uzmanları bu makamlara getiriyorsunuz demektir. Piyasa yönetiminde başarılı olmak, kompleks yapmadan, piyasaların ihtiyacını, sürekli birebir temaslarla tespitten geçer.

Çok daha kritik bir sürece girilirken, bu anlayışla piyasaların yönetilmesi epey zor olacak.
Yazının Devamını Oku

Bankalar reel sektör borçlarından korkuyor

22 Aralık 2011
YARIN Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve ekonomi üst yönetimi, İstanbul’da Bankalar Birliği yönetimi kurulu üyesi bankaların genel müdürleri ile bir araya gelip, değerlendirme toplantısı yapacak. Yetkililer bunun yılda birkaç kez yapılan rutin değerlendirme toplantısı olduğunu söylüyorlar ama bu toplantının bankaların şikayetlerinin arttığı bir döneme denk geldiğini söylemek gerekiyor.
Bankaların şikayetlerine gelince; doğal olarak en çok şikayet ettikleri konu kârlarının azalması. Düşen karların bankaların özkaynaklarını takviye etmelerini engellemesinden, küresel riskler artarken içeride yaşanılan belirsizliğin riskleri artırdığından yakınıyorlar.
Özellikle büyük bankaların şikayetçi oldukları konuların başında, açık açık “faiz koridoru” demeseler de, aslında bu koridor uygulaması geliyor. Çünkü likiditenin yarısı (günde yaklaşık 20 milyar TL) bütün bankalara yüzde 5.75 faizden verilirken, bir o kadar likidite ise yüzde 12’den veriliyor. Merkez Bankası tüm likiditenin ortalamasının yüzde 8.5’e geldiğini söylüyor ama büyük bankalar, kendi fonlamalarının fiilen yüzde 12’ye geldiğini söylüyorlar. Bunun sonucu olarak mevduat dahil uygulamadaki tüm faizlerin yüzde 12’ye çıkacağı konusunda ekonomi yönetimini daha önce uyarmışlardı, fiilen de öyle oldu.
Bankaların son dönemdeki çok önemli bir sıkıntı kaynağı ise reel sektörün yüklü borçları. Bir banka üst düzey yöneticisi 2012’de en çok, bazı reel sektör firmalarının borçlarını ödeyemez hale gelmelerinden korktuklarını, bunun ipuçlarını görmeye başladıklarını söyledi.
Bir başka sektör yetkilisi ise bu konudaki sorum üzerine, “zaten reel sektörde tıkanıkların başladığı, yeni yılda bunun görünür hale gelmesinin kaçınılmaz olduğu” yanıtını verdi. Aynı kapsamda özellikle konut ve emlak yatırımları ile ilgili ciddi uyarı işaretlerinin görülmeye başladığını ama şimdilik bunların, bilerek, açıkca konuşulmadığını kaydederek, “akıl almaz biçimde, kriz yaşanırken bu yüksek fiyatlarla döviz borçlanan firmalar olduğuna” dikkat çekti.
Yani bankaların reel sektöre, bir başka deyişle kullandırdıkları kredilerin geri dönüşlerine, ilişkin korkuları artmaya başladı. Küresel krizin devamı ya da daha ağır hale gelmesi halinde, bu batıkların bir furya halinde üstlerine gelmesinden, dolayısıyla kendi mali durumlarını da bozmasından endişe etmeye başladılar.
Banka genel müdürleri gündemlerindeki bu sıkıntıların ne kadarını, hangi üslupla Babacan ve ekibine ileteceklerini bilmiyoruz ama bankaların moralinin bozulduğunu, 2012 yılından ciddi biçimde korkmaya başladıklarını söylemek gerek.
PPK TOPLANTISINDAN BEKLENTİLER
Cuma günkü toplantıdan önce, bugün Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı yapılacak. Bugünkü PPK toplantısında alınan karlar olursa, büyük ihtimalle alınan kararların neden ve sonuçları ile bundan sonra hangi şartlarda ne tür tedbirler alınacağı da, banka genel müdürlerine anlatılacaktır.
Bankacıların bugünkü PPK toplantısına ilişkin beklentilerine gelince...
Döviz rezervlerinin düşüşüne bağlı olarak ekonomi yönetiminin rezervi takviye etmenin yollarını araması bekleniyor. Bu kapsamda TL mevduatların döviz cinsi olarak tutulması uygulamasının güçlendirilmesi, bu oranın biraz daha yükseltilmesi, dolayısıyla rezervlerdeki erimenin bu yolla bir miktar telafi edilmeye çalışılacağını tahmin ediyorlar.
Yanısıra, Merkez Bankası’nın Hazine’ye destek olmak amacıyla, 3 aylık repo işlemlerine başlama kararı vermesi bekleniyor. Yani açık piyasa işlemleri kanalıyla Merkez Bankası bankalara 3 aylık likidite vermeye başlayabilir. Bu paranın Hazine’nin borçlanmasını kolaylaştırması amaçlandığı için verilmesi bekleniyor. Hazine’nin özellikle yılın ilk 3 ayında yüklü içborç geri ödemeleri bulunduğu, bu sürede yeniden borçlanma konusunda sıkıntı yaşamasının beklendiğini kaydeden bankacılar, üç aylık APİ işlemleri kanalıyla borçlanmanın kolaylaştırılmasını beklediklerini söylediler.
Günü kurtarmak için alınmaya başlayan kararlar başlamıştı, belli ki hızlanacak...
Yazının Devamını Oku

Enerji fiyatları mali disiplin için tehdit

20 Aralık 2011
2012 yılı ekonomik tahminleri yapılırken, hesapların genellikle mali disiplinin korunacağı varsayımıyla yapıldığını görüyoruz. Bütçe disiplini için, çok aşırı harcama olmadığı takdirde, mevcut konumun korunacağı rahatlıkla söylenilebilir. Özellikle bu yıl beklentilerin üzerinde gelen büyümenin getireceği gelir etkisi, 2012 yılı bütçesini kurtarabilir. Tabi ki hesapta olmayan gelir aksaklıkları ya da harcama artışı olmazsa.
Bütçe dengesi tamam, ama toplam kamunun mali dengesinin korunması, disiplinin sürdürülmesi konusunda, hesapta olmayan etkilerin gündeme gelebileceğine dikkat çekmek gerekiyor. Özellikle KİT dengesine dikkat etmek gerekiyor.
KİT dengesi dediğimizde ilk akla gelen, doğal olarak enerji KİT’leri oluyor. Herkes biliyor ki; yapılmayan zorunlu zamların getirdiği ciddi bir yük söz konusu. Ekonomi bürokratları uzun zamandır aksayan zamlar nedeniyle, dengenin şaştığını, bir türlü normal seviyelere gelinemediğini söylüyorlar. Örneğin; 2012 yılının ilk 3 ayı içinde doğalgaz ve elektrik fiyatlarına yapılması gereken zam miktarı, şimdiden yüzde 30’u bulmuş durumda. Bu zam, hem de ilk 3 ayda, yapılmadığı takdirde bütçe ve toplam kamu dengesi için yapılan hesaplar şaşacak. Bu takdirde zaten yüksek belirlenen BOTAŞ zararı başta olmak üzere enerji KİT’lerin zararı, toplam kamu dengesini etkileyecek boyutlara ulaşabilir.
Cari açıktan sonra enflasyon konusunda da umutlar azaldı ve yeni yıla çift haneyle giriyoruz. İşte bu nedenle yapılması gereken doğalgaz ve elektrik zamları ekonomi yönetiminde ciddi endişe oluşturmaya başladı. Enerji yetkililerine “bu zam gerekiyor ama yapılacak mı?” diye sorduğumuzda aldığımız yanıt, “Sanmıyoruz, Başbakan izin vermez” oluyor.
Eğer enflasyon korkusu nedeniyle bu zamlar zamanında yapılmazsa, KİT dengesinin mali disiplini tehdit eder konuma ulaşabileceğine dikkat çekmek gerekiyor. Bu zamlar yapılırsa da enflasyon tüm 2012 yılı boyunca çift hanede kalabilir.
Bu zam gereği, en asgaride saptanmış, hem de mevcut dünya enerji fiyatlarının mevcut seyrinin devamı halinde geçerli. Piyasa uzmanlarının bir süredir “2012’de dünya petrol fiyatları ne olur?” diye sorduğunu, cari açık, enflasyon ve büyüme tahminleri için bu varsayıma büyük ihtiyaç duyduğunu görüyoruz. Dolayısıyla dünya enerji fiyatları arttığı takdirde, yüzde 30 olarak belirlenen zam gereği de çok daha yüksek oranlara çıkacak.
SU SIKINTISI CABASI
Enerji konusunda sıkıştığımız ortada. Bunun asıl nedeni ise  özellikle zam ihtiyacının zamanında yerine getirilememesi, yani alınan yanlış kararlar.
Bu yanlış kararlar sadece mali disiplin için tehdit oluşturmuyor aynı zamanda yabancı sermaye gelişini de olumsuz etkiliyor. Doğrudan yabancı sermaye girişi için en uygun alan enerji. Özelleştirme ve yeni yatırımlar için yabancı sermayenin enerjiye girmesini hep bekliyoruz ama bir türlü istenilen girişi göremiyoruz. Bunun en önemli nedenlerinden biri genel enerji politikasında, özel olarak da enerji fiyatlarında yapılan yanlışlar. Yabancılar siyasi kaygılarla baskı altında tutulan fiyatları görüp, yatıracakları paradan zarar edebileceklerini, bir sistem kurulmadığı takdirde yatırımın akılcı olmayacağını düşünüyorlar. Bu kapsamda tümüyle regülasyon kurumlarının, özelde de Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK)nun siyasi iktidara bağımlı çalışması, başta yabancılar olmak üzere yatırımcıları ürkütüyor. Yanısıra gelmek isteyen yabancı kuruluşlara, iktidara yakın belli yatırımcıların ortaklık için adres gösterilmesi de, bir başka ciddi endişe kaynağını oluşturuyor.
Yabancı sermayenin gelmemesi,vergi dışı gelir planını, yani bütçeyi de olumsuz etkileyecek.
Bu arada enerji fiyatlarındaki kötü yönetimin getirdiği bir başka sonuç ise su sıkıntısı olacak.. Bilindiği gibi barajlarda su seviyesi çok düştü ve ileride ciddi su sıkıntılarından söz ediliyor. Bunun nedenlerinden biri, gerekli zam yapılmadığı için, elektrik maliyetini düşürmek için ucuz maliyetli hidroelektrik santrallerine fazla ağırlık verilmesi. Yani zam yapmamak için su kullanılarak elektrik üretimine ağırlık verildiği için, kullanılacak su seviyesi de azalıyor.
Yazının Devamını Oku

Piyasalar klasik yıl sonu hareketleri yaşar

19 Aralık 2011
KÜRESEL piyasalar, noel tatili öncesi, işlemler açısından yılın en son haftasını yaşayacak. Bir başka deyişle yılsonu bilançoları öncesi piyasaların aktif işlem yapacağı son haftaya giriyoruz. Bu nedenle de piyasaların genelde iyimser bir havada olmasını bekleyebiliriz.
Küresel piyasalarda aslında olumlu sayılabilecek bir gelişmeye rastlamıyoruz. Aksine, Avrupa’daki sıkıntıların devam edeceği, rating kuruluşlarının ABD ve Avrupalı bankalar ile bazı Avrupa ülkelerinde not indirimlerine devam ettiği bir haftayı geri bıraktık.
Önümüzdeki haftanın da yine bu tür haberlerin etkisinde geçme ihtimali yüksek. Buna rağmen önümüzdeki hafta piyasaların iyimser olup, toparlanmak için her türlü fırsatı kullanması bekleniyor. Yılsonu bilançosu için düşünülen son atakların, artık klasik olduğu biçimiyle, önümüzdeki hafta yaşanması kaçınılmaz. Piyasa oyuncuları bilançolar için son kozlarını bu hafta kullanacaklar ve genel olarak yaşanacak olumlu hava herkesin işine gelecek.
Geçen hafta küresel bankacılık sistemine ilişkin not indirimleri, ileriye dönük olarak da moralleri bozdu ama belki de başlayan yılsonu etkisiyle, piyasalarda bu indirimler o kadar keskin biçimde satın alınmadı. Bu hafta da aynı eğilimi görme ihtimalimiz yüksek.
Fitch geçen hafta, aralarında Fransız Credit Agricole, Hollandalı Rabobank, ABD’li Goldman Sachs, Bank of America’nın da bulunduğu, küresel bankacılık sisteminin en büyüklerinin kredi notlarını aşağı doğru revize etti. S and P’de Avrupa borç krizine ilişkin kaygılarla 10 İspanyol bankasının kredi notunu indirdi.
İçeride ise küresel ekonomiye kıyasla işler biraz daha iyiydi, genelde olumlu karşılanan veriler yayımlandı ama iç piyasalar da ağır küresel etki altında hareket etti. Üçüncü çeyrek büyüme verisi yüksek gelirken, bu veri piyasalarda hem Merkez Bankası’nın politikalarının sıkılaşması gereği nedeniyle tedirgin karşılandı, hem de büyüme performansı açısından sevindirdi. Yine ödemeler dengesi verilerini de hem olumlu hem olumsuz yönden değerlendirmek mümkündü. Hız kesmediği anlaşılan büyümeye bağlı olarak işsizlik oranları azalırken, bütçe rakamları da genelde olumlu algılandı.
Önümüzdeki hafta iç piyasalarda da, küresel piyasalardaki bilanço kaygısına paralel olarak, olumlu bir havanın esmesi beklenebilir. Önümüzdeki hafta Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu (PPK) yılın son toplantısını yapacak ama geçen ayki toplantıya kıyasla yeni bir karar ya da söylem değişikliği beklenmiyor. O nedenle içeride bilançolar nedeniyle kurların biraz düştüğü, faizlerin yumuşadığı, hisse senedi fiyatlarında küçük artışların görüldüğü bir hafta yaşayabiliriz. Unutmayalım ki; piyasa oyuncuları, sorumlu oldukları bilançolarda daha fazla kar yazmak isteyecekler ve bunun için ellerinden geleni yapacaklar.
ASIL TREND OCAK’TA BAŞLAR
Yılsonu bilançolarının ardından, küresel ve yerel ekonomi için asıl yeni trendin, piyasaların alacağı şeklin Ocak ayı içinde çizilmeye başlanması, Şubat en geç Mart’ta belirginleşmesi bekleniyor. Avrupa liderler Zirvesi’nin Şubat ayı başında yapılacak olması, noel tatili sonrası Avrupalı liderlerin yoğun mesai yapmaları gerektiği açık. Piyasalara güven verecek çözümler hala bulunamadı ve belli ki biraz daha zaman alacak. Bu arada ABD’de ekonominin büyümeye başlaması için Avrupa krizinin artık çözülmesi gerektiğini unutmayalım.
Bizde ise 2012’nin zor bir yıl olacağı artık kesin. Elbette küresel gelişmeler bizi asıl etkileyen unsur olacak ama içeride yeni yılla birlikte iyice artacak enflasyon eğiliminin, faizler üzerinde baskı yaratması kaçınılmaz. Artı olarak Hazine’nin ilk 3 ay içinde yaklaşık 50 milyar TL’lik geri ödeme yapacak olması da piyasaları faiz seyri açısından şimdiden düşündürmeye başladı.
İçerideki nispeten istikrarlı gidişatı ayakta tutan bütçe disiplinin ne olacağı ve küresel petrol fiyatlarının seyri, iç piyasa oyuncularını, 2012 için en çok düşündüren unsurlar. Faiz ve kur bütçede düşük alındı, özelleştirme tehlikede, buna karşılık yüksek büyüme rakamları gelirleri artıracak, dolayısıyla bütçe disiplini korunacak mı, herkes merakla gelişmeleri izleyecek.
Umarım çevremizdeki siyasi gelişmeler, zaten kırılganlaşan ekonomiyi olumsuz etkilemez.
Yazının Devamını Oku

2012 için uyarılar artmaya başladı

15 Aralık 2011
SON açıklanan büyüme verisine sevinemediğimizi, bu kadar yüksek büyümenin, başka bir deyişle büyümenin frenlenememesinin ileride başımıza iş açacağını defalarca yazdım. Yüksek büyümeyi övenlerin bile, son dönemde bu rakamdan ürktüklerine şahit oluyoruz. Artık bu kadar yüksek büyümenin 2012’de eksi büyümeleri getireceğini herkes konuşmaya başladı. Artık ekonominin inişe geçeceği açık; yeni tartışma konusu ise; inişin ne kadar sert olacağı... Sadece yurt içinden değil, yurt dışından ciddi uyarılar gelmeye, daha doğrusu gelen uyarılar artmaya, uyarı dozları yükselmeye başladı. Son olarak Financial Times gazetesinde bu kadar yüksek büyümeye karşılık Türkiye ekonomisindeki inişin sert olabileceği yorumu yapıldı.

Ekonomi gerileme başladığında, bununla birlikte uyarılar daha sert gelecek. O zaman da bazı yorumcuların “Bakın bize komplo kuruldu, yabancılar bizim büyümemizi sindiremedi şimdi bizi mahvetmeye çalışıyorlar” diyeceklerini, şimdiden görebiliyorum. Bu kadar dışa bağımlı bir ekonomide, hata yaptığı için yöneticilerimiz suçlu olmaz da, yanlış kararlara dışarıdan tepki gelince, onlar suçlu ilan edilir. Hep böyle olmuştu; şimdi bu eğilim daha da güçlü…
Onun için diyorum ki; siz dışa açık bir ekonomide, bu kadar cari açık verirken; yani yabancı kararlarına bağlı iken bu kadar hata yaparsanız sert iniş, istikrarın kaybolması kaçınılmaz olur. O nedenle gereken kararları zamanında almayanlardır, asıl suçlu olan, unutmayalım...

Bir Bakan “Bu yıl Türkiye’nin ihracatının tarihin en yüksek noktasına ulaşacağını” söylemiş. Doğru da... İyi de ihracat tarihin en yüksek noktasına ulaşırken, ithalatın da tarihin en yüksek noktasına ulaştığını niye söylemiyoruz? Cari açık rakamının yani döviz dengesinin tarihin en yüksek açığını verdiğini niye söylemiyoruz? Çünkü bunları eklemeyince, sanki bu ülke ihracatını iç üretimle yapmış, büyümesini sanki içeriden sağlamış gibi gözüküyor. Halbuki ihracat artınca, ithalat misliyle katlanarak artıyor. Yani ihracattaki yerli katma değer oranı düşük. İç talebi de kısmayınca yüksek büyüme rakamlarına ulaşıyorsunuz ama cari açığınız artıyor: yani sürekli sıkak paraya dayalı bir büyüme politikası güdüyorsunuz. Dışarıdan giriş yeni finansman azaldığında bu kadar büyümeye ulaşamayacağımız sanki bilinmiyor. İşte bu nedenle şimdi 2012’de inişin ne kadar sert olacağını konuşmaya başladık.

Kısacası; sert iniş yaşanırsa sorumlusu yabancılar değil, bizim yöneticilerimiz olacak...

BDDK İŞ BANKASI OLAYINDA SESSİZ...

Türkiye’nin bu kadar yüksek büyümesinde, cari açığa rağmen bu işin rayından çıkmamasında en önemli unsurlardan biri de, 2001’de yaratılan yeni bankacılık sisteminin sağlıklı yapısı.

Son günlerde, sanki küresel ekonomideki sıkıntılar, gelen kaçınılmaz inişler yokmuş gibi, ekonominin dayandığı sağlam temel olan bankacılık sektörü de yıpratılmaya başlandı. Hem de iktidar partisi tarafından. Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin demeçlerine bakın, yeter.
İş Bankası’na karşı, CHP hisseleri bahane edilerek, bir kampanya başlatıldı. Genel Müdür Adnan Bali dayanamadı, “Banka bu ülkenin malı herkes gözü gibi bakmalı” açıklaması yaptı.

Siyasi olaylar yanında ekonomiye ilişkin bu tür operasyonlar yaparsanız, hele hele bankalara dönük yaptığınızda, moda deyimle “iktidar kendi sandalyesine tekme atmış” olmuyor mu?

İşte bu tür, belki nemaya dayalı siyasi kılıflı operasyonları önlemek için, bankalara karşı yayın ve demeçlere ağır yasal sınırlamalar getirildi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’na (BDDK) bankalara karşı isimle, demeç ve yayınları önlemek için ciddi yetkiler tanındı...

Biz yıllardır, bazen gerektiği halde, bankacılık yazarken isim vermekten özellikle kaçınırız, BDDK tepkisinden korkarız. Ancak İş Bankası aleyhine verilen demeçler için BDDK’nın bir şey yaptığını görmedik. Niye acaba? Siyasi yakınlığı kesin olmayan bir gazetede aynı yazılar çıksaydı, muhalefet bu tür demeçler verseydi, acaba BDDK bu kadar sessiz kalır mıydı?

Bankacılık sektörü için olumlu kararlara imza atan bir yönetici, hele ki 3 ay sonra yeniden seçilmeyeceği belli iken, aynen son banka izninde, Rekabet Kurumu’nun bankalara haksız yüklenmesinde olduğu gibi, bu tür yayınlara ses çıkarmamakla acaba neyi amaçlıyor olabilir?

En büyük sermayenin, siyasi yandaşlık değil “dürüst, ilkeli  bir isim” olduğunu görmüyor mu?
Yazının Devamını Oku

Bu kadar yüksek büyümeye keşke sevinebilsek

13 Aralık 2011
DÜN açıklanan yılın üçüncü çeyreğine ilişkin büyüme verileri, yine piyasaların beklediğinden yüksek geldi. Milli gelir, teknik deyimiyle Gayri safi yurt içi hasıla (GSYH) bu yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 8.2 oranında büyüdü. Piyasalar büyüme oranını yüzde 7 tahmin ediyordu.

Piyasaların tahminlerinde en önemli dayanakları otoritelerin ekonomik gidişata ilişkin kamuoyuna ve kendilerine verdikleri mesajlardı. Özellikle Merkez Bankası’nın ekonominin yavaşladığına ilişkin açıklamaları, piyasaların da büyüme tahminlerini düşürmüştü.

Merkez Bankası bu analizlere göre para ve kur politikasını belirlediği için, alınan kararların doğruluğu da, dün çıkan büyüme verileriyle birlikte iyice güvenilmez oldu. Çünkü piyasa oyuncuları ve özel sektör, “onlardaki veri bizde yok, o nedenle sağlıklı analiz yapıyorlardır” diyerek Merkez Bankası’na güveniyorlardı. Dün açıklanan veriler ise Merkez Bankası’nın analizlerinin doğru olmadığını ortaya koydu. Analiz şunun için önemli ki; Merkez Bankası ekonomik dengeleri sürdürmek, istikrarı koruyabilmek için aldığı kararları bu analizlere dayandırıyor. Yani analiz doğru olmadığı için alınan kararların işlemediği de artık çok açık.
İşte bu nedenle piyasalar bu kadar yüksek büyüme rakamlarına sevinmekte ciddi tereddüt ediyorlar. Tereddüt etmekte de haklılar çünkü alınan kararlar yanlış analizlere dayandığına  göre bundan sonra istikrarsızlık gelmesi kaçınılmaz olabilir.

Dün açıklanan 3. çeyrek büyüme rakamlarına baktığınız zaman, piyasaların sevindiği tek unsurun “dış talebe bağlı büyüme” olduğunu söyleyebiliriz. Daha önceki aylarda dış talebin yani ihracatın büyümeye katkısı negatife dönmüştü ve son aylarda büyüme rakamları büyük ölçüde içtalebe bağlı olarak sağlanıyordu. Ekim ayına baktığınızda ise dış talebin büyümeye katkısının yeniden arttığı iç talepteki artışın duraklamaya başladığı görülüyor.

Bunun nedeni ise açık; artan kurlar nedeniyle görece rekabet gücü kazanan Türk mallarına olan talep artmış durumda. Bu nedenle üçüncü çeyrekte ihracatın büyümeye katkısı artmış oldu. Kurlardaki artışın diğer ekonomik dengelerde yarattığı tahribatı da göz önüne alırsak, büyümeye dış talebin katkısını da, ileriye dönük olarak sorgulamak gerekiyor.

İLK ÇEYREKTE KÜÇÜLME BAŞLAYABİLİR


Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, dün yüksek büyüme rakamlarına ilişkin bir açıklama yaptı ve dünyanın ikinci yüksek büyüme rakamını uyguladıkları başarılı politikalara bağladı.

Dün açıklanan Ekim ayı ödemeler dengesi rakamlarına göre ise cari açıktaki artış hız kesmeye başladı. Bazı piyasa oyuncuları dünkü rakamlar üzerine “en kötüsü geride kaldı” diyorlar ama bence bunu söylemek için henüz erken, yılsonuna kadar beklemek gerekiyor.

Ekim ayı ödemeler dengesinin bize gösterdiği başka bir gelişme ise ekonominin, istenilen kadar olmasa da, son çeyrekte hız kesmeye başladığı. Buradan yola çıkarak 2012 yılının başından itibaren büyüme oranlarının artık geride kalacağı da söylenebilir. Hatta yeni yılın ilk çeyreğinde artık küçülme rakamları görmeye başlayabiliriz. 2011 yılının ilk çeyreğinde; düzeltilen verilerle birlikte, ekonomi yüzde 12 oranında büyümüştü. 2012 yılının ilk çeyreğinde yaşanacak büyümeyi, 2011 yılının ilk çeyreğindeki bu yüzde 12’lik büyüme rakamıyla kıyaslayacağımıza göre, önümüzdeki yılın ilk çeyreğinde ekonominin küçüldüğünü görürsek şaşırmayalım diye söylüyorum.

Başbakan Yardımcısı Babacan, 2012 yılının ilk çeyrek büyüme rakamı açıklandığında ne diyecek bilmiyorum ama o zaman da “aldıkları tedbirlerle istikrarı sağlamak için ne kadar iyi bir iş yaptıklarını” anlatacaktır, herhalde.

Unutmayalım ki; bu kadar yüksek büyüme rakamları, Türkiye’nin sorunsuz, istikrarlı büyüme potansiyelini göstermiyor. Bir başka deyişle bu yıl ne kadar yüksek büyüme rakamlarına ulaşırsak, gelecek yılki küçülme rakamları da o kadar sert olacaktır. Önemli olan bu yüksek büyüme rakamlarına ekonomide sıkıntı yaratmadan, yani kendi potansiyeli ile ulaşmak. Hep dediğimiz de istikrarlı yüksek büyümeyi sağlayacak altyapıyı oluşturmak, yapısal tedbirleri almak gerekiyor.

Başarılı ekonomi politikası ancak böyle olur.
Yazının Devamını Oku

Belirsizliği körükleyerek resesyon önlenemez

12 Aralık 2011
EKONOMİ yönetiminin bir süredir yapmak istediği belli; ekonomide yumuşak iniş sağlayarak, bu küresel olumsuzluk içinde aşırı büyümeyi frenleyip, kaçınılmaz küçülmeyi önlemek... Amaçta bir sorun yok. Sorun alınan tedbirlerin ve yönetimin bakış açısının bu amaca uygun olmaması. Ekonomi yönetimi siyasi kaygılarla ne kadar hareket ediyor, Başbakana doğruları söylemiyor mu yoksa korktukları için mi gereken kararları alamıyorlar, detaylarını bilemeyiz.
Sebebi ne olursa olsun, bu amaca dönük karar alamadıkları, yanlış karar aldıkları ise açık..
Alınan yanlış kararları, bir süre sanki “dünyanın en iyi kararları” gibi göstermeyi başardılar, kamuoyunda bu kararların sağlıklı tartışılmasını engellediler, korkuttukları “sadece yarını”  gören banka yöneticileri ve analistlerine bu kararlar lehine demeçler verdirttiler, hatta yandaşları kanalıyla, kendilerini “ekonomi dünyasının guruları”  ilan ettirdiler...
Ancak mızrak çuvala sığmıyor, alınan kararların yanlışlığı artık açıkça ortada...
Sadece, bu yanlışı gördükleri için “kurumlarına iş verdirtmeme” mesajı verilen, dolayısıyla kendi işlerini kaybetmekten korkan, ya da eleştirel rapor yazdıkları için özel hayatlarının muhafazakar gazetelerde ifşa edildiğini gören birkaç yabancı uzman objektif bir şeyler yazmaya çalıştı, daha sonra da vaçgeçirildiler. Ama süreç işledi; şimdi açıkça söylemeseler de, yerli analistler de bankacılar da, alınan kararların ne kadar yanlış olduğunu kendi aralarında konuşur oldular. Eleştirel yazılara “Siz eskide kaldınız, artık yeni ekonomik parametreler  var ve siz bunları anlamıyorsunuz” tepkisi veren, böylece kendi “günlük çıkarları” için temel ekonomik kuralların değişebileceğini sanan bankacıları, son günlerde bir dinleyin... Ekonomi yönetiminin aldığı yanlış kararların artık listesini yapıyorlar...
Merkez Bankası Başkanı’nın “Türk icadı” diye övündüğü “faiz koridoru”na bile sıcak bakan, “Nasıl olsa bu kılıf altında bizi fonlamaya devam ederler” diyen bankacılar, şimdi temel parasal politikanın faiz olduğunu, Merkez Bankası’nın Hükümetten korktuğu için faizi artırmayıp, böyle bir şey uydurarak günü kurtarmaya çalıştığını ama olmadığını söylüyorlar. Alınan kararların sonuç vermediğini, kaç aydır yumuşak iniş gerçekleşiyor dendiğini ama bir türlü bunun olamadığını, bundan sonrasının da şüpheli olduğunu, şimdi görüyorlar.
İNCE AYAR GÜVEN GEREKTİRİR
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan bütçe görüşmeleri sırasında cari açığın yükselmesi, enflasyonun hedefin üzerinde olmasının konjonktürel ve yapısal sebepleri olduğunu belirterek, “Dikkat etmemiz gereken konu bir yandan cari açığın kontrol altında tutulması,
öte yandan da Türkiye’nin
bir resesyon dönemine girmesini engellemek” demiş...
Zaten herkesin istediği o; kimse çok yüksek büyüme rakamları beklemiyor ama ekonomik gerilemenin de önlenmesini bekliyor. Zaten asıl olan da bu süreci yönetmek...
Babacan aynı konuşmada enflasyondaki artışta gıda fiyatlarının yanı sıra kurlardaki yükselişin etkili olduğunu kaydetmiş. İyi de, hiç ilgisiz zamanda kurların yukarı
çıkması için kendilerinin demeç verdiğini, bir ileri bir geri sürekli politika ve söylem değiştirildiğini, sonuçta yanlış yönetimle TL’nin bu kadar yüksek değer kaybettiğini kimse
görmüyor mu?
Babacan, kamu maliyesinde sıkı duruşun devam edeceğini söylemiş. Bence en kritik nokta bu; 2012’de bütçe disiplini, mali disiplin de giderse, ekonominin tutunacağı bir şey kalmaz.
Bankacılar daha 2011 ortasında söylendiği zaman, Babacan’la birlikte, “yok artık” dedikleri cari açığın milli gelire oranının kritik düzey olan yüzde 10’u geçeceğini, üstüne enflasyonun çift haneye çıktığını ve en az 6 ay buradan geri düşmeyeceğini artık görüyorlar. İşte bu nedenle bütçe disiplini konusunda söylenenlere de, artık biraz kaygıyla yaklaşıyorlar...
Babacan ve Merkez Bankası Başkanı “bilerek belirsizlik yarattıklarını”, Türk icadı faiz koridorunu bunun için uyguladıklarını övünerek söylüyorlar. Dediğim şu ki; bilerek yaratılan belirsizlikle, “resesyona girmeden makul büyüme”yi getirecek ince ayar kesinlikle yapılamaz. Resesyon da ancak; kredibilitesi olan, sözüne güvenilen, belirsizlik yerine piyasanın önünü görmesini sağlayan, ne yaptığını bilen Bakanlar ve bürokratlarla önlenebilir.
Yazının Devamını Oku