8 Aralık 2011
ÖNCEKİ gün piyasa uzmanları ile biraraya gelen Merkez Bankası yönetiminin, ekonomik gidişattan memnun olduğu gözleniyor. Hatta enflasyonun yıl sonunda çift haneye çıkmasından bile memnun olduğu söyleniyor. Önceki günkü toplantıda Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, ekonomide yumuşak iniş gerçekleştiğini, gelişmelerden memnun olduklarını söylemiş. Merkez Bankası’nın son enflasyon raporunun üzerinden henüz bir ay geçmişken, enflasyonun nasıl tahminlerden bu kadar şaştığının sorulması üzerine, merkez bankacılar, klasik hale gelen “gıda fiyatları” savunmasını getirmiş. Başkan Başçı da, “Bu yılki enflasyonun yüksek çıkması iyidir, baz etkisi nedeniyle, gelecek yılki enflasyonda düşüş sağlamış oluruz” demiş. Bir piyasa uzmanı, “Bir Merkez Bankası Başkanı bunu söyleyebilir mi?” diye soruyor. Dediği gerçek olsa bile Kurum görüşü olarak belirtmesinin korkutuculuğunun da altını çiziyor.
Merkez Bankası Başkanı Başçı’nın söylediklerinden çıkarılan sonuçlardan biri de Mayıs ayına kadar enflasyonun yükselmeye devam edeceği, bundan sonra düşüş beklendiği doğrultusunda. Peki, piyasa uzmanları Mayıs’tan sonraki düşüşe inanıyorlar mı derseniz, bizim konuştuklarımız, böyle olabileceğini belirtiyorlar ama Merkez Bankası yönetiminin söylediklerinin gerçekleşeceği konusunda artık bir inançlarının bulunmadığını da söylemeden edemiyorlar. Arkasından da ekliyorlar; Merkez Bankası’nın politika ve araç kullanımında, söylemlerinde hala sürekli bir değişiklik var ve bu nedenle ne yapacağını kestirmek çok zor. Zaten toplantının soru-cevap bölümünde Merkez Bankası’nın her seferinde ayrı bir söylem geliştirdiği hatırlatılıp, “bu toplantının söyleminin ne olduğu” sorulmuş. Toplantıya katılanlar Başçı’nın her toplantıda yeni bir söylem geliştirildiği yorumuna karşı çıkmadığının altını çizerek, bu toplantının ana mesajının kredi büyüme hızının kontrol altına alınması olduğunu söylediğini kaydediyorlar. Mevcut kredi hacmi seviyesinden memnun olduklarını, böyle devam etmesini istediklerini de söylemiş.
Hatırlıyorum da; Merkez Bankası önce kredi hacmi artışı için bir rakam söylemiş, sonra değiştirmiş, bir ara “döviz karşılığı hesaplarım” diyerek sınırı yumuşatmıştı. “Hangi söylediğinize uyum sağlandı?” diye uzmanlar soramamışlardır herhalde?
DÖVİZ SATIŞI YERİNE LİKİDİTEYİ KISACAK
Merkez Bankası iktisatçılarının TL’nin değer kaybının makul olduğunu belirtip, fazla değer kaybetmiş ülke paralarıyla karşılaştırma yapması da, piyasa uzmanlarının ve analistlerin dikkatini çekmiş. Her gün bu tablolarla uğraşan analistler, özenle seçilerek verildiği belli olan ülke karşılaştırmalarını gülerek anlatıyorlar.
Kasım ayında çok iyi geçmeyen Hazine ihalelerinde Merkez Bankası politikalarının rolü ile ilgili bir soruya Başçı, belirsizliğin bu sonucu yarattığını ve Merkez Bankası olarak, faiz koridorunun üst kısmını daha fazla artırmayacaklarını belirterek bu belirsizliği azalttıklarını söylemiş. İhtiyaç durumunda likiditeyi daha fazla sıkılaştırarak, faizleri yükseltebileceğini da söylemiş ama piyasa uzmanları, artık Merkez Bankası yönetiminin çok çok fazla sıkışmadığı takdirde, faizlerde artışa gitmesini pek beklemiyorlar.
Parite ile ilgili bir soruya ise Başkan, parite ne olursa olsun volatilitesi düşük ve daha değerli bir TL’nin kendileri tarafından tercih edileceğini; bu yüzden de enstrüman değişikliğinin tercih edildiğini yanıtını vermiş. Konuşmasının başında asıl odaklandıkları unsurun kredi hacmi olduğunu söylemesi, ardından sorular üzerine dolaylı da olsa kurlara da baktıklarını söylemesi, toplantıdaki uzmanların kafasını karıştıran unsurlardan, sadece biri olmuş.
Bu arada ‘kurların çok yükselmesi halinde döviz satışlarının değil, likidite sıkılaştırmasının daha iyi bir seçenek olduğunu’ söylemesi de, artık döviz rezervleri konusunda tedirginlik duyulduğunun mesajı olarak algılanmış.
Yani Merkez Bankası yönetimi, büyüyen sorunlarla baş etme konusunda pek güven vermiyor.
Yazının Devamını Oku 
6 Aralık 2011
KASIM ayı enflasyon rakamları beklenenden de kötü geldi. Piyasa beklentisinin ortalaması yüzde 1.2 idi ama gelen rakam 1.7’yi bulunca, yıllık enflasyon da yüzde 9.5’e çıktı. Özetle; Aralık ayı rakamıyla birlikte, artık “Türkiye’de çift haneli enflasyon”a geri dönülecek.
“Ha yüzde 9 olmuş, ha yüzde 10 ne farkeder?” denilebilir, haklılık payı vardır ama çift hanenin psikolojik olarak enflasyon beklentilerinin daha da yukarı çıkmasına neden olması bekleniyor. Zaten Merkez Bankası yönetimine ilişkin olarak enflasyonla mücadele konusunda ciddi endişeler oluşmuşken, çift haneye ulaşılması enflasyonist beklentileri azdıracaktır.
Çift haneli enflasyonun bir başka sonucu da, risk algısını yükseltecek olması. Dışarıdan gelen raporlarda yüksek cari açığın zaten ciddi risk unsuru olduğuna dikkat çekilirken enflasyonun da yeniden kontrolden çıkmasının bu raporlara yansıyan risk algısını artıracağı kesin gibi.
Siz yabancı yatırımcıların yerine kendinizi koyun; elinizdeki parayı, zaten cari açık problemi yaşayan, bunun üzerine enflasyonu da kontrolden çıkmış görüntüsü veren bir ülkeye yatırır mısınız? Elbette alternatifi yoksa, risk primi dolayısıyla getirisi fazlaysa, yine de yatırabilirsiniz, Ancak ekonomisi daha güçlü benzer ülkeler varsa, ya da konjonktürel olarak sıkıntıya girmiş ama ciddi paket açıklayan gelişmiş ülkeler varsa ve bunlar da benzer getiriyi sağlıyorsa, yatırmanız mümkün mü?
Yaşadığınız yüksek büyümeyi başkasının parasıyla sağladığınız için, sıcak para girişi yavaşladığında kurlarınız yükselmeye başladı. Kurlarınız yükselince de, bunun enflasyona katkısı büyük oldu. Bunu gördüğünüz halde, faiz gibi asıl parasal araçları da, politik nedenlerle kullanmadığınız için, kurları, dolayısıyla enflasyonu kontrolden kaçırdınız.
Yani kötü bir ekonomi yönetimi sergilediniz ve işler bu noktaya geldi.
Bundan sonra yapılacaklar belli; içtalebi ciddi biçimde kısacaksınız, büyümeyi iyice yavaşlatacaksınız, dolayısıyla yabancı para ihtiyacınızı da azaltıp, bir yandan cari açığı küçültecek, diğer yandan enflasyonu dizginleyeceksiniz.
Bunları yapmak yerine, yine Başbakandan korkarak, büyüme oranını yüzde 4’ün altına düşürmeyeceğim derseniz, harcamaları kısmazsanız, faiz gibi asıl parasal araçları kullanmaktan kaçarsanız, mevcut dengenin bozulduğuna şahit olursunuz.
GERÇEKTEN GÜÇLÜ OLMAK BAŞKA
Dünkü yazımda bir yandan enflasyonun çift haneye yükseleceğinden söz ederken öte yandan da Hükümetin “aşırı güven”ine dikkat çekmiştim. Dünkü gazetelerde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın Girişimcilik Zirvesi’nde yaptığı konuşmada ABD ve AB’yi küçümseyen, kendi ekonomimizin durumunu abartan siyasi söylemine ABD Başkan Yardımcısı’nın verdiği yanıtı görmüşsünüzdür. Babacan’ın bu tavrı üzerine konuşmasını değiştiren ABD Başkan Yardımcısı, “Genç köpekbalıkları çoktur ama o denizde ABD hala dev bir balinadır” demiş. 2000-2001’de yapılan asıl bankacılık reformunu 2004-2006 yıllarında yapılmış gibi gösterip kendi Hükümetine maledip, ekonomiyi ne kadar iyi yönettiklerini anlatmaya çalışan Babacan’a verilen bu yanıt, sözünü ettiğim “aşırı özgüven”e verilen yanıttır.
Ne kadar başka türlü algı yaratmaya çalışsanız da, Türkiye ekonomisi gösterdiğiniz kadar güçlü ve dayanaklı değil. Cari açık raydan çıkmış, üzerine enflasyon kontrolden çıkmış iken, bu algıyı yabancılara vermeniz de mümkün değil. Hep söylüyorum; elimizde kalan tek istikrar çıpası bütçe disiplini. Bu enflasyon rakamından sonra korkup, yüzde 30’lara ihtiyaç duyan enerji zamları yapılmaz, harcamalar aynen sürerse, 2012’de bu çıpa da elimizden kayabilir.
Güçlü ekonomi tüm yönleriyle istikrarı sağlamış, yapısal tedbirlerini tamamlamış, yüksek ve sürdürülebilir büyümeyi sağlıklı olarak sağlamış ekonomidir. Kendinizi güçlü göstermeye çalışarak, aslında güçlü olmanız da mümkün değildir. Siyaseten güçlü olmak, bölgede güç olmak ise “gerçekten güçlü ekonomi” ile olur. Olmadık bir gücü kendinize vehmedip buna göre caka satarsanız, gerçekleri göremeyip kendinizi düzeltmediğiniz gibi, gerçek güçlülerden de böyle yanıtlar alırsınız.
Yazının Devamını Oku 
5 Aralık 2011
TÜRKİYE İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından bugün açıklanacak olan enflasyon rakamlarıyla birlikte, kasım sonunda yıllık enflasyon yüzde 9 civarına çıkacak. Enflasyondaki artışın bulunduğumuz ay içinde de sürmesi beklenirken, şimdi gözler enflasyonun ne zaman yeniden çift haneye çıkacağına çevrilmiş durumda. Geçen hafta açıklanan İstanbul Ticaret Odası (İTO) fiyat gelişmelerine bakarak, piyasalar TÜİK’in tüketici fiyat endeksindeki açıklamasını ortalama yüzde 1.2 olarak tahmin ediyorlar. Tabi ki bunun altında ve üstünde tahmin edenler var ama tahminlerin ortalaması yüzde 1.2. Eğer bu oranda bir TÜFE fiyat artışı kaydedilirse, yıllık oran yüzde 8.9’a çıkmış olacak. Bir başka deyişle Kasım ayı enflasyonu yüzde 1.3 açıklandığı takdirde, yıllık enflasyon tam yüzde 9 olacak. Özetle; enflasyonumuz yüzde 9 civarına yükselmiş bulunuyor.
Merkez Bankası Başkanının yaptığı son açıklamalarda, “yıl sonunda enflasyon, hedeflerin belirgin biçimde üzerinde çıkacak” dediğini görüyoruz. Bu söylemin de etkisiyle piyasada “enflasyonun yeniden çift haneye çıkacağı” beklentisi artmış durumda. Geçen yılın düşük baz etkisi nedeniyle, Aralık ayı sonunda yani 2011 sonunda TÜFE enflasyonunun yüzde 10 oranına, olmasa bile yüzde 9.7-9.8 gibi oranlara çıkması beklenir oldu.
Merkez Bankası ve ekonomi yönetimi, enflasyonun yeniden 2012 yıl başlarında inişe geçmesini bekliyor ve piyasalara “artsa da yeniden hedefler çerçevesine inecek” diyorlar.
İşin ilginç taraflarından biri; enflasyonun yeniden inişe geçeceği süreyi Merkez Bankası yönetimi “yeni yılın ilk ayları” olarak açıklarken, yabancı analistlerden gelen raporların çoğunda yeniden inişe geçeceği süre için “2012 yılının ikinci yarısı” veriliyor. Büyük ihtimalle yerli banka analistleri de bu değerlendirmeyi yapıyor ama açık açık söylemekten çekiniyorlar. Öyle ya; yabancı analistlerden gelen olumsuz gördükleri raporlar için bile aşırı tepki veren, kendi gazetelerinde bu yabancı analistlerin özel hayatına girecek kadar kampanyalar düzenleyen iktidar, yerli banka analisti eleştirel rapor yazsa, neler yapar?
Ekonomi yönetimi ve aynı dili kullanan Merkez Bankası, yabancıların risk algılamaları yükselirken, ortalığı yumuşatmaya çalışıyor ama pek inandırıcı olamıyorlar. Örneğin cari açığın azalmaya başladığını, enflasyonun kısa süre sonra yeniden inmeye başlayacağını söyleyen ekonomi yönetimine karşılık, yabancı analistler, cari açığın bir süre daha yüksek kalmaya devam edeceğini, enflasyonun da daha sonra düşeceğini söylüyor.
AŞIRI ÖZGÜVEN
Özetle, dışarıda Türkiye ekonomisi için risk algısı yükseliyor ve son dönemki raporlar açıkca bu algıyı yansıtıyor. Enflasyonda çift hane, bu olumsuz algıyı daha da pekiştirecek. İşin kötüsü bu büyüyen risklerin iyi yönetildiği konusunda yabancılarda ciddi bir endişe belirmiş durumda. Bu ekonomi kadrosunun yönetiminden açıkca kaygı duyuyorlar.
Buna karşılık ekonomi yönetimi, aynen Hükümetin tümünde olduğu gibi “büyük bir özgüven” içinde gözüküyor. “AB’ye kim girmek ister?” diyecek kadar çıtayı yükseltmiş, bu söylemi “İslam ile demokrasinin birlikte olacağını gösterdik” diyerek taçlandırmış durumdalar. Sadece ekonomide değil, siyasette, dış politikada da aşırı özgüven ve hedefler kendini gösteriyor.
Örneğin Suriye’den bu çatışmalı dönemde gelen “Türkiye Osmanlı hayali kuruyor” eleştirisi Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na sorulduğunda, artık “Osmanlı hayalimiz yok” da demiyor. Verdiği yanıt “Suriye de Osmanlıya sahip çıkmalı” olabiliyor.
Özgüven insanlar için de ülkeler için de iyi bir şey, ama altı dolu olursa.
Konjonktürel olarak size ihtiyacı olanlar, ilelebet bu hayallerinize seyirci kalamaz. Sizden istediklerini aldıklarında ya da siz ufak bir itiraz ettiğinizde, eğer ayaklarınız yere sağlam basmıyorsa, bırakın hayalinizi bozmayı, ayaklarınızı bile yerden kesiverirler.
Ayaklarınızı sağlam basmanızın şartı da hem siyasette, hem ekonomide mevcut durumunuz ve zaaflarınız için, dolduruşa gelmeden, objektif ve rasyonel analizlere kulak vermeniz gerekir. Gördüğümüz aşırı özgüven ve buna dayalı tavırlar, beni ilerisi için çok korkutuyor.
Yazının Devamını Oku 
1 Aralık 2011
TÜRK Sanayicilyeri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden İzak Atiyas ve Rekabet Forumu Danışmanı Ozan Bakış’a “Türkiye’de büyümenin kısıtları: Bir önceliklendirme çalışması” isimli bir araştırma yaptırdı. Daha önce Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’a sunulan rapor, önceki gün bir grup gazeteci ve akademisyenle tartışıldı. Amaç belli; Türkiye’nin yüksek büyüme oranlarını sürdürmesi gerekiyor ama mevcut yapı buna izin vermiyor. Türkiye’nin istikrarlı ve cari açık gibi sorun çıkarmayacak bir yüksek büyüme oranını yakalaması için ne yapması gerektiğini artık bulması, buna göre adımlarını atması gerekiyor.
Atiyas’ın sunumu öncesi bir konuşma yapan, toplantıdaki eleştiri ve önerileri bizzat not alarak izleyen TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, Türkiye’nin şimdiye kadar günü kurtarma politikaları ile gittiğini, bugüne gelindiğini ama artık yeni bir vizyona ihtiyacı bulunduğunu söylüyor. Küresel krizin daha uzun süre etkisini sürdüreceğini hatırlatan Boyner, böyle dönemlerin özellikle büyüme açısından mikro önlemlerin alınması için uygun dönemler olduğunu hatırlatıyor. TÜSİAD’ın kendi içinde oluşturduğu Sanayi Politikaları Forumu’nun Başkanlığını yapan Agah Uğur da toplantıya katıldı ve forum olarak, bu araştırmanın yanı sıra yaptıkları çalışmaları özetledi. Uğur, TÜSİAD olarak açıklanan sanayi stratejisini izlediklerini kendilerine göre bu konuda da önceliklendirme çalışmaları yaptıklarını da söyledi.
Atiyas’ın yaptığı araştırma kapsamında ise, büyüme konusundaki uluslar arası literatür ve uygulamalar ile daha önce büyüme için içeride yapılan araştırmaların üzerinden geçilmiş ve Türkiye‘ye özgü büyümenin önündeki kısıtların ortaya çıkarılması amaçlanmış. Bu noktada büyümenin önündeki engeller için hep sözü edilen genel yargı ve bulguların testi de yapılmış. Sonuç olarak “finansal imkanlara erişim” gibi hep sözü edilen sıkıntıların, daha tali sorunlar olduğunun ortaya çıktığını da söylememiz gerekir.
Türkiye’nin yüksek ve sürdürülebilir bir büyüme oranına kavuşması için birçok faktörün bir araya gelmesinin gerektiği ama öncelikli olarak eğitim ve sanayi politikası ihtiyacının ortaya çıktığı görülüyor. Eğitim düzeyi ve kalitesi ile bilişsel becerilerde önemli bir iyileşme ihtiyacının bulunduğu belirtilen raporun sonuç bölümünde Türkiye’de üretim ve ihracatın teknolojik içeriğinde de ciddi bir iyileşme gerektiği kaydediliyor.
HÜKÜMETİN TAVRI
Büyüme konusunda eğitimin önceliği, tabi ki önceki günkü oturumda da tartışıldı. Eğitim düzeyi ve kalitesinin artmasının hem eğitime ayrılan kaynakların artması hem de kaynakların daha verimli kullanılmasını gerektirdiği belirtilen raporda, “Bu çalışmada yapılan değerlendirme, üretimin teknolojik içeriğinin iyileşmesi için de kamusal müdahalenin gerekli olduğunu düşündürmektedir” denildi ve buna genel olarak sanayi politikası denildiği belirtildi. Bence kamunun alacağı rol konusunda daha detaylı tartışmalara ihtiyaç bulunuyor.
TÜSİAD’ın bu çalışması, raporda da yazıldığı gibi, Türkiye’de büyüme dinamiklerini daha iyi anlamak için bazı alanlarda daha ayrıntılı araştırma ve bulgulara ihtiyaç duyulduğunu da gösteriyor. Bu kapsamda çarpık vergi yapısının verimlilik üzerindeki etkileri için, işgücü piyasasındaki katılıkların etkisinin ve hangi eğitim seviyesine yatırım yapılmasının daha önemli olduğunun araştırılması da gerekiyor.
Aynı şekilde başka ülkelere kıyasla büyümede daha az etkili olduğu saptanan Türkiye’deki KOBİ’lerin asıl sıkıntılarının finansmana erişim sıkıntısı mı yoksa modern işletmeler kapsamında yönetim sorunu mu olduğunun da daha iyi araştırılması gerektiği belirtiliyor.
Özetle; işalemi küresel bir sıkıntının uzun süreceği anlaşılan bir ortamda yüksek ve sürdürülebilir büyümenin sağlanabilmesi için yapılacakları konuşuyor, uzun zamandır yapılmayan gerekli yapısal tedbirlerin neler olması gerektiğini saptamaya çalışıyor.
Türkiye için yeni bir vizyon oluşturma ihtiyacı, gerçekten de acilleşti.
Hükümet işalemindeki bu arayışa katılıyor mu, içerideki çatışma ortamını beslemek yerine ortak bir vizyon arayışına girecek mi, onu da yaşayıp göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 
29 Kasım 2011
FITCH ve diğer rating şirketlerinin ülkelere verdikleri puanlar elbette tartışmalı ama Türkiye’nin görünümünü düşürürken yaptığı eleştirilere katılmamak mümkün mü? Cari açık hâlâ sorun değil mi? Avrupa ekonomisindeki sıkıntılar bizi etkilemeyecek mi? Enflasyon artık tehlikeli bir trende girmedi mi? Merkez Bankası yönetimi son dönemde uyguladığı politikaların çelişkili olması nedeniyle, piyasalardaki güvenini kaybetmedi mi?
Ekonomik gidişat hakkında düşündüğünü ve gelişmeleri takip ettiğini söyleyip de Fitch’in bu yöndeki yorumlarına katılmayan ekonomi bürokratı, bankacı, piyasa uzmanı, iktisatçı, ekonomi gazetecisi olabilir mi?
Fitch’in söylemesi de önemli değil, bu gelişmeleri yaşıyoruz; Türkiye ekonomisindeki riskler büyüyor. Kimi bunun sadece küresel ekonomideki sıkıntılardan kaynaklandığını söylüyor, kimi Türkiye üzerinde oynanan siyasi oyunlara bağlıyor, kimisi ise küresel ekonomideki sıkıntıların yanında bu riskli tabloyu içeride alınmayan, alınamayan kararların önemli ölçüde etkilediğini düşünüyor. Gerekçeler farklı olsa da yaşanan gerçekler değişmiyor.
Mevcut durumu objektif tahlil edip, buna göre davranmak zorundayız. Türkiye ekonomisindeki tek çıpa şu anda mali istikrar, daha doğrusu bütçe dengelerindeki sağlıklı seyir. Elbette bankacılıktaki sağlıklı yapı ve borç rasyosu da, özellikle Avrupa ülkeleriyle kıyasladığımızda, elimizi rahatlatan önemli unsurlar. Ancak bütçe disiplini bozulduğu takdirde aşamalı olarak bankacılığın da, borçların da bozulacağı gerçeğini unutmayalım.
Unutmayalım; bizi son 10 yıldır yükselten AB ve IMF çıpası da, küresel ortam da artık yok..
Piyasalar da biriken riskleri çok iyi görüyor ancak mali istikrar nedeniyle panik yapmıyor. Yani, ne yapıp edip mali istikrarın sürdürülmesi hayati önem taşıyor.
Geçenlerde CNN Türk Ankara Temsilcisi Hande Fırat’ın konuğu olan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’le, ayaküstü kısa bir sohbet imkanı buldum. Şimşek’e de bu görüşlerimi aktarıp, “Aman bütçe disiplinine çok dikkat edin, elimizde bir tek o kaldı” deyince, Şimşek’in bu konuda kendinden emin olduğunu gördüm.
2012 için yüzde 4.5’lik büyüme öngörülmesine rağmen piyasaların büyüme beklentisinin daha düşük olduğunu hatırlattığımda ise “Biliyorsunuz Maliye Bakanlığı verilerde ciddi bir ihtiyat payı bırakır. O nedenle büyüme oranı piyasa beklentisi doğrultusunda yüzde 3’e düşse bile, biz bütçede yazılı dengeyi sağlarız” şeklinde konuştu.
ANALİST MEHMET ŞİMŞEK NASIL BİR RAPOR YAZARDI
Bu yanıttan çıkardığım sonuç şu ki, ekonomi yönetimi programda yazılı büyümenin daha düşük bir oranda çıkma ihtimaline hazırlıklı. Ancak belli ki mevcut marjlar yüzde 2,5-3 büyümeyle sınırlı. Dolayısıyla daha düşük, örneğin yüzde 1-2’lik büyüme oranlarına düştüğümüz takdirde mali dengelerde de sıkıntı başlayabilir.
Buna karşılık şunu da söylemek gerekir ki; kimse bu kadar düşük bir büyümeyi beklemiyor. Daha doğrusu, herhalde kimse, “Başbakanın yüzde 3’ün da altında bir büyümeye razı olmayacağı”nı biliyor da, o nedenle rahatlar.
Piyasa uzmanları ile konuştuğumuzda, mali disipline rağmen para politikasında yapılacak hataların yaratacağı sonuçlardan artık korktuklarını da gözlüyorsunuz. Özellikle dışarıda Merkez Bankası’nın aldığı kararların tasvip edilmediğini, hem beceri hem de Hükümete yakınlık nedeniyle Banka yönetiminin yabancılara güven vermediğinin altını çizmek gerekiyor. Bankacılar da bu algının önümüzdeki dönem sıkıntı yaratacağından korkuyorlar.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e kısa sohbetimizde “Bakan değil de,
eski analist Mehmet Şimşek olsa, Merkez Bankası’nın son aylardaki uygulamaları için nasıl rapor yazardı” diye sordum, yanıt alamadım. “Bence zehir zemberek bir rapor çıkardı, eskiden hatırladığım oydu” diye yanıtı kendim verdiğimde ise yine yanıt vermedi, gülümsemekle yetindi.
Ben eminim; yabancı bir kurumun Türkiye analisti olarak tanıdığım Mehmet Şimşek, kesin olarak son para politikası uygulamalarını sıkı biçimde eleştirirdi.
Yazının Devamını Oku 
28 Kasım 2011
FITCH’in Türkiye ile ilgili notunda görünümü değiştirmesi üzerine, bazı bakanlar ve yorumculardan gelen tepkileri görüyorsunuz. En son bir Bakan, “Avrupa’daki sıkıntı nedeniyle sermaye Türkiye’ye akacaktı, Fitch’in bu hareketi sermayenin Türkiye’ye gelişini önlemek için yapıldı” demiş? Daha birkaç ay önce Fitch Türkiye’nin notunu artırdığında ise aynı bakanlar ”Nihayet gerçekleri görmeye başladılar” diye Fitch’i överek sözlerine başlayıp, hâlâ notun düşük olduğunu söylüyorlardı.
Bir başka Bakan ise Fitch’in kararını şirketin ortaklarından olan bir Fransız işadamına bağlamış ve Fransa’nın Türkiye’ye karşı hareketi olarak yorumlamış. Halbuki daha geçen hafta Fransa Dışişleri Bakanı Ankara’da idi ve Davutoğlu ile birlikte, Suriye işi başta olmak üzere, işbirliği mesajları veriyorlardı...
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek gibi isimler ise, Fitch’in bu kararı için yine tepki verdiler ama onların tepkileri o kadar ölçüsüz değildi, “Bunlar hep arkadan gelirler zaten” türü demeçlerdi.
Özetle; önce davranıp not artıran rating kuruluşu Fitch’in, yine herkesten önce davranıp, risklerin büyüdüğüne işaret ederek görünümü değiştirmesi ölçüsüz tepkilere neden oldu. Adamların söylediği şu; cari açık yüksek kalmaya devam ederken enflasyon da ciddi olarak artma eğilimine girdi. Merkez Bankası da enflasyonla mücadele konusunda güven veren işler yapmıyor. Avrupa’daki kötü gidişat da göz önünde tutulduğunda, Türkiye ekonomisindeki risklerin büyüdüğü gözleniyor, o nedenle görünümü değiştiriyorum. Bu sayılan risklerin büyüdüğüne ilişkin kaygılar gerçek değil mi? Tabi ki bakanlar böyle tepki verince, “koşulsuz iktidar destekçileri” de, işi abartıp, Fitch’in bu kararından yola çıkıp, “Türkiye’nin düşmanları ve onların kurdukları komplolar”a dönük senaryolarını çeşitlendirerek yine ortaya attılar.
Fitch dahil rating kuruluşlarının verdikleri puanlar, değiştirdikleri görünümler, ülkeler arasındaki farklılıklar tabi ki tartışmaya açık konular. Hele ki bugünlerde, kimse ratingcilerin verdikleri puanlardan memnun değil. Bu sadece bize özgü de değil. Ancak tartışmanın bilimsel bazda yapılması yerine hamasetle karşılık verilmesi, iyilik değil kötülük getirir.
Burada sayılan gerçekler, bunların riskleri ne kadar değiştirdiğini tartışmak yerine, kategorik olarak bu kuruluşları ”düşman” ilan edip, küfüre varan ölçüsüz tepkiler Hükümete de yarar getirmez aksine zarar verir. Bu gerçekleri zamanında tartışmazsanız, fatura daha da büyür.
IMF’NİN TAHMİNLERİNE NE DENMİŞTİ?
Fitch’in kararına verilen son tepkiler bana geçen temmuz ayında IMF’nin dünya ekonomisiyle birlikte değiştirdiği Türkiye’ye ilişkin tahminlerini yayımlamasına verilen tepkiyi hatırlattı.
9-10 Temmuz G-20 toplantısı sonrası açıklanan yeni IMF raporunda Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme tahminleri 2011 için yüzde 8.7, 2012 için yüzde 2.5 olarak değiştirilmiş, 2011 son çeyrek ile 2012 son çeyrekleri arasında yüzde 0.5 ekonomik gerileme öngörülmüştü. Bununla birlikte cari açığın milli gelire oranı için bu yılki oranın yüzde 10.5’e çıkacağı, 2012’de yüzde 9.8, 2013’de yüzde 9.9 olacağı tahmini yapılmıştı.
İlk kez bu köşede yer alan IMF’nin bu tahminlerine Hükümetten ve yazarlardan gelen tepkileri bir hatırlayın. En kibarı Babacan bile “IMF uzmanları hesap bilmiyor” diye tepki vermişti.
O dönem bu tahminleri bir uyarı olarak almak yerine ölçüsüz tepkiler verdik de, gerçekler değişti mi? Şimdiden cari açığın milli gelire oranı yüzde 10’un üzerine çıkmadı mı? Şimdiki enflasyonun seyrine bir bakın, o dönemki IMF’nin tahminleri aslıda çok iyimser kalmadı mı?
IMF’nin “Önlem alın yoksa, büyüme düşerken bile cari açığınız yüksek kalacak” uyarısı olarak algılamamız gereken tahminlerine karşı küfür ettik de ne oldu, gerçekleri değiştirdik mi?
Tüm bunların üzerine “finansal istikrar” deyip her gün karar değiştirip, asıl önlem olan faiz artırımından kaçınarak, enflasyonda geldiğimiz nokta, bu Fitch bunu görüp görünümü değiştirdiğinde, nerede hata yaptığımızı oturup düşünmek yerine, hâlâ küfürle karşılık veriyorsak, bu ülkeye kötülük etmiş olmuyor muyuz?
Yazının Devamını Oku 
24 Kasım 2011
PARİSTÜRKİYE ait iki heyet, Paris’te iki gündür Expo organizasyonlarını kazanmak için büyük bir mücadele veriyor. 2020 yılında yapılacak World Expo’yu alabilmek için İzmir Heyeti, 2016 yılında yapılacak Botanik Expo’sunu alabilmek için Antalya Heyeti hafta başından bu yana Paris’te kulis yapıyorlar.
İzmir Heyeti pazartesi günü bir resepsiyon verdi ama belediyeye polis baskını ve tutuklamalar olunca Paris’te bulunan Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu salı sabah alelacele İzmir’e döndü. Dün İzmir’in adaylık sunumu Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım tarafından yapılırken kentin Belediye Başkanı Kocaoğlu sunumda yer alamadı. Bakan Yıldırım, Expo için daha başlangıç olduğunu, çalışmaları gerektiğini belirtirken, Kocaoğlu’nun dönüşüne neden olan tutuklamalar için “Münasebetsiz zamanlama” dedi.
Bence Expo İzmir için çok önemli. Kentin kaderini değiştirecek kadar büyük bir organizasyon. Ancak belediyeye ilişkin olarak yürütülen bu operasyonlar bizde olduğu gibi dışarıda da yakından izleniyor ve bence İzmir’in Expo’yu alma şansını azaltıyor. Hükümetin “Yargı işi ne yapalım” dediği bu operasyonların ve zamanlamanın verdiği zarar çok büyük. Tutuklamalar Paris’te bulunan heyetin de moralini bozdu “Niye şimdi” sorusu, herkes tarafından soruluyor.
Antalya heyeti ise, bazı istisnalar dışında, beraberlik içinde, bir bütün olarak çalışıyor. Heyetin başında İzmir Valisi Ahmet Altıparmak var ve Belediye Başkanı Mustafa Akaydın ile uyumlu bir çalışma içinde görüyoruz. Gördüğümüz kadarıyla Antalya özel sektörü birlikte çalışarak Expo çalışmalarına en önemli katkıyı yapmış. Antalya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Çetin Budak, Antalya Ticaret Borsası Başkanı Ali Çandır ve özellikle de Süs Bitkileri ve Mamülleri İhracatçı Birliği Başkanı Osman Bağdatlıoğlu, son dönemde Expo için başlatılıp başarıya ulaşan organizasyonun dinamoları olmuş.
Buna karşılık Antalya’da da bazı istisnalar var. Örneğin Vali Altıparmak, hemen hemen kesinleşmesine rağmen Botanik Expo’sunu kazanmak konusunda salı akşamı basına bilgi verirken, “Kesinleşmeden söylemeyeyim, bayrağı alalım öyle kesin diyelim” şeklinde temkinli bir açıklama yaptı. Ancak bu açıklamadan saatler önce Antalya’nın iktidar partisi milletvekili Sadık Badak “Gururluyuz Türkiye’nin ilk Expo’sunu kazandık” maili attı, sanki bu organizasyonu sadece kendisi ve partisinin kazandırdığını ima eden açıklamalar yaptı. Elbette politika yapılacak ama bunun düzeyi çok önemli. Önümüzdeki süreçte de ancak buna dikkat edilir, birlik ve motivasyon bozulmazsa bu iş başarılabilir...
KENTE KALICI KATKI BEKLENİYOR
Tarım ve Köyişleri Bakan Mehdi Eker, 2016 Expo bayrağını aldıktan sonra basının karşısına geçti ve “şimdi ciddi çalışma zamanı” olduğunu, şehirde herkesin beraber çalışacağını söyledi. 2016 yılında yapılacak bu organizasyon için zamanın uzun gözüktüğünü ama aslında kısa olduğunu belirterek, bir an önce harekete geçmek gerektiğinin altını çizdi. Bu organizasyon nedeniyle Expo organizasyonları için yasa çıkması gerektiğini hatırlatan Bakan, 2012’in ilk aylarında bu yasayı çıkaracaklarını ve planlamanın hemen başlayacağını söyledi. Botanik Expo’su World Expo gibi A sınıfı bir organizasyon ve sağlanan bu başarının, kalıcı olarak Antalya’ya katkı yapması hedefleniyor. Antalya özel sektörü bu organizasyon sayesinde Konya-Antalya hızlı tren projesinin hayata geçmesini, turist sayısını artırmak için Kapadokya-Antalya hızlı hattının devreye sokulmasını, Antalya ile Alanya arasında, Aksu yöresinde yapılacak Expo alanını da kapsayacak biçimde büyük altyapı yatırımlarını bekliyor.
2016 Antalya Botanik Expo’sunun sloganı “Gelecek nesiller için yeşil dünya” konsepti ise “Çocuk ve Çiçek” olarak saptanmış.
Paris’teki Eyfel Kulesi’nin bir Expo organizasyonu için yapılıp, kalıcı hale getirildiğini, herkes örnek veriyor. Şimdi saptanan konsepte de uygun olarak Antalya’ya bu sayede simge olabilecek bir anıt da hazırlanacak. Expo’ların gereği olarak bir tepe, bir gölet, bir anıt ve çok sayıda kalıcı eser bırakılacak.
Antalya-Serik yolu üzerinde Tarım Bakanlığı’na ait 1086 dekar arazi Expo için tahsis edilmiş, genişletme imkanı da var. Dünyanın en büyük tarım müzesinin de bu alan içinde kurulması, 100 ülkenin bu organizasyona katılması planlanıyor.
Antalya turizm ve tarım kenti olarak, kendini büyütecek, çağdaşlaştıracak büyük bir işe resmen soyundu. Ancak başarıya ulaşmak için, rol kapmadan, samimi olarak beraber ve çok çalışmak gerekiyor. Darısı İzmir’in başına...
Yazının Devamını Oku 
22 Kasım 2011
BİR süredir Avrupa’daki ekonomik sorunlar bahane edilerek, Türkiye’nin AB hedefinden uzaklaşması için kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor.
Ekonomik sıkıntıları nedeniyle, AB’nin demokrasi hedeflerinden de uzaklaşma yaşanıyor. Bu durum insanın aklına “Belki de zaten AB hedefi hiç yoktu, içeride bazı statüko değişiklikleri için bu hedef kullanıldı, istenilen elde edilince de şimdi toplum bu hedeften uzaklaştırılmaya mı çalışılıyor” sorusu geliyor.
İktidar partisinin Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Canikli, dünkü Dünya gazetesindeki söyleşisinde aynen şunları söylüyor: “AB’ye girdiğimiz zaman bir takım yetkilerin Brüksel’e devredilmesi söz konusu olacak. Geniş hareket kabiliyetimizi bu yetki devri nedeniyle kaybetme riski oluşuyor. Açık söylemek gerekirse şu an itibariyle AB’nin bize faydasından çok zararı olacağını düşünüyorum.”
Canikli, yaşlı AB’nin Türkiye’nin hızını keseceğini, AB’nin artık tahsis edeceği kaynağın da kalmadığını söylemiş. Bu yetkili sanki daha önce yetkilerin Brüksel’e devredileceğini düşünmemiş herhalde. Türkiye’nin AB hedefinin özellikle demokratik standartların yükseltilmesi amacıyla konduğunu da unutmuş görünüyor. Ya da sorudaki gibi; belki artık amaç hasıl oldu, AB hedefi gerekçesiyle yapılacaklar yapıldı, hedefe de gerek kalmadı...
Canikli’nin de dile getirdiği gibi, AB hedefinden uzaklaşma için ileri sürülen kılıflardan biri de AB’nin ekonomik sıkıntı içinde bulunması.
Geçen gün Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, yurtdışındaki bir anısını anlattı. “Diktatörlükle yönetimden daha yeni kurtulmuş bir Ortadoğu ülkesinin temsilcisinin” Almanya’da Avrupalılara yönelttiği soruyu şöyle aktardı: “Bugün AB’nin temelleri sorgulanır hale geldi. Değerleri ile pek çok ülkenin örnek aldığı Avrupa’nın ve demokratik sistemin iyi olup olmadığı bile sorgulanır hale geldi. Almanya’da katıldığım bir toplantıda Ortadoğu ülkesinden bir temsilci ‘Avrupa’ya bakıyorum fakat şu sonuçlara bak. Ülkemize gidip bunları düşüneceğiz. Demokrasi demek ki iyi sonuçlar vermeyebiliyormuş’ diye konuştu.”
Babacan, buna karşılık Türkiye’nin içinde olacağı Avrupa’nın dünya barışı ve istikrarı için iyi olacağına inandığını da söylüyor. Ancak verdiği örnek çarpıcı, öyle değil mi?..
DEMOKRASİ EKONOMİYİ GÜÇLENDİRİR
Libya’ya, Suriye’ye demokrasi dersleri veren iktidar partisi içinde, ciddi olarak “demokrasinin fazlası ekonomi için zarardır” tartışmaları yapıldığını biliyoruz. Zaten Canikli gibi, milli görüş geleneğinden gelenler, bunu artık açıkca da dile getiriyorlar. Bu tartışmalar yapılırken, Avrupa’dan örneklerle, “kapitalizmin sürdürülmesi için bazen özgürlüklerin sınırlandırılması gerekiyor” argümanları da, tartışmalarda yer tutuyor.
Yazının Devamını Oku 