Aziz Devrimci

Hayallerinize ‘sınır’ kondurmayın...

20 Şubat 2025
“Doğayla baş başayken kendimizi öylesine rahat ve keyifli hissetmemizin nedeni, doğanın bizim hakkımızda görüşü olmayışıdır.” (Friedrich Nietzche)

Kütüphaneye girmek için uzun süre kuyrukta bekledi. Onun gibi bekleyen epeyce kalabalık vardı. Nihayet sırası geldiğinde içeri girmeden önce dönüp arkasına baktı... Hedefe ulaşmış olmanın sevinciyle yüzüne oturttuğu gülümsemeyi insanlara nispet olur düşüncesiyle kimseye göstermek istemedi. Yüzünü ekşitip sevincini yutkundu. Birikmiş kalabalığa göz attı. Aralarda bekleyen kedi, köpek gibi evcil hayvanları görmeye alışkındı, sahibiyle gelmiştir diye garipsemedi. Kuyrukta tek başına sıra tutan ayıyı görünce telaşlandı. Ayının bir sahibi olamaz diye düşünse de evcilleşmiş ayıların varlığını duymuştu. Afrika savan fili ile arkasına dizilen boy boy yavrularının görünümleri sevimli olsa da bir kitapta fillerin yavrularının tehlikede olduğunu hissetmesiyle saldırganlaşabileceğini okuduğu geldi aklına. Eğitimli olduklarını düşünüp rahatlamak istedi. Sirklerde eğitimli yabani hayvanlar gördüğünü anımsadı. Yabani ya da evcil fark etmez bu hayvanların kütüphanede ne işleri olabilirdi ki? Okuma yazma bilmeleri mümkün olmadığına göre, “Bu kütüphane hayvan dostu olmalı” dedi kendine. Kuyruğa dikkatle bakınca neredeyse insan yoktu. Olsa olsa insan dostu kütüphane olabilirdi. Hem abuk bir durum da yoktu. Bu yabaniler, kütüphane kurallarına uygun davranıyor, sessizce ve kuyruğu bozmadan bekliyorlardı. Kucağında bebekle bekleyen şempanzeye eşlik eden gözlüklü eşeği de gördü. Robotlar, insanlar kadar ortama çok da aykırıymış gibi gelmedi. Maymun ile robotun birlikte saf tutmasına bir engel olmadığına göre, keyifli havaya kapıldı... “Hayallerine sınır kondurmamıştı.” Rahatladı.

LİMİTSİZ GÖKYÜZÜ SINIRSIZ HAYAL ‘PINAR GARİBAĞAOĞLU’

Mesaj kutuma Artsy’den bir mesaj düşünce heyecanlanıyorum, zira Artsy ve işletmecisi Ece Kaleli’nin etkinliklerine bayılıyorum. Mesajda “Poly: Sky is the limit” diye bir başlık vardı. Meraklanıp soluğu Artsy’de aldım. Giriş holünde seramik görünümlü ancak sonradan polyesterden döküldüğünü öğrendiğim sevimli “Poly” heykeller karşılayınca içim kıpır kıpır oldu. Sevgili Ece beni “Poly”nin yaratıcısı ile tanıştırınca; fillerin sevimliliğin yanına bir de “Zarafet”i eklemem gerektiğini anladım. Beş yıl önce kurumsal hayatı bırakıp sanata katılan Pınar Garibağaoğlu ile sohbete başladığımızda kendinden emin bir tavırla “Ben alaylıyım...” dedi. “Aslen sanatçı değilim, sanat eğitimi de almadım, ancak hayallerime sınır koymamayı öğrendim” derken öz güvenli duruşunu da sezdim. Cümle içinde “Öğrenmek” kelimesini kullanmıştı. “Eğitiminiz olmayabilir ama bir öğreticiniz var demek ki” sorusunu sormamak olmazdı. Cevabı sıra dışıydı... “Oğlum dürttü...” dedi. Oğlu Kuzey henüz beş yaşında olmasına rağmen sorduğu sorularla “Sınırsız hayal” kurabilmeyi öğretmiş annesine. “Çokluk ve bereket” simgeleyen sevimli “Poly” fillerini zihninde canlandırıp tasarlamaya başlamış Pınar Hanım. Poly’leri ben de çok sevdim, 18-28 Şubat arası Artsy Atakule’de izleyebilirsiniz. Gitmişken Poly için özel hazırlanan kokteyli denemeyi unutmayınız.

EN SEVDİĞİM UZAK DOĞULU ‘CHINA BLOOM’ İNCEK’TE

Ankara’da Uzak Doğu mutfağı dendiğinde akla ilk gelenlerin başında, benim de müptelası olduğum “China Bloom” var. Aslına bakarsanız benim ergen çocuklarım benden çok daha fazla müptela. China Bloom aklıma ayda bir geliyorsa, çocukların neredeyse hiç aklından çıkmadığı gibi her fırsatta gitmek istiyorlar. Her istediklerinde götüremesem de ödül niteliğinde götürdüğüm oluyor. İncek’te açılan yeni restoranı duyunca gidip denememek olmazdı tabi ki. “Mayra Çarşı”da açılan “China Bloom” İncek’in ilk Uzak Doğu restoranı olması itibarıyla şimdiden gönüllere yerleşmiş. “Sushi”lerini bayıla bayıla yediğim restoran’ın sushi ustası sevgili Mert ağırladı. Altın sarısı içeceğin yanına uyacak acılı ürün tavsiyesi istedim. Çin mutfağından, içeriğinde acı biber ve yeşil soğan kökü ile lezzetlendirilmiş “King pao” tavukla başladık. Karides tempura, acı hardallı Shangay soslu “Ebi Shangay roll” sushi nefisti. Kore mutfağına has sebze ağırlıklı harç ve kıyma ile hazırlanan mantı “Mandu”, haşlandıktan sonra “Tüil” yöntemiyle kızartılıyor. Kültür, istiridye ve kurutulmuş “Şitaki” mantarıyla hazırlanarak acı yağla lezzetlendirilen dilimlenmiş biftek efsaneydi. İncek’teyseniz şanslısınız. Müptelası olacaksınız.

BİR ANKARA KLASİĞİ ‘ARTANKARA’

Yazının Devamını Oku

Şımarık duygular... (Sevgililer Günü)

13 Şubat 2025
“Aşk, Zeus’un yüreğine mızraksız ve dahi kılıçsız boyun eğdiren bir tirandır!” (Sophokles)

Dünyanın sonunun yaklaştığını bilseniz eğer... Ne yaparsınız? Ben sevdiğim şeyleri yaparım... Yüzmeyi seviyorum mesela... Durgun sularda saatlerce yüzebilirim... Ne huzur ama... Canım çekti birden... Gün batımında ya da gün doğumunda fark etmez... Güneşle flört ederek yüzmek ne âlâ... Yaşamın bitmek üzere olan anlamını yeniden kavrıyor insan... Dünyanın sonu gelmeden mutlaka yüzmeye giderim. Çikolata yerim, “Mmmmm” diyebilmek isterdim şimdi... Her yediğinde bu iniltiyi çıkarmayan yoktur sanırım... Kendine has bir duygusu olduğuna inanıyorum. Çikolata aşk gibidir... Yedikçe yiyesin geliyor ve asla doymayacağını sanıyorsun ancak bir süre sonra için kıyılıyor ve yemeyi kesiyorsun... Evet evet aşk gibi işte... Saman alevi yani... Bir anda soğuyorsun, tekrar aklına gelene kadar uykuya dalıyor... Zira sonsuza kadar uyumuyor, ölmüyor yani... Tatlı krizi, şeker ihtiyacı peydahlanır ya... Abuk sabuk zamanlarda gelir aklına. Özellikle de gece yarısı ve ulaşmanın zor olduğu anlarda... İşte o zaman yeniden uyanıyorsun... Aşk gibi dedim ya... Canın aşk çekiyor ve bir anda ilk gördüğüne aşık oluyorsun... Sonrası malum... Gerçek duygular yerini Sevgililer Günü fantezilerine bırakıyor... Ardından bir varmış, bir yokmuş masalları... İnsan benliğinin (Egosunun) şımarık duyguları bunlar... Kime diyorum? Kendime elbette, başka kim var ki? Kendimle konuşmanın beni benden aldığını düşünüyorum artık... Bu sağlıklı bir durum olmamalı... Şımarık çikolatanın aşkla bağlantısını kurdum ya, sen ona bak...

MEZOPOTAMYA YEMEKLERİ

Memlekete seyahatim uzayınca bölgenin mutfak kültürüne farklı bir perspektiften bakmak istedim. Mezopotamya’da yaşayan farklı kültürlerin (Süryani, Ermeni, Kürt, Arap, Yahudi, Türkmen, Ezidi, Asuri...) birbirlerinden etkileşimle yarattıkları ve günümüze kadar ulaşmayı başaran yiyeceklerin şimdilik bir kısmını derleme imkânım oldu. Her fırsatta dile getirmeye çalıştığım yemeğin bir nevi sanat olduğu düşüncemi pekiştiren bu sonuçlar hem iştahınızı hem de yüreğinizi kabartacak.

KELLE PAÇA

Neredeyse bütün Anadolu şehirlerinde yaz kış demeden tüketilen, insan bedenine verdiği zindelikle vazgeçilmez ilaç niteliğinde içilebilen “Kelle paça” çorbasını bir de Mezopotamya’ya has lezzetiyle denemenizi tavsiye ederim. Sakatat ağırlıklı çorbaların zirvesindeki efsane çorbanın bana göre tartışmasız en iyisini eski Mardin’de 70-80 yıldır aynı yerinde hizmet veren “Tulay Lokantası” ve dördüncü kuşak temsilcisi Oktay Dilmen pişiriyor. Gidip tadına baktığınızda bu tespitime katılacağınıza eminim.

SEMBUSEK

Yazının Devamını Oku

Meraklı, şüpheli ‘iç sesim’

6 Şubat 2025
“Her bunalım, kişinin daha önce inandığı şeye inanmamasıyla başlar.” (Richard Sennett)

Bahsettiğim merak ve şüphe özel hayat anlamında değil... Doğada gördüklerini merak edebilirsin... İşleyişini, kaynağını, nedenini ve saire... Evrenin nasıl bir döngüye sahip olduğunu hepimiz öğrenmek isteriz. Bu özel hayat değil. Zihin ve ruh gelişimi için merak, gizem, keşif ve en gerçeği öğrenmek için şüphe gerek. Yaşamak ve duyumsamak lazım, anlayabilmek için. Duyumsamak derken, anın ve yaşadığın şeyin farkına varmak. Birçoğumuz kabul etmiyoruz. Ben de öyleyim sanırım... Yaşadıklarımızın farkında olmuyoruz. Ömrümüz boyunca sadece zamanı kolluyoruz. Ne acı bir durum... Değil mi? Evet evet, mantıklı şeyler söylüyorsun sevgili iç sesim; uyarılarını dinleyeceğim ve meraklanacağım. Başkasının özel yaşamını merak edersen elbette ayıplanırsın... Medeni dünyadaki cevabı da “Sana ne.” Medeni dünya nedir? Bilmiyor musun? Biliyorum... Emin değilim. İkna olmam gerekiyor... İnsanların birbirlerinin yaşamına saygı duydukları davranış biçiminin öncelikli olduğu dünyaya “Medeni dünya” diyebiliriz. İkna oldun mu? Birbirimize saygı duymalıyız... Peki, bu durumu anlamamız gerekir mi? Yaşam tarzını sana dayatmıyorsa; bu durum sana uymasa da ona anlayış göstermen senin medeniyet ölçütlerini belirliyor. “Bilgi güçtür” demişti bir filozof... (Scientia potentia est.) Fiziki güç bazı nesneleri kaldırmanı sağlar ama zihinsel gücünü kullanabildiğinde istediğin her şeyi kaldırabilirsin... Acıyı ve mutluluğu bile. Mutluluğun da hazımsızlığı var tabii... Farkında olmalısın... Yoksa uçar gider. Bu düşünceye de katılıyorum. 

YENİDEN DOĞUŞ ‘SELİN GÜNEŞTAN’

BU serginin hem sanatçısı hem de sanatçısının duyguları çok yakından hemşehrim... Serginin ismi “Yeniden Doğuş” olunca; duygunun kaynağı güneşin en güzel doğduğu yerlerden elbette ki, Midyat olur. Her ne kadar Ankara’da doğup büyüdüyse de Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin Doktor Öğretim Üyesi Selin Güneştan’ın baba ocağı Mardin Midyat oluşu kan bağıyla birlikte duygularını da memleketine bağlamış. 30 Ocak’ta başlayan solo sergisine halen Nusaybin’de olduğum için yetişemedim ancak döner dönmez gideceğim. “Yeniden Doğuş”un sergisi, 14 Şubat gününe kadar Yıldız’daki Mira Koldaş Sanat Galerisi’nde izlenebilir. Hazır sevgililer günü yaklaşmışken gidip sevgilinizle birlikte aşkınızı da yenileyin derim.

NUSAYBİN ‘MOR YAKUP KİLİSESİ’

Mor Yakup Kilisesi, doğduğum şehir Nusaybin’in belki de en kıymetli noktası diyebilirim. Ergenken, avlusunda arkadaşlarla top ya da saklambaç oynadığımızda, tükenmek bilmeyen enerjimizin sebebini yıllar sonra kazılan avlusundan çıkan bilim yuvasının katkısı olduğunu düşünmek büyüleyici bir duygu... Bilim yuvası dedim; zira Süryani Kilise doktoru olarak da bilinen Nusaybinli “Mor Efrem”in 4. Yüzyıl’da kurduğu kilisede başta teoloji olmak üzere geometri, astronomi, matematik bilimleri öğretilmiş. Nusaybin’de oluşan su baskınlarından dolayı sular altında kalan kampüs 38 yıl sonra Urfa’ya taşınmış. Dünyanın ilk üniversitesi olarak bilinen “Urfa Okulu” aslında Nusaybin’den, Urfa’ya taşınan Nusaybinli Mor Efrem’in okulu olduğu yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkmış. Yıllardır gitmemiştim, bu gidişimde uğradım. Kilisenin sorumlu rehberi, sevgili dostum “Daniel Çepe”yle hasret giderdim. Avlusundan ergen enerjisi yüklendim desem gülmeyin sakın... Giderseniz Nusaybin’e, Daniel’e mutlaka uğrayın.

MEZOPOTAMYA’NIN EKMEĞİ

Yazının Devamını Oku

 Hayalperest

30 Ocak 2025
“Hayallerinin peşinden koş bir gün mutlaka yorulacaklardır...” (Paul Auster)

Rüya değildir ancak bir rüya gibi süzülür gündüz vakti ve anında değişir sahne. Kalabalık bir caddede yürürken bir anda ormandaki halimize gülümseriz. Elini tuttuğumuz mutluluk her neyse; el eleyken görünürüz. Şehirdeki kalabalıktan orman veya sahildeki yalnızlığımıza geçiş yaparken, zamanda ve dünyada kaybolduğumuzu da hissederiz. Gerçek yaşamımızdan bambaşka bir kişiliğe bürünür ruhumuz; olumlu, mutlu ve samimi bir karakter giyinir üzerine. Ne güzel bir geçiştir değil mi? Film sahnelerinin değiştiği gibi gerçekleşir her şey... Gelecekteki kendimizle ilgili gülümseten anlarla hemhâl olur, aniden dünyanın en mesut insanına dönüşürüz... “Ahh ne hayallerimiz vardı..." diye başlayan cümleler kurar mısınız? Çoğunlukla yalnızken veya uzun yürüyüşler esnasında gelir aklımıza... Hayalperest denirdi hayal kuranlara... Hatırladığım kadarıyla çok fazla tasvip edilen bir meziyet de değildi. Aslına bakarsanız meziyet bile değildi... Ve hatta ayıp sayıldığını bile duymuştum. Hayal kurmanın gerçeklerden uzaklaştırdığı varsayıldığından hiç de makul karşılanmazdı. Ayakların yerden kesilmesi demekti kimisi için... Bazıları için de aklın baştan bir karış yukarıda asılı durmasıydı. Oysaki yaratıcı ve zengin bir dünyaydı, farkında olmadığımız... Şimdilerde hayallerini yapay zekâya kurgulatanlar bilmez tabi... Ne çok mutluyduk... Vitrinde beğendiğimiz bir kıyafeti üstümüzdeyken gördüğümüzde havalara uçardık... Okulda, mahallede, iş yerinde platonik bağlandığımız ve habersizce kurguladığımız hayallerdeki kırmızı arabada yan koltuğa oturttuğumuz aşkımızı düşünürken, kalbimiz yerinden fırlayacakmış gibi olmaz mıydı?

RENKLER VE DOKULAR HİS’LER VE AN’LAR

Sanat eseri koleksiyonerlerinin giderek artması bana göre sanata olan ilgi açısından sevindirici. Bu durum, kültürel anlamda toplumsal gelişimin bir ifadesi olarak algılanırsa, sanat ve sanatçıya verilen değerin de yükseldiğinin bir işareti. Son zamanlarda sıklıkla karşılaştığımız, konusu olan, duygu ve his odaklı hazırlanan koleksiyoner sergileri hem sanatçı eserlerinin kıymetlenmesi hem de yeni üretimleri ve yeni sanatçıları teşvik etmesi açısından işlevsel bir etkinlik konumuna geldi. Geçtiğimiz cumartesi günü Taurus AVM’deki Platform A sanat galerisinde başlayan; Nuray-Faruk Pehlivanlı ile Esra-Sualp Güreşçioğlu özel sergisi “Birlikte 2 Koleksiyon” ismiyle sanatseverlerin beğenisi için hazırlandı. İki koleksiyonerin sahip oldukları eserler arasından seçilen 20 ortak sanatçının farklı eserlerinin izlenebileceği sergi 15 Şubat’a kadar gezilebilir.

PERU’DAN SOFRANIZA

Son yıllarda bilinirliliği artarak gastronomi dünyasının yıldızı konumuna gelen geleneksel Peru mutfağı; geçtiğimiz salı günü Sheraton Ankara ile Peru Büyükelçiliği’nin ortaklaşa hazırladığı bir seçkiyle Ankaralıların beğenisine sunuldu. UNESCO tarafından insanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası’nın bir ifadesi olarak da kabul edilen; marine edilmiş levrek, tatlı patates, kavrulmuş mısır ve taze kişnişle hazırlanan “Ceviche”, Peru mutfağının en çok bilinen yemeklerinin başında geliyor. Peru Büyükelçiliği’nin deneyimli şefi “Erika Torres”in pişirdiği “Ceviche” yemeğine karşılık Sheraton Ankara’nın emektar şefi “Zeki Açıköz”ün hazırladığı “Kaya Koruğu Üzerinde Lakerda” da şahaneydi.

PEYNİRLİ YUFKA

Yazının Devamını Oku

Melâl

23 Ocak 2025
“Melâli anlamayan nesle aşina değiliz...” (Ahmet Haşim)

Edebiyat tutkunları başlığa koyduğum kelimenin anlamını mutlaka bilmeliler. Nedir melâl? Hüzün, keder ve manevi yorgunluğun edebi dem’ini ifade ediyor... Melâl sözcüğü, hüzün ve keder hislerini eksik değerlendiren genç neslin yorumlayacağı cinsten bir kelime olmadığı gibi; duygusunun kapsadığı derin ve ruhi manayı kavramaları için de bir edebi birikim gerekiyor. Bu sözcüğün doğru duygusunu sadece eski okurlar anlayabilir dersem; benimle hemfikir olacaklar yine eskiler ve eskiden beri kitap, gazete, dergi okumaktan vazgeçmeyenler olur... Bunların dışında orta halli okurların da en azından “Keder dolu durum” anlatan “Hal-i Pür Melâl” deyimini duymuş olduklarını varsayıyorum. Ahmet Haşim’in girişe koyduğum “Melâli anlamayan nesle aşina değiliz” cümlesinin içerdiği derinlik, eski ruhları ve bu eskiliğin içtenlikli zarafetine işaret ediyor. 200 kelimeyle kitap yazabilen yeni tür sanal yazı akımının ki; siz ne derseniz deyin, ben buna edebiyat demek istemiyorum... Şayet dersem eğer, Ahmet Haşim’e, Peyami Safa’ya, Halit Ziya’ya; “Sürûr(Sevinç) içinde dahi bir melâl hissederim...” diyen Muallim Naci’ye... Mesela 8 Ocak günü kaybettiğimiz Selim İleri’nin eşsiz İstanbul Türkçesiyle yazdığı kitaplarda hissettirdiği inceliğin edebiyatına haksızlık etmiş olmayacak mıyım? Gastroman’ı “Oburcuk Mutfakta”, yemeğin geleneğini ve kültürünü, edebiyatı ile birlikte işleyen ilk ve önemli yazarlardan; mutfağın edebiyatının, edebiyatın mutfağındaki önemini kavramamıza sebep olan “müthiş bir zarif adam.” Melâli anlayan neslin son edebi temsilcisi Selim İleri’yi ebediyete uğurlayan biz hayranlarının melâl hislerine katılacağınızı umuyorum. Yeri dolmayacaktır. “HALİMİZ PÜR MELÂL” #BOLU #KARTALKAYA...

MÜZE EVLİYAGİL

Henüz liseyi yeni bitirmiş bir tıfılken, Ankara Milletvekili, gazeteci, şair, yazar, rahmetli babamın da yakın dostu Necdet Evliyagil’i ziyarete gittiğimizde; Kızılay’daki Ajans Türk Matbaası’nda baskıdan yeni çıkmış kitapların taze kokusu beni benden alırdı. O an ilerde yazmayı düşündüğüm kitapların kapaklarını hayal eder, yazacağım cümleleri kafamda kurgulamaya başlardım. Çok önemli bir edebiyatçıyı yakından tanıyor olmak bana inanılmaz bir gurur ve öz güven kazanımı sağladı diyebilirim. Edebiyata karşı içimde körüklenen sevgide Necdet Amca’nın katkısının altını çizmeden Müze Evliyagil’e geçmek istemedim.

‘SANAT VE HAYAT’ SERGİSİ

Sevgili Sarp Evliyagil’le karşılaşınca uzun zamandır görmediğim bir yakınıma yeniden kavuşmanın sevinci düştü içime. İncek’te 2016 yılında kurduğu Müze Evliyagil’e davet etti. Gittiğimde; küratörlüğünü akademisyen, yazar ve eleştirmen “Beral Madra”nın yaptığı; 9 Kasım 2024’te başlayıp 13 Temmuz 2025’e kadar sürecek olan “Sanat ve Hayat” isimli şahane sergiyle karşılaştım. Sergi, Sarp Evliyagil ile Ulaş Değirmenci’nin koleksiyonlarından derlenen 18 sanatçının eserlerinden oluşuyor. Sanatçının yaşadığı hayat standardının sanatına etkisi üzerine bir manifestoyla, sanatçının kişisel yaşamından izlerin yansıtıldığı serginin bakış açısı; “Sanat, hayatın bir devamıdır...” Sergiyle birlikte hayat da devam ediyordu. Aynı anda geçtiğimiz günlerde dünya birincisi olan “Nova Vera” zeytinyağının tadım etkinliği ile birlikte mindfullness resim atölyesi de vardı. Cuma, cumartesi ve pazar günleri açık olan müzenin direktörlüğünü genç sanat tarihçi sevgili Sena Özsoy yapıyor.

MEMLEKET HAVASI ‘PİZZA MARBOBO’

Yazının Devamını Oku

Algılarımızla oynamayın

16 Ocak 2025
"Çoğu insan erdemli olmak yerine, erdemli görünmekle yetinir.” (Cicero)

Önceden insanoğlu kulaktan duyduklarına inanıyor, gözünde canlandırıyor ve hayal gücüne göre tek bir algıya kapılıyordu. Şimdilerde canlandırmasına gerek kalmadı; gözüyle görüp aldanabiliyor. Gösteren sanal algı yaratmakla görenin gözlerinin kamaşmasını istiyor... Oysaki artık ne gören gördüğünden ne de gösteren kendinin ne olduğundan emin olabiliyor. Hayatı algılara, sanrılara yükledik gidiyoruz. Şarkımız da hazır... “Kapıldım gidiyorum algımın rüzgârına...” Sosyal medyaya yansıttığımız sahte kişilikli sanal yaşamımızı artık güncel hayatımızdaki karakterimize de yansıtır olduk. Hangisi doğru, anlamak ve bundan gocunmak ne mümkün... Binbir surat vasfında hem kendimizi hem de çevremizi dolandırıyoruz. Sabah, evden çıkarken giyindiğimiz kombine göre bir kişiliğe bürünüyoruz. Ceket, gravat, kösele ayakkabı; ciddi, güvenilir havaya sokuyor, bir anda güven veren bir karakterimiz oluyor. Aynı günün akşamı, bohem, ikinci el ya da vintage kıyafetlerle görünümümüze entelektüel hava kazandırıp sabahki kendimize bile yabancılaşabiliyoruz. Kadınlar için de aşağı yukarı benzer kombinler ve muhtemelen aynı sonuçları sıralayabiliriz. Uzun uzadıya bir gönül bağı kuramamanın sıkıntısını yaşıyorum... İçim birilerine açılmak, dertleşmek istiyor, açılamıyorum. Çevremdeki herkes o kadar samimi gözüküyor ki aynısını gösterememekten ürküyorum... Etrafımdakiler öylesine içten ki, kendi içtenliğimden şüphe eder oldum... Size samimi bir soru sorsam aynı samimiyetle cevap verir misiniz emin değilim... Soru çok basit ancak kabullenmesi zor cinsten... Kaç kişisiniz? Ya da kaç kişiliksiniz? Lütfen algılarımızla oynamayın...

BEYPAZARI ‘FİŞEK BAYRAMI’

“Fişek” ya da “Torpil Bayramı”nın önceden söylentisini dahi duymamıştım... Biraz araştırınca bu durumun tamamen Beypazarı’na has lokal bir kutlama olduğunu öğrendim. “Namaz Bayramı” olarak da adlandırılıyor ve her yıl Recep ayının ilk cuma gecesi, üç ayların müjdecisi olduğu bilinen Regaip Kandili’nde kutlanıyor. Geleneksel kültür merakımı gidermek için Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB) ile Beypazarı Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlediği şenliğe katılmak için ABB’nin önündeki sevimli kedi heykellerinin yamacında bekleyen minibüse bindim. Belediyeden sevgili Aleyna eşliğinde Beypazarı’na geldik... Tarihi kentin sokaklarında gezinirken, soğuk hava nedeniyle kurulan ocaklardaki odun alevlerinin sıcak görüntüsü içimizi ısıtmaya yetmedi, haliyle ocaklara yanaştık... Tarhana çorbası, Beypazarı güveci, sarma ve 80 katlı baklava yedikten sonra meydana geldik.

Geldik gelmesine ama yerimizde durmak ne mümkün. Her yerden patlama sesleri geliyor. Eskiden, eski evlerin cümle ya da mahzen kapısı anahtarlarına barut doldurur gürültülü patlamalar yapar, yaktıkları “geven otu” ile ortama farklı bir görsellik katarlarmış. Şimdilerde havai fişek, çatapat, maytap, kız kaçıran vs., alışık olmayanların aklını kaçırmasına yetiyor. Neyse ki Mansur Başkan konuşmaya başladığında seslere ara verildi de rahatladık biraz. “Bu geleneksel şenliğin dünyada eşi benzeri yok” dedi Mansur Yavaş. Yüz küsur yıldır gelenekselleşen şenlikle ilgili UNESCO’nun Somut Olmayan Kültür Varlıkları Listesi için girişimlerde bulunulduğunu ilave etti. Hep birlikte Hıdırlık Tepesi’ne çıkıp şahane kent manzarası eşliğinde havai fişek gösterisini izledik. Bir dahakine sizi de bekleriz.

MUTFAĞIN EDEBİYATÇISI ‘ELİFSU KUŞOĞLU’

Yazının Devamını Oku

Zaman sensin...

2 Ocak 2025
“Bir büyük giz söyleyeceğim sana. ‘Zaman sensin.’” (Louis Aragon-Elsa)

Zamanım yok... Zamanı gelince... Zaman hızla akıyor... Sıklıkla kullandığımız bu tür cümlelerin artık klişeleştiği konusunda hemfikir olabilir miyiz bilmiyorum. Çok sık kullandığımız konusuna itiraz etmeyeceğinizi biliyorum. Aslına bakarsanız, zamanın esas anlamını kavradığımızdan da emin değilim... “Zaman nedir” sorusu size saçma gelebilir ve hatta sitem ederek, “Saate bak anlarsın” diyebilirsiniz. “Tarihe bak”, “Geçmişi hatırla”, “Aynaya bak sonra da git çocukluk resimlerine bak” diyerek ipucunu elime tutuşturup başınızdan savabilirsiniz. Bunların hepsi varsayım tabi... Esas amacım; sizi zamanın gerçek anlamına vakıf olabilmek için düşünmeye teşvik etmek aslında. Soruyu şöyle sorsam ne dersiniz? “Zaman” kelimesinin geçtiği cümleleri kurduğunuzda o anki duygularınızın farkında oluyor musunuz? Biraz düşünün isterseniz... Duygusu basit değil... Karmaşık ruhsal yapımızın yoğunluğunu doğrudan etkileyen süre mefhumunun duygusunu tarif etmek kolay değil çünkü... Arzu ederseniz kolunuzdaki saate bakın mesela... Neler hissettirdiğini anlamaya çalışın. Duygularla tarif edecek olursak; öncelikle “geçmiş ve gelecek” ifade ettiğini biliyoruz... Hüzün ve umut... Telaş ve sabır... Tecrübe ve toyluk... Güven ve nefret... Ve elbette ki; doğum ile ölüm de çağrıştırıyor. Zamana duygularla bakmanın, saate veya takvime bakmaktan çok daha anlamlı ve değerli olduğunu kavramak; bize yaşama ve anına aşkla bakmayı öğretecektir. Geçmiş geçti, gelecek henüz gelmedi... Saate baksanız da bu durum değişmeyecek. Zamanın esas ifade biçimi “şimdi” duygusu da “aşk” olmalı. Aynaya bak... Zaman sensin! 

DEĞİNMELER ‘BALA KAVLAKOĞLU’

Hayatı doğru değerlendirmek için sanatın her dalına ihtiyacımız var. Her canlının içinde mutlak olduğuna inandığım “Estetik anlayış”ı ortaya çıkarmanın da tek yolu sanat. Eserlerine baktığımda daha önceden bilmediğim, beni içten dışa doğru dürten; ardından ruhuma değen yepyeni duyguların farkına vardım. Bala Kavlakoğlu’nun 14 Aralık 2024’te Taurus AVM, Platform A Sanat Galerisi’nde izleyiciyle buluşan “Değinmeler” isimli sergisi 11 Ocak 2025 tarihine kadar gezilebilir.

İKİ SORU-İKİ CEVAP

1-İç dünyanız elbette ki size ait... Olumlu ya da olumsuz... Sanatınıza yansıttığınızda felsefe ve özellikle simyanın eserlerinizdeki katkısının izleyici farkında mı? Farkındaysa bu durumu değerlendirirken, sizinle aynı fikirde mi? 

Yapıp ettiklerim, ilgi alanlarım, dünyayı algılama biçimim, itirazlarım, anılarım ve sorgulamalarım; okumalarım ve aldığım eğitimler, düşün dünyamda bir bütünlük oluşturuyor. Bu nedenle, bir bilgiyi, tüm bu unsurları bir yüzeye veya üç boyutlu çalışmalarımda doğal bir uzantı ve yöntem olarak kullanan bir sanatçıyım. Bir eser tamamlandığında, artık benim düşün dünyamdan çıkmış olup izleyicisine yalnızca bir öneri olarak sunulabilir. Eğer eser, izleyeniyle bir bağ kurarsa, bu muhteşem bir buluşma anlamına gelir. Herkesin hayat tecrübesi ve düşün dünyası biriciktir; bu bağlamda, sanatın iyileştirici ve birleştirici yönü de kişisel olmasında yatıyor bence. Eserlerime ilgi duyanlar, onların ismini merak edenler kendi hikâyelerini bu eserlerin üzerine yazabilirler. Sanatın bu yönü, izleyicinin kendi deneyimleriyle eseri yeniden şekillendirmesine olanak tanır. 

2-Ruhunuzu birkaç kelimeyle tarif ederseniz, bu kelimeler hangileri olur?

Yazının Devamını Oku

Ankara’da en iyi 5 butik tatlı dükkânı

26 Aralık 2024
“Emek keyif veriyorsa yaşam da güzeldir ama emek zorunluluk olmuşsa yaşam da esarete döner...” (Maksim Gorki)

Hepimizin hayallerinde sevdiği işi yapmak vardır mutlaka. Şanslı olanlar ki; bu çok az rastlanır bir durum, en başından itibaren sevdiği işle başlar hayata. Sevdiği işle birlikte geçimini sağlayacak kazanca ulaşırken, muhtemelen temel mutluluğuna da kavuşur. Kimisi emekliliği geldiğinde ve de kaldıysa mecali hayalindeki işe ulaşıyor. Bazısı var, zamanını beklemez, yakar gemileri ve mevcut işini bırakıp yıllardır uykularını kaçıran o hayalindeki işe yelken açar. Bu haftaki yazım sevdikleri işlere gemileri yakarak sonradan kavuşanlarla ilgili. Hayallerindeki işlerine geç kavuştukları için öylesine önemserler ki, başarısız olup başka iş yapmak zorunluluğu tekrar doğmasın diye sıkıca tutunurlar. Sonuç olarak biz tatlı meraklıları için şahane lezzetleri yaratırlarken aldıkları manevi haz, “Her şeye değer...” dedirtiyor ve mest oluyorlar. Bu şahanelik de haliyle bizi mest ediyor.

LA PETIT NONA ‘MARA CÖMERTOĞLU’ (MESA KORU SİTESİ)

BREZİLYA LOKUMU ‘BRIGADEIRO’

Biz Ankaralılara “Brigadeiro”yu tanıtıp sevdiren kadın Mara Cömertoğlu aslen Brezilyalı olsa da o artık bizden biri. Basın yayın ve halkla ilişkiler okumuş olmasına rağmen hedefinde bir gün annesi ve anneannesinden öğrendiği “Brigadeiro”lu tarifleri kendi elleriyle yapacağı tatlı dükkânını açmak varmış. Evlenip Ankara’ya yerleştikten sonra sevgili eşi Metin Cömertoğlu’nun da telkiniyle hayalindeki dükkâna kavuşuyor. Tatlılarında kullandığı malzemeyi çoğunlukla kendi elleriyle yapıyor. Yoğunlaştırılmış süt, süt, tereyağı, şeker ve kakaonun en kalitelisini kullanarak geleneksel yöntemle hazırladığı “Brigadeiro”dan çikolata da yapıyor, makaron ve cheesecake de yapıyor. Kuru profiterol “Carolina” ile son gittiğimde yeni ürettiği “Brigadeiro Latte” aklımı aldı. Yeni yıl pastalarına bayılacaksınız.

 

BON APPLE ‘ELVAN BİL’ (BESTEKÂR SOKAK)

Yazının Devamını Oku