Aziz Devrimci

Algılarımızla oynamayın

16 Ocak 2025
"Çoğu insan erdemli olmak yerine, erdemli görünmekle yetinir.” (Cicero)

Önceden insanoğlu kulaktan duyduklarına inanıyor, gözünde canlandırıyor ve hayal gücüne göre tek bir algıya kapılıyordu. Şimdilerde canlandırmasına gerek kalmadı; gözüyle görüp aldanabiliyor. Gösteren sanal algı yaratmakla görenin gözlerinin kamaşmasını istiyor... Oysaki artık ne gören gördüğünden ne de gösteren kendinin ne olduğundan emin olabiliyor. Hayatı algılara, sanrılara yükledik gidiyoruz. Şarkımız da hazır... “Kapıldım gidiyorum algımın rüzgârına...” Sosyal medyaya yansıttığımız sahte kişilikli sanal yaşamımızı artık güncel hayatımızdaki karakterimize de yansıtır olduk. Hangisi doğru, anlamak ve bundan gocunmak ne mümkün... Binbir surat vasfında hem kendimizi hem de çevremizi dolandırıyoruz. Sabah, evden çıkarken giyindiğimiz kombine göre bir kişiliğe bürünüyoruz. Ceket, gravat, kösele ayakkabı; ciddi, güvenilir havaya sokuyor, bir anda güven veren bir karakterimiz oluyor. Aynı günün akşamı, bohem, ikinci el ya da vintage kıyafetlerle görünümümüze entelektüel hava kazandırıp sabahki kendimize bile yabancılaşabiliyoruz. Kadınlar için de aşağı yukarı benzer kombinler ve muhtemelen aynı sonuçları sıralayabiliriz. Uzun uzadıya bir gönül bağı kuramamanın sıkıntısını yaşıyorum... İçim birilerine açılmak, dertleşmek istiyor, açılamıyorum. Çevremdeki herkes o kadar samimi gözüküyor ki aynısını gösterememekten ürküyorum... Etrafımdakiler öylesine içten ki, kendi içtenliğimden şüphe eder oldum... Size samimi bir soru sorsam aynı samimiyetle cevap verir misiniz emin değilim... Soru çok basit ancak kabullenmesi zor cinsten... Kaç kişisiniz? Ya da kaç kişiliksiniz? Lütfen algılarımızla oynamayın...

BEYPAZARI ‘FİŞEK BAYRAMI’

“Fişek” ya da “Torpil Bayramı”nın önceden söylentisini dahi duymamıştım... Biraz araştırınca bu durumun tamamen Beypazarı’na has lokal bir kutlama olduğunu öğrendim. “Namaz Bayramı” olarak da adlandırılıyor ve her yıl Recep ayının ilk cuma gecesi, üç ayların müjdecisi olduğu bilinen Regaip Kandili’nde kutlanıyor. Geleneksel kültür merakımı gidermek için Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB) ile Beypazarı Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlediği şenliğe katılmak için ABB’nin önündeki sevimli kedi heykellerinin yamacında bekleyen minibüse bindim. Belediyeden sevgili Aleyna eşliğinde Beypazarı’na geldik... Tarihi kentin sokaklarında gezinirken, soğuk hava nedeniyle kurulan ocaklardaki odun alevlerinin sıcak görüntüsü içimizi ısıtmaya yetmedi, haliyle ocaklara yanaştık... Tarhana çorbası, Beypazarı güveci, sarma ve 80 katlı baklava yedikten sonra meydana geldik.

Geldik gelmesine ama yerimizde durmak ne mümkün. Her yerden patlama sesleri geliyor. Eskiden, eski evlerin cümle ya da mahzen kapısı anahtarlarına barut doldurur gürültülü patlamalar yapar, yaktıkları “geven otu” ile ortama farklı bir görsellik katarlarmış. Şimdilerde havai fişek, çatapat, maytap, kız kaçıran vs., alışık olmayanların aklını kaçırmasına yetiyor. Neyse ki Mansur Başkan konuşmaya başladığında seslere ara verildi de rahatladık biraz. “Bu geleneksel şenliğin dünyada eşi benzeri yok” dedi Mansur Yavaş. Yüz küsur yıldır gelenekselleşen şenlikle ilgili UNESCO’nun Somut Olmayan Kültür Varlıkları Listesi için girişimlerde bulunulduğunu ilave etti. Hep birlikte Hıdırlık Tepesi’ne çıkıp şahane kent manzarası eşliğinde havai fişek gösterisini izledik. Bir dahakine sizi de bekleriz.

MUTFAĞIN EDEBİYATÇISI ‘ELİFSU KUŞOĞLU’

Yazının Devamını Oku

Zaman sensin...

2 Ocak 2025
“Bir büyük giz söyleyeceğim sana. ‘Zaman sensin.’” (Louis Aragon-Elsa)

Zamanım yok... Zamanı gelince... Zaman hızla akıyor... Sıklıkla kullandığımız bu tür cümlelerin artık klişeleştiği konusunda hemfikir olabilir miyiz bilmiyorum. Çok sık kullandığımız konusuna itiraz etmeyeceğinizi biliyorum. Aslına bakarsanız, zamanın esas anlamını kavradığımızdan da emin değilim... “Zaman nedir” sorusu size saçma gelebilir ve hatta sitem ederek, “Saate bak anlarsın” diyebilirsiniz. “Tarihe bak”, “Geçmişi hatırla”, “Aynaya bak sonra da git çocukluk resimlerine bak” diyerek ipucunu elime tutuşturup başınızdan savabilirsiniz. Bunların hepsi varsayım tabi... Esas amacım; sizi zamanın gerçek anlamına vakıf olabilmek için düşünmeye teşvik etmek aslında. Soruyu şöyle sorsam ne dersiniz? “Zaman” kelimesinin geçtiği cümleleri kurduğunuzda o anki duygularınızın farkında oluyor musunuz? Biraz düşünün isterseniz... Duygusu basit değil... Karmaşık ruhsal yapımızın yoğunluğunu doğrudan etkileyen süre mefhumunun duygusunu tarif etmek kolay değil çünkü... Arzu ederseniz kolunuzdaki saate bakın mesela... Neler hissettirdiğini anlamaya çalışın. Duygularla tarif edecek olursak; öncelikle “geçmiş ve gelecek” ifade ettiğini biliyoruz... Hüzün ve umut... Telaş ve sabır... Tecrübe ve toyluk... Güven ve nefret... Ve elbette ki; doğum ile ölüm de çağrıştırıyor. Zamana duygularla bakmanın, saate veya takvime bakmaktan çok daha anlamlı ve değerli olduğunu kavramak; bize yaşama ve anına aşkla bakmayı öğretecektir. Geçmiş geçti, gelecek henüz gelmedi... Saate baksanız da bu durum değişmeyecek. Zamanın esas ifade biçimi “şimdi” duygusu da “aşk” olmalı. Aynaya bak... Zaman sensin! 

DEĞİNMELER ‘BALA KAVLAKOĞLU’

Hayatı doğru değerlendirmek için sanatın her dalına ihtiyacımız var. Her canlının içinde mutlak olduğuna inandığım “Estetik anlayış”ı ortaya çıkarmanın da tek yolu sanat. Eserlerine baktığımda daha önceden bilmediğim, beni içten dışa doğru dürten; ardından ruhuma değen yepyeni duyguların farkına vardım. Bala Kavlakoğlu’nun 14 Aralık 2024’te Taurus AVM, Platform A Sanat Galerisi’nde izleyiciyle buluşan “Değinmeler” isimli sergisi 11 Ocak 2025 tarihine kadar gezilebilir.

İKİ SORU-İKİ CEVAP

1-İç dünyanız elbette ki size ait... Olumlu ya da olumsuz... Sanatınıza yansıttığınızda felsefe ve özellikle simyanın eserlerinizdeki katkısının izleyici farkında mı? Farkındaysa bu durumu değerlendirirken, sizinle aynı fikirde mi? 

Yapıp ettiklerim, ilgi alanlarım, dünyayı algılama biçimim, itirazlarım, anılarım ve sorgulamalarım; okumalarım ve aldığım eğitimler, düşün dünyamda bir bütünlük oluşturuyor. Bu nedenle, bir bilgiyi, tüm bu unsurları bir yüzeye veya üç boyutlu çalışmalarımda doğal bir uzantı ve yöntem olarak kullanan bir sanatçıyım. Bir eser tamamlandığında, artık benim düşün dünyamdan çıkmış olup izleyicisine yalnızca bir öneri olarak sunulabilir. Eğer eser, izleyeniyle bir bağ kurarsa, bu muhteşem bir buluşma anlamına gelir. Herkesin hayat tecrübesi ve düşün dünyası biriciktir; bu bağlamda, sanatın iyileştirici ve birleştirici yönü de kişisel olmasında yatıyor bence. Eserlerime ilgi duyanlar, onların ismini merak edenler kendi hikâyelerini bu eserlerin üzerine yazabilirler. Sanatın bu yönü, izleyicinin kendi deneyimleriyle eseri yeniden şekillendirmesine olanak tanır. 

2-Ruhunuzu birkaç kelimeyle tarif ederseniz, bu kelimeler hangileri olur?

Yazının Devamını Oku

Ankara’da en iyi 5 butik tatlı dükkânı

26 Aralık 2024
“Emek keyif veriyorsa yaşam da güzeldir ama emek zorunluluk olmuşsa yaşam da esarete döner...” (Maksim Gorki)

Hepimizin hayallerinde sevdiği işi yapmak vardır mutlaka. Şanslı olanlar ki; bu çok az rastlanır bir durum, en başından itibaren sevdiği işle başlar hayata. Sevdiği işle birlikte geçimini sağlayacak kazanca ulaşırken, muhtemelen temel mutluluğuna da kavuşur. Kimisi emekliliği geldiğinde ve de kaldıysa mecali hayalindeki işe ulaşıyor. Bazısı var, zamanını beklemez, yakar gemileri ve mevcut işini bırakıp yıllardır uykularını kaçıran o hayalindeki işe yelken açar. Bu haftaki yazım sevdikleri işlere gemileri yakarak sonradan kavuşanlarla ilgili. Hayallerindeki işlerine geç kavuştukları için öylesine önemserler ki, başarısız olup başka iş yapmak zorunluluğu tekrar doğmasın diye sıkıca tutunurlar. Sonuç olarak biz tatlı meraklıları için şahane lezzetleri yaratırlarken aldıkları manevi haz, “Her şeye değer...” dedirtiyor ve mest oluyorlar. Bu şahanelik de haliyle bizi mest ediyor.

LA PETIT NONA ‘MARA CÖMERTOĞLU’ (MESA KORU SİTESİ)

BREZİLYA LOKUMU ‘BRIGADEIRO’

Biz Ankaralılara “Brigadeiro”yu tanıtıp sevdiren kadın Mara Cömertoğlu aslen Brezilyalı olsa da o artık bizden biri. Basın yayın ve halkla ilişkiler okumuş olmasına rağmen hedefinde bir gün annesi ve anneannesinden öğrendiği “Brigadeiro”lu tarifleri kendi elleriyle yapacağı tatlı dükkânını açmak varmış. Evlenip Ankara’ya yerleştikten sonra sevgili eşi Metin Cömertoğlu’nun da telkiniyle hayalindeki dükkâna kavuşuyor. Tatlılarında kullandığı malzemeyi çoğunlukla kendi elleriyle yapıyor. Yoğunlaştırılmış süt, süt, tereyağı, şeker ve kakaonun en kalitelisini kullanarak geleneksel yöntemle hazırladığı “Brigadeiro”dan çikolata da yapıyor, makaron ve cheesecake de yapıyor. Kuru profiterol “Carolina” ile son gittiğimde yeni ürettiği “Brigadeiro Latte” aklımı aldı. Yeni yıl pastalarına bayılacaksınız.

 

BON APPLE ‘ELVAN BİL’ (BESTEKÂR SOKAK)

Yazının Devamını Oku

Uzaklar

19 Aralık 2024
“İnsan uzaklara özgü bir varlıktır... İnsan, adlandırılamaz alana yerleşmeli.” (Martin Heidegger)

İçgüdüsel olsa gerek... Gözümüz hep uzaklarda bizim. Ateşli bir gitmek arzusu var içimizde. Ara sıra peydahlanan ama hiçbir zaman tükenmeyen... Keşfetme merakı ve macera tutkumuzu dindirmek için turistik amaçla gittiğimiz uzak yerler başkaca diyarlar var elbette... Merakımızı giderdikten sonra evimize dönüp hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz... Ceketimizi alıp evden çıktığımız, dönmemek üzere gittiğimiz, bilinmez uzaklarımız da yok mudur? İçimiz sıkıldığında, hüzün bastığında, anlaşılamadığımızı düşündüğümüzde, hayata küstüğümüzde, yalnız kalmak istediğimizde ne yapıyoruz? Her şeyi, herkesi bırakıp gitme arzusuyla aklımıza ilk gelen yer değil midir, uzaklar? Uzaklar derken; sadece uzaklaşmak değil kastım, derenin öte yakası ya da şu ilerdeki tepenin ardından bahsetmiyorum... Herkesin kendine göre bir nevi uzakları vardır mutlaka... Düşlediğimizde çoğunlukla huzur ve dinginlik veren cinsten uzaklar... Hani deriz ya “Çook çok uzaklar” evet, işte tam da oralar... Uzak masalsı şehirler, devasa okyanuslar, uçan halıya binerek varılan gizemli ülkeler, astral seyahatle gidilen dünyalar ve hatta başka evrenlerde gözümüz. Ailemizi, dostlarımızı ya da sevdalımızı; genelde fark etmiyor ama gönül koyduklarımızı cezalandırmanın bir yöntemi, belki de en etkili yolu... Uzaklaşmak. Uzaklaşınca rahatlıyoruz bir nebze. Hangi hayat doğru, eskisi mi yenisi mi? Emin olamıyoruz sonra da... Araf’ta kalıyoruz... Ve uzaklara gitmek arzusu yeniden peydahlanıyor...

‘NOVAVERA’YLA ŞAHANE BİR AKŞAM YEMEĞİ

Geçtiğimiz cuma akşamı Wyndham Ankara No:4 Restoran’da, al yanaklı nefis bir hanımefendiyle, güncel tabirle “Date”im (Randevu) vardı. Birkaç yıl önce tesadüfen görmüş ve çok sevmiştim. İsmini unutsam da yüzünün berraklığı, saçlarının şekli, giysilerinin renkleri hep aklımdaydı. Bir daha karşılaşabileceğim aklımda yokken ortak arkadaşımız sevgili Elif Erol yeniden tanıştırdı. Böylesi güzel bir hanımla “Date” yapmayalı epey olmuştu o yüzden heyecanım had safhadaydı. Adı “Nova Vera”ymış... Etkileyici ismi olduğunu fısıldadım kulağına, gülümsedi. Türkçe anlamı “Yeni Bahar” olan adını da çağrıştıran baharı ve buram buram taze çimen kokuyordu, mest oldum. Yediğim yemeklere yansıttığı lezzetini algılamak zor olmadı, tadı damağımda kaldı. Tahmin edemediyseniz ben itiraf ediyorum. Markanın kurucusu Bahar Alan’ın kendi ismini verdiği, ressam Hülya Özdemir’in fırçasıyla mitolojik vasıflarda bir kadının ruhuna bürünmüş Ayvalıklı şahane bir zeytinyağından bahsediyorum. Kalabalık bir masamız vardı ve sadece benim değil, yemeğe katılan diğer kıymetli misafirlerin de Nova Vera’ya hayranlığı yüzlerinden okunuyordu. Doyamadık birbirimize... Yakın zamanda İncek’teki “Müze Evliyagil”de “Date” için bir daha sözleştik.

KOKULU AŞK

Geçtiğimiz haziran ayında yayınlanan kitabım “Aşk Pişirmek”de “Kokulu Aşk” adıyla yazdığım öyküde geçen kokulu çöreğin, öyküyü okuyanların iştahını kabartması durumu hoşuma gidiyordu elbette. Öyküden sonra çöreği arayıp bulamayanların haklı serzenişlerini göz ardı etmek olmazdı. Yaptığı her işi aşkla yapan sevgili “Sezgice” geldi aklıma. Geçen gün “Kokulu çörek pişti” diye mesajı gelince sevinçten dört köşe vaziyette soluğu Sezgi ve eşi Burak’ın birlikte çalıştıkları Ansera Çarşı’daki fırında aldım. Çarşı, çörek ve içindeki baharatlardan mahlep, rezene, zerdeçal, anason kokuyordu. Ben ba-yıl-dım, mutlaka tatmalısınız...

‘MERHABA 2025

Yazının Devamını Oku

‘Aralık’tan bakmak

5 Aralık 2024
“Yaşım ilerledikçe, insanların ne dediklerine daha az dikkat eder oldum; yalnızca ne yaptıklarını izliyorum.” (Andrew Carnegie)

Yıllarca deneyimlediğimiz aralık ayı rutinlerinde; sabırsızlıkla beklediğimiz yeni yılın gelişini karşılamanın heyecanıyla yüreğimiz pır pır ederken, eski yılın kazandırdıklarını kayıp gibi görür ve gece 12 çanı ile hafızamızdan silindiğini düşünürdük. Dikkat ederseniz “eski yılın kazandırdıkları” dedim. Geçmiş yılların bize kazandırdıklarının farkında değiliz çünkü. Ve hatta yılların kötü geçtiğini düşünüp, geçmiş olması çılgınlar gibi sevinmemize sebepti... Evet, umut tazeliyorduk. Peki ya yaşadıklarımız, öğrendiklerimiz? Sizi bilmem ama ben son yıllardaki aralık aylarında önceleri farkında olmadığım ancak yaş ilerledikçe su yüzüne çıkarak, beni de içten içe etkileyen karmaşık duygularla cebelleşmeye başladım. Bir yandan geçtiğimiz yıldan öğrendiklerimi arşivliyor, gelecek yılın temiz sayfasını açmanın heyecanı sarıyor; diğer yandan yaşlanmanın hüznü ile olgunlaşmanın ağırlığı çöküyor üzerime. Farkındaysanız, yaş aldıkça hayatın akışına yetişmekte zorlanıyor ve nefes nefese kalıyoruz. Peki, bu durumda biz ne yapıyoruz? Hayır, elbette ki kenara çekilmiyoruz. Enerjimizi ve nefesimizi kullanmakta tutumlu ve planlı olmanın yollarını buluyoruz. Fazla efor harcamadan hayatın akışına uyum sağlamaya başlıyoruz... Önceleri şuursuzca harcadığımız zamanımızı, enerjimizi daha az harcayıp, aklımızı daha çok kullanmayı keşfediyor ve rahatlıyoruz. Bizi küçümsemeyin... Kapı aralığından bakarken insanı, aralık ayından bakarken hem geçmişi hem de geleceği tanıyabiliyoruz.

USTA’NIN ELİNDEN ‘SU BÖREĞİ’

Stüdyo Pizza ve Şef Murat Artukmaç, Ankara’nın gastronomi alanında yüz akı olmaya devam ediyorlar. Şef, sosyal medyadaki hesabından paylaşınca gözlerime inanamadım, su böreğine karşı dizginleyemediğim bir tutkum var çünkü... Stüdyo Pizza’nın sevgili müdürü Sahra Tuncer’i arayıp “Halüsinasyon mu” diye sordum. “Hayır tamamen gerçek” cevabı yüreğime su serpti. Pazar ve pazartesi kapalı oldukları için salı gününü iple çektim... Sahra randevumuzu birkaç saat erteleyince içim büzüldü. Neyse ki tadım vakti geldiğinde rahat nefes alıyordum... Şef yoktu ama telefondan böreğin içeriğini anlattı. “En önemli tarafı pizzalarını da yaptıkları organik ‘Spelt’ (Kavuzlu veya Kızılbuğday da deniyor) unundan yapılmış olması” dedi şef. İçeriğinde Trüf (Bir çeşit yer mantarı) yaprağı, ezmesi ve yağı bulunması su böreğini farklı bir boyuta taşımış, çok sevdim. Koyun, inek ve keçi sütlerinden harmanlanarak yapılan, sevgili şefin de askerliğini yaptığı Kırklareli’ye has “Süzülmüş Kardeşler” marka, paçal beyaz peynir böreğe çok yakışmış. Geleneksel yöntemlerle açılıp haşlanan hamur aralarına serpiştirilen tereyağı, sadeyağ karışımı hem lezzeti hem kokuyu taçlandırmış. Sunum sırasında tabağın dibine serilen İspanya’ya has “Arbequina” cinsi zeytinlerin, Manisa’da yetişen üründen soğuk sıkımla elde edilmiş zeytinyağı ve kokusu damağınızı da ruhunuzu da ele geçiriyor, müptela oluyorsunuz.

HEM DERYA USTA, HEM DE PELİN HAYDİ ‘ARA SICAK’A GELİN...

Kadınların olduğu restoranlar bana güven veriyor, karşılaştığımda çok seviniyor ve onlara katkıda bulunmaya çalışıyorum. Tadımına gittiğim restoranların mutfağında annelerin bulunmasına mutlak özen gösteriyorum. Geçenlerde çocukluktan arkadaşım Memcik’le, oğlu Kaan Tarakçı ile yeğeni Kerem Ülgü’nün birlikte işlettikleri ve artık Ankara’yla özdeşleştiğini düşündüğüm Üsküp Caddesi’ndeki “Ara Sıcak Meyhanesi”nde buluştuk. Epeydir uğramıyordum içeri girince farklı bir hava soludum. Önceleri vasat olan mezelerinin tadının lezzetlendiğini fark ettim. Memcik farkın sebebini söyledi, hoşuma gitti. Meğerse sevgili Kerem’in eşi Pelin Ülgü kolları sıvayıp mutfağa girmiş, lezzet farkı ondanmış... Lezzetlerine tutulduğum “Atom, Çıtır Meze ve Renkli Kuş” Pelin’in eserleriymiş. Daha bitmedi dedi Memcik... “Az önce bayıla bayıla yediğin, fırında tereyağlı levrek, çıtır tekir ve ahtapotu pişiren de kadın, Derya usta” dedi, iyice mest oldum. Derya Usta’nın eşi Uğur da mutfaktaymış. Yani anlayacağınız, restorana girince hissettiğim farklılık aile sıcaklığıymış. Siz de ailenizle gidin. Aile saadetinin tadına doyamayacaksınız.

Yazının Devamını Oku

Sanat, bir nevi aşktır...

21 Kasım 2024
“Sanat, ruhtan günlük yaşamın tozunu yıkar.” (Pablo Picasso)

Sanat yoluyla arınabilmek için öncelikle sanatı sevmek ve elbette ki anlamaya çalışmak gerek. Yaşama bakış açımızla ilgili bu durumu anlamak toplumun kültürel yapısıyla da ilintili. Çoğunlukla inkâr etsek de toplumumuzda sanata bakışın kısır olduğu malum... Sanata “Angarya, antin kuntin işler” sanatçıya da “Serseri, avare, Leyla” yakıştırmasını çekinmeden yapabilen bir toplumun içinden inadına çıkan sanata; “Devrim”, sanatçıya; “Devrimci” demek gerekmez mi? Her şeye rağmen estetiğe olan inancını hayatına yansıtan insanların topluma kazandıracağı şahane bir dinamizm olduğuna inanıyorum. Sonbahar mevsimindeyiz doğal olarak kimi ağaçların yaprakları kızarıyor, sararıyor ve sonra dökülüyor. Kimileri bu durumu değerlendirirken içinin karardığını, soğuk havanın üşüttüğünü ve yerlere dökülen yaprakların kirliliğinden şikâyet ediyor. Kimilerinin de yüreği kabarıyor heyecan basıyor “Nefis bir manzara” diyerek, bununla ilgili şiirler, metinler yazıyor. Gördükleri nefis manzarayı tuvale aktaranlar, fotoğraflayanlar, seramiklerine, kilimlerine desen olarak işleyen sanatçılar olduğu gibi... Bir başkasının yeteneği olmayabiliyor, kâğıda, tuvale dökemeyebiliyor ancak illaki kalbi atıyor... Aşık oluyor... Aşk da bir nevi sanat değil midir?

BULUTLARIN ALTINDA: GERÇEKLER VE DÜŞLER ‘SERDAR ACAR’

Yıllar önceydi bir resim sergisinde, estetiği seven herkes gibi hoşuma giden resimlere kısaca bakıp geçiyordum ki; 70’li yaşlarında bir hanımefendinin bir resmin önünde dakikalarca durup neredeyse gözünü kırpmadan dikkatlice izlemesi ilgimi çekti... Ben tüm sergiyi gezip tamamlamıştım ancak kadının halen aynı resmin önünde duruşu normal miydi anlamak istedim. Kadın benden ya da diğerlerinden farklı olarak ne görüyor diye meraklanmıştım... Oradan ayrılmadan önce yanına gidip usulca “Çok uzun baktınız... Ne gördünüz?” dedim... Soruya verdiği cevap etkileyiciydi... “Kendimi” dedi. Şaşkınlığım geçmeden “İstersen sen de kendini görebilirsin” diye devam etti. “Hayat bu demek işte... Her rüyada olduğu gibi her resmin içinde olma ihtimalimiz de var...” Nefis bir tespitti ve beni derinden içine aldı... Sanatçı Serdar Acar’ın resimlerine baktığımda da derinden etkilendim ve aklıma yaşadığım yukarıdaki diyalog geldi.

GERÇEKÜSTÜCÜ GERÇEKLİK

Her resimde kendimi bulmam kolay olmuyor ancak Sevgili Serdar’ın kullandığı renkler, insanlar, ağaçlar, evler, pastoral yaşam ile biz izleyiciye yorumlamak, belki de doldurmak için bıraktığı geniş alanlarda kendi özlemlerimle örtüşen dingin duyguları bulabilmek zor olmadı. Sohbetimizde de “Mümkün olduğunca izleyiciyi anlamı çarpıtmaması için yönlendirmekten kaçınıyor ve yorumlaması için ona geniş alan bırakıyorum...” dedi. “Gerçeküstücü gerçeklik” kavramını kullanırken gerçeğin aslında gerçeküstü bakışla birlikte anlamlandığını vurgulamasına şapka çıkardım. Kararlı bir özgürlükle işlediği duygularını tuvale aktarmaktan aldığı haz; tamamen kendi iç dünyasının sanata ibadet etmek olarak değerlendirdiği üretimi tetiklemesinden kaynaklanıyor.

 ARTSY ATAKULE VE ECE KALELİ

Yazının Devamını Oku

Kendinize gelin!

7 Kasım 2024
“Her gün, kendimizi yeniden keşfetmek için bir fırsattır. Herkesin farklı bir yolculuğu vardır, önemli olan kendi yolunuzu bulmaktır.” (Charles Bukowski) 

Sonradan peydahlanan ve aslında var olmayan kişiliklerimiz ile beğenmediğimiz özgün halimiz anlaşamıyor, farklı yönlere gidiyoruz...! İçimizde kaç ayrı kişilik barındırdığımız belli değil... Duygular öylesine karmaşık ki, kendi kendimize, kendimizle her an kavgalıyız. Bedenimiz bir tarafa gittiğinde ruhumuz gelmek istemiyor. Özellikle de son yıllarda gelişen teknoloji ile birlikte hem tatminsizlik hem de aç gözlülük tavan yapmış durumda. Sosyal medyada kullandığımız “avatar”lara dönüştük zahir. Doğadan ve doğallıktan uzaklaştıkça insanlık ve merhametten de hızla uzaklaştığımızın farkına varamadık. Sanattan, zanaattan ve en önemlisi bilimden ayrıldık... Hazzı ve duyguyu internet üzerinden kredi kartıyla satın alabildiğini düşünen “insanoğlu” artık her şeye muktedir olduğuna inanırken, adım adım insanlıktan çıktığından haberi yok. Her birimizin gerçek kimliği kaybolmuş, her sosyal medya uygulamasının kriterleri ve kitlesine göre oluşturduğumuz kişiliklerle yaşıyoruz. Bir sosyal medya uygulamasında bilgili, üretken ve duyarlı avatarımız dolaşırken, bir başka uygulamada zengin, havalı ve popüler avatar sahneye çıkıyor...  Kiminde olmayan paramızı saçarken bir diğerinde yine olmayan zekâmızı saçıyoruz... Lütfen kendinize gelin artık!

‘İLLÜSTRATİF’ 2 SERGİSİ

Fransızca kökenli “illüstrasyon” kelimesinin karşılığı dilimize “resimleme, bezeme” olarak çevrilebilir. Yazılı bir metni canlandırma, resim veya çizim yoluyla anlatma, aydınlatma yoluna da illüstrasyon diyebilirsiniz. “İllüstratör” de denilen sanatçının hayal gücünü abartılı şekilde kullanarak resimlediği hikâyenin metnine girdiğinizde; kendi hayal gücünüzün de zenginleştiğinin farkına varmanız olası, bir günümüz tasarım sanatı da denebilir. Çizgilerinizi hayal gücünüzle uyuma soktuğunuzda elde ettiğiniz tatminin dışa vurumu da olabilir. Küratörlüğünü sanatçı akademisyen “Özlem Tekdemir”in yaptığı sergide “Ali Çağan Uzman, Ayşe İnan, Cem Yünür, Ekin Kılıç Ezer, Kayahan Kaya, Ozan Bilginer, Özlem Tekdemir, Selin Saygılı, Uğur Erbaş ve Zeynep Karabacak”, illüstrasyonun yaratıcı potansiyelini, farklı teknikler ve yaklaşımlar aracılığıyla keşfetmiş. Sergi ikinci edisyonuyla 2-16 Kasım tarihlerinde Farabi Sokak’taki Tosca&Art Desing’da izlenebilir.

POLATLI USULÜ ‘KÖFTEKARE’

Adını, Polatlı’ya has geleneksel köftenin kare oluşundan alan yepyeni bir ağız tadı mekânı ve butik köfteci “Köftekare.” Yaklaşık dört ay önce açılan, Atakule’nin çapraz karşısındaki Atatürk heykelli “Atameydan”ın hemen arkasında bulunan ince uzun aralıktan gidilen tarihi “Kınaç Pasajı”nın içindeki köfteci, tam da bir zula mekân. 40 yıllık arkadaşım diyebileceğim kadar yakın dostum Tayfun Sırt ve yeğenleri Bora, Tayfun, Tufan ve Furkan’ın birlikte çalıştığı, tam sevdiğim cinsten butik aile işletmesi. Köfteciye gittiğimde deneyimli gastronom İlker Özkan’la birlikte köfte dışında servise yeni çıkaracakları Viyana usulü “Şinitzel”in tadım ve sunum aşamasına da şahit oldum. Sade yağla 4-5 dakika pişirilen şinitzel, altın sarısı, eşsiz kadife görünümü ve yanındaki patates salatası ile muhteşem duruyordu. Tek kelimeyle ba-yıl-dım. Köfte de şinitzel de Ankara’da yiyebileceğiniz en iyilerin arasına rahatlıkla girer. Mutlaka gidin. Çok seveceksiniz.

Yazının Devamını Oku

Bir kelebek ömrüdür yaşamak

24 Ekim 2024
Ömür dediğimiz nedir ki? Çay bardakta, soğuyana dek geçen zaman... Çayınız bardakta soğumadan, tadıyla için hayatı. Soğutmadan sevgileri, soğutmadan sevdaları, soğutmadan dostlukları, yaşayın doyasıya... (Can Yücel)

Başlığı bir daha okuyun isterseniz... Sizi tabii ki sınamıyorum. “Bir kelebek ömrüdür yaşamak...” cümlesini “hayat kısa” diye yorumlayacak aklımız var elbette diye sitem edeceksiniz biliyorum... Genel anlamda kendim de dahil olmak üzere “Mevzuu idrak, kavrama, doğru anlama ile hayatın akışına sokma” konusunda zafiyetlerimiz var. Güya her şeyi biliyor ve anlıyoruz ya? Bunu da anladık yani... “Hayat kısa, işte, niye yüzümüze vuruyorsun” şeklinde durumdan memnun olmadığını ifade eden ve azarlayan bir gergin tayfa çıkacaktır mutlaka... “Hayat kısa, elden ne gelir ki” diyecek kaderci tayfa da var. Olaya bilimsel yaklaşan, “Tıp ilerledi, insan ömrü eskiye nazaran uzadı artık...” deyip müsterih olmamız için sebep veren iyimser tayfa ile “Hayat kısa ama bizim paramız var, uzun yaşıyoruz” diyerek ayrıcalıklı olduğunu düşünenleri de azımsamayın. Tüm bu yaklaşımlara tek bir cevabım olur. "Ruhumuz nasır bağlamış." Ruhumuzun ana dili “sanat” ve biz toplum olarak sanat ve estetikten çok uzağız. “Hayat kısa, kuşlar uçuyor...”

 

MİTLER, DÜŞLER, MASALLAR, ANLATI VE ANILAR...

Öncelikle endüstriyel üretimi, sonraları gastronomisiyle gönüllere yerleşen Gaziantep’in yeni nesil gençleri şehre yeni vizyon katmak ve belki de en büyük eksiği giderme düşüncesi ile sanata yönlenmesi bana kentin kültürel geleceği açısından umut verdi.

12 Ekim’de Gaziantep Genç İş İnsanları Derneği’nin (GAGİAD) düzenlediği “GAGİAD Kültür Sanat Festivali” için Antep’teydim. 26 Ekim’e kadar sürecek festivale farklı disiplinlerden 62 sanatçı, 170 eserle katılıyor. Gaziantep’in tarihi mekânı “Pürsefa Han”ın atmosferi ile sergilenen eserler, görünenle birlikte gizemli duygularla harmanlanıyor. Hanın içindeki sergide gezinirken zaman yolculuğunun kokusunu soluyan sanatsever mistik bir deneyim yaşıyor. Tarihi hanın avlusunun, duvarlarının ve hatta her köşesinin, belki de işlenen her taşının şahit olduğu “Mitler, Düşler, Masallar, Anlatı ve Anıların” kokusu çok değerli sanatçıların eserleriyle adeta canlanıyor.

DİLEK KARAAZİZ ŞENER VE PLATFORM ARMONİ

Yazının Devamını Oku