Aziz Devrimci

Siz yokken Ankara daha güzel

20 Haziran 2024
“Dayanılmaz olan yaşam değilmiş aslında, insanlarmış.” (Franz Kafka)

Pandemi zamanlarındaki sessiz ve kimsesiz vaziyetinden halliceydi bayramda Ankara… Belli ki şehrin yarıdan fazla yaşayanı bir şekilde bulmuş buluşturmuş… Üstünden, başından, boğazından kısmış bir şeyler ayarlamış ve kendini şehrin dışına atmayı başarmış. Kimi sahile inmiş, kimi köyüne, kimi de sevdiğinin kollarına… Herkes kendi denginde bir yerler bulmuş tabii ki kaçmaya… Ancak biz kaçtılar demeyelim de sosyal medya ağzıyla seyahate gittiler diyelim. Bu havalı durumun ilanı gerek değil mi ama? Sosyal medyadaki hesaplar bir anda kaçış pardon seyahat hikâyeleri ile süslenmeye başladı… Kimi bulutlar arasından uçak kanadı, kimisi lüks araçların, vapur, feribot ya da köprü geçiş görüntüleri… Bazısı meşhur mola yerlerinde yedikleri geleneksel yiyeceklerle verdikleri pozları paylaştı… Kaçışlarının öyküsü ile varıp yerleştikleri otellerinin manzaralarına gıpta etmeyen var mıdır emin değilim… Seyahat imkânı bulamadığı için Ankara’yı bekleyen diğer yarısı, gitmediği için hüzünlü mü, mutlu muydu bilinmez ama kalanların yarısı açık olan AVM’lerde diğer yarısı da park, bahçe veya mesire yerlerinde bulabildikleri gölgelerde piknikteydiler… Ankara neredeyse tek başınaydı… Bir de ben vardım kafasında hunisi sokaklarında dolaşan deli gibi…. Hem sessizliği hem sükûneti dinlerken şehrin tadına doyasıya vardım desem aklımdan şüphe duyacağınız kesin… Ben; hazır şehrimi boş ve sakin bulmuşken ıhlamurların kokusuyla gölgelediği Ankara sokakları ile yaptığım yalnız ve sessiz muhabbetime gıpta etmeyeceğinizi biliyorum… Bu durum şehrin en sevdiğim hali desem? Gücenmeyin ama siz yokken Ankara daha güzel…

40 YILLIK ‘NİMET’ FIRINI

Ne güzel bir kelimedir ‘Nimet.’ Anadolu’da yemeğe özellikle de ekmeğe verilen diğer isimdir. Ve hatta ‘Nimet çarpsın ki…’ diye başlayan yeminlerimiz var…Güzel kadınlar ‘Nimet’ ismiyle ayrı bir kıymetlenir sanki… Pek fazla olmasa da erkekler de ara sıra ‘Nimet’leniyor bu isimden. Sadede gelirsek; Çankaya civarında yaşayanlar mutlaka bilirler… Ayrancı, Güvenlik Caddesi’nde 40 yıldır aynı yerinde bulunan fırının adı da ‘Nimet.’ Boşalan Ankara sokaklarında aylak aylak gezerken aldım kokusunu su böreğinin… Dayanmak ne mümkün… Ertesi sabah erkenden Nimet fırının yolunu tuttum… Karton kutusundan ayak üstü yediğim böreğin yanına fırında çay-kahve servisi olmadığından kendileri için demledikleri çaydan ikram ettiler… Sıcacık böreğin lezzeti katlandı…

HOLLANDA KURABİYESİ (HOLLANDEX)

16 yıllık çalışan Emre Özen anlattı… Fırında çıkan tüm ekmek, pasta ve kurabiyeleri geleneksel ustalar geleneksel yöntem ve malzemelerle pişiriyorlar… Normal somun ekmeğin bile farkı var diğerlerinden… Karakılçık’tan tutun da Dinkel’e kadar farklı unlardan yapılan ekmekler nefis kokuyor… Pastane ürünleri katkısız ve doğal yöntemlerle pişirildiği için çocukluğunuz geliyor aklınıza… Hollanda kurabiyesini hatırlarsanız, hani şu fındık tozu, tereyağı ve portakalla yoğrulan kurabiye var ya… Acı badem unuyla yoğrulan acı badem kurabiyesini veya bezeyi siz unuttuysanız anneniz unutmaz… Başka yerde bulmanız kolay değil, fırına gidin ve bu güzelliklerden siz de ‘Nimet’lenin derim.

HAKİKİ ‘ROMA’ DONDURMACISI

Yazının Devamını Oku

Ankara’da en iyi 5 dondurmacı

13 Haziran 2024
“Şayet herkesi mutlu etmek istiyorsanız lider olmanıza gerek yok, dondurma satın.” (Amerikan Atasözü)

Dondurma ile ilgili M.Ö 3000 yılına kadar uzanan ancak teyit edilemeyen belgesiz söylentiler var. Bu olur olmaz dedikodular biz insanların dondurma ile yaşadığı aşkı etkiler mi derseniz... Size ‘Aslaaa ve kat’a’ diyeceğim... Dilimizde dondurma kelimesinin eş anlamlısı ‘buzkaymak.’ Başkaca ülke dillerinde dondurmaya ‘dondurulmuş muhallebi’ ya da ‘donmuş yoğurt’, bazısında ‘sorbet’ veya ‘gelato’ verilen diğer isimler. Aslına bakarsanız dondurmanın hangi dilde söylenirse söylensin duyulduğunda insan ruhuna yansıttığı etkileşim ile verdiği tek bir duygu var; o da şu anda sizin yüzünüzde beliren ifadenin aynısı yani ‘mutluluk.’

4 GELENEKSEL 1 YENİ NESİL

Bayram boyunca keyiflenmek için yapılacak aktivitelerin en başında dondurmacı ziyareti olacaktır. Bayram boyunca açık olacak dondurmacıları, sıcaklar da hesaplanırsa yoğun bir bayram bekliyor. ‘Ankara’da en leziz ve doğal dondurmalar nerede yenir?’ sorusuna cevap bulmak pek de kolay olmadı. Öncelikle geleneklerine baktım, ardından kokusuna ve son olarak tadına baktım... Dondurmayı yapanlar yöntemini gelenekten ve atalarından aldıysa... Süt kokusu mest edici vaziyetteyse... Salep tadı damağınızdayken heyecan veriyorsa... Doğru yerdesiniz... Külahtaki dondurmanıza çekinmeden gömülebilirsiniz... En genci 50 küsur yıllık 4 geleneksel dondurmacı ile yöntemi Uzak Doğu’ya has ve eski olsa da bizim yeni nesil gençlerin en çok rağbet ettiği yeni nesil tava dondurmacısını eklememek olmazdı.

METO DONDURMA (DİKMEN-BEYTEPE)

Geçen sene ağustos sıcağında dondurmayla serinlemek için Yugoslavca’da ‘ballı’ anlamına gelen ‘Meto’nun Dikmen, Hürriyet Caddesi’ndeki yerine gitmiştim. Dondurmanın verdiği hazzın ‘Roma’ olduğunun farkına varınca, evvela çocukluğuma gitmiş ardından hem serinlemiş hem de mest olmuştum. En beğendiğim dondurması yoğurtlu olanıydı ve halen tadı damağımda desem abartmış olmam. Önce dedelerinin Üsküp’ten yola çıkarak başlattığı sonra da babalarının 1956 yılında Türkiye’ye geldiklerinde devam ettirdiği ‘Roma dondurması’ geleneğini şimdi de Dikmen’de Hüseyin ile Beytepe’de duran ağabeyi ‘Şeref Vatansever’ sürdürüyorlar. Beytepe Kanuni Sultan Süleyman Bulvarı’ndaki yerlerini yeni açtılar... Burada tüm dondurmalar efsane ama favorim ‘karadutlu’ya bayıldım.

MİRİTA DONDURMA (AYDINLIKEVLER-YAŞAMKENT)

Yazının Devamını Oku

Çok kötüyüz

6 Haziran 2024
“Düzenbazlığın evrenselleştiği bir dönemde, gerçeği söylemek devrimsel bir eylemdir.” (George Orwell)

Biz insanlar ne yazık ki çok kötüyüz... Hem de tasvir edilemeyecek kadar kötü... Zihnin; sınırları olmaksızın kurabildiğimiz hayalleri iyicil ve kötücül olarak ayırabilirsek... Kötücül olanlar açık ara kazanır mutlaka... Hafızanızı yoklarsanız, hatırlayacaksınız... Eskiden gerçek duygularımızla yaşıyorduk... Şimdiyse arzularımızın sahte dünyasına kapılmak hoşumuza gidiyor. Arzularımızın tetiklediği hayatları yaşıyor ve bundan sonsuz keyif alıyoruz... Kendimizce kurguladığımız bu yaşam tarzı, hakiki ve doğru yaşamdan daha şaşaalı geliyor, gözlerimizi kamaştırıyor ve içinde kayboluyoruz. Bunun için gerçek benliğimize ait olmayan her davranışımıza bir kılıf uydurmak yetiyor... Her şeyin doğrusunu, güzelini, özenlisini yapabileceğimizin farkındayken bile kendimizden kaçıyor ve bilmezmiş gibi yapıyoruz... Anlayacağınız kendi öz benliğimize baş kaldırıyoruz. Güvensizliğimiz bedene mi yoksa ruha mı o da belli değil... Kaybettiğimiz gerçek insanlık ve özgüvenle birlikte ya yapamazsam endişesi, yanında da ‘Yapsam ne olacak ki? Kim anlayacak? Anlarsa nasıl anlayacak?’ tereddütleri de var. Bu yüzdendir ki; kendisini olduğundan farklı gösterme çabası içinde yaşayanlara seslenmek istiyorum. Olmuyor arkadaşlar... Olmuyor! Cidden olmuyor! Size benzer sahte dünyalarda yaşayanlar dışında kimse görmüyor gösterdiğiniz abartılmış sizi... O kadar belli ki sahtekârlığınız... Bir çiçekle yan yana durduğunuzda sırıtıyorsunuz... Yürekten gelmeyen gülüşü yüzünüze oturtamıyorsunuz, eğreti duruyor ve karanlığın fotoğrafı oluyorsunuz. İyicil ve gerçekçi insanlar insanlık onuru adına utanıp sizi görmemek için bakışlarını kaçırırken, siz aynadaki yansımanızda ne görürsünüz de hayranlığınız kendinize tutunur kalır?

ÇOCUKLUĞUMUZUN ÇİKOLATACISI ‘SİAL’

Son yıllarda çikolataların lezzetinde çok farklı gelişmeler oluyor... Aroma, dolgu ve görünüm ağırlıklı üretimlerle biz çikolataya tutkun insanlar alışkın olmadığımız tarzda avlanmaya çalışılıyor. Çikolata düşkünü biri olarak defalarca bu yeni nesil avcılar tarafından avlandığımı söyleyebilirim. Çikolataya zafiyeti olan herkesin kolaylıkla ve hatta gönüllü olarak av olmak isteyeceğini, siz de bir çikolata düşkünüyseniz kabul edersiniz mutlaka. Beni avladıklarında, tadına her baktığım çikolatayı bayıla bayıla yerken kendimden geçtiğimi söylemezsem çikolatasını yediğim yeni nesil üreticilere haksızlık etmiş olurum... Evet, bayılarak yiyorum ancak farkında olmadığım hep bir eksiklik varmış onu anladım... Neymiş bu eksik diye sorduğunuzu duydum tabii... ‘Çocukluğum’ cevabını siz de biliyorsunuz ama benim gibi farkında olmayabilirsiniz... Yaşı 40’ları aşmış gençler hatırlayacaklardır... Eskiden dolgu yoktu, fındık, fıstık, incir, portakal gibi kuruyemiş ve kuru meyvelerle zenginleşirdi çikolata. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı Mahallesi 2715. Sokak’taki geleneksel çikolatacı ‘Sial’ ve kadın girişimci ‘Yeşim Tekin’ çocukluğumuzdaki damak zevkini yakalayarak yüzde yüz çikolata tatmini yaşatıyorlar... Burayı yeni keşfettim. Çikolataların tadına bakarken baygınlık geçirmek üzereydim... Tahinli çikolata efsane, badem ezmesi, nefis... Çocukluğunu özleyenler hemen gitmeli...
ETİMESGUT ‘KİRAZÇİÇEĞİ’

Yazının Devamını Oku

Ohh dünya varmış...

30 Mayıs 2024
“Evrende iyileştirebileceğinizden emin olabileceğiniz tek bir yer vardır; o da kendi benliğinizdir.” (Aldous Huxley)

Yağmurun ağaçların yapraklarına değdikten sonra sekerek bahar tazeliğinde yüzünüze değdiğini düşünün... Bunu daha önce farkında olmadan yaşayanlarınız vardır mutlaka. Unutmadıysanız hissettiklerinizin tarifini yapabilir misiniz? Düşünün biraz... İsterseniz gözlerinizi yumun ve o an’a geri dönün... Bu tarifi istediğim birkaç arkadaşım gibi siz de bana ‘Hayır olmuyor havaya giremiyorum, istersen duşa gireyim’ diyerek laf da sokmak isterseniz, alınmam... Yine de ısrarla deneyimlemenizi öneririm... Ben bu durumu keşfettikten sonra her seferinde aynı duyguları yaşamaktan keyif aldığımı belirtmeliyim. O yüzden size tarifini yaparken düşünmeden ‘Aşk’ diyeceğim. Ve hatta biraz daha ileri gidip hem de sırılsıklam olanından diyeceğim... Burun kıvırdınız belki de... Aşkı neredeyse unuttuğumuzun farkında mıyız? Sadece dilimize dolayıp anlamını kaybettiğimiz aşkın gerçek duygularını hatırlayan var mı? ‘Yuh yani şimdi de çok abartıyorsun’ der misiniz? Bence demeyin ama deneyin... Yağmur çiselemeye başladığında evinize en yakın parka gidip ağacın altında herhangi bir banka oturun. Yağmur hızlandığında size damlaları doğrudan değmeyecek ama yapraklardan seken pıtırcıklar teninize değdiğinde yüzünüze çiçek gibi bir gülümseme oturacak, ardından derin bir nefes alıp ‘Ohh dünya varmış’ diyeceksiniz... Bu aşk değil de nedir ki? Mutluluk bu kadar ucuz ve kolay aslında, nedense zorlaştırmak için her şeyi yapıyoruz. Sadece biraz istek gerekiyor... Yaşama isteği, yanına biraz saygı, biraz merhamet, azıcık kanaat ve bolca sevgi yetiyor aslında... Hepsi de bedava yani. Ohh dünya varmış...

YÜZDE YÜZ İTALYAN ‘VENTO ITALIANO’

İlk girdiğinizde Roma’nın eski sokaklarında tesadüfen girdiğiniz ve İtalyan yemekleri pişiren bir restoranda olduğunuzu düşünebilirsiniz... Unutmayın... Ankara’dasınız ve GOP Attar Sokak’taki ‘Vento İtaliano Ristorante’desiniz. Son zamanlarda gittiğim en güzel restoran dersem abarttığımı düşünmeyin lütfen... Restoranın iç mimarisi ayrı, bahçesinin peyzajı ayrı güzel. İçinin havası Rönesans dönemleri İtalya ve hatta Roma’yı anımsatıyor... Bahçesi Ankara’da bildiklerimin arasında en güzeli ve adeta bir cennet köşesi diyebilirim... ‘Ohh be dünya varmış!’ diyebileceğiniz cinsten bir atmosferi var. Eşinizle, sevgilinizle veya ailenizle yeniden sevgi ve aşk tazeleyeceğiniz kıvamdaki ortamın büyüsüne çekinmeden ve rahatlıkla kapılabilirsiniz. Günün sonunda aşk ve sevgide kazanan siz olacaksınız, yemekle birlikte buna garanti verebilirim...

İTALYAN YEMEK SANATI

Yemeğin sanat olduğu konusunu sık sık tekrarladığımı beni takip edenler bilirler. Vento İtaliano’da tattığım bütün yemeklerin birer sanat eseri niteliğinde hazırlandığını söyleyebilirim. Tadıma gazeteden arkadaşlarım sevgili Murat Yılmaz ve Haşim Kılıç’la birlikte gittik. Restoranın iletişim danışmanı zarif kadın ‘Hayret Sümer’ ve deneyimli şef ‘Sertan Gürkan’ ağırladılar. Dana kaburga ve mozzarella dolgulu, Sicilya usulü sokak lezzeti risotto topları ‘Arancini’ ile başladık. Aralarda geleneksel minestrone çorba, nefis salata ve birkaç şahane atıştırmalıkların detaylarına girmeyeceğim. Dana bonfileyle hazırlanan pizzası enfesti ve adını ‘Bistecca & Parmiggiano’ olarak not edin. Ana yemekte Milano usulü pişirilen taze safranlı risotto yatağında 14 saat ağır ateşte fırınlanmış dana incik ‘Ossobuco’ vardı. Tadını alanlar tutkuyla müptelası oluyorlar... Yemeğe eşlik eden kokteyllere bayıldım, mutlaka tadına bakın. Finalde tiramisu ve Rüzgâr Kule anlamındaki ‘Vento Torre’ tatlıları sizi mest edecek.


Yazının Devamını Oku

İğde kokusu

23 Mayıs 2024
"Bir keresinde Picasso’ya eserlerinin ne anlam ifade ettiği sorulmuştu. ‘Kuşların ne cıvıldadığını anlıyor musun? Hayır, ama yine de dinliyorsun’ cevabını vermiş. Bazen sanatta önemli olan sadece bakmaktır. (Marina Abramovic)"

Birkaç hafta önce sokaklarda dolaşırken Leylakların bahar esintisi ile yayılan kokusu beni benden almıştı... Şimdilerde neredeyse her sokakta bulunan iğde ağaçları ile apartmanların bahçe girişindeki tagları süsleyen kırmızı güllerin enfes kokusu beni mest ediyor... Bahar esintisinin diğer mevsimlerdeki esintilerden farkı bu nefis kokuları taşıyıp burnumuzun dibine kadar getirmesi sonra da yüzümüze bir gülümseme kondurması değil mi zaten. Bana da oluyor... Sokaklarda olmayı her halükârda seviyorum, bu dönemlerde tabiri caizse aklım başımdan gidiyor... Yüzüme bir tebessüm bedenime bir hafiflik iniyor, yürüyüşüm değişiyor. İyimserlik kaplıyor içimi... Her iğde ağacına rastladığımda yaklaşıp birkaç saniyeliğine de olsa derin derin nefesleniyorum... Dünyayı hissetmenin yanında güzelliklerin de farkına varıyorum...Baharı hatırlıyorum öncelikle... Aklıma sevgi geliyor... Doğaya olan aşkım depreşiyor, içim bir hoş oluyor... Yaşama sevincine sıkıca tutununca günüm renkleniyor... Bu benim düşüncem tabii ki... Romantik mi dersiniz... Melankolik mi bilemem... Ne derseniz deyin ama kızmayın lütfen... Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşı içerisindesiniz biliyorum... Gergin, mutsuz hatta umutsuz olanlar da var... Sadece birkaç saniyeliğine duygularınızı serbest bırakıp kendiniz olmayı deneyin... Evdeyseniz balkona çıkın, dışarıdaysanız uygun bir yerde durun ve gözlerinizi yumun. Başınızı göğe doğru kaldırın birkaç defa arka arkaya derin nefes aldıktan sonra sadece dünyayı koklayın... Yeminle rahatlayacaksınız! Ardından keyif gelecek, güleceksiniz...

SANATI ANKARA’YA SEVDİREN KADIN DİLEK KARAAZİZ ŞENER

“Ankara sanatı zaten seviyor” diyeceksiniz ama ben “Geçmiş zamanda seviyordu” diye düzelteceğim... Zira eskiden Ankara’da sanatın her dalıyla fiili olarak yakından ilgili ailelerin sayısı şimdikinden daha fazlaydı. Sanata ilgi yeniden çoğalmaya başladı diyerek umudumu taze tutup sizi de bir nebze rahatlatmak istiyorum. Ankara’da son yıllarda gerçekleştirilen iyi sergilerin altında imzası bulunan Küratör, Sanat Tarihçi ve akademisyen Dr. Dilek Karaaziz Şener de benimle aynı fikirde. Dilek’le Kennedy Caddesi’ndeki Çankaya Belediyesi’nin Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nin ikinci katında buluştum. Hedefim Ankara’ya sanatı yeniden sevdirmeye başlayan bu kadını yakından tanımaktı. Ankara Üniversitesi, DTCF Sanat Tarihi bölümünden mezun olduktan sonra sanatın akışına kapılıyor. Otuz küsur yılda onlarca serginin yapımında çalışarak elde ettiği birikimini Hacettepe Üniversitesi’nde sanat tarihi derslerinin yanı sıra hazırladığı ‘Sergi Yapımcılığı (Küratörlük)’ dersi ile öğrencilerine aktarmaktan duyduğu memnuniyeti anlatırken gözlerinin içi gülüyor. Bu yıl gerçekleşen ve altında imzası bulunan Erimtan Müzesi’ndeki ‘Gencay’ ile CerModern’de sergilenen ‘Nuri Abaç’ın, ‘Acâibü’l Mahlûkât’ sergileri katılımcıların memnuniyeti açısından ön sıralara çıkmış ve yaptığı sergi turlarının methini çok duymuştum. Bu turların kazandırdığı bilgi ve sanatsal doyum, Ankaralılara sanatı sevdirmek anlamında çok faydalı olmuş. Küratörlüğünü yaptığı son sergisini 27 Mayıs’a kadar Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gezebileceğiniz ‘Yüzyılın Tanığı Cumhuriyet’ sergisinin senaryosunu da sevgili Dilek Karaaziz Şener yazmış. Hem sevgili Dilek’i hem de Cumhuriyet’i yakından tanımak için... Bu sergi kaçmaz...

KAVANOZ KAVANOZ SANAT...

Tatlının da sanat olmasını istiyorum... Nereden çıktı bu demeyin lütfen... Tatlının doğrudan insan ruhuna hitap ettiğini söylersem çoğunluğun bana katılacağını biliyorum. En büyük zafiyetimizin tatlıya karşı olduğunda da hemfikiriz sanırım... Güzel tatlı pişirenlere sanatçı denmesine kimse itiraz etmeyecektir mutlaka... Sevgili Banu Nakas tam 7 yıldır kavanoz içinde hazırladığı nefis tatlıların tadını bilenler yıllardır değişmeyen lezzetine de tutkunlar. Ben de tutkunum elbette ve artık sanatçı gözüyle baktığım sevgili Banu ile sanatını icra ettiği atölyesine ruhumun sanatsal gereksinimini gidermek için gidiyorum dersem abartmış olmam. Benim gibi düşünen çok fazla sanatsever var diyebilirim. Henüz ‘Kavanozdaki sanatın’ farkında olmayan ve fiziki olarak tadına bakmayan sanatsever varsa ayıplarım demeyeceğim ama bir an önce Birlik Mahallesi’ndeki ‘Pone (Tatlı) Dessert’in sevimli dükkânına gitsin derim. Kavanozda ‘Limone, Panna kota, Tiramisu, Cheescake, Wonka’ isminde ve daha saymadığım birçok sevgiliniz olacak... Uğrayıp aşkın kavanozdaki haliyle bir an önce tanışın lütfen.

Yazının Devamını Oku

Sıfır kötülük?

16 Mayıs 2024
“Dünyayı olduğu gibi değil, olduğumuz gibi algılarız.” (Immanuel Kant)

‘Yüreğimiz güzelse dünya güzel, yüreğimiz kötüyse dünya kötü mü?’ düz mantık gibi gözükse de ‘Herkes yüreğiyle yaşar’ deyimine inanıyorum. Herkes kendi iç dünyasını şekillendirmekte ve şekillendirdiği dünyasında nasıl yaşaması gerektiğine karar vermekte özgür elbette. Kendi içinde kurguladığı dünyasındaki serbest yaşamı dışarı salıvermek, herkesin ortak değerlerle birlikte yaşadığı dış dünyanın dengesini altüst edebilir ya da tam tersi bir düşler dünyasına yolculuk da başlatabilir. Dünyanın geleceğini kurtarmak için çok fazla samimi olmasak da başlattığımız ‘sıfır atık’ düşüncesi ve sloganı gibi ama daha samimi bir düşünce yaratsak ve yüreklerde ‘sıfır kötülük’ diyerek yeni bir akım başlatsak mı? Mümkün mü? İnsanlar yüreklerini kötülükten arındırsa ve birbirleriyle iyi geçinse mesela… Doğadaki diğer canlı paydaşları olan hayvanlarla, ağaçlarla, denizlerle, toprakla sevgi bağı kursa… Ne olurdu yani! Güzelliklerle dolu bir yüreğimiz ve bunu kalben yansıttığımız dünyamız olabilseydi… Kanatlanıp uçabilecek saflık ve hafiflikte olabilmek çok mu zor… Hiç mi aklımızın ucundan geçmiyor temiz ve karşılıksız sevgi… İlle de ‘ben’ deyip her şeye sahip olmakla ki; olsak bile nereye gidiyoruz? İçimize nefret ekmişken dışarıya sevgi tomurcukları yaymak nasıl maharet oluyor anlayamıyorum…. Neden içimizle dışımız asla birbirini tutmuyor… Güzellikler neden bir türlü berraklaşmıyor… Hep bir bulanıklık zihinde, hep bir bulantı hayallerde… Kendi içimizdeki kötülüğü bir türlü yenemiyorsak bu ruhumuzdan mı yoksa hamurumuzdan mı acaba? Ve hatta gerçek şeytanlar olabilir miyiz, düşünen var mı hiç? Tövbe tövbe…

‘KELEBEĞİN RÜYASI’

“Umut; bir kelebeğin hayatı kadar kısa ve zamansızdır. Renkli kanatlarını çırpışları kadar narin ve cılızdır. Rüyası kadar sürreal (gerçeküstü) ve hipnotiktir. (bilinçdışı duygu)” Ne güzel bir cümle değil mi? Alın bu cümleyi hayatınızın her safhasına yerleştirin ‘Cuk’ diye oturur mutlaka… Ve hatta rahatlatacağına da eminim… Bir türlü barıştıramadığımız iç ve dış dünyalarımızla bağımızı da güçlendireceğini garanti edebilirim… Kelebek zarafetini hayatımıza yansıttığımızda kısa yaşamın ne kadar uzun ve derin bir anlam ifade ettiğinin de farkına varıyor insan… Yaşama anlam kazandırmanın güzelliklerle mümkün olduğunu kavrıyor ve hayatı yutkunurken bile lezzetinin tadını alıyoruz… Seramik sanatçısı dostum ‘Sevinç Köseoğlu Ulubatlı’nın, Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki Ziraat Bankası’nın ‘Kuğulu Sanat Galerisi’ Salonu’nda başlayan ‘Kelebeğin Rüyası’ isimli seramik sergisinin manifestosundan alıntıladığım bu güzel cümleyi de sevgili Sevinç yazmış. Kelebek hafifliğine kavuşmanın bir yolu da yürüyüş olmalı. Sergi 14 Haziran’a kadar açık… Yolunuz Tunalı’ya düşer mutlaka… Umut, ‘Kelebeğin Rüyası’na nasıl aksetmiş görün derim.

IŞIL IŞIL BURÇE

Işıltılı da diyebilirim… Çekici ya da alımlı da denebilir… Ferah ferah… Aydınlık… Keyifli… Ve hatta ‘Gözalıcı’ kelimesi de çok uygun. Bu benzetme ve yakıştırmalar, Arjantin Caddesi’nde yeni açılan ‘Charm’ isimli bistronun Türkçe anlamları olabildiği gibi, evet hem kurucusu sevgili Burçe için hem de neredeyse her şeyini kendi elleriyle yapıp tasarladığı mekânı tarif ederken de kullanılabilir. Londra’da mimarlık okuyan ‘Burçe Geçit’ mimari deneyimini kullanarak kendisi gibi cıvıl cıvıl hazırladığı kokteyl barın içine girdiğinizde dünyanız da bir anda değişiyor. Kendinizi düşler diyarına gelmiş gibi hissederken, ışıl ışıl düşler görmeye başlıyorsunuz… Bistronun dışında içinde sokaklardan sahiplendikleri kedilerin de yaşadığı ‘İç bahçe’ adıyla hazırlanan yerleri de var… Sanki evinizin salonundasınız havası yaygın. Hamak, koltuk, kanepe o kadar rahat ki yayılıp uyumak fikri uyanıyor. Işıltılı ve minicik ‘Selfie’ odasının içinde adeta kayboluyorsunuz…

İÇLİ KÖFTENİN İTALYANCASI

Yazının Devamını Oku

Daha uzaklara…

9 Mayıs 2024
“Uzaktan bakıldığında dümdüz ovanın orta yerine yemyeşil etekliğini sererek oturmuş bir eski zaman prensesinin geniş gerdanını andırıyordu tepe. Yüksekliği bulutlara değerken, prensesin ince ve zarif boynuna nakışla bezeli taşlarla örülmüş evlerin, sıra sıra, yan yana dizili görüntüsü; geceleri bir gerdanlığın göz kamaştıran ışıltısıyla parlıyor, korkunun sokaklara hâkim karanlığını uzaklaştırıyordu.

Güneşin aydınlattığı gün boyu ise; yer yer bulutlarla gölgeleniyor, bağrındaki şehrin gökten inmişcesine yüksekteki gizemli duruşu nefes kesiyor, gökyüzü ile haşır neşir hali, görenlerin yüreklerini kanatlandırıyordu. Kumrular da kanatlanıyordu. Kümelendikleri kilisenin yüksek kulesinde çınlayan çan sesine cevaben havalanıyorlar, hemen birkaç sokak ötedeki camiye tünüyor, ezan sesini duyana kadar bekledikleri kubbe veya minaresinde cilveleşiyorlardı. Şehrin, bulutlarla sarmaş dolaş olduğu zamanlarda, meyve ağaçları ve yabani çiçeklerin renklendirdiği yamaçlarından yukarı doğru esen samyeline kapılmak isteyen taklacı güvercinler ise kuytudaki yuvalarına dönmek yerine, esintiyle el ele verip şehrin güneşle gölgelenen dar sokaklarında gezinmeye devam ediyordu. Pişmiş yemeklerin sokaklara ulaşan kokularını da topluyordu samyeli, taş duvarlara sürtünerek hem kendini soğutuyor hem de sokaklarda gezinen gizli sevdaları havalandırıyordu. Evlerin açık pencerelerinden içeri girdiğinde, bazen çiçek bazen meyve bazen de yemek kokuları yayıyor, uzun, ışıltılı ve serin geceye hazırlanan şehrin sakinlerine her halükârda derin bir oh çektiriyordu…”

MARDİN BİENALİ

Daha Uzaklara…’ diyerek attığım başlık; aslında iki yılda bir düzenlenen ve bu yıl 6’ncısının yapılacağı ‘Mardin Bienali’nin bu sene belirlediği konsept ve başlık aynı zamanda. Yıllardır Mardin’le iyice özdeşleşen bienali en başından beri ‘Mardin Sinema Derneği’ düzenlerken direktörlüğünü ‘Döne Otyam’ ile ‘Hakan Irmak’ birlikte yapıyorlar. Sanatçı, akademisyen Ali Akay’ın küratörlüğünde 10 Mayıs-10 Haziran tarihlerinde gerçekleşecek bu yılki bienal; ‘Daha Uzaklara’ başlığı altında günümüzde yaşanan tüm sanatsal, siyasi ve sosyolojik sorunların ötesine nasıl geçilebileceği hakkında çarpıcı sorular soruyor. Manifestosundan alıntıladıklarımın bazıları şöyle:

*Doğaya, kültüre (antroposen ve kapitalosen), bitkilere, hayvanlara ve başka insanlara, etnisitelere, milletlere, sınıflara, bölgelere post-kolonyal ve feminist, kesişimsel, de-kolonyal yapıbozum bağlamında ırkçılığa karşı mücadeleyi nasıl ‘birlikte var olma’ haline çevirebiliriz?

* Bugün toplumlardaki aile ilişkilerinde (tek ebeveynli aileler, birden çok süre giden evlilikler ve bunlardan doğan çok çocuklu aileler, kan bağı olmayan aile ilişkilerindeki artış) ve teknolojik (yapay zekâ, dünyasal, robotlaşma ve enformatikleşme) değişim ve dönüşümleri nasıl örgütleyebiliriz?

* Özellikle dünyasal güncel durumdan nasıl çıkabiliriz ve canlılar arasında ‘müzakereci bir demokrasiyi’ (insani olduğu kadar diğer canlıları da bir ‘Şeylerin Parlamentosu’ fikrinde) nasıl iletişime sokabiliriz?

Bienal, 10 Mayıs akşamüzeri saat 18.30’da tarihi Alman Karargâhı’nda yapılacak açılışla başlıyor. Birçok görsel ve fikir yoğun sanatçının birlikte oluşturduğu sinerjiye kapılmamak mümkün görünmüyor. Bu oluşan nefis sinerjiyi, hele ki Mardin’in binlerce yılla biriktirdiği gizemle beraber yaşamak nasıl olur? Düşünmeyin… Mardin’e gidin… Görün…

Yazının Devamını Oku

Aşk olsun...

2 Mayıs 2024
“Tabiat aşkı, insanın ümitlerini boşa çıkarmayan yegâne aşktır.” (Honore de Balzac)

Ağaçların en alımlı, en şık giyindiği, en renkli ve şıkır şıkır olduğu aydır mayıs. Yeşilin en parlak en göz alıcı tonu mayıs… Pembenin de, kırmızının, morun, menekşenin, erguvanın ve tabii leylakların da… Görebiliyorsak her rengin, her ağacın, her çiçeğin ve belki de aşkın… Ruhumuz aç, sevgiye, aşka muhtaç… İçimiz kıpır kıpır… Hatırlıyor musunuz? Neyi diye sormayın… Zira anladınız siz… Az önce ‘İçimiz kıpır kıpır’ dedim ya… Gerçek anlamda en son ne zaman öyle hissettiniz… Evet evet aşktan bahsediyorum… Eğer kaldıysa gerçeğinden… Sizin bizatihi hislerinizi soruyorum… Çekinmeyin ve itiraf edin lütfen… En son ne zaman aşık oldunuz… ‘Üstüme iyilik sağlık ne aşkı kuzum biz gençken olmuştuk çoook seneler geçti aşkı meşki unuttuk artık!’ diyenler olduysa ben de cevaben ‘Aşk Olsun!’ diyorum… Evet, bu karşı cinse duyduğunuz bir aşk olabileceği gibi yaptığınız işe de aşık olmak mümkün ki; bana kalırsa olmalısınız da. Yaşadığınız şehre, kasabaya, köye gönlünüzü kaptırabilir ve her gördüğünüzde ilk günkü gibi heyecanlanabilirsiniz. Evinizden baktığınızda gördüğünüz manzaraya, her gün yürüdüğünüz parkın ağaçlarına, kuşlarına vurulabilirsiniz… Pişirdiğiniz veya sizin için pişirilen bir yemeğe karşı beslediğiniz iştah açıcı duyguya da aşk denebilir. Dinlediğiniz bir şarkıya, baktığınız bir tabloya, dokunduğunuz bir heykele duyduğunuz hayranlık her seferinde aynı heyecanı veriyorsa bu durumu tarif ederken ‘Aşk’ kelimesini kullanmanız mümkün… Siz yeter ki aşkla bakmayı bilin... ‘Aşkım’ diye seslenmekle olmuyor… Yüreğiniz varsa hissedeceksiniz…

‘SEN UÇUŞU HATIRLA’  27. UÇAN SÜPÜRGE KADIN FİLMLERİ FESTİVALİ

‘9-16 Mayıs’ tarihlerini; eğer varsa lütfen ajandanıza not edin. Ajandanız yoksa bir postit üzerine bu tarihleri altına da büyük harflerle İranlı şair Füruğ Ferruhzad’ın ‘SEN UÇUŞU HATIRLA’ cümlesini yazarak buzdolabınızın üzerine yapıştırın ve hatta garanti olsun, gözden kaçmasın diye evin sokak kapısına bile olabilir. Senelerdir bıkmadan usanmadan ‘Daha fazlası, daha azı değil’ diyerek cinsiyet ayrımına eleştirel yaklaşımı ile takdir toplayan Uçan Süpürge Festivali, yıllar sonra ‘Kavaklıdere Sineması’nda yapılacak. Geçtiğimiz yıl yeniden açılan ve ‘Kült Kavaklıdere’ adını alan Tunalı’daki nostaljik sinemanın; kadınların sinema sektöründe daha görünür olması için yürüttüğü mücadeleye yapacağı ev sahipliği, Ankara’nın eski kültürel zenginliğine kavuşması açısından da çok anlamlı. Açılışı ve ödül töreni, 9 mayıs akşamı Devlet Opera ve Balesi’nde düzenlenecek festivalin; bu yılki onur ödülünü Ankaralı deneyimli sanatçı Hatice Aslan alacak. Genç Cadı Ödülü oyuncu Deniz İlhan, Bilge Olgaç başarı ödülleri ise, yönetmen Ayşe Polat, yapımcı Nida Karabol ve oyuncu Tülin Özen’e verilecek.

ŞIK, RAFİNE ‘GOOD INN’

Ankara’da benzerine daha önce rastlamadığım içinde cafe’si ile birlikte girdiğinizde size kimse gülümsemese bile teşhir edilen tüm ürünlerin size gülümseyerek göz kırptığı bir yaşam tarzı mağazası keşfettim. ‘Good-Inn’ ismi İngilizce olmasına rağmen Türkçe ferahlatan havasıyla keyifli alışverişin ve hatta içtiğiniz kahvenin keyfiyle katlanacağı vazgeçilmez mekânınız olacağını garanti edebilirim. Çok iddialı oldu değil mi… Evet biliyorum ancak ben bu garantiyi elbette ki kadınlara veriyorum. Beytepe Mahallesi, Plevne Caddesi’nde yaklaşık bir ay önce açılan mağaza-cafe’nin işletmecisinin kadın olduğu dokunuşlarından rahatlıkla anlaşılıyor. Sevgili ‘Nihan Tangil’, mağazaya koyduğu ürünlere Ankara’da rastlayamayacağınız gibi tamamen butik ve sofistike (özel) ürünler olmasına özen göstermiş. Neler var diye sorarsanız İstanbul, Bebek’ten butik çanta, cüzdan markası ‘Fonfique’den ürünler. İzmir, Urla’dan meşhur butik sabun, tütsü ve aksesuar markası ‘İllios’ var. Aslen Mardinli lokum üreticisi ‘Bakırkazan’ın lokumları, yoga tutkunu kadınların arayıp da bulamadığı yoga matı markası ‘Liforme’un ürünlerinin yanı sıra Antalya’dan avokado ve ananas dahi bulabiliyorsunuz. Bu arada kahve eşlikçileri Uma Padaria’nın Nata’sı ile Naz atölyenin çilekli turtaları da tezgâhta. İlk çıktığı zaman tadına bayılarak yazdığım sevgili Necla Tatlıdede’nin el emeği kırmızı et, beyaz et ve balık için hazırladığı nefis sosların markası ‘Freya’ da Good-Inn’in raflarında… Yazamadığım çok şey var gerisini gidip siz görün artık.. Yorulunca Americano iyi gidiyor, aklınızda bulunsun.

Yazının Devamını Oku