Aziz Devrimci

Bayağılaşmak…

22 Ağustos 2024
“Dünyamızda korku, öfke, zafer ve bayağılaşma dışında bir duygu kalmayacak.” (George Orwell)

Sizce de bayağılaşıyor muyuz? Hayatımızda zarafet, incelik ve anlamdan yoksun ‘bayağı’ davranış biçimi ciddi ciddi yer kaplamaya başladı desem katılır mısınız? Ne manaya geldiğini biliyor olduğunuzu düşünüyorum. Kitap okumayı sevenler mutlaka, konuştuğu dili bayağılaştırmadan özenle konuşmaya çabalayanlar elbette ki bilmeliler… Cümle içinde çoğunlukla ‘sıradanlık ve normallik’ ifade eden manada kullansak da; ‘Bayağı’ kelimesiyle benzer anlamları taşıyan ‘Pespaye, amiyane, banal, adi’ gibi aynı hissi veren diğer kelimeler de var. Bunları ‘bayağılaşma’nın anlamını pekiştirsin diye yazdım. Genel olarak sıradanlaşan hayata bakışımızı canlandırmak, belki de farklı bir perspektiften göz atmanın titreşim yaratmasıyla daldığımız derin uykudan uyandırmasını umuyorum. Yazının başında sorduğum ‘Bayağılaşıyor muyuz?’ sorusuna dönersek; etik, ahlâk, dürüstlük, samimiyet gibi toplumsal yaşam ve insani değerleri yok saymak, onuru değil de çamuru seçmek nasıl bir davranış biçimi olabilir, fikriniz var mı? Kendini toplumsal etik değerlere bağlıymış gibi gösterip tam tersini sinsice yaparak zafer kazandığını düşünenlere ne demeli? Kendini değerli kılmak adına başkalarını görmezden gelmek, karalayarak değersizleştirme çabası bayağılık değil de nedir? Aslına bakarsanız, neredeyse toplumsal ve milli davranış biçimimiz haline gelmek üzere olan bayağılaşmak ve anlamını işimize geldiği gibi kullanıyoruz demek daha doğru olur. Sıfat olarak kullanıldığında ‘adi, aşağılık, kötü’ gibi anlamlar taşırken; zarf olarak kullanıldığında ‘aşırı fazla, oldukça fazla, çok’ manasına kavuşuyor. Aslında bildiğiniz bayağılaşıyoruz ve bu durum hoşumuza gidiyor, ‘bayağı güçlü, bayağı zengin’ şeklinde bayağılaşmak için can atıyoruz.

SANA DÜN BİR KULEDEN BAKTIM AZİZ ANKARA… ‘FABIEN BISTRONOMY’

Yahya Kemal Beyatlı’nın İstanbul, Kocamustafapaşa tepesinden bakarken gelen ilhamı kâğıda döktüğü ‘Sana dün bir tepeden baktım Aziz İstanbul…’ şiirine ve duygusuna özendiğimi belirtmeliyim. Atakule restore edildikten sonra yukarısına yani tepesine birkaç gün önce ilk kez çıktım. Botanik katındaki pizzacı ‘Alla Torre’nin de işletmecilerinden olan sevgili Kıvanç söylemese yukarıdaki restoranların açıldığını da bilmeyecektim. Fabien Bistronomy’e davet edince ikiletmeyip gittim… Gittiğimde ilk tepkim ‘ben kahvemi neden aşağıda içiyorum ki?’ dedim kendime… Aşağıdaki manzaralar da güzel ancak kulenin tepesine çıktıkça daha da güzelleştiği aşikâr. Şahane manzara ve bu şahaneliğin verdiği huzurla, hafiflik duygusu rahatlamanıza yetiyor. Kuş olup fiziki olarak uçacak halimiz yok elbette ancak bakış açısının değişmesi ruhunuzu olumlu yönde etkiliyor, yükünüz hafifliyor hayattan tat almak gerektiğini anımsıyorsunuz.

KAYA LEVREĞİ İLE BELUGA MERCİMEĞİNİN GÖKYÜZÜNDEKİ DANSI…

Başlığa bir anlam veremediğinizi biliyorum ancak bunun bir yemeğin içeriği olduğunu anlamışsınızdır. Tepedeki Fabien’de kahve ve içeceklerin yanı sıra şayet isterseniz karnınızı da doyurabiliyorsunuz. İşletme müdürü sevgili Barış Kaya, beni Fabien Bistronomy’nin genç ve maharetli şefi Uğurcan Üçler’le tanıştırdı. Uğurcan şahane bir menü hazırlamış… ‘İskandinav Açık Sandviç’le başladım… Reçetesi tamamen kendine ait ‘Sous Vide Usulü Kaya Levreği’ ile devam ettim, (Sous Vide, vakumda pişirme tekniği olarak biliniyor. Bu yöntemle pişen yiyecekler lezzet kaybına uğramıyor) Kaya Levreği bu teknikle pişirilmiş, tereyağı ile sotelenen beluga (siyah) mercimeğin üzerine yatırılmış. ‘Beurre Blanc’ denilen tereyağı ile hazırlanan nefis sos üzerine döküldükten sonra tahrik edici görüntüsüne kavuşuyor, yanında kereviz ve soğan turşusuyla gökyüzünde dans başlıyor. Finalde tatlı olarak, beyaz çikolata, süzme yoğurt, krema, karadut sorbe ve limon şekerleme ile hazırlanan ‘Cremonese’ muhteşemdi. Ben yemeğe, tatlıya ve genç şefin maharetine bayıldım. Gitmeden önce rezervasyon yaptırın. Sevgilinizle giderseniz her şeyin lezzeti katlanıyor… Aşkınızın da…

Yazının Devamını Oku

Zavallı insan...

15 Ağustos 2024
“İhtiyaçların pençesinde kıvranan insan, özgür insan değildir.” (Leo Huberma)

Amerikalı gazeteci ve yazar Leo Huberman’ın ‘Sosyalizmin Alfabesi’ isimli kitabından alıntıladığım giriş cümlesine bir noktada katılmadığımı belirtmek isterim... Katılmıyorsan o halde niye alıntılıyorsun be şaşkın! Çıkışınızda haklı olabilirsiniz... Bana göre Huberman’ın benzetmesi çok zarif ve yumuşak bir etki yaratıyor. İnsanı silkeleyecek cinsten sert, hatta kaba, sarsıcı ve üzücü etkisini göstermeli, onurunu zedelemeli belki de... Ve insanı kendine geri getirmeli. O yüzden çoğumuzun kendimiz için kullanılmasından hazzetmediği bir benzetmeyi katmalı. ‘İhtiyaçların pençesinde kıvranan insan, zavallıdır’ deyimi bana göre daha uygun. ‘Zavallı’ biz insanlara her zaman ağır gelen bir kelime olmuştur. Arapça’da ‘tükenmek’ manasındaki ‘zeval’ kelimesinden türemiş ve çoğunlukla ‘çaresizlik, güçsüzlük’ nitelemelerinde kullandığımızı acizlik ifade eden acıma sözcüğü. Özgürlüğün ne demek olduğuna gelecek olursak... Gerçek anlamda cevabını verebilir misiniz emin değilim... Ancak, çoğunuzun özgürlüğün eş anlamlısı yani bağımlı olmama durumunun karşılığı olan ‘bağımsızlık’ kelimesini kullanacağınızı biliyorum. Peki, hakikatten öyle misiniz? Siyasal anlamda sormuyorum elbette... Toplumsal yaşam kurallarının sizi kısıtlayıp kısıtlamadığından da bahsetmiyorum... Aile içi disiplinden ya da eş, dost akraba arasındaki iletişiminizin niteliği ile de ilgilenmiyorum... Kendi içinizde özgür müsünüz? Kendi kendinize kurguladığınız serbest yaşamınızdaki durumunuz nedir? Eve giriş çıkış saatlerindeki özgürlüğünüz de değil kastettiğim... Yeme, içme, giyinme, barınma gibi gerçek anlamdaki ihtiyaçlarınızı da sorgulamıyorum? Çok da ihtiyaç olmayan ihtiyaçlarınız...Sizi özgürlükten alıkoyan ‘zavallı’ bağımlılıklarınız hangileri onları merak ediyorum... Konfor, güç, makam ya da para?

DİNAMİK VE YEPYENİ NESİL ‘BENTO GRİ’

Bilkent ve civarında epeydir beğendiğim bir mekân olmamıştı. Bilkent 2 olarak bilinen Park Sitesi’nin eski ve küçücük çarşısında hem yepyeni nesil hem de dinamik mi dinamik bir yer keşfettim. Hoop Burger Hüseyin önerdi, gittiğimde bu kadar etkileneceğimi düşünmüyordum ancak önce dükkânın tasarımı ve tarzına, sonra sevgili şefler Yiğit Demirbüken ile Cem Barış Temel’in alçak gönüllülüğü ile ellerinin lezzetine ve son olarak da tattığım yemeklere ayrı ayrı tutuldum diyebilirim. Pırıl pırıl üç genç vardı tezgâhın arkasında. İkisini yazdım, üçüncüsü ise sevgili Cem’in İstanbul’dan ziyarete gelen güzel kız arkadaşı Ezgi. Hepsi de o kadar içten ve samimiydi ki pişirdikleri yemeklerin içeriğini merak etme gereği bile duymadım zira onların insani içerikleri beni fazlasıyla tatmin etmişti.

YİYECEKLER ŞAHANE

Bento’nun kelime anlamını Japon mutfağı tutkunları mutlaka bilirler. ‘Sefer tası’ olarak çevrilse de birkaç çeşit yemeğin bir arada bulunduğu kap gibi düşünebilirsiniz. Sevgili Yiğit önerdi ve Cem’le birlikte ‘Klasik Bento’ ile ‘Junk Bento’ pişirdiler... Toplam 7 dakika sürdü... Klasik olan Bento’da ‘el yapımı noodle, Togarashi (baharat karışımı) teriyaki sos, coleslaw (lahana salatası), nefis turp turşusu ve Çin böreği vardı. Daha çok ergenlerin hoşuna gidecek ‘Junk (abur cubur) Bento’da ise ‘Udon (Japon Eriştesi)’, çedarlı beşamel sos, salamurada bekletilmiş ve derin yağda kızarmış tavuk parçaları, kapari, limon kabuğu rendesi... Paslanmaz çelik bentolarda ve yine paslanmaz çubuklarla yedim... Mutlaka gitmelisiniz... Genç şeflere ve nefis bentolara bayılacaksınız...

VEGAN ESNAF LOKANTASI ‘GABO KITCHEN’

Yazının Devamını Oku

Hatırası var: Döner ve edebiyat Kebapçı Canbolat

8 Ağustos 2024
“Okuyor musun? Okumalısın sana yalvarırım! İnsan aklını ve sinir sistemini ancak böyle koruyabiliyor.” (Rosa Luxemburg)

Köşemde epeydir ara verdiğim 40 senesini deviren esnafla yaptığım sohbetleri yazdığım ‘Hatırası Var’ söyleşilerinin ilkinde kebap düşkünlerinin yakından tanıdığı Halit Dağlı ve ‘Adana Sofrası’nı işlemiştim. İkincisinde, bu sefer döner kebap tutkunlarının müptelası olduğu, Ankara’ya has ‘Yaprak Döner’in en lezzetlisinin yapıldığı Aydınlıkevler’deki ‘Kebapçı Canbolat’ ve kurucusu Sebahattin Canbolat var.

EFLATUN, MONTAIGNE, FLAUBERT VE ‘KEBAPÇI CANBOLAT’

Şaşırdınız mı? Edebiyatla döner kebabın ilişkisi olamaz mı yani? Aslına bakarsanız benim de aklımda böyle bir başlık atmak yoktu ama dahası da var… Aklımda kalanlardan, Socrates var, Moliere var… Bizden Necip Fazıl var… Halit Ziya… Favorisi Peyami Safa’nın 9. Hariciye Koğuşu ve başkaları da var. Var da var… Ne çok kitap ismi saydı. O saydıkça ben kendimden geçiyordum… İşin aslı şu… Sebahattin Usta’yla söyleşmek için daha önce de döner yemek için defalarca gittiğim Aydınlıkevler’de üst geçidin hemen arkasına gizlenen 40 yıllık küçücük dükkânına girdiğimde birazdan müptelası olduğum nefis dönerden yiyecek olmanın verdiği huzur vardı. Sohbete başlamak için ‘40 yıldır aynı leziz döner… Nasıl olur?’ İlk sorum oldu. Sebahattin Usta, “Montaigne’in denemelerini okudum, Madam Bovary ve Eflatun okudum…” dedi. Yanlış mı sordum, soruyu tekrarlasam mı dedim kendime ama vazgeçtim. Edebiyatla döner kebabın ilişkisini kurmaya çalışırken huzurum kaçmadı desem yalan olur. Sonra fark ettim ki o anlattıkça içimdeki huzursuzluk yerini derin bir aydınlanmaya bırakıyordu.

Yazının Devamını Oku

Hayal güçsüzlüğü...

1 Ağustos 2024
“Hayal gücü olmayan herkes sıradan bir zekâya sahiptir.” (Oscar Wilde)

Hayal gücünüzle ilgili hiç kendinizi sınadınız mı? Hayal gücünün ne anlama geldiğini biliyor olduğunuzu düşünüyorum. Basitçe hatırlatmak gerekirse... İnsanın kendi zihninde görüntüler üretebilme yeteneği dersem kafanızda canlanır sanırım... Eskiler ‘muhayyile’ kelimesini bilir... Yeni nesil, ‘imgelem veya imajinasyon’ şeklinde kullanıyor. “Hiç kendinizi sınadınız mı?” sorusu da aklınızı karıştırmış, “Hayal gücü sınanabilir mi ki?”, diye bir soruyla karşılık verebilirsiniz... Hayalinizde ne canlandıysa ona göre cevaplar geliyor aklınıza mesela... Aaaa ne ayıp! Bunlar özel şeyler deyip bakışlarınızı kaçırabilirsiniz... Hayallerimden de gücünden de sana ne kardeşim şeklinde atarlanabilir... Hayallerimin kahyası mısın? Herkesin hayali kendine diyerek soruyu da soranı da geçiştirebilirsiniz... Gerçekte bu soruyu kimseye sorup bu cevapları almadım ancak hayal gücümü kullanarak bu diyalogları yarattım ve bu canlandırmadan elde ettiğim sonuçların bir kısmını buraya yazdım. Benim almak istediğim cevaplar bunlar değildi elbette... Aslında sınanmak için aynaya bakıp “Ben herkes gibi miyim, herkesten farklı yaratıcılığım var mı?” sorusunu sormanız yeterli olacaktır. “Sen neler görüyorsun?” diye sorarsanız; hayal gücünüz varsa şayet, okuyacağınız şeyler toplumumuzun geleceği açısından size ürkütücü gelebilir... Öncelikle taklit yeteneği çok gelişmiş bir toplum olduğumuzu söyleyebilirim. Zenginlere bakıyorum hepsi aynı tarz lüks arabalar, benzer marka kıyafetler, aynı estetik cerrahın yaptığı aynı burun vs... Fukaramız da aynı ne yazık ki... Pahalı görünümlü çakma kıyafetler, aynı lokantaların soslu dürümleri... O kadar güçsüz ki hayaller... Zenginde de fakirde de... Varsa yoksa ‘paranın gücü...'

FARKLI BİR KAHVE DÜKKÂNI ‘KAKULE’

En belirgin farkını tahmin etmişsinizdir mutlaka... Aklınıza gelmediyse dükkânın ismine bakınız... Neredeyse her sokağa açılan birbirinin benzeri kahve dükkânlarının yaratıcılıktan uzak anlaşılması da telaffuzu da güç isimlerinden gına geldi artık... ‘Kakule Kahve’ dükkânının öncelikle Türkçe isim olması benim açımdan en ilgi çekici yanı oldu. Bana göre hem sağlığa faydası hem de lezzet açısından şahane hisler veren ‘kakule’ bitkisini sever ya da sevmezsiniz o sizin tercihiniz, ancak bir kahve dükkânına konabilecek en güzel isimlerden biri olduğunu söyleyebilirim... Taklitçiliği seven diğer kahve dükkânlarının aksine çizgisi ve tarzındaki belirgin farklılıklar ilginizi çektiyse siz de benim gibi müptelası oldunuz demektir. Kakule’nin kurucusu sevgililer Esra ve Atalay’ın ruhlarını tam anlamıyla yansıttıkları havayı soluduğunuzda estetik ve ağız tadı duyularınızın da harekete geçtiğini hissediyorsunuz. Ve hatta doğru yerde olmanın verdiği güvenle mutluluk bedeninizi de ele geçiriyor hem bu hislerden, hem de mekândan ayrılmak istemiyorsunuz.

KÖFTE-PİYAZ KÂSE

Bir kâse içinde birçok farklı malzemenin soslarla birleştirilerek bir araya getirildiği, hazırlanması da tüketilmesi de kolay, gençlerin bayıla bayıla tercih ettiği salatayı da andıran yeni nesil yemek tarzına ‘bowl’ yani ‘kâse’ deniyor. Kakule Kahve’nin, Kocatepe’deki Kızılırmak Caddesi ile Olgunlar Sokağın birleştiği noktada bulunan yerinde yaklaşık bir yıl önce mevcut dükkâna ilave ettiği açık mutfağında da yapılıyor. Tahmin edersiniz ki her şeyde olduğu gibi bu kâselerde de diğerlerinden farklı bir yorum ve tabii ki sevgili Esra’nın sihirli parmakları var. ‘Köfte-piyaz’ın bir arada servis edildiği kâseyi çok sevdim... Gelenekselliğin, yeni nesle uyumu çok başarılı bir şekilde kâseye de lezzete de yansımış. Yanında sevgili Atalay’ın kendi reçetesinden hazırladığı naneli, karanfilli ‘hibiskus’ çok yakıştı.

YAZIN FAVORİSİ ‘PEMBE KÂSE’

Yazının Devamını Oku

Ankara’da en iyi 5 kahvaltı mekânı

25 Temmuz 2024
“Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı...” (Cemal Süreya)

Sabah yürüyüşünüzden sonra aldığınız duşun vücudunuza verdiği canlılık, yüzünüze kondurduğu gülümseme ve sevdiklerinizle birlikte oturduğunuz kahvaltı sofrası mutluluk vermez mi sizce? Cevabınızın olumlu olduğunu düşünmek istiyorum... ‘Cemal Süreya’nın kemiklerini sızlatmayalım isterseniz... Başka türlü giriş yapmak olmazdı... Cemal Süreya’nın artık kahvaltıyla neredeyse özdeşleşerek klişe haline gelmiş cümlesine katılmayanımız yoktur sanırım... Varsa şayet saygı duyarım elbette ancak hayatla ilgili düşüncelerini yeniden gözden geçirmesini mutlaka tavsiye ederim... Yeni bir sabaha uyanmanın sevinci ve o günün ilk öğünü olmasının verdiği mutluluğun bence de göz ardı edilemez bir yanı var. Hayat kadar önemseyin derim.

4 GELENEKSEL 1 YENİ NESİL

Ankara’da bu denli yoğun kahvaltı hazırlayan yerin varlığının farkında değilmişim. Bu durum, kahvaltı yazmaya karar vermemin en önemli sebebi oldu diyebilirim. Kebapçı, dönerci, pideci de veriyor. İtalyan lokantası veya burgercide de kahvaltı bulabilir hale geldik. Eskiden sadece pastane ve börekçilerde bulabildiğimiz kahvaltıyı şimdilerde kebapçılarda da bulmak abuk değil mi sizce de? Her neyse... Çok zorlandım ama kahvaltı gibi kahvaltı yapılabilecek beş mekânı buldum. Gezdiğim bütün kahvaltıcılar kendilerine göre en iyisini yaptıklarını düşünüyorlar. Ben tercihimi doğallık, samimiyet ve sevgiden yana kullandım...

QRABİYE BUTİK PASTANE (KORU SİTESİ)

Ankara’da yiyebileceğiniz en leziz kurabiyeleri pişiren pastanelerin başında gelir dersem abarttığımı düşünmeyin lütfen. Abarttığımı düşünseniz bile Mesa Koru Sitesi, Koru Çarşısı’ndaki yerine gidip tadına baktığınızda, ‘az bile söylemişsin’ diye içerleyeceğinizi biliyorum... ODTÜ’lü Çevre Mühendisi Çiğdem Hanım’ın aldığı eğitim gereği oluşan yaşam tarzını, vizyonunu ve haliyle pişirdiği ürünlerle ilgili malzeme seçimindeki titizliğini tahmin etmeniz gerek. Çalışma arkadaşları Işın, Ayşe, Hanife, İrem ve Hatice hanımlarla birlikte harikalar yaratıyorlar. Kahvaltının yıldızlarından vişne soslu pankek Çiğdem Hanım’ın büyük amcası köy enstitüsü mezunu ve elçilik aşçısı ‘Hazım amca’dan kalma. Portakal kabuğu reçelini annesi ‘Fezile teyze’ pişirmiş. Mekik böreği, Daisy, kabaklı ve peynirli kişe bayılacaksınız.

BARAKA SANAT KIR LOKANTASI (TAŞPINAR KÖYÜ)

Yazının Devamını Oku

Siz majestelerinin umurunda mı?

18 Temmuz 2024
“İç huzurunun anahtarı, her şeyi olduğu gibi kabul etmektir, olmasını istediğiniz gibi değil.” (Marcus Aurelius)

"Bugün hava çok güzel..." gibi güzel şeyler düşünmekten o kadar çok uzaklaştık ki… Kimliğimizi unutur hale geldik… Kimlik derken Nüfus Cüzdan bilgilerini kast etmiyorum elbette… Hepimizin aklına gelen ana adı, baba adı, doğum yeri ve yılı, nüfusa kayıtlı olduğu yer falan feşmekân... Hayır işte… Kimlik dendiğinde iyi düşünmek gerek. Kim olduğumuzla ilgili durum sadece nüfus bilgileriyle mi sınırlı kalmalı, yoksa esasına mı dönmeliyiz… Esas derken anlamış olmalısınız. ‘Biz kimiz, neyiz, ne işe yarıyoruz… Niçin geldik bu dünyaya?’ gibisinden felsefe türeten sorulara gömülmenizi istemiyorum ama aklınızın bir köşesinde dursun; ‘Hiç’liğinizin farkına varmak için ara sıra kurcalamakta fayda var. Binlerce yıldır cevaplayamadığımız için altında ezildiğimiz kimlik bunalımını birkaç satırda çözemeyeceğimizi biliyorum… Kendimizi kandırarak esası kaybetmenin de bir anlamı yok… Canlı olmaktan bahsediyorum. Ve hatta yaşamın farkında olan canlılık… Canlı olmanın dayanılmaz ağırlığını güç zanneden kibirli bizlerin göremediği veya görmek istemediği doğadaki diğer canlılar (Kedi, köpek, böcek, ot, ağaç, vs. ) gibi canlı olmaktan söz ediyorum… Kendimizi nefes alan diğer canlılardan ayrıştıran, üstenci bakışla tasarladığımız insanlığımıza vurgu yapmak istiyorum… Akıntısına kapıldığımız olumsuz, kötümser, benmerkezci davranış biçimi bizi öylesine esir aldı ki; kendimizi evrenin yaratıcısı ile eşdeğer görmek küstahlığına bile kapılıyoruz... Evrenin hayal bile edemediğimiz büyüklüğü içerisinde varlığımız kimin umurunda sizce? ‘Bugün hava ne güzel…’ duygusunun kapsamında tüm dünya ve diğer canlılar da var. Siz majestelerinin umurunda mı?

KULEDEKİ PİZZACIDA ‘APERITIVO’

İtalyanca’da ‘Pizzeria Alla Torre’ olarak adlandırılan, Atakule’nin Botanik katındaki pizzacının Türkçe karşılığı ‘Kuledeki Pizzacı’ Ankara’da en sevdiğim butik restoranların arasındaki yerini korumaya devam ediyor. Lüksün ve şatafatın neredeyse olağan hale geldiği yiyecek içecek sektöründeki yozlaşmadan kaçmak için uygun bir mekân olduğunu söylemeliyim. Sadeliğindeki kalitenin verdiği huzuru hissetmeye gidiyorum. Bu huzuru arayanlara özellikle tavsiye ederim. Botanikle aynı katta olduğundan yeşilin içinde, yeşilliğin keyfini yüzüne oturtan insanlarla iç içe duran küçük bir bahçesi var. Pazartesi ve Salı günleri saat 18:00 ile 21:00 arasında bu keyifli bahçelerine çok yakıştırdığım ‘Aperitivo’ diye adlandırdıkları bir Kuzey İtalya geleneği akşam yemeği öncesi atıştırmalığını denemelisiniz.

Şahane kokteyllerle birlikte nefis bir atıştırmalık tabak hazırlıyorlar. Minik margherita pizzacıklar var tabakta, bruschetta, trüf yağlı zeytin, caprese sticks (minik mozzarella peynircikleri), Gauda peyniri, rozbif ve picanha füme etler, yaş ve kuru meyveler, foccacia ekmeği ile bayağı zengin ve doyurucu bir aperatif tabağı olmuş. Yanında acı portakal kabuğu, yılan otu ve ravent’den elde edilen ‘Aperol’ soda ve ‘Prosecco’ ile hazırlanmış portakal rengi eşlikçi kokteyle bayıldım.

PICANHA BRASILIANA

Bana göre mekânın sadeliği kadar, pizzanın da sadeliği önemli. Çok fazla malzemeli ve değişik baharatlarla hazırlanan pizzalar, pizza olmaktan çıkıp farklı bir kimliğe bürünüyor.Böylesi kalabalık malzemenin arasından almanız gereken hamur, peynir ve domatesin tadı kayboluyor, tadınız da kaçıyor. Bundan dolayıdır ki; en sevdiğim pizza, tüm pizza restoranlarının menüsünde ilk sıraya oturttukları, domates sos, Fior di latte (Süt Çiçeği) parmesan ve fesleğenle hazırlanan ‘Margherita’ isimli pizza benim de gönlümün ilk sırasında. Margherita’nın Alla Torre’nin şefi sevgili Muharrem Bakırhan’ın ellerinden apayrı bir lezzete büründüğünü de belirtmeliyim. Şefin deneyimiyle doğru orantılı gelişen pizza menüsünde en sevdiklerimden biri de; domates sos, manda burrata, doğal fermente dana prosciutto, parmesan ve rokadan oluşan ‘Gran Burrata’ isimli pizzayı favorilerime eklemiştim. Son gittiğimde denediğim bir başka az malzemeli sade pizzayı da favori olarak ekledim. Brezilya’ya has doğal yollarla kurutulmuş dananın arka butlarından elde edilmiş yarı fermente füme et ‘Picanha’ (Füme Brezilya Bifteği) ile fior di latte, scamorza (İslenmiş inek peyniri) ve beyaz sosla hazırlanmış ‘Picanha Braziliana’ aklımı aldı. Bence gidin aklınız kalmasın

Yazının Devamını Oku

Büyülü gerçeklik

11 Temmuz 2024
“Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya, ikincisinde daha çok hata yapardım. Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. Neşeli olurdum ilkinde olmadığım kadar…” (Jorge Luis Borges)

Tanıyor musunuz bilmiyorum ancak tanımıyorsanız mutlaka tanışmanızı önereceğim… Edebiyatta ‘Büyülü Gerçeklik’ akımının en önemli temsilcisi Arjantinli yazar Jorge Lois Borges’in ‘Anlar’ isimli şiirinden bir bölümü alıntıladım… ‘Büyülü gerçekçilik, olağan ya da gerçekçi bir çizgide ilerleyen sanat akımlarında bulunmaması gereken sihirli ve mantık dışı ögeleri içeren sanat akımı.’ Gerçekle, gerçeküstücülüğü okuru rahatsız etmeden, şaşırtmadan bir arada verilmesi durumu olarak da tarif ediliyor. Konumuza dönersek eğer, unuttuysanız Borges’in girişte yazdığım dizesini bir daha okuyun ve cevap verin lütfen… Eğer yeniden başlayabilecek olsaydınız yaşamaya ya da ‘Şimdiye kadar yaşadıklarından memnun değil misin?’ sorusu sorulsa mesela… Ve dense ki ‘Al sana yeniden başlamak için bir şans daha…’ ‘Dilediğin gibi yaşa…’ Şaşırdınız mı? cevabını biliyor olmanız gerekirdi. Hepimizin ‘Eğer bir daha dünyaya gelirsem…’ diye başlayan, ahkâm kesmelerimiz, meşhur fantezilerimiz yok muydu? Ne oldu? Hazırlıksız mı yakalandınız… Aşk olsun… Hayatı hep hazırlıksız yaşamadık mı? Şöyle arkanıza yaslanın, rahatlayın… Yumun gözlerinizi ve düşünün geçmişte yaşadığınız ne varsa… Korktunuz mu? Ben de korktum biraz… Korktum korkmasına ama bu korkuyu koyacak bir yer bulamadım… Velev ki oldu diyelim… Borges cevaplasın… ‘Eğer yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.’ Alın işte size ‘Büyülü Gerçeklik’… Büyülendiniz mi?

MAKSİ LEZZET ‘MİNİ MUTFAK’ VE AŞK PİŞİRMEK…

Birbirine aşık ve birlikte yemek pişiren bir çift gördüğünüzde; siz olsanız ne derdiniz Allah aşkına… Tabii ki ‘Aşk Pişirmek’ diyeceksiniz… Çünkü bu mini mutfakta gerçekten aşk pişiyor… Fırsatı asla kaçırmam… Başlıktan da anlamışsınızdır ‘Aşk Pişirmek’ yeni kitabımın adı… Ve kitabın içinde sevgili ‘Didem-Ali Özer’ çiftinin aşklarını çağrıştıran böylesi aşkların anlatıldığı öyküler var… Değinmemek olmazdı. Sadede gelirsek ‘Mini Mutfak’ gerçekten minicik bir alana kurulmuş olsa da içinde pişen yemeklerin lezzeti devasa… Modellerin boyutlarını biliyorsunuzdur… Biz normal insanlardan daha şekilli ve boylu poslu olurlar… Hiç aklınıza gelir mi? Benim de gelmedi… İki ‘Best Model’ aşığın, mutfağa girip yemek pişirmesi olağan mı? Pek rastlanır şey değil… Siz de ‘Maşallah’ deyin lütfen… Sayfa tasarımcımız İsmet ve Kemal abilerden ricam fotoğrafın köşesine bir nazar boncuğu koysunlar ki, nazar değmesin… Hem de minicik mutfağa sığmak gibi bir dertleri varken… Şaka bir yana esas şef ‘Didem Özer’ modelliğin yanı sıra önce biyoloji okumuş ardından reklamcılık, sonra da finans vs… Hiçbirine kafası yatmıyor… Annesinin teşviki ve hafta sonları mutfağa girip yemek pişiren babasından aldığı ‘el’in tılsımıyla İstanbul’daki ‘Mutfak Sanatları Akademisi’nden (MSA) pasta şefi olarak mezun oluyor… 2019’da sevgilisi Ali’yle evlenerek evinin de şefi oluyor…

YENİ NESİL ‘ESNAF LOKANTASI’

Sevgili Didem Özer, her ne kadar pasta şefi olsa da kocası Ali’yle birlikte 2022 yılında şartlar gereği pastane açmak yerine zaten bilip pişirmekten keyif aldığı tencere yemeklerinin olduğu bir dükkân açıyor. Gençlerin rağbet edeceği bir dekor ve menüyle; böylece yeni nesil esnaf lokantası fikri ortaya çıkıyor. Hem geleneksel hem de küresel tencere yemeklerinin bir arada olduğu bu tarzın çoğalmasını umuyorum… Anadolu’ya has leziz ‘Dana kavurma’ ile İtalyan usulü enfes ‘Lazanya’nın aynı tezgâhta olması bence şahane bir durum… Bizim usul ‘Tavuk Sote’ ve isterseniz Uzak Doğu'ya has ‘Köri soslu Tavuk’ da yan yana durabilir… Biber dolma ile portakallı enginarı aynı anda tüketmek de isteyebilirsiniz… Benim en çok ilgimi çeken ise şimdiye kadar Ankara’da yediğim en lezzetli profiterol ile en lezizlerinden geleneksel ‘Fırın Sütlaç’ın yan yana durması ne büyük şans değil mi? Bahçelievler, Taşkent Caddesi’nde yeni neslin yoğun olduğu tam da tarihi ‘Deneme Lisesi’nin karşısında bir aşık çift Didem ve Ali’nin aşkla pişirdikleri tencere yemeklerini tatmaya ‘Mini Mutfak’larına uğrayın… Aşık olacaksınız…

Yazının Devamını Oku

Gülümse(me)

4 Temmuz 2024
“İnsanoğlu gülebilen tek hayvan, bunu yapmak için en az nedene sahip olsa da.” (Ernest Hemingway)

Gülümsemek ve gülümsemeyi istemek insani bir durum… Çok üzgünüm gerçekten. İnsanların saygısızlık derecesinin arttığını gördükçe daha da üzülüyorum… Sanki dünyada bir tek o varmışta bizim haberimiz yokmuş gibi bize haddimizi bildirir tavırlarla… ‘Ben en iyisiyim siz nesiniz ki?’ havaları var… Kendisini tanrı yerine koyup nereden ve nasıl edindiği meçhul lüks arabalarında kasılanlar etrafta kol geziyor… Ayaklarımın altında dolaşmayın ezilirsiniz tutumu ile dünyayı sahiplenmiş kadınlar, erkekler ve onların çocuklarından gına geldi… Sonradan görmeler, henüz görmese de görmüş gibi yapanlar… Görenler görmeyenlere anlatsın yancıları peydahlandı şimdi de… Hele bir de ‘Ben her şeyi herkesten daha iyi biliyorum’ gibi tavırları sıkça görmeye başladım ki; nevrim dönüyor, ifrit oluyorum artık… Eskiden ekşi ekşi gülümseyenlerde ‘küçük dünyaları ben yarattım’ havası vardı. Şimdilerde gülümsemenin ekşisi de acısı da yok. ‘Küçük-büyük ne varsa hepsini ben yarattım’ havaları revaçta. Suratları botokslu hanımlar ve beyefendileri anlayabiliyorum gülümsemekte zorlanıyor olabilirler… Doktorunuzdan rica edin, bir dahakine botoksunuza sabit somurtkanlık yerine gülümseme koydursanız ne hoş olur… Gülümsemeyen insanı sevmiyorum… Evet bu kadar netim… ‘Yahu herkesin farklı bir karakteri var, gülümsemiyor ama yüreği güzel’ savunması yapılıyor hemen… Eskiden olsa bu mazerete kesinlikle inanırdım ama şimdi yok yemezler… Yok arkadaş, gülümsemeyen insanın yüreği güzel olamaz… Bunda da çok netim… Kimisi ‘gülümsemek zorunda mıyım?’ diye bir soru soruyor… Evet zorundasın arkadaşım… Bir toplumda yaşıyorsan gü-lüm-se-mek zo-run-da-sın… Nokta...

YÜREK… SOFRA VE ‘KAPI'! SONUNA KADAR AÇIK…

Ankara’nın yüreklere açılan sevgili ‘Kapı’sına epeydir uğramıyordum. Aile dostlarım diyebilirim… Aslında Ankara’yı Ankara gibi yaşamak isteyen biz tüm Ankaralıların aile dostları desem daha yerinde olur. Dilek anne, kızları Göksu ve Side ile birlikte tam yedi yıl önce yüreklerine bir ‘Kapı’ açtılar ve bize ‘buyurun’ dediler. Buyurduk buyurmasına da bir türlü çıkasımız yok… Öncelikle şahane bir huzur var… Giriş yazımda olmadığından şikâyet ettiğim ‘Gülümseme’ burada doğal bakış gibi ‘kapı’dan içeri giren herkesin yüzüne kendiliğinden oturuyor. Yemeklerde öncelikle pişirilen yemeğe, pişirene ve tabii ki yemeği yiyecek kişiye sonsuz saygı var. Bu durum fazlasıyla fark ediliyor… Yemeğin içeriğine bakarsanız… İçine giren her malzemenin en doğalı, pişirme yönteminin en doğrusu ve en olması gereken ise en safından ‘sevgi’ içeriyor. Yemeklere dokunan anne eli ilk başlarda çoğunlukla Dilek anne ve torunu Kaya’nın annesi Göksu’dan geliyordu… Son gittiğimde öğrendim ki ikiz kızları Lara ve Lila’yı doğuran sevgili Side de artık anne dokunuşu yapıyor… Herhangi bir rutini de, günü de yok ‘arada bir’ hazırlıyoruz dedikleri ‘Açık Sofra’ etkinliğine davet ettiler. Üç anne el birliği yapmış haliyle lezzet de katlanmış… Nefis zeytinyağlılar, börekler, atıştırmalıklar hazırlamışlar… Biz aile dostlarını nefis bahçelerine çağırmışlar… Bayıldım… Yürek, sofra ve ‘Kapı’ sonuna kadar açık… Hadi siz de gidin.

ÖNCE ANNE, SONRA BLOGGER ‘FERAH ÜSTÜNEL’

Güzel yürekli kadınların ‘Kapı’sında hazırlanan ‘Açık Sofra’ya gittiğimde aile dostları bir başka güzel yürekli kadın ve anne ile tanıştım. Kapı’nın şahane atmosferinde keyifli bir sohbet imkânı buldum… Ferah Hanım’ın yaydığı anaç, içten ve samimi bir enerjisi var, kapılmamak mümkün değil… İzin istedi gitmek zorundayım dedi. Sohbetin kısa sürmesine üzüldüm ama mazereti güçlüydü. ‘Anneyim ben birazdan eve eşim ve çocuğum gelecek, yemek beklerler…’ dedi. Yüreğim ısındı… Ferah Üstünel; anneliğin hâlen ön planda olduğu mütevazı ve geleneksel yemek tariflerinin videolarını çekip sayfasında yayınlıyor. ‘Instagram’da takip edilecek en iyi 5 hesaptan biri’ olarak önerilmesi işine verdiği önemin bir kanıtı… Henüz Ferah Hanım’ı tanımıyor olduğumdan olsa gerek, çoğunlukla samimi bulmadığım için yemek tariflerine ve tarif edenlere mesafeli duruyordum… Artık Ferah Hanım’ı takip ediyorum… Videolarda anne kokusu var, izlerken yüreğim ısınıyor…

Yazının Devamını Oku