1-Dünya, kurulan muazzam ulaşım ağıyla bugün hiç olmadığı kadar küçük, en uzak yerler bile yakın! Hal böyle olunca havaalanları da en çok kullandığımız alanlardan biri haline geldi. Yerini İstanbul Havalimanı’na bırakan Atatürk Havalimanı yıllarca dünyaya açılan kapımızdı. Yurtdışındaki havalimanı projelerinde de pek çok Türk müteahhitin imzası bulunuyor. Karşımda bu alanın öncü isimlerinden TAV Havalimanları kurucu ortağı ve TAV İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Sani Şener var.
Fotoğraf: Levent KULU
ALLAH ÖMÜR VERİRSE...
Şener, birkaç ay önce kurucu ortağı olduğu TAV Havalimanları’ndaki görevinden ayrıldı. Ancak şiarı; ‘Allah ömür verirse 85 yaşına kadar çalışacaksın, sonra ofisten eve gidip öleceksin’ olduğu için iş temposu aynı hızla devam ediyor; TAV İnşaat’ın başında Antalya, Ankara, Almatı, Katar ve Cidde Havalimanları’nın inşaat işlerini takip ediyor. Şener, “Bizim gibi insanlar çalışmayı birden bırakırsa 2024’ün gözde kavramıyla ‘beyin çürümesi’ yaşarız” diyor.
Ahmet Şener
ÇETE REİSİ DEDE
Eski albümleri açıyoruz… Sani Şener, Trabzonlu bir ailenin üç çocuğundan en küçüğü olarak 1955 yılında dünyaya geliyor. Büyük dedesi, Trabzon’da Rumlara ve Ruslara karşı çarpışmış, ‘Tekaüt Salih’ diye anılan bir çete reisi… Şener, mühendis babasının görevi nedeniyle Giresun’da doğuyor. Aile, o iki yaşındayken Ankara’ya taşınıyor. Baba Ahmet Bey 1960-1980 yılları arasında CHP’den Trabzon milletvekilliği yapıyor.
Sani Şener, Zeynep Bilgehan
İYİ Parti Genel Başkanlığı görevinde sekiz ayı geride bırakan Müsavat Dervişoğlu’nu Ankara’daki genel merkez binasında yakaladık. Son zamanlarda TBMM’deki grup toplantılarında yaptığı çıkışlar kadar yoğun yurt gezileriyle de dikkat çekiyor; onu Beşiktaş’ın genel kurulundan tiyatro etkinliklerine, panellerden sanat galerisi ziyaretlerine farklı yerlerde görüyoruz. Dervişoğlu, söze “Genel başkan olmak gibi bir kariyer planım yoktu. Hayatım boyunca doğru şeyleri yapmaya çabalayıp suyun akışının beni dingin limanlara taşıyacağı kanaatini taşıdım. Bugün de tarihi bir sorumluluk üstlendiğim düşüncesiyle görevimi hakkıyla yerine getirmeye çalışıyorum” diye başlıyor. Gündemin hep sıcak olduğu Türkiye’de dingin liman bulmak zor olsa gerek! Buna, “Türkiye çalkalanıyor ama benim zihnim berrak” diye cevap veriyor. Kendi hikâyesini de olaylardan çok düşünce dünyası ve hayata bakışı üzerinden anlatmayı tercih ediyor.
ADALET, EŞİTLİK, HÜRRİYET
Dervişoğlu, 1960 senesinde Ordulu bir çiftin üç çocuğundan ortancası olarak dünyaya geliyor. Çocukların isimleri: Adalet, Müsavat yani eşitlik ve Hürriyet. Askeri hâkim olan babası evlenme cüzdanına not düşüyor: ‘Türkiye’de ne yoksa çocuklarıma isim olarak onu verdim. Onlar da ömürleri boyunca isimlerinin anlamları peşinde koşsunlar.’ Müsavat Bey, “Doğduğum günden beri hürriyet, eşitlik ve adalet peşinde koşuyorum. Türkiye hâlâ bunları arıyor” diyor. Baba, 1963 yılında görevinden ayrılıp, avukatlık yapmak üzere ailesiyle Fatsa’ya yerleşiyor. Siyasetçi kimliği de var; önce Adalet Partisi’nde, sonra da Milliyetçi Hareket Partisi’nde çalışmalar yapıyor. Dervişoğlu’nun çocukluğu Fatsa’da geçiyor.
KÜÇÜK KASABA BÜYÜK AİLE
Ailesi kadar yaşadığı sosyal çevreden çok beslendiğini vurguluyor: “Fatsa son derece aydın insanların yaşadığı bir yerdi. Sosyal yaşam ve dayanışma çok güçlüydü. Ağabey ve amca dediklerimiz kültürlü, şık ve medeni insanlardı. Okula gidiş saatlerimizde, tıraş oldukları berberlerin önünde kentin münevverleri üst düzey sohbetlerde bulunurlardı. Bizlere hayata dair sorumluluklar yüklerlerdi. Kötü anıları ileriye nakletmek yerine Türkiye’nin nasıl daha iyi bir yer olabileceği konuşulurdu. Çok kitap okunurdu. Küçük bir kasabada büyüdüm belki ama büyük bir aile gibiydi. Fatsa, adam olmayı öğrendiğim dev bir okuldur.”
1- Müzik yapımcısı Hakan Eren’le beraberiz. 20 yıl Radyo D’de ‘Bir Zamanlar’ ve ‘Bahar Mimozaları’ adlı programları hazırlayan Eren, müzik dünyasında ‘popun arkeoloğu’ olarak tanınıyor. Son 30 yılını unutulmaya yüz tutmuş şarkıları kurtarmaya, nostalji albümleri yapmaya, hikâyeleri yeniden seslendirmeye adamış. Nostaljik yıldızların kayıp eserlerini bulup kayıt altına alıyor, albümler yapıyor.
DİYARBAKIR’DAN AKSARAY’IN IŞILTILARINA
Eren, 1963 yılında Diyarbakır’da oto tamircisi bir baba ile ev hanımı bir annenin beş çocuğundan en küçüğü olarak dünyaya geliyor. Annesi, o henüz yedi yaşındayken hayatını kaybediyor. On yaşındayken ailece İstanbul’a taşınıyorlar. İlk adresleri Aksaray. Sene 1973… Pikapta dinlediği sanatçıların isimleri afişlerde; Neşe Karaböcek, Emel Sayın… Anlatıyor: “Babamın okuma yazması yoktu. Bize gazete okuturdu. Sürekli fırça yerdim çünkü gazetede haberden çok gazino ilanlarını okurdum. Kim hangi gazinoda çıkıyor, İstanbul’daki bütün müzikholleri kadrolarıyla bilirdim. İmkân olmadığından sadece bir sefer Çakır Gazinosu’nun uygun fiyatlı ‘Duhuliye’ denilen kısmına gitmiştik. Orada izlediğim Zeki Müren’i ömrüm boyunca unutmadım.
SENE 1970 - Diyarbakır’da ilesiyle...
AKLI SANATTA KENDİ MÜHENDİSLİKTE
Sanatla ilgili bir iş yapmayı koyuyor aklına. Ancak maddi durumları kötü. Aileyi taksi şoförlüğü yapan iki ağabey geçindiriyor. Baba da en küçük oğlunun doktor veya mühendis olmasını istiyor. Eren, Pertevniyal Lisesi’ni bitirdikten sonra sınava giriyor. Birkaç deneme sonunda Yıldız Teknik Üniversitesi İzmit Elektrik Mühendisliği’ni kazanıyor.
SENE 1989 - Mühendislik yılları
Adını duymadıysanız bile hayatımıza kattığı sözcükleri günlük hayatta mutlaka kullanıyorsunuzdur; bilgisayar, bilişim, donanım, yazılım, veri tabanı, çevrimiçi, iletişim… Prof. Aydın Köksal, Türkiye’nin ilk elektronik mühendislerinden, Hacettepe Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nün kurucusu ve bugün ‘bilgisayar’ sözcüğü de dahil olmak üzere 2 bin 500’ü aşkın bilişim terimini Türkçeye kazandırmış, UYAP gibi bugün kullandığımız bilişim sistemlerimize imza atmış bir bilim insanı.
Aydın Köksal 1985’te kurduğu Bilişim AŞ’nin yönetim kurulu başkanı. Yayınlanmış 18 kitabı, 340 makalesi var. Piyano çalıyor, resim yapıyor.
Aydın Hoca’nın kendi beyni de ‘bilgisayar’ gibi çalışıyor; onunla konuşurken bir arama motoruna sorar gibi elektronik cihazların çalışma usullerinden insanlık tarihine, edebiyattan müziğe, resme, spora her konuda bilgiye ulaşabiliyorsunuz; konuşurken gözünün önünde denklemler, formüller belirdiğini hissedebiliyorsunuz.
SENE 1966 - İşe başladığı günlerde
KERPETEN PARMAKLI ÇOCUK
Köksal, Cumhuriyet’in ilk yüksek mimar-mühendislerinden Enver Köksal ile Kız Sanat Enstitüsü mezunu Semahat Hanım’ın iki çocuğundan ilki olarak dünyaya geliyor. Meraklı, girişken bir çocuk. Babasından etkilenerek sık sık evdeki saatleri açıp mekanizmaları anlamaya çalışıyor. Elinde hep çekiç ve tornavidalarla gezdiği için ailesi ona ‘kerpeten parmaklı çocuk’ diyor. Henüz 10-11 yaşlarında kartonlardan otomobil kaportası tasarlıyor. Tek eksiği motoru; “Onu da büyüyünce yaparım!” diye belleğe atıyor.
1) Önce kendi hikâyesiyle başlayalım… Cavit Çağlar, 1945 yılında Hacer ve Mustafa Molla çiftinin oğlu olarak Gümülcine’de dünyaya geliyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çıkan iç savaşla Türk toplumu da zor günler geçiriyor. Çağlar beş yaşına gelince aile Meriç Nehri’ni aşarak anavatana geliyor, Manisa’nın Akhisar ilçesine yerleşiyor. Baba burada bir un değirmeni kuruyor.
“Sıfırdan başarı hikâyesi yazmak her zaman mümkün. Müteşebbis olacaksınız. Korkmayacaksınız. Kendinizi başarıya kitleyeceksiniz. Çırağı olmadığın işin patronu olmayacaksın. Bende ümitsizlik diye bir şey yoktur. Pes etmem. Çıkış yolunu ararım ve bulurum.” (Fotoğraf: Levent KULU)
MENDERES’E MEKTUP YAZDI
Çağlar, girişimci bir ruha sahip; ders çıkışlarında istasyonda simit satıyor, eczanede çıraklık yapıyor, benzincide çalışıyor. Ailenin bir derdi var; vatandaşlık alamıyor. Çağlar, 1958’de Akhisar’a gelen Başbakan Adnan Menderes’in yolunu kesiyor ve ona durumu anlatan bir mektup veriyor. Kısa süre sonra müjdeli haber geliyor. Gümülcine’den getirdikleri ‘Molla’ ismini de geride bırakarak, 10. Yıl Marşı şairlerinden Behçet Kemal Çağlar’dan esinle ‘Çağlar’ ailesi Türk vatandaşı oluyorlar.
Sene 2017/Putin, Çağlar’a ‘Dostluk Nişanı’ verdi.
‘SULTANHAMAM’DA TAHSİL
Babası hayata veda edince annesiyle İstanbul’a taşınıyor. Tahsiline Sultanhamam’daki tekstil atölyelerinde devam ediyor; işin inceliklerini öğreniyor. Askerlikten sonra dayısının yanına Bursa’ya gidiyor. Babasından emanet sermaye ile bir tekstil firması kuruyorlar. İşler büyüyor. Binlerce çalışanlı bir patrona dönüşüyor. Bursaspor’a başkan oluyor; tanınıyor.
2) ESNAFI, KÖYLÜSÜ İŞÇİSİ AP’DEYDİ
1- Mustafa İstemi’nin uzun zamandır peşindeydik… Kamera önünde olmaktan hoşlanmadığını söyleyerek bugüne kadar kaçıyordu. Geçen hafta, TBMM’de komşu ziyaretine geldiği Hürriyet bürosunda parlamento şefimiz Bülent Sarıoğlu ve fotomuhabirimiz Mert Gökhan Koç ile kendisini yakalamayı başardık! Ankara camiasının ‘İstemi Ağabey’i meslekte 60. yılını kutluyor... Bu 60 yıl içinde siyasi hayatımızın en unutulmaz karelerine imza atan, 30 yıldır Milliyet gazetesi çatısı altında olan İstemi’yi konuşlandığı Basın Locası’ndan, TBMM Başkanlığı’nın verdiği özel izinle bizzat ‘olay yeri’ne, TBMM Genel Kurul’una indirdik.
DAHA DÜN GİBİ HATIRLIYORUM
Genel Kurul Salonu’na yürürken İstemi, “Buradaki ilk günümü dün gibi hatırlıyorum. Her şey gözüme çok büyük gelmişti” diyor. TBMM’ye ilk adımını attığı sene 1961; henüz 18 yaşında! Peki yolu buraya nasıl düşüyor? Mustafa İstemi 1943 yılında hemşire Nuriye Hanım ile öğretmen Hikmet İstemi’nin üç çocuğundan ikincisi olarak İstanbul’da doğuyor. Altı yaşına kadar zor bir çocukluk yaşıyor. Anne babası çalıştığından, o dönem kreş de olmadığından kendi deyimiyle ‘eller elinde’ büyüyor.
SENE 1947 - 5 yaş
HAYATIMIN İLK KARANLIK ODASI
Hayatının ikinci baharı 17 yaşında başlıyor. Babası onu Cağaloğlu’ndaki meşhur fotoğrafçı ‘Hasan Ağabey’in vesikalık fotoğraflar çektiği dükkânına götürüyor. Hasan Ağabey de hayatında hiç fotoğraf makinesi görmemiş İstemi’yi Vatan gazetesinin fotoğraf editörü Hilmi Şahenk’e götürüyor. Şahenk, delikanlıya şöyle bir bakıp ‘Tamam’ diyor ve İstemi’nin deyimiyle onu ‘karanlık odaya atıyor!’ Burada bir ay içinde fotoğraf banyo etmesini, baskı yapmasını öğreniyor.
SENE 1962 - Cumhuriyet Ankara bürosu
1- CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer ile TBMM’deki odasında, bütçe görüşmelerinin en hararetli günlerinden birinde buluştuk. Hayvan ithalatı üzerine bir basın toplantısından çıkmış, TBMM Genel Kurulu’nda konuşmaya hazırlanıyordu. TBMM’de geçen sekiz senede 10 binin üzerinde soru önergesi, 518 kanun teklifi, 552 Meclis araştırma önerisi veren, binden fazla basın toplantısı yapan Gürer, “Tarım siyasi bir alan değil. Milli güvenlik kadar önemli, stratejik bir alandır” diye başlıyor söze. Eski albümleri karıştırırken bizi pastoral bir geziye çıkarıyor...
SENE1960 - Gürer ailesi
SENE1964 - İlkokul yılları
BAĞ, BAHÇE, HAYVANLAR…
Ömer Fethi Gürer, 1957 yılında Niğdeli bir anne babanın üç çocuğundan en büyüğü olarak dünyaya geliyor. Demiryollarında memur olan babasının işi nedeniyle Ankara’da doğuyor ama bir yaşından itibaren çocukluğu Bor’da geçiyor. Ailenin yarısı Niğdeli, diğerleri Borlu. Gürer, “Bor’un pazarı çok ünlüdür. Hatta ‘Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye’ diye atasözü vardır biliyorsunuz. Bor, hayvancılık yapan herkesin gelip bir ürün alacağı yerdir” diye anlatıyor. Gürer’in çocukluğunun bir kısmı bağ bahçede ve hayvanların içinde, bir kısmı da bizzat ‘Bor’un pazarı’nda geçmiş:
BOR’UN PAZARINDA GEÇEN ÇOCUKLUK
“Dedemin geniş bağları, bahçeleri vardı. Hasat hiç bitmezdi; armut, elma, üzüm… Her mevsimde ürün olurdu çünkü geçim kaynağı olarak hep pazarda satmayı düşünerek üç, dört ağaç dikmişler. Satamadıklarını da kuruturlardı. İsraf diye bir şey olmazdı. Dedem ‘bastacı’lık yapıyordu. Pazar yerinde tezgâh açana ‘basta’ denir. Ben de ona yardım ederdim. Bahçemizde her türlü sebze meyve vardı; kayısı, dut, elma, domates, patlıcan, biber... Ahırda hayvanlarımız vardı; bakıma yardımcı olurduk. Hayvan sevgisini o süreçte görüp öğrendik. İnek, manda, koyun, keçi, köpek ve kedi yanında tavuk ve ördek de olurdu. ‘Camız’ denilen mandalardan kaymak yapılır ve merkezde satışı olurdu. Kaymak ki hakiki kaymak. Dürümünü yapıp yiyen enerji alırdı.Şimdi onun birazını çocuklar yese, oturdukları yerden kalkamazlar herhalde (gülüyor).”
2- BİR ZAMANLAR KIRSALDA
Yüksel Yalova, bizi siyasetçi kimliğine yakışır şekilde takım elbiseyle karşılıyor. Elinde metinlerle provadan henüz çıkmış. Hazırlığı bir miting için değil; biz de bir siyasi büroda değiliz. Yalova, 45 sene sonra tiyatro sahnesine dönmeye hazırlanıyor. Resmi olarak 45 sene ama işin evveliyatı da varmış. Biz en iyisi hikâyeyi en baştan dinlemek üzere filmi geriye saralım…
TİYATRO KARİYERİM ANTİK SAHNEDE BAŞLADI
Yüksel Yalova, 1955 yılında Aydın’ın Çine ilçesine bağlı Karpuzlu’da dünyaya geliyor. Esnaf bir aileden gelen babası ilçede demircilik yapıyor. Yalova da bağ bahçe içinde bir çocukluk geçiriyor. Zeytinlikleri eski Yunan medeniyetlerinden birine ait bir epik tiyatronun kalıntıları içinde. Yüksel Bey, “Yarı yıkık sahneye çıkar ve zeytin toplamaya gelmiş kim varsa onlara şov yapardım; yani tiyatro kariyerim bir antik tiyatroda başladı!” diye gülerek anlatıyor: “Ancak aile büyüklerimiz siyasetle ilgililerdi ve ‘Bu okur, ileride büyük adam olur’ düşüncesiyle beni adeta bir ‘prens’ gibi yetiştirdiler.” İlkokuldan sonra yatılı olarak Çine Ortaokulu’na ve sonra Çine Lisesi’ne gidiyor.
SENE 1975 - İstanbul Belediye Konservatuvarı öğrencisi
ÇİNELİ ŞÜKRAN GÜNGÖR KEŞFEDİYOR
‘Prens’ evladın hemen fark edilen bir başka yeteneği daha vardı; tiyatro. Birinci sınıftan itibaren okul piyeslerinde rol alıyor. Çine Lisesi’nde sahneye koydukları ‘Deli İbrahim’ oyununda, tiyatromuzun usta ismi Şükran Güngör’ün dikkatini çekiyor. Bu nasıl oluyor? Güngör de Çineli ve oyunun yönetmenliğini kuzeni Yalçın Dinçer yapıyor…Yalova’nın da içine sahne tozu kaçıyor ama ailenin ‘büyük adam’ beklentisi gereğince, eğitimine Denizli Eğitim Enstitüsü’nde devam ediyor.