Zeynep Bilgehan

ANAP’ın kurucularından eski Bakan ve Başbakan Yardımcısı Kaya Erdem: Yıllarımı verdim ama siyaseti hiç özlemedim

4 Mayıs 2025
Ömrünün yarısı devlet hizmetinde geçmiş Kaya Erdem’in… Çalışmaya 15 yaşında stajyer işçi olarak başlıyor. Şeker Şirketi’ndeki 15 yılın ardından Hazine Müsteşarlığı’na geçiyor. 1980 sonrası Maliye Bakanı oluyor, Özal ile ANAP’ı kuruyor, 24 Ocak kararlarında imzası var... Başbakan Yardımcılığı ve TBMM Başkanlığı görevinin ardından 1999 yılında siyaseti bırakıyor. Bugün 97 yaşında hâlâ çok dinç, hâlâ devlet meseleleri ve ekonomiyle ilgili. Ama siyaseti hiç özlememiş... Kaya Erdem ile eski albümleri karıştırdık…

Hayatının 30 yılı bürokraside, 20 yılı siyasette toplam 50 yılı kamuda geçmiş bir isim; Kaya Erdem. Söze, “Beni nasıl buldunuz? 1999 yılında siyasetten ayrıldıktan sonra arayan çok gazeteci olmadı” diye başlıyor. O halde ilk soru; “Siyaseti bıraktıktan sonra arayanlar azalır mı?” Cevabı: “Tabii belirli bir görevi bıraktıktan sonra arayan azalır. Bu, hayatın bir gerçeğidir. İktidardayken etrafınızda gücünüzden istifade etmek isteyenler olur; size övgüler düzerler ama gerçeği de söylemezler. Görevden ayrıldığınızda çil yavrusu gibi dağılırlar. Geriye esas dostlarınız kalır. Bunun böyle olacağını bildiğiniz takdirde rahat edersiniz. Bilmeyenler için bu bir sükutu hayal olur. Hayat bunları daha evvel bana öğrettiği için nelerle karşılaşacağımı biliyordum. Hiçbir zaman rahatsızlık duymadım.”

OKULDAN CEPHEYE

Siyasi kariyerinde bürokrasinin en yüksek mevkilerinde bulundu; Bakanlık, Başbakan Yardımcılığı, TBMM Başkanlığı yaptı. Hikâyesinin başlangıcı dokunaklı… Kaya Erdem, 1928 yılında Ahmet Hilmi Bey ile Pakize Hanım’ın dört çocuğundan ikincisi olarak babasının görev yeri Safranbolu’da doğuyor. O bir Kurtuluş Savaşı çocuğu. Babası Ahmet Hilmi Bey, Kuleli Askeri Lisesi’nde okurken İstanbul işgal ediliyor. İşgalle birlikte okul kapatılıyor. Ahmet Hilmi Bey’in babası Şaban Bey, İnebolu ve havalisinin garnizon komutanı. İnebolu Limanı, İstiklal Savaşı sırasında asker ve mühimmat sağlanan kilit bir mevki. Ahmet Hilmi Bey de İstiklal Savaşı’na bir subay adayı olarak katılıyor. Savaştan sonra Maarif memuru olarak görevlendiriliyor; Cide, Safranbolu ve Kurucaşile’de görev yaptıktan sonra aile en son Bartın’a yerleşiyor.

KURTULUŞ SAVAŞI KUŞAĞI

Eğitimi yarıda kalmış, Kurtuluş Savaşı’nda yer almış bir babanın çocuğu olmak nasıl bir duygudur? Kaya Bey, “O kuşak çok büyük fedakârlıklarda bulunup eziyetler çekerek bize bugünleri vermişler” diye yanıtlıyor: “En önemli husus vatanlarını çok sevmişler. Ülkeyi kurtaran bu anlayış ve fedakârlık olmuş. Bize hep ‘her şeyden önce vatan ve dürüst çalışmak’ terbiyesini vermişlerdir. Babam vasiyetine şunu yazdı: ‘Atatürk’ün ilkelerine uyarak ulusumuz yararına başarılı çalışmalarınızı vasiyet ediyorum.’ 1923’ten 1940’a kadar her şeyi vatan için ön plana alan bir kadro hareket etmiş. Eğitime çok önem vermişler. Öğretmenler o dönem kazada bir hâkim veya kaymakam gibi itibar görürdü.”


Yazının Devamını Oku

Çiniye ruhunu üfleyen usta... ‘Yaşayan insan hazinesi’ Adil Can Güven

27 Nisan 2025
Helen, ardından Roma, Bizans, Selçuklu medeniyetlerine ev sahipliği yapan ve nihayetinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu Bursa’nın şirin ilçesi İznik’teyiz… Toprak altından sadece tarihi eser kalıntısı değil tarihi sanat da çıkıyor; İznik çinisi... 2 bin yıllık sanatı bugün de yaşatan, ‘UNESCO Yaşayan İnsan Hazinesi’ unvanını taşıyan Adil Can Güven ile tarihe yolculuk yaptık.

1- Bu hafta takvim yapraklarımızı normalden biraz daha geriye sarıyoruz; iki bin yıl öncesine! Helen, ardından Roma, Bizans, Selçuklu medeniyetlerine ev sahipliği yapan ve nihayetinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu Bursa’nın şirin ilçesi İznik’teyiz… Rehberimiz Bursa Miras Başkanı Güney Özkılınç. İlk durağımız her an perdelerini açıp localarda ve tribünlerdeki hayali izleyicilere bir oyun sergilemeye hazır gibi görünen Antik Roma Tiyatrosu. Oradan kenti çevreleyen tarihi surların eşlik ettiği yoldan sahildeki Su Altı Bazilikası’na gidiyoruz. Burası gelecek ay yapılacak çok önemli bir etkinliğe hazırlanıyor…

DENİZ ALTINDAN ÇIKAN BAZİLİKA

Hıristiyanlığın temel doktrinlerinin belirlendiği I. İznik Konsili MS. 325 yılında İznik’te toplanmıştı. Ömrü elverseydi, Papa Francis’in de bu toplantının 1700. yıldönümü için yapılacak törene katılması bekleniyordu. Etkinliğin yapılacağı Bazilika’nın hikâyesi de ilginç; İznik Gölü’nün sularının çekilmesiyle tesadüfen bulunuyor. Bursa Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Mustafa Şahin öncülüğünde su altı kazıları ve araştırmaları yapılıyor.

SENE 1955 - Anneanne, anne ve nenesiyle

TOPRAK ALTINDAN BUGÜNLERE

İznik’te toprağın altından çıkan tek şey tarihi yapı kalıntıları değil. 14. yüzyıldan itibaren meşhur olan İznik çinilerinin de kalbindeyiz… Üstelik çininin hikâyesi bugün de devam ediyor. Konuğumuz; ‘UNESCO Yaşayan İnsan Hazinesi’ unvanını taşıyan, İznik çinisi ustası Adil Can Güven. Güven, 1953 yılında Filibe’den göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak İnegöl’de dünyaya geliyor. Çocukluğu dedesi Hayati Efendi’nin geniş çiftliğinde geçiyor.

 2- SANATÇI BİR AİLE

Yazının Devamını Oku

Tayfun Pirselimoğlu ile ‘Tuhaf Zamanlar’ı konuştuk: Sanki tüm dünya çılgın bir dansa tutulmuş gibi

20 Nisan 2025
‘Cerrah’ isimli son romanıyla Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Aynı adlı romanından uyarladığı ‘Kerr’ filmi Türkiye’nin Oscar adayı oldu, ‘Tuhaf Zamanlar’ isimli sergisi açıldı… Son filmi IDEA bu ay İstanbul Film Festivali kapsamında gösterildi. Eserlerinde en çok işlediği konular; tuhaflıklar, kimlik problematiği, çağın akıl dışı durumları... Yazar, yönetmen, senarist, yapımcı, ressam Tayfun Pirselimoğlu ile buluştuk hem eski albümleri karıştırdık hem içinde bulunduğumuz ‘tuhaf dünya’ üzerine konuştuk…

1) Önce kendi ‘yapım’ hikâyesiyle başlayalım. Tayfun Pirselimoğlu, kökenleri 400 yıl önceye giden bir ailenin üç çocuğundan en küçüğü olarak 1959 yılında Trabzon’da dünyaya geliyor.

Fotoğraf: Murat ŞAKA

Söze, “Çok mutlu bir çocukluk geçirdim” diye başlıyor: “Babamın çelik eşya fabrikası vardı. Annem ev kadınıydı. Çocukluğumun Trabzon’u nostaljik İtalyan filmleri gibi sahnelerle doluydu; çocuklar plajdan koşarak denize girer, akşamları aileler sinemalara, balolara giderdi.”

Sene 1963/23 Nisan

SİNEMA MABED GİBİYDİ

Bugünkü meziyetlerinin temeli henüz çocukluk yaşlarında atılıyor; dört yaşından itibaren çok güzel resimler yapıyor. İlk resim eğitimini kıymetli sanatçımız Süleyman Saim Tekcan’dan alıyor. Bir diğer tutkusu ise çizgi roman. Yazları babaannesiyle İstanbul’da geçiriyor. Evde, Cağaloğlu’ndan aldığı koli koli çizgi romanlara gömülüyor. Her cuma sinemaya gitmek bir aile rutini. Tayfun Bey, “Trabzon’da Konak Sineması vardı. Neredeyse bir mabet gibi herkes desturla girerdi” diye anlatıyor.

MASALLARLA BÜYÜDÜM

Yazının Devamını Oku

Mülkiye’nin 75 yıllık duayeni Prof. Dr. Ruşen Keleş… Türkiye’ye politikayı öğreten hoca

13 Nisan 2025
Mülkiye’deki 75. yılında… Yetiştirdiği öğrencileri arasında büyükelçiler, bakanlar, başbakanlar var. Meşhur ‘Altmış Sekiz Kuşağı’, Mehmet Keçeciler, Abdülkadir Aksu, Murat Karayalçın, Hasan Celal Güzel sosyal politika derslerini ondan okumuş. Kent, Çevre ve Yerel Yönetim Politikaları’nın Türkiye’de bilim dalı olarak gelişmesinde öncülük eden Prof. Dr. Ruşen Keleş ile eski albümleri karıştırdık.

Kamu, akademi ve siyaset dünyamızın en köklü membalarından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, eski adıyla Mülkiye’deyiz… Koridorda ilerlemekte zorlanıyoruz, zira duvarlara asılı eski dönem meşhur İnek Bayramı’ndan fotoğraflarda pek çok tanıdık sima var! 166 yılı geride bırakmış Mülkiye’nin meşhur mezunlarından birkaçını sayalım; Prof. İlhan Unat, Prof. Sadun Aren, Prof. İlber Ortaylı , Mesut Yılmaz,  Hikmet Çetin, İlter Türkmen, Prof. Dr. Mümtaz Soysal… Bizim randevumuz Kent, Çevre ve Yerel Yönetim Politikaları’nın Türkiye’de bilim dalı olarak gelişmesinde öncülük eden, okulun ve akademi dünyamızın en duayen isimlerinden Prof. Ruşen Keleş ile…


Prof. Dr. Ruşen Keleş - Zeynep Bilgehan

HENÜZ EMEKLİLİK YAŞIM GELMEDİ…

Ruşen Hoca, ‘yaşsız’ diyebileceğimiz türde insanlardan. Dolayısıyla yalnızca bir rakam olan doğum tarihi yerine Mülkiye’deki 75. yılını geride bıraktığı bilgisini verelim. İkinci kattaki odasına merdivenlerden son derece formda çıkarak ulaşıyor. Okula metroyla geldiğini duyunca şaşırmam üzerine Ruşen Hoca gülerek, “Henüz emeklilik yaşıma gelmedim ama…” diyerek programını anlatıyor: “Biliyorsunuz devlet üniversitelerinde emeklilikten sonra yarı zamanlı ders verilebiliyor. Siyasal Bilgiler’de yüksek lisans ve doktora öğrencilerine Kent ve Hukuk, Çevre ve Hukuk, Avrupa Birliği Bölgesel Gelişme Politikaları, Uygulamalı Bilimler Fakültesi’nde İmar Hukuku, Kent Hukuku ve Türk Yerel Yönetim Sistemi gibi dersleri veriyorum. ODTÜ’de ve Gazi Üniversitesi Şehir Planlaması Bölümü’nde de derslerim var. Hepsi yarı zamanlı. Haftanın bir günü de tam zamanlı kadrolu olarak Kapadokya Üniversitesi’ndeyim.”


SENE 1936 - Aile fotoğrafı

İSTİKLAL SAVAŞI, CİHAN SAVAŞI….

Yazının Devamını Oku

Organ naklinde Türkiye’nin gururu Prof. Dr. Haberal: Karda çıplak ayak yürüyen adamım

6 Nisan 2025
Tıp alanında gururumuz olan isimlerden, 1975’te Türkiye’nin ilk başarılı organ naklini yapan, kurduğu Başkent Üniversitesi ile bugüne kadar binlerce öğrenci yetiştiren, geliştirdiği öncü yöntemlerle dünya çapında ödüller alan Prof. Dr. Mehmet Haberal ile buluştuk; eski albümleri karıştırdık… Rize’nin Haçapit Köyü’nde doğup çetin doğa koşullarını, kısıtlı imkânları aşarak bugünlere gelen Prof. Haberal diyor ki: “Mehmet Haberal karda çıplak ayak yürüyen adamdır. Bütün mesele yapabilmek. Hiç ‘Acaba yapsam mı, ya bana dokunursa!’ demedim. Bu ülkede yapılamayacak çok az şey var.”

Prof. Dr. Mehmet Haberal ile kurucusu olduğu Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde buluşuyoruz… Kan ter içinde ve biraz rötarlı olarak yanımıza geliyor; hastaları ziyaret ediyor, ameliyatlara giriyor, hepsiyle tek tek ilgileniyor. İlk sorum: “Ölümle yaşam arasındaki ince çizginin stresine sürekli nasıl dayanılır?” Hoca, “Hekimlik dünyada apayrı yeri olan bir meslektir” diye yanıtlıyor: “Hasta ameliyat masasına yatar ve ‘Yukarıda Allah, aşağıda siz…’ der. Dünyada başka hiçbir meslek yok ki insanlar size bunu söylesin.”

ORTA ASYA’DAN HAÇAPİT’E

Hikâyesi 29 Ekim 1944 tarihinde Rize’nin Pazar ilçesinin Haçapit Köyü’nde başlıyor… Haberal, kökenleri Orta Asya’dan göç etmiş kalabalık bir ailenin çocuğu olarak doğuyor. Aile önce Erzincan’ın Kemah ilçesine, oradan Rize’nin Pazar ilçesine ve nihayet Haçapit Köyü’ne geliyor. Haberal, “Büyük dedelerim 93 Harbi’nde iki kardeş kaybetmişler. Daha sonra İstiklal Savaşı’na katılmışlar. Konuşmalarında vatandan başka bir şey söylemezlerdi. Böyle bir nesilden geliyoruz… Rahmetli babam ailenin tek erkek çocuğuydu. Onun için çok sevilirdi” diye anlatıyor.

TEYZEMİN MİSAFİR ODASI OKULDU

Köyde o dönem tarım ve hayvancılık yapılıyor. Arazilerin büyük kısmı Haberal ailesine ait; mısır, sebze ve meyve yetiştiriliyor. Haberal, ailenin dört çocuğundan en büyüğü olarak dünyaya geliyor. Çocukluk yıllarından aklında kalanlar: “Çiftçilik yaparız, çobanlık yaparız. Büyükbabam ve ailem beni çok severlerdi. Büyükbabam arıcılık yapardı. Arı sağmaya, kurban kesmeye beni götürürlerdi. Her konuda beni yetiştirdiler. Köylünün bütün işlerine koşardık. Rahmetli babaannem, ‘Ekmek kırıntılarını ye ki zeki olasın’ derdi. O şartlarda beni el üstünde tutarlardı. Köyde okul yoktu. Teyzemin evindeki misafir odası okul olarak kullanılırdı.  İlkokula orada başladım. Odun yakarak ısınmaya çalışır, bir yandan ders yapardık.”


Yazının Devamını Oku

Suna Keskin: Beni tiyatro iyileştirdi... "Elmayı bile sabunla yıkıyordum"

30 Mart 2025
Bu yıl sahnedeki 60. yılını kutlayan tiyatromuzun usta ismi Suna Keskin ile beraberiz. Onu evde bulmak zor; ya sahnede ya izleyici koltuğunda ya da turnede… Diyor ki: “Çok titizdim, patatesleri, elmaları bile sabunluyordum. Beni tiyatro iyileştirdi. Tiyatroyla insan daha mutlu, daha keyifli, daha sosyal, daha eğlenceli oluyor.”

1- Suna Keskin, söze şöyle başlıyor: “Tiyatrokare ile dokuz yıldır kapalı gişe sahnelediğimiz Ahududu’ya çok ilgi var. Bu sene çok Anadolu turnesi yaptık. Aslında benim yaşıma gelince her şey biraz zorlaşıyor ama biz oyuncular açgözlüyüz, mütemadiyen oynamak istiyoruz. Ne kadar oynarsak o kadar mutlu oluyoruz. Mutlu oldukça mesleğimizi daha çok seviyoruz. O nedenle turnelere keyifle gidiyorum. Her yeri birkaç kere dolaştık. Arada rahatsızlıklarım oldu. Buna rağmen sahneye çıktım, oynadım. Oyuncular böyle!”

SANAT HERKESE İYİ GELİR

Bu sözlerden tiyatroda emekli olma yaşının olmadığı sonucunu çıkarıyorum. Suna Hanım, “Gördüğün gibi yok! Olmamalı diye düşünüyorum” diye devam ediyor: “Arada eş-dost ‘Bırak artık Suna’ diyor ama benim kendime ayırdığım vakitlerde bile tiyatro var. Bir nevi tedavi… Tiyatroyla insan daha mutlu, daha keyifli, daha sosyal, daha eğlenceli oluyor. Bu hem oyuncu hem seyirci için böyle. Güzel sanatların her dalı insana iyi gelir.” Böylesine tutkuyla bağlı olduğu tiyatro sahnelerine kavuşması, iki sevgilinin çeşitli engeller sebebiyle önce bir türlü buluşamayıp sonra ömür boyu ayrılmamak üzere birbirine sarılmasına benziyor. Hikâyenin tamamını dinlemek üzere eski albümleri açıyoruz…

PERİ KIZI BEN OLMALIYDIM

Suna Keskin, Kafkasya’dan göç etmiş Çerkez bir ailenin, Bolulu bir baba ile Düzceli bir annenin üç çocuğundan ilki olarak 1940’da Biga’da dünyaya geliyor. Babası orman mühendisi memur olduğu için çocukluğu çeşitli şehirlerde geçiyor; Erzurum, Kalkan, Ankara, Kızılcahamam… Keskin, “Her sene kamyona veya trene binilir başka bir şehre gidilirdi” diye anlatıyor: “Babam tiyatro çok severdi. Tiyatroyla ilgili ilk anım da Erzurum’dan. Beş yaşındaydım. Bir 29 Ekim’de babam beni Pinokyo oyununa götürdü.  Kırmızı kadife perde açıldı ve benim içime ateş düştü! Sahnedeki peri kızına bakıp ‘Ah bu ben olmalıydım…’ dedim. Çocukluk oyunlarımızda da tiyatro hep olurdu. Her çocuğun içinde oyun oynama güdüsü mutlaka vardır.”

SENE 1944

Yazının Devamını Oku

Şair-yazar Hidayet Karakuş: İyi şiir insanı sarhoş eder

23 Mart 2025
Son romanı ‘Bana Bir Resmini Yolla’ Yunus Nadi Roman Ödülü’ne layık görülen, geçen aralıkta ‘Şiirin Vakti’ kitabı yayınlanan şair-yazar Hidayet Karakuş ile buluştuk. Yalvaç’ın Kurusarı köyünde masal gibi bir çocukluk geçiren, sonra 33 yıl öğretmenlik yapan Karakuş’la hem eski albümleri karıştırdık hem de ‘şiir’i konuştuk...

1- “İşte o çocuk!” Yazar-şair Hidayet Karakuş’un kendi çocukluğunu anlatan kitabının başlığı bu… Karakuş, “Çocukluk anılarımı yazmaya başladığımda ‘içimdeki o çocuğun’ yerli yerinde durduğunu, içimden bana daha da afacan gözlerle baktığını gördüm” diyor. Bugün ödüllü romanlarında anlattığı öykülerin de kaynağında çocukluk günlerinden izler var. Öyleyse ilk sorumuz; kim bu çocuk? Eski albümleri açıyoruz… Hidayet Karakuş, annesinin takvimine göre ‘harman kalktıktan bir hafta sonra’ 6 Eylül 1946’da, resmi nüfus cüzdanına göre 1 Nisan 1945’te doğuyor. Çiftçi bir ailenin üç çocuğunun en küçüğü olarak dünyaya geliyor. Karakuş, “Ailem eskilerin deyimiyle ‘rençber’ yani çiftçiydi. Tarlalarımız vardı, onları ekip biçiyorlardı. Ben de tarlada harmanda çalıştım, döven sürdüm, ekin yoldum, biçtim, çift bile sürdüm” diyor.

KÖYDEN NEDEN ÇIKILIR ANLAYAMIYORDUM

İlkokulu köyde bitiriyor. Karnesini aldığı gün Köy Enstitüsü mezunu öğretmeni Tahir Bakır, sınıfta seçtiği dokuz öğrenciyi öğretmen okulu sınavlarına hazırlamaya başlıyor. Her gün, “Köyden çıkacaksınız, okuyacaksınız” diyor. Karakuş’la arkadaşları buna bir anlam veremiyor; “Köyden çıkmak ne demek? Meyve bahçeleriyle, dereleriyle, uzakta görünen mavi dağların berisinde uzanan ovası, yumuşak tepeleriyle köyden daha güzel neresi var? Bu köyden çıkmak olur mu?” Gönlü otlatmak istediği sevgili öküzlerde kalsa da yapacak bir şey yok… Babası kesin konuşuyor; okunacak. Sınavı kazanıyor; Isparta Gönen İlköğretmen Okulu’na giriyor. Karakuş: “O zamanlar bir insan köyü neden bırakır anlayamıyordum. Kış gecelerimiz masal gibiydi; öyküler anlatılırdı. Elektrik yoktu, kandil ışığında büyükler çocuklarla oyunlar oynardı. Köyü hâlâ çok severim, hiç kopmak istemedim.”

SENE 1963 - Gönen’de bağ sırasını çapalayıp temizlerken.

YOKSUL OLDUĞUMUZUN FARKINDA DEĞİLDİK

Karakuş, “Çocukluğumuz toz toprak içinde geçti ama öğretmen okuluna gidinceye kadar yoksul olduğumuzun farkında değildim” diye devam ediyor: “Evimizde ‘sağın’ dediğimiz ineğimiz, mandamız, keçimiz, koyunumuz yani sütümüz, yoğurdumuz, yağımız vardı. Arılarımızdan balımız vardı. Çocukken hiçbir şeyin eksikliğini duymadık. Öğretmen okulunda arkadaşlarıma gelen harçlıkları görünce, ‘Biz yoksulmuşuz’ dedim. Bize sadece köye döneceğimiz zaman yol harçlığı gelirdi. İkinci yıl sınıfta kaldım. O zaman okumaya, yazmaya başladım. Okulun çok zengin bir kütüphanesi vardı. İlk okuduğum kitap Kemalettin Tuğcu’nun ‘Sokak Çocuğu’ydu. Onun arkasından Orhan Kemaller, Panait Istratiler okudum. Tüm bunlar ufkumu genişletti.”

SENE 1957 - Birinci sınıftaykenSENE 1965 - Selçuk Eğitim Enstitüsü ikincı sınıf

Yazının Devamını Oku

Başkan Bozbey siyasete böyle girmiş: ‘Mühendis bey kolaysa sen yap’ dediler yaptım

16 Mart 2025
Selanik göçmeni mübadil bir ailenin torunu olarak Nilüfer ilçesine bağlı Özlüce Köyü’nde dünyaya geliyor. Çocukluğu tarlalarda, bağlarda, bahçelerde geçiyor. Öğrencilik yıllarında kente gelse de gönlü doğadan kopmuyor; çok uzun yıllar çiçekçilerde çalışıyor. 1999 seçimlerinde Nilüfer Belediye Başkanı seçilerek girdiği siyasette 25 yılı geride bırakmış. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ile eski albümleri karıştırdık…

1) Aslında Bursalılar onu yakından tanıyor; zira yerel siyasette 25 yılı geride bırakmış! İlk defa 1999 yılında Nilüfer ilçesinin belediye başkanı seçilen Mustafa Bozbey, geçen yerel seçimlerde Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturdu. Marmara Belediyeler Birliği Başkanı da olan Bozbey, anlatmaya “Ben bir Nilüfer çocuğuyum” diye başlıyor: “Hem anne hem baba tarafından 1924’teki mübadeleyle Selanik’ten gelmiş bir ailenin torunuyum. Dedemler Selanik’ten gemiyle Mudanya’ya gelip Bursa’nın merkezine yerleştirilmişler. Ticaret yapmaları teşvik edilmiş ama aile Selanik’te köyde çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşıyormuş. Bir zaman sonra toplanıp valiye gidip, ‘Biz ticaretten anlamıyoruz. Bir toprak olsa da işlesek, en azından karnımızı doyursak’ diyorlar. Bunun üzerine Rumlardan kalan arazileri gösteriyorlar. Kendi köylerine en çok benzeyene yerleşiyor. İlk zamanlar Selanik’e dönecekleri ümidiyle yaşıyorlar; ha bu kış ha bu yaz… Ancak 15 yılın sonunda tam anlamıyla yerleşip toprağı ekip biçmeye, genişletmeye başlıyorlar.”

TARLADA ÇALIŞTIK, HAYVAN OTLATTIK

Bozbey, işte bu ailenin torunu olarak yerleştikleri eski adı İnesi olan Özlüce Köyü’nde, 1962 yılında dünyaya geliyor. Çocukluğu, ortaokul ikinci sınıfa kadar köyde geçiyor: “Beş kardeştik. Babam şehirde taksi dolmuşçuluk yapardı. Annem tarlaya giderdi, hayvanlara bakardı. Altında hayvanların, üstünde bizim kaldığımız eski bir Rum evinde otururduk. O yıllara şimdi dönünce, biz çocukluğumuzu hakikaten çok iyi yaşadık. Telden arabalar yapardık. Hayvancılık yapardık, tarlada çalışırdık. Tütün ekmişliğimiz, koyun otlatmışlığımız var. O dönemden hiç unutamadığım bir hikâye; organize sanayi henüz kuruluyordu. Tarlada tütün ekerken dereden at arabasıyla su taşınırdı. Bol balık olurdu. Biz de çok balık tutmuştuk. Ancak bir zaman sonra tuttuğumuz balıklar çok kötü kokmaya başladı. Nilüfer deresinin kirlenmeye başlayıp yok olduğu, zehir akmaya başladığı zamandı bu…”

KÖYDEN KENTE GELİNCE…

Aile Bozbey’in okumasını istiyor. Ortaokul ikinci sınıfta Cumhuriyet Lisesi’ne kaydoluyor ve köyden çıkıp dedesinin yanına şehre geliyor. İlk günler kolay olmuyor: “Köyden çıkıp geldiğimiz için bazı şeyler bize çok ters geliyordu. Mesela bizde ‘h’ harfi zor söylenir. Ben ‘h’leri söylemeyince sınıftakiler gülüyorlardı. Sebebini anlayamıyordum. İyi bir öğrenciydim ama adaptasyon zor olunca bir yıl sınıfta kaldım. Bunun üzerine ailem de köyden şehre taşındı. O dönemler ‘ucuz Mesken’ denen Mesken’de bir ev tuttular. Babam zaten taksicilik yaptığından şehirdeydi. O dönemin Bursası gerçekten çok güzeldi. Çok kar yağardı; Mesken’e araçlar çıkamadığından kaya kaya inerdik.”

Sene 1980/Çiçekçide çalıştığı yıllardan/“Çiçekçilik yıllarımda süslediğimiz arabalar o dönem gelen turistlerin dikkatini çekerdi. Fotoğrafını çekerlerdi, eserimin beğenilmesi çok hoşuma giderdi.”

Yazının Devamını Oku