Paylaş
Dünyada dengelerin karman çorman olduğu bir çağdayız… Yeni kıtada Donald Trump fırtınası eserken, ‘eski kıta’ tüm tarih boyunca olduğu gibi dünyanın geri kalanını da geren sancılar içinde. Hem kendi hikâyesini dinlemek hem de bize bugünler konusunda rehberlik etmesi için diplomaside 40 yılını geçirmiş emekli büyükelçimiz Uluç Özülker ile beraberiz. Onun dünyaya gelişinin kökenleri de bir çağı kapatıp yenisinin kapılarını açan Fatih Sultan Mehmet dönemine dayanıyor. Özülker, “Baba tarafım Karamanlıdır” diye başlıyor anlatmaya: “Büyük büyük büyük dedem Karaman’dan Akıncı olarak Fatih Sultan Mehmet ile Avrupa’ya yürüyüp sonra Üsküp’e yerleştirilmiş. Birinci Dünya Savaşı’na kadar orada kalıyorlar. Aile sonra İstanbul’a yerleşiyor. Babaannemin babası zengin bir işadamı. Babam yedi yaşından itibaren işlerin başına geçirilmek istenince denizci dayısı onu Deniz Lisesi sınavlarına sokuyor.”
ANNEM HEM ANNELİK HEM BABALIK YAPTI
Babası Bahattin Özülker, Donanma Komutanı’yken kendi isteğiyle emekli oluyor. Daha sonra Fahri Korutürk döneminde MİT Müsteşarlığı yapıyor. 1974’teki Kıbrıs çıkarmasından sonra ani bir kalp kriziyle hayata veda ediyor. Özülker, “Anne tarafım da Bursa-İnegöl’den. Bulgaristan’dan Pazarcık’a gönderilmiş. Onlar da 1877-78 Rus Savaşı’ndan sonra İstanbul’da Fatih’e yerleşiyor. Bendeniz 1942’de Fatih’te dünyaya geliyorum” diye devam ediyor: “Babam hep görevde olduğundan annem bize babalık da yaptı.” İlkokuldan sonra babası oğluna diyor ki: “Oğlum, görev yerim hep değişecek. Sen sürekli okul değiştirme. Seni bir yatılı okula verelim.” Özülker, iyi bir dereceyle sınavı kazanıp Galatasaray Lisesi’ne başlıyor. Ancak bu yine de okul değiştirmesine engel olmuyor. Babasının NATO görevlendirmesiyle 1956-1958 yıllarını Washington’da geçiriyor.
Uluç Özülker - Zeynep Bilgehan
İLK MÜZAKERE TECRÜBESİ
Özülker, ilkokul ikinci sınıftan itibaren ne olmak istediğini biliyor: Büyükelçi. Onu ilk etkileyen teyzesinin Suadiye’deki ev davetinde gördüğü bir misafirin yaşamı oluyor. Etrafında büyük ilgi olan birinin kim olduğunu sorduğunda; ‘Konsolos Bey’ diyorlar ve ne iş yaptığını anlatıyorlar. Daha sonra Amerika yılları da uluslararası ortamları görüp sevmesini sağlıyor. Liseden sonra babasının isteği İTÜ, kendi gönlü Mülkiye’de. Bu ikilemden çıkmak için bir diplomatik taktik uyguluyor; Mülkiye’yi burslu kazandığını İTÜ’nün sınavı sırasında öğreniyor. Babasına karşı gelmek durumunda kalmamak için sınavı yarıda bırakıp çıkıyor. Böylece kalpler kırılmadan 1961 yılında Mülkiye’ye giriyor.
SENE 1992 - Trablus, Libya
İSTİKAMET HEP AVRUPA
Mezuniyet sonrası 1965 yılında Dışişleri Bakanlığı’na giriyor. Uluç Bey, gülerek “Giriş o giriş… ‘Yürü ya kulum’ diye buralara geldik” diyor. İlk görev yeri henüz kurulmuş olan, bugünkü Avrupa Birliği’nin atası Avrupa Ekonomik Topluluğu Birimi. İlk yurtdışı ataması 1970’de Brüksel’e oluyor. Tıpkı büyük büyük dedesi gibi istikameti Avrupa! Özülker, 40 yılı aşan diplomasi kariyerinde üç defa Brüksel görevi yürütmüş. OECD Büyükelçiliği’nden sonra, 2004 yılında Paris Büyükelçiliği’nden emekli oldu. Uzmanlığı Avrupa Birliği…
SENE 1967 - Yedek subay
‘BİLEN BİLMEYEN AB KONUŞUYOR’
Avrupa ile Türkiye ilişkileri o günden bugüne nereden nereye geldi? Özülker espriyle, “Rahmetli Brüksel Büyükelçimiz Ziya Müezzinoğlu’nun AB’nin ilk zamanlarında cevabı; ‘Yetti kardeşim, bilen, bilmeyen Avrupa konuşuyor’ olurdu” diyor: “21. yüzyıl kurallarının değiştiği bir süreçteyiz. ABD’nin baskısı AB’yi farklı arayışlara itti. AB kuruluş amaçlarını sürdürebilmede sıkıntılar yaşıyor. Güvenlik konusu ve silahlı kuvvetlerimizin gücü Türkiye’ye yaklaşımı pozitife dönüştüren ciddi elemanlar. Bu gidişatı iyi değerlendiren bir Türkiye’nin kazancı büyük olabilir. Ancak AB üyeliği yönünden sonuç verici olabilmesi güç.”
SENE 1947 - 5 yaş, Fatih
DÜNYANIN ÖNÜNDEKİ MESELELER
Önümüzdeki günlerin ‘dünya gündemi’ nasıl? Özülker, madde madde sıralıyor:
1 EKSEN: Her asır kendi şartlarıyla gelmiştir. 18 ve 19. yüzyıl sömürgeler çağı ve dünyanın başat güçlerinin bir araya gelip dünyayı yönettikleri yıllardır. Bu dönem ‘İmparatorlar Çağı’ olarak da adlandırılır. 20. yüzyılda devlet sayısı arttıkça arttı. Sadece Avrupa’dan 47 devlet çıktı. Milletler Cemiyeti’yle kurumsallaşma geldi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’nın Almanya’yı fazla köşeye sıkıştırma hatası Hitler’i getirdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra galip Amerika, 20. yüzyılı tamamen dünyayı kendi ekseni etrafında bütünleştirecek bir noktaya taşıdı.
2 KAOS: Bu 80 yıllık hegemonyasını yitirmekte olan ABD dünyayı kaosa sürüklüyor. Amerika ekonomisi zor durumda. Çin, komünist sistemi bitirmediyse de liberal kapitalizmin benimsenmesiyle yeni bir güç olarak dünyaya geliyor. Yuan önem kazanıyor. Rusya, Putin’le yeniden ivme kazandı. Eski peyklerine yöneliyor, onlardan vazgeçmiş değil.
3 YIKIM: 20. yüzyıl kaidelerinin hepsi rafa kalktı. Amerika’nın kurduğu Birleşmiş Milletler’de Güvenlik Konseyi icazeti olmadan karar alınamıyor. İsrail ile olan durumu görüyoruz. Batı dünyası sömürgelerden gelen zenginliği tüketti. Ekonomik olarak zayıf. Henüz dünyadaki güç boşluğunu dolduran ülke yok. Çin, Amerika’nın en büyük rakibi. Amerika’nın kendini yenileyecek parası yok. Trump bu nedenle seçildi ama iç ve dış politika yaklaşımları fiyaskoya dönecek gibi. Dünya hukukun geçerli olmadığı bir yıkıma doğru hızla ilerliyor. Buna dur diyecek etkili bir çaba da yok.
SENE 1985 - AB Daimi Temsilciliği Müsteşarı iken
HASSAS GÜÇ DENGELERİ
“Ben Amerika’dan çok Çin dünyaya hâkimdir derim. İkinci sırada Putin var. Amerika’nın derdinin Rusya ile sorunları halledip Çin’e dönük hamle yapmak olduğunu anladı; ‘Amerika bana muhtaçtır beni kenara iterek gidemez’ dedi ve Ukrayna’yı bitirdi. Dünyada yeni güç olacak bir ülke daha var: Hindistan. Hindistan, Çin’le anlaşamaz ama Rusya ve Amerika’yla anlaşır.”
SENE 2002 - Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile Paris...
ÖZAL’IN GALİP BİTİRDİĞİ MAÇ
Hem ülkeler arası ilişkilerde hem günlük hayatımızda insani münasebetlerde kullanabileceğimiz müzakere sanatının incelikleri nelerdir? Özülker bir anekdotla cevaplıyor: “Rahmetli Özal ile Paris’te Avrupa Birliği ile tekstil müzakerelerindeydik. Karşıdaki kişi birden gerildi. Oysa sesini yükselterek söyledikleri ne önümüzdeki belgelerle ne istatistiklerle uyuşuyordu. Yanlış bilgilerle bizi etkilemeye çalıştığı besbelliydi. Bunu kendisine açıkladık. Rahmetli Özal bütün gerginlik boyunca hiç istifini bozmadı. Sonunda ‘Sinirin geçtiyse şimdi gerçeklerle yeniden müzakereye devam edebilir miyiz?’ dedi ve biz o maçı galip bitirdik.”
SENE 2004 - Prof. Mümtaz Soysal ve KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile Paris’te
SABIR BİLGİ PROVA ŞART
“Sabırlı olmak, bilgili olmak, evvelden çalışmasını yaparak oraya gitmiş olmak şarttır. Bilmediğin şeyden olabildiğince kaçarak gitmek şarttır. Müzakereye gitmeden evvel olayların ne şekilde gelişebileceğine dair her türlü senaryonun provasını yapın; nerede sıkışırım nereye giderim… Sonuç çıkmayacağından eminseniz boşuna müzakere yapmaya gitmeyin zira toplantı zaman kaybetmekten ve ilişkilerde olumsuzlukları tetiklemekten başka bir işe yaramayacaktır. Müzakereye oturduğunuzda 51-49 zaten kazançtır. Kırmızı çizginizse boşuna kavga içinde kendinizi üzmeyin.”
SULH EVVELİYATLA İÇERİDEN BAŞLAR
Diplomasinin en ‘olmazsa olmaz’ kuralı nedir? Özülker: “Çok net; Atatürk’ümüzün yurtta sulh, cihanda sulh ilkesi. 21. yüzyılda bu ilkenin önemi daha iyi anlaşılıyor. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Yunan komutanı esir etmedi, misafir etti. Venizelos, Atatürk’ü ‘barış elçisi’ adayı gösterdi. Savaş tam kazanılabilse bile bu iş masa başında biter. Eğer siz diplomasiyi ve barışı işin içine sokmaz, devamlı her şeyi itilaf içinde düşünürseniz başarı sağlanamaz. Müzakerede kırmızı çizgiler ve asgari müşterekler vardır. Sulh evveliyatla içeriden başlar.”
Paylaş