Büyük deprem felaketinin yıktığı kentlerden Malatya’dayız… İkinci yıldönümü yaklaşan 6 Şubat depreminde Malatya’da 1500’den fazla insan hayatını kaybetmişti. O günden bugüne yıkılan binaların enkazları kaldırılmışsa da yeni bina şantiyeleriyle beraber kentin merkezinde can acıtan bir boşluk var. Konteynerler normal bir manzara olmuş. Bu manzaraya sahip yerlerden birindeyse, bizi gururlandıran başarılara imza atılıyor; bu yıl 50. yılını kutlamaya hazırlanan İnönü Üniversitesi’nin Karaciğer Nakil Enstitüsü... Enstitü Müdürü Prof. Sezai Yılmaz ile beraberiz. Önce kısa bir hasta ziyareti yapıyoruz; iki yaşındaki minik Meryem Neva, 60 yaşındaki Mehmet Sinan Bey, 50 yaşında kendisi de genel cerrah olan Ahmet Bey, bebek bekleyen 20 yaşındaki İpek… Bir süre öncesine kadar birbirini hiç tanımayan bu insanlar hayata birbirleri sayesinde tutunmuşlar; ‘karaciğer bağı’yla aile olmuşlar. Bu nasıl olmuş? Burada tam ne yapılıyor? Önce rehberimiz Prof. Dr. Sezai Yılmaz’ı tanıyalım…
Zeynep Bilgehan - Prof. Sezai Yılmaz
KÖY ENSTİTÜLÜ BABANIN OĞLU
Hikâyesi 1962 yılında Malatya’nın Arguvan ilçesindeki Karahöyük Köyü’nde başlıyor. Yılmaz, Köy Enstitüsü mezunu öğretmen bir babanın üç çocuğundan ikincisi olarak dünyaya geliyor. Çocukluğu Malatya’da geçiyor. Yılmaz, “Tam bir Malatya çocuğuyum” diye anlatıyor: “Gazi İlkokulu, Atatürk Ortaokulu ve Atatürk Gazi Lisesi’nde okudum. İki katlı evlerde, yeşil bir çevre içinde, kadınlı erkekli sosyal aktivitelerle Malatya tam bir Cumhuriyet kentiydi. İsmet Paşa’dan gelen bir devlet kültürü var denirdi. Babam biz çocukken bütün aileyi yatağa oturtup romanlar okurdu. Ben de sadece okumaya ve çalışmaya meraklı, başarılı olmaya istekli bir öğrenciydim.”
SENE 1972 - İlkokul yılları
İNSAN İYİLEŞTİRMEYİ SEVDİM
1- İstanbul’un en büyük ilçelerinden Esenler’in son seçimde yüzde 51 oyla dördüncü kez belediye başkanlığı koltuğuna oturan Tevfik Göksu ile beraberiz… Esenler, siyasi polemiklere sık konu olan bir yer. Bu neden böyle? Hem Esenler’i hem de kendi hayat hikâyesini dinlemek için Göksu’nun kapısını çaldım… İlçenin ortasında bir Central Park havası yaratan 15 Temmuz Millet Bahçesi’ndeki ‘Şehir Düşünce Merkezi’nde buluştuk.
HİKÂYEMİN KÖKENİNDE AİLE VAR
Tevfik Göksu, dört kuşak Adıyamanlı bir ailenin sekiz çocuğundan beşincisi olarak 1966 yılında Gölbaşı ilçesinde dünyaya geliyor. Söze, “Bizim hikâyemizin kökeninde ailemiz var” diye başlıyor: “Bize sülale olarak ‘Mollalar’ yani ‘Hocalar’ derler. Ailemiz dindar ve muhafazakâr. Tek parti döneminde hayattan bezdirecek baskılar görmüşler. Demokrat Parti geleneğinden olduğumuz için baskılar sonra da devam etmiş. Babam çiftçiydi. İlkokul mezunu ama kendini yetiştirmiş. Toplumsal sorunlarla ilgilenirdi. Kazancıyla imam hatip yaptırır, Kuran kursu açtırırdı. Çocuklarının okumasına büyük önem verdi.” Göksu ilkokulu Adıyaman’da okuyor. Plan, eğitimine ağabeyinin yanında İstanbul’da devam etmek. Ancak ortaokulunun müdür yardımcısı henüz birinci sınıf öğrencisi olan Göksu’yu çağırıyor ve ona, “İstanbul’a gitme, burada ‘Akıncılar çalışması’ yap” diyor.
SİYASETE İLK ADIM: AKINCILAR
Böylece henüz 13 yaşında siyasete ilk adımını atıyor; Milli Selamet Partisi’nin (MSP) gençlik örgütü Akıncılar’da çalışmaya başlıyor. Göksu, “Akıncılar, o zamanki siyasi hareketimizin gençlik çalışmasıydı. Hepimizin geriye dönük hikâyesinde Akıncılar vardır” diye anlatıyor: “Ağabeyim fanatik Akıncı’ydı. Ben de üç yıl memlekette öğrenci örgütlenmelerine destek oldum. 1980 darbesinden sonra İstanbul’a, yatılı okumak üzere Gaziosmanpaşa İmam Hatip Lisesi’ne geldim.” O dönemin İstanbul’unu şöyle anlatıyor: “Darbe olmuş, kimse sağına soluna bakamıyor, herkes birbirinden korkuyordu. Biz çocuk aklımızla darbe nedir çok iyi biliyor değildik ama bildiğimiz Türkiye’nin her tarafında anarşi vardı. Gaziosmanpaşa İstanbul’un bir kenar semtiydi ama hızlı gelişen yerlerden biriydi.”
SENE 1992
Okay Temiz ile Galata Kulesi’nin dibindeki atölyesinde bir araya geliyoruz. Burası görebileceğiniz en tuhaf yerlerden biri; dokunduğunuz her obje aslında bir müzik enstrümanı. Temiz, tencereden tavaya, boş kütüklerden tellere, zillere kadar hemen her şeyden bir ses ve müzik çıkarıyor. Yaratıcılığının kökeni çocukluğunda… Eski albümleri açıyoruz. Temiz, askeri pilot bir baba ile Musiki Muallim Mektebi mezunu bir annenin üç çocuğundan ilki olarak, 1938 yılında İstanbul’da dünyaya geliyor. Hayatının ilk yılları İkinci Dünya Savaşı gölgesinde geçiyor. Evlerinin üstünden geçen uçakların seslerini unutamıyor. Babası da bu dönem sonunda askerlikten istifa ediyor. Temiz iki yaşındayken, ailece Çatalca’da babasının satın aldığı bin dönüm arazi içindeki bir çiftliğe yerleşiyorlar.
OKULA TRAKTÖRLE GİDERDİM
Çocukluk günleri evden çok tarlada traktör üstünde geçiyor: “20 koyunla başladık, 450 koyuna çıktık. Çıkan 350 litre süt meşhur Silivri yoğurtlarının yapımında kullanılırdı. Küçük yaştan itibaren çobanlık yaptım. Traktör aşkım vardı. Tarlaları ben sürerdim; biber, patlıcan, kavun, karpuz, mısır… Her şey vardı. İşçileri civardan traktörle ben alır bırakırdım. Okula da traktörle giderdim. Geceleri de çoğunlukla tarla içine kurduğum çadırda kalırdım. Çıplak ayakla dolaşırdım. Üstüm başım hep yağ içinde olurdu. Tam bir köy çocuğuydum.”
DÜĞÜNLERE KIZLARI TAŞIRDIM
Evin içinde akşamları fasıllar yapılıyor. Annesi ud çalarken küçük Okay da koltuklar üzerinde ritimle ona eşlik ediyor: dum, tak, tak, dum, dum… Folklorik ritimlere komşularından aşina: “Müzik bilgim yoktu ama köylüleri izliyordum. Düğünlere kızları taşırdım. Trakya müziği, Bulgar ve Yunan esintileriyle çok oynaktır. Yöredeki Roman kültüründen etkilendim. Klarnetçileri, kemancıları dinliyordum. Bizim orada radyodan Anadolu frekanslarını yakalayamazdım. Onun için hep sınırlara yakın yabancı şehirlerin, yabancı ülkelerin radyolarını dinliyorduk!”
1-Dünya, kurulan muazzam ulaşım ağıyla bugün hiç olmadığı kadar küçük, en uzak yerler bile yakın! Hal böyle olunca havaalanları da en çok kullandığımız alanlardan biri haline geldi. Yerini İstanbul Havalimanı’na bırakan Atatürk Havalimanı yıllarca dünyaya açılan kapımızdı. Yurtdışındaki havalimanı projelerinde de pek çok Türk müteahhitin imzası bulunuyor. Karşımda bu alanın öncü isimlerinden TAV Havalimanları kurucu ortağı ve TAV İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Sani Şener var.
Fotoğraf: Levent KULU
ALLAH ÖMÜR VERİRSE...
Şener, birkaç ay önce kurucu ortağı olduğu TAV Havalimanları’ndaki görevinden ayrıldı. Ancak şiarı; ‘Allah ömür verirse 85 yaşına kadar çalışacaksın, sonra ofisten eve gidip öleceksin’ olduğu için iş temposu aynı hızla devam ediyor; TAV İnşaat’ın başında Antalya, Ankara, Almatı, Katar ve Cidde Havalimanları’nın inşaat işlerini takip ediyor. Şener, “Bizim gibi insanlar çalışmayı birden bırakırsa 2024’ün gözde kavramıyla ‘beyin çürümesi’ yaşarız” diyor.
Ahmet Şener
ÇETE REİSİ DEDE
Eski albümleri açıyoruz… Sani Şener, Trabzonlu bir ailenin üç çocuğundan en küçüğü olarak 1955 yılında dünyaya geliyor. Büyük dedesi, Trabzon’da Rumlara ve Ruslara karşı çarpışmış, ‘Tekaüt Salih’ diye anılan bir çete reisi… Şener, mühendis babasının görevi nedeniyle Giresun’da doğuyor. Aile, o iki yaşındayken Ankara’ya taşınıyor. Baba Ahmet Bey 1960-1980 yılları arasında CHP’den Trabzon milletvekilliği yapıyor.
Sani Şener, Zeynep Bilgehan
İYİ Parti Genel Başkanlığı görevinde sekiz ayı geride bırakan Müsavat Dervişoğlu’nu Ankara’daki genel merkez binasında yakaladık. Son zamanlarda TBMM’deki grup toplantılarında yaptığı çıkışlar kadar yoğun yurt gezileriyle de dikkat çekiyor; onu Beşiktaş’ın genel kurulundan tiyatro etkinliklerine, panellerden sanat galerisi ziyaretlerine farklı yerlerde görüyoruz. Dervişoğlu, söze “Genel başkan olmak gibi bir kariyer planım yoktu. Hayatım boyunca doğru şeyleri yapmaya çabalayıp suyun akışının beni dingin limanlara taşıyacağı kanaatini taşıdım. Bugün de tarihi bir sorumluluk üstlendiğim düşüncesiyle görevimi hakkıyla yerine getirmeye çalışıyorum” diye başlıyor. Gündemin hep sıcak olduğu Türkiye’de dingin liman bulmak zor olsa gerek! Buna, “Türkiye çalkalanıyor ama benim zihnim berrak” diye cevap veriyor. Kendi hikâyesini de olaylardan çok düşünce dünyası ve hayata bakışı üzerinden anlatmayı tercih ediyor.
ADALET, EŞİTLİK, HÜRRİYET
Dervişoğlu, 1960 senesinde Ordulu bir çiftin üç çocuğundan ortancası olarak dünyaya geliyor. Çocukların isimleri: Adalet, Müsavat yani eşitlik ve Hürriyet. Askeri hâkim olan babası evlenme cüzdanına not düşüyor: ‘Türkiye’de ne yoksa çocuklarıma isim olarak onu verdim. Onlar da ömürleri boyunca isimlerinin anlamları peşinde koşsunlar.’ Müsavat Bey, “Doğduğum günden beri hürriyet, eşitlik ve adalet peşinde koşuyorum. Türkiye hâlâ bunları arıyor” diyor. Baba, 1963 yılında görevinden ayrılıp, avukatlık yapmak üzere ailesiyle Fatsa’ya yerleşiyor. Siyasetçi kimliği de var; önce Adalet Partisi’nde, sonra da Milliyetçi Hareket Partisi’nde çalışmalar yapıyor. Dervişoğlu’nun çocukluğu Fatsa’da geçiyor.
KÜÇÜK KASABA BÜYÜK AİLE
Ailesi kadar yaşadığı sosyal çevreden çok beslendiğini vurguluyor: “Fatsa son derece aydın insanların yaşadığı bir yerdi. Sosyal yaşam ve dayanışma çok güçlüydü. Ağabey ve amca dediklerimiz kültürlü, şık ve medeni insanlardı. Okula gidiş saatlerimizde, tıraş oldukları berberlerin önünde kentin münevverleri üst düzey sohbetlerde bulunurlardı. Bizlere hayata dair sorumluluklar yüklerlerdi. Kötü anıları ileriye nakletmek yerine Türkiye’nin nasıl daha iyi bir yer olabileceği konuşulurdu. Çok kitap okunurdu. Küçük bir kasabada büyüdüm belki ama büyük bir aile gibiydi. Fatsa, adam olmayı öğrendiğim dev bir okuldur.”
1- Müzik yapımcısı Hakan Eren’le beraberiz. 20 yıl Radyo D’de ‘Bir Zamanlar’ ve ‘Bahar Mimozaları’ adlı programları hazırlayan Eren, müzik dünyasında ‘popun arkeoloğu’ olarak tanınıyor. Son 30 yılını unutulmaya yüz tutmuş şarkıları kurtarmaya, nostalji albümleri yapmaya, hikâyeleri yeniden seslendirmeye adamış. Nostaljik yıldızların kayıp eserlerini bulup kayıt altına alıyor, albümler yapıyor.
DİYARBAKIR’DAN AKSARAY’IN IŞILTILARINA
Eren, 1963 yılında Diyarbakır’da oto tamircisi bir baba ile ev hanımı bir annenin beş çocuğundan en küçüğü olarak dünyaya geliyor. Annesi, o henüz yedi yaşındayken hayatını kaybediyor. On yaşındayken ailece İstanbul’a taşınıyorlar. İlk adresleri Aksaray. Sene 1973… Pikapta dinlediği sanatçıların isimleri afişlerde; Neşe Karaböcek, Emel Sayın… Anlatıyor: “Babamın okuma yazması yoktu. Bize gazete okuturdu. Sürekli fırça yerdim çünkü gazetede haberden çok gazino ilanlarını okurdum. Kim hangi gazinoda çıkıyor, İstanbul’daki bütün müzikholleri kadrolarıyla bilirdim. İmkân olmadığından sadece bir sefer Çakır Gazinosu’nun uygun fiyatlı ‘Duhuliye’ denilen kısmına gitmiştik. Orada izlediğim Zeki Müren’i ömrüm boyunca unutmadım.
SENE 1970 - Diyarbakır’da ilesiyle...
AKLI SANATTA KENDİ MÜHENDİSLİKTE
Sanatla ilgili bir iş yapmayı koyuyor aklına. Ancak maddi durumları kötü. Aileyi taksi şoförlüğü yapan iki ağabey geçindiriyor. Baba da en küçük oğlunun doktor veya mühendis olmasını istiyor. Eren, Pertevniyal Lisesi’ni bitirdikten sonra sınava giriyor. Birkaç deneme sonunda Yıldız Teknik Üniversitesi İzmit Elektrik Mühendisliği’ni kazanıyor.
SENE 1989 - Mühendislik yılları
Adını duymadıysanız bile hayatımıza kattığı sözcükleri günlük hayatta mutlaka kullanıyorsunuzdur; bilgisayar, bilişim, donanım, yazılım, veri tabanı, çevrimiçi, iletişim… Prof. Aydın Köksal, Türkiye’nin ilk elektronik mühendislerinden, Hacettepe Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nün kurucusu ve bugün ‘bilgisayar’ sözcüğü de dahil olmak üzere 2 bin 500’ü aşkın bilişim terimini Türkçeye kazandırmış, UYAP gibi bugün kullandığımız bilişim sistemlerimize imza atmış bir bilim insanı.
Aydın Köksal 1985’te kurduğu Bilişim AŞ’nin yönetim kurulu başkanı. Yayınlanmış 18 kitabı, 340 makalesi var. Piyano çalıyor, resim yapıyor.
Aydın Hoca’nın kendi beyni de ‘bilgisayar’ gibi çalışıyor; onunla konuşurken bir arama motoruna sorar gibi elektronik cihazların çalışma usullerinden insanlık tarihine, edebiyattan müziğe, resme, spora her konuda bilgiye ulaşabiliyorsunuz; konuşurken gözünün önünde denklemler, formüller belirdiğini hissedebiliyorsunuz.
SENE 1966 - İşe başladığı günlerde
KERPETEN PARMAKLI ÇOCUK
Köksal, Cumhuriyet’in ilk yüksek mimar-mühendislerinden Enver Köksal ile Kız Sanat Enstitüsü mezunu Semahat Hanım’ın iki çocuğundan ilki olarak dünyaya geliyor. Meraklı, girişken bir çocuk. Babasından etkilenerek sık sık evdeki saatleri açıp mekanizmaları anlamaya çalışıyor. Elinde hep çekiç ve tornavidalarla gezdiği için ailesi ona ‘kerpeten parmaklı çocuk’ diyor. Henüz 10-11 yaşlarında kartonlardan otomobil kaportası tasarlıyor. Tek eksiği motoru; “Onu da büyüyünce yaparım!” diye belleğe atıyor.
1) Önce kendi hikâyesiyle başlayalım… Cavit Çağlar, 1945 yılında Hacer ve Mustafa Molla çiftinin oğlu olarak Gümülcine’de dünyaya geliyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çıkan iç savaşla Türk toplumu da zor günler geçiriyor. Çağlar beş yaşına gelince aile Meriç Nehri’ni aşarak anavatana geliyor, Manisa’nın Akhisar ilçesine yerleşiyor. Baba burada bir un değirmeni kuruyor.
“Sıfırdan başarı hikâyesi yazmak her zaman mümkün. Müteşebbis olacaksınız. Korkmayacaksınız. Kendinizi başarıya kitleyeceksiniz. Çırağı olmadığın işin patronu olmayacaksın. Bende ümitsizlik diye bir şey yoktur. Pes etmem. Çıkış yolunu ararım ve bulurum.” (Fotoğraf: Levent KULU)
MENDERES’E MEKTUP YAZDI
Çağlar, girişimci bir ruha sahip; ders çıkışlarında istasyonda simit satıyor, eczanede çıraklık yapıyor, benzincide çalışıyor. Ailenin bir derdi var; vatandaşlık alamıyor. Çağlar, 1958’de Akhisar’a gelen Başbakan Adnan Menderes’in yolunu kesiyor ve ona durumu anlatan bir mektup veriyor. Kısa süre sonra müjdeli haber geliyor. Gümülcine’den getirdikleri ‘Molla’ ismini de geride bırakarak, 10. Yıl Marşı şairlerinden Behçet Kemal Çağlar’dan esinle ‘Çağlar’ ailesi Türk vatandaşı oluyorlar.
Sene 2017/Putin, Çağlar’a ‘Dostluk Nişanı’ verdi.
‘SULTANHAMAM’DA TAHSİL
Babası hayata veda edince annesiyle İstanbul’a taşınıyor. Tahsiline Sultanhamam’daki tekstil atölyelerinde devam ediyor; işin inceliklerini öğreniyor. Askerlikten sonra dayısının yanına Bursa’ya gidiyor. Babasından emanet sermaye ile bir tekstil firması kuruyorlar. İşler büyüyor. Binlerce çalışanlı bir patrona dönüşüyor. Bursaspor’a başkan oluyor; tanınıyor.
2) ESNAFI, KÖYLÜSÜ İŞÇİSİ AP’DEYDİ