Paylaş
Okay Temiz ile Galata Kulesi’nin dibindeki atölyesinde bir araya geliyoruz. Burası görebileceğiniz en tuhaf yerlerden biri; dokunduğunuz her obje aslında bir müzik enstrümanı. Temiz, tencereden tavaya, boş kütüklerden tellere, zillere kadar hemen her şeyden bir ses ve müzik çıkarıyor. Yaratıcılığının kökeni çocukluğunda… Eski albümleri açıyoruz. Temiz, askeri pilot bir baba ile Musiki Muallim Mektebi mezunu bir annenin üç çocuğundan ilki olarak, 1938 yılında İstanbul’da dünyaya geliyor. Hayatının ilk yılları İkinci Dünya Savaşı gölgesinde geçiyor. Evlerinin üstünden geçen uçakların seslerini unutamıyor. Babası da bu dönem sonunda askerlikten istifa ediyor. Temiz iki yaşındayken, ailece Çatalca’da babasının satın aldığı bin dönüm arazi içindeki bir çiftliğe yerleşiyorlar.
OKULA TRAKTÖRLE GİDERDİM
Çocukluk günleri evden çok tarlada traktör üstünde geçiyor: “20 koyunla başladık, 450 koyuna çıktık. Çıkan 350 litre süt meşhur Silivri yoğurtlarının yapımında kullanılırdı. Küçük yaştan itibaren çobanlık yaptım. Traktör aşkım vardı. Tarlaları ben sürerdim; biber, patlıcan, kavun, karpuz, mısır… Her şey vardı. İşçileri civardan traktörle ben alır bırakırdım. Okula da traktörle giderdim. Geceleri de çoğunlukla tarla içine kurduğum çadırda kalırdım. Çıplak ayakla dolaşırdım. Üstüm başım hep yağ içinde olurdu. Tam bir köy çocuğuydum.”
DÜĞÜNLERE KIZLARI TAŞIRDIM
Evin içinde akşamları fasıllar yapılıyor. Annesi ud çalarken küçük Okay da koltuklar üzerinde ritimle ona eşlik ediyor: dum, tak, tak, dum, dum… Folklorik ritimlere komşularından aşina: “Müzik bilgim yoktu ama köylüleri izliyordum. Düğünlere kızları taşırdım. Trakya müziği, Bulgar ve Yunan esintileriyle çok oynaktır. Yöredeki Roman kültüründen etkilendim. Klarnetçileri, kemancıları dinliyordum. Bizim orada radyodan Anadolu frekanslarını yakalayamazdım. Onun için hep sınırlara yakın yabancı şehirlerin, yabancı ülkelerin radyolarını dinliyorduk!”
SENE 1938 - Anne ve babasıyla, Bakırköy
TRANSİSTÖRLÜ RADYO BAŞINDA...
Caz müziğiyle de böyle uzak radyo frekansları ararken tanışmış: “Dedemle aynı odada uyurduk. Transistörlü küçük radyomda kısa dalgadan efsane radyo programcısı Willis Conover’ın yayınladığı caz parçalarını dinlerdim. Aman ne güzel çalardı! İsimli, izahlı, biz oradan yetiştik. Dedem ‘Biraz kıs oğlum’ diyene kadar baget nereye nasıl vuruluyor diye keşfederek, analiz ederek caza sevgiyle bağlandım.”
ÖYLE BİR TUTKU Kİ...
“Caz öyle bir tutku ki hiçbir şeye benzemez. Onunla beraber olmak, yaşamak lazım. Davula çok emek verince sevdim.” Temiz’in Caz Plak tarafından yayımlanan plakları dünyada da ilgi görüyor.
TROMPETE DİŞLERİM UYMADI KONTRBASA BOYUM KISA GELDİ
Bu arada dersleri biraz aksıyor, sürekli devamsızlık sebebiyle üç senelik ortaokulu beş yılda bitiriyor. Sonunda annesi oğlunun müziğe olan yeteneğini de fark edip onu konservatuvara yönlendiriyor. Sınavı kazanıyor. Temiz, “Ortama bayıldım! Cebeci’de Atatürk zamanında yapılmış Devlet Konservatuvarı; her taraf mermer, balerin kızlar geçiyor, her yerden müzik sesleri geliyor” diye anlatıyor: “Ben trompet çalmak istiyordum ama diş yapım uygun değil diye vermediler. Trombon istedim ‘elin kısa’ dediler. Kontrbas sordum onun için de boyum kısaymış! Davulda kimse yokmuş. El ve bileklerime bakıp ‘Seni timpaniye alıyoruz’ dediler. Timpani nedir duymamışım. Hiç istemediğim bir şeydi.”
SENE 1976- Stockholm
DELİ ŞÜKUFE BİZİ YAKALAYINCA…
İnat ediyor, zoraki girdiği vurmalı çalgılarla saatler geçiriyor. Kısa sürede ritmin büyüsüne kapılıyor. İlk senenin sonunda gösterdiği başarı Ahmed Adnan Saygun’un dikkatini çekiyor. Ona Kompozisyon Bölümü’nü teklif ediyor. Ancak Temiz’in aklı başka yerde: “Sene sonunda senfoni orkestrasıyla çaldım. Başka müzikleri de dinliyordum. Çalarken araya akordeon ve davul pedalını sokuyordum. Alman kontrbas hocası ‘Bu çocuk caz çalıyor, cazcı’ demiş ama caz müzik de folklor müziği de konservatuvarda yasaktı. Oysa Batı klasik müziği de folklordan gelmiştir; fezadan gelmedi ki Mozart’a, Beethoven’a! Hep etraftaki seslerden yani folklordan esinlenmişler. Dışarıda restoranlarda, düğünlerde çalıyorduk. Bu da yasaktı. Hocalarımızdan ‘Deli Şükufe’ bir yılbaşı programında bizi basıp rapor etti. Bir de Hikmet Şimşek’in sene sonundaki sınavını geçemedim. Hem dikteden çaktığım hem de konservatuvara aykırı ‘caz’ müziği çaldığım için beni uzaklaştırdılar.”
ANADOLU ROCK’ÇILAR ŞEHİR ÇOCUĞU
“Anadolu rock’ diye bir şey çıkardılar ama içinde ne Anadolu’nun özgün sesleri var ne de rock’ın hırçınlığı… Yeteri kadar tutkulu çalmadılar çünkü kökenlerinde yok, şehir çocuğu bunlar!”
SENE 1970 - ‘İki dünyanın davulcusu’
ANKARA’DA MENDERES’E ÇALARDIK
Temiz, “Konservatuvarda ancak bir sene okuyabildim. Tüm arkadaşlarım bana ‘Sen kurtardın kendini’ dediler” diye gülerek devam ediyor: “Sonra piyasaya düştük! Ankara’da dans orkestralarında davul çalmaya başladım. Kavaklıdere’nin çıkışında çok meşhur Kulüp 47 vardı. Oradan bir iş geldi. Elbisem bile yoktu, dayımın ceketini giyip gittim. Çalmaya başladım, bir de baktım karşımda Adnan Menderes. Haftanın üç akşamı oraya gelirdi. İki sene çalıştıktan sonra İstanbul’a geldim. Babam beni Tophane’deki meslek sanat okuluna yazdırdı. Orası bana kolay geldi; torna, elektrik, motor... Traktörden bildiğim şeyler! Okuldaki lakabım ‘bateri’ydi. Hem okula gidiyorum hem düğün salonunda çalıyordum. Acayip bir hayat (gülüyor).”
SENE 1975 - Stockholm, ‘Musik for xaba’ albümünden
RİTİM ANNE MELODİ BABA
Caz sevmesi ve dinlemesi zor bir müzik. Neden ve nasıl sevilir? Temiz nesini seviyor? Yanıtı: “Cazda doğaçlama ve kalite vardır. Şimdi her tür müziğe caz da ekleniyor. Kalitesi artsın diye popta bile var! Davul eskiden ‘eşlikçi’ olarak kullanılırken seneler içinde ritim popülerleşti. Bana göre sanatta bir numaralı ülke Hindistan’dır ve Hindistan’da ritme anne, melodiye baba derler. Çünkü bütün melodiler de ritme dayanır. İnsanlar henüz iletişim araçları yokken köyden köye davullarla haberleşirdi. Konuşan davullar vardı; köyde düğün var, yılan soktu, hastalık geldi, sel bastı vs… Her şey davulla haber veriliyordu. Telgraftan önce Mors alfabesinden önce ritim vardı! İş buradan konuşmaya kadar geliyor.”
Anne Naciye Temiz ile Ankara’da - SENE 1991
ANNEDEN HER AKŞAM FASIL...
“Annem ud çalardı. Absolut kulağı vardı; yanlış notayı hemen anlardı. Her akşam evde fasıl olurdu.”
HER ŞEYDEN RİTİM ÇIKARIRIM
Okay Temiz’in müze olmasını istediği atölyesinde sayısı 450’yi bulan 100 farklı çeşit enstrüman var. Her şeyden bir enstrüman yaratılabilir mi? Yanıtı: “Niye olmasın? Bana göre yaratıcılığın sonu yok. Sanat okulunda kaynakla, lehimle uğraştım. Oraya girmeden de tarladan traktörden tecrübem vardı. İçimde hep her şeyden ses ve müzik çıkarma isteği vardı. Çiftlikte yaşarken baldıran otlarından düdük yapardım. Sazları kesip çıkan sese duygu verirdim. Neler yapabileceğinizin sınırı yok. Temeli bildikten sonra yelpaze genişliyor. Bunu öncü olmak için, icat için yapmıyorum. Seviyorum, hoşuma gidiyor, yapıyorum.”
SESİ KULLANMAYI EN İYİ MÜEZZİNLER BİLİR
“En güzel enstrüman insan sesidir; vokal. Ama Türkiye’de sanatçılar vokali kullanmasını pek bilmezler. Enstrüman olmadan en güzel ses icra eden, sesini nasıl kullanacağını bilen kesim müezzinlerdir. Hem mevlitlerde hem ezan sırasında camilerde makamı hemen bulurlar.”
OTEL LOBİLERİNİN ARANAN MÜZİĞİ
Okulu ve müzik yaparak geçirdiği askerliği bittikten sonra İstanbul’da otel ve kulüplerde çalmaya başlıyor: “16 sene dans müziği çaldım ama konservatuvardan itibaren hep caz çalmak istiyordum. Caz, Türkiye’de müşteri kovmak için çalınıyordu. Önce ‘kovma müziği’ olarak başladı, sonra lobi müziği oldu. Hafif müzik olarak çalınırdı ancak, çünkü ‘arka fon sesi’ olarak kalması gerekiyordu. Biz Hilton’da çalarken Ajda Pekkan ve Semiramis Pekkan gelirdi, ‘Okay şunu çal’ diye istek parça isterlerdi. Senelerce böyle devam etti. Sonra ilgi arttı, kulüpler açıldı.”
SENE 1990- İstanbul
NEY VE ZURNAYI CAZLA HARMANLADI İKİ DÜNYANIN DAVULCUSU
Okay Temiz, sevdiği müziği özgürce çalabilmek için 1967 senesinde cazın başkentlerinden Stockholm’e gitti. 23 yıl İsveç’te yaşadı. Burada dünyanın önemli caz müzisyenlerinden Dexter Gordon ve Don Cherry gibi isimlerle çalıyor. Temiz, “Folklor müziğine çok ehemmiyet verdim. Türk folkloru ve semavi müziğini, ney ve zurnayı evrensel caz ile bir araya getirerek yaptığım Türk cazı çok ilgi çekti. Böyle bir tarzı daha önce görmemişlerdi, hayran kaldılar” diye anlatıyor. Lakabı: mistik ve gerçek dünya, Doğu ve Batı’yı bir araya getirmesinden dolayı ‘iki dünyanın davulcusu’ oluyor.
Paylaş