Zeynep Bilgehan

Başkan Mandalinci Bodrum’u anlattı: 30’ların sürgün kasabasından tatil cennetine...

4 Ağustos 2024
Bu yazın en çok konuşulan konularından biri turizm başkentlerimizden Bodrum oldu; fiyatlarıyla, sahilleriyle, şezlonglarıyla, mekânlarıyla, esnafıyla, ziyaretçileriyle… 1930’larda eşeklerle ulaşım sağlanan bir ‘sürgün’ kasabası nasıl bugünkü mega tatil kenti haline geldi? Kendi ailesi de kentin tarihinin bir parçası olan kadim Bodrum’un genç belediye başkanı Tamer Mandalinci ile buluştuk; ‘Hey gidi Bodrum’ dedik.

Sene 1930’lar… Bugün ‘tabela nüfusu’ 198 bin, gayri resmi nüfusu 400 binlere dayanan mega tatil kentimiz Bodrum’dayız. 1930’lardaysa Bodrum minik bir Ege kasabası. Nüfusu 15 bin. Ahali süngercilik, balıkçılık, tarım ve hayvancılıkla uğraşıyor. ‘Bodrumlu’luğu 450 yıl öncesine dayanan, yörük kökenli tarımcılardan biri Mehmet Hilmi Bey. Tüccarlıkla da uğraşan Mehmet Hilmi Bey, 1930’lu yıllarda Yunanistan’ın Kalimnos ve Rodos adalarından kayıklarla ilk mandalina fidelerini Bodrum’a getiriyor. Bir kısmı Turgutreis, bir kısmı Bitez, bir kısmı da Ortakent’te verimli topraklarla buluşan mandalina bahçeleri, bir anda kasabanın en önemli ekonomik değerlerinden oluyor. Mehmet Hilmi Bey, 1934 yılında çıkan Soyadı Kanunu’yla ‘Mandalinci’ soyadını alıyor.

BODRUM’UN ÖZ HAKİKİ YERLİLERİ

Mehmet Hilmi Bey’in dördüncü kuşak torunu, bugün karşımızda Bodrum Belediye Başkanı olarak oturuyor; Tamer Mandalinci. Onun hikâyesine gelmeden bir ‘Bodrum retrospektifi’ yapalım; küçük bir sayfiye kasabası dört kuşak içinde bugünkü haline nasıl geldi? Şu anda Bodrum’da ‘yerli nüfus’ yüzde 30 seviyelerine düşmüş. Peki Bodrum’un ‘gerçek yerlileri’ kimlerdir? Balıkçılık ve hayvancılıkla uğraşan Bodrumlular turistlerle ilk ne zaman karşılaştı? Takvimleri Mehmet Hilmi Mandalinci’nin dönemine sarıyoruz… Tamer Başkan anlatmaya başlıyor:


Bir zamanlar Bodrum, İskele Meydanı - SENE 1960’lar “Bugün 89 adet halk plajımız var.”

TEK ULAŞIM EŞEKLERLE

“Bodrum’un ‘yerlisi’ dediklerimiz 1930’lardan itibaren burada olan bazı soyadlarıdır; Uslular, Araslar, Karabağlılar, Kocadonlar, Nalbantoğulları, Karapınarlar, Akpınarlar, Özşekerler, Mandalinci ve Karakaya aileleri ve sayamadığım niceleri... 1960’lara kadar Bodrum bir taşra belediyesiydi. Öyle ki yalnızca Bodrum-Milas arası tek hat araç vardı. Yarımadanın geri kalanında ulaşım katır ve eşeklerle yapılıyordu. Ancak 1925’te Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrum’a gelmesi dikkatleri buraya çekiyor. Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrum’a gönderilmesi bir sürgün ama o muhteşem doğasını ve tarihini yazılarında anlatıp; ‘Başka yerde ölüp nur içinde yatılacağına, Bodrumda nur içinde yaşanır’ diyor. Bugün onun diktiği palmiyelerin altında oturuyoruz.”

Yazının Devamını Oku

Guinness rekoru kıran usta spiker Orhan Ayhan: Maçları anlatmıyor yaşıyordum

28 Temmuz 2024
Bir kuşak, spor müsabakalarını onun ‘Bendeniz Orhan Ayhan’ diye başlayan sesiyle dinledi... Duayen spor spikeri, boks maçlarının unutulmaz sesi Orhan Ayhan meslekte geçirdiği 61 yılla ‘dünyada en uzun kariyere sahip erkek spor spikeri unvanını’ elde ederek Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi. Bu vesileyle, hem de tam Paris Olimpiyatları’nın başlamasını da fırsat bilip buluştuk; eski albümleri karıştırıp renkli anıları dinledik... 

1) Önce güncel haberler... Duayen spor spikeri, özellikle boks maçlarının unutulmaz sesi Orhan Ayhan meslekte geçirdiği 61 yıl 275 gün ile ‘dünyada en uzun kariyere sahip erkek spor spikeri unvanını’ elde ederek Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi. Bununla ilgili duyguları neler? Orhan Bey, “Hep aklımda olan bir hedefti çünkü...” diye başlıyor yanıtlamaya: “Yurtdışında her şeyimizi küçümserler. Oysa Türkiye sporun her alanında var ve büyük başarılara imza atıyoruz. Bir spor anlatıcısının da başarısıyla adının yazılmasını istedim. Bir adam düşünün; işe el yazısıyla haber hazırlayarak başlıyor, sonra daktiloya geçiyor, oradan radyoya ve televizyona geliyor ve sonunda Guiness Rekorlar Kitabı’na giriyor. Türkiye’nin sporcuları kadar spor medyasının da ne kadar başarılı olduğunu herkes görsün istedim. Guiness için başvuru sürecini oğlum Korhan Ayhan yürüttü.”

Fotoğraf: Murat ŞAKA

PARAYLA SATIN ALINAMAYACAK ŞEY: TECRÜBE

Orhan Bey, eski albümleri karıştırmaya bir bilmeceyle başlıyor. Parayla satın alınamayacak ve satılamayacak şey nedir? Cevabı: “Tecrübe! Tam 61 yıldır bu işle ilgileniyoruz. Halen çalışıyorum; son birkaç yıldır Wushu, Kung fu maçlarını da anlatıyorum.”

Sene 1940'lar/İlkokulu bitirdiği gün annesi Fikret Hanım’la...

Peki her şey nasıl başlamış? Orhan Ayhan, 1938 yılında İstanbullu bir anne ile babanın oğlu olarak dünyaya geliyor. Çocukluğu İstanbul’un çeşitli semtlerinde geçiyor; Kartal, Kadıköy, Aksaray, Fatih... En son Büyük Langa bölgesine yerleşiyorlar. Babası Milli Piyango memuru. Meşhur ‘Nimet Abla Gişesi’nin rakibi ‘Tek Kollu Cemal’in yanında çalışıyor. Ayhan, “Çekiliş günlerinde çok coşkulu anlar yaşanırdı. Babam güzel para kazandı. Sonra müteahhitlik işleri yaptı. Karagümrük’te Vefa Kulübü’nün başkanlığını yürüttü” diye anlatıyor.

Orhan Ayhan, Zeynep Bilgehan

YOLCU OLMADIK HANCI OLDUK

Yazının Devamını Oku

Hülya Koçyiğit ‘Susuz Yaz’la başlayan şöhret hikâyesini anlattı: Kısa saçlı çocuk’tan nasıl bir yıldız doğdu

21 Temmuz 2024
Bir nesil onun yıldız olma serüvenine tanıklık etti. Diğer nesil filmlerini izleyerek büyüdü. Bugünkü nesil ise her biri ‘kült’ olmuş filmleriyle onu tanıyor… Yeşilçam’ın efsane isimlerinden Hülya Koçyiğit’le beraberiz. İlk çıkış yaptığı 1963 tarihli ‘Susuz Yaz’ filminde oynadığı zaman henüz 16 yaşında olduğunu düşünürsek onu neredeyse 60 yıldır tanıyoruz! Peki bu işlere ilk nasıl girdi? Yeşilçam filmlerinin kalıcılığının sırrı ne? Bu ara nelere kafa yoruyor? Filmi en başa saralım...

1- Sene 1940’lar… İstanbul’un Yenikapı semtindeyiz. Hülya Koçyiğit, henüz 16 yaşındaki Melek ile 20 yaşındaki Sedat Koçyiğit çiftinin ilk çocukları olarak dünyaya geliyor. Baba tarafı Bulgaristan, annesinin baba tarafı Selanik göçmeni. Her iki taraf da mübadele zamanında gelip İstanbul’a yerleşmişler. Anneannesiyse Giresun doğumlu bir köylü kızı… Mahallede güzelliğiyle ünlenen, öğretmen okulunda okuyan kızı Melek Hanım’ı bir an önce evlendirmek istiyor. Gözüne Eminönü’nde zahire tüccarlığı yapan Sedat Bey’i kestiriyor. Hülya Hanım işte bu iki gencin ilk kızı olarak doğuyor. Daha sonra Feryal ve Nilüfer isimli iki kız kardeş katılıyor aileye.

SENE 1953

AĞAÇLARA TIRMANIR BOĞAZ’DA YÜZERDİK 

Hülya Hanım, “Kuzguncuk’ta büyüdüm ve çok güzel bir çocukluk yaşadığımı hatırlıyorum” diye başlıyor anlatmaya: “Hep sokaklardaydık; ağaçların tepesinde oynar, bostanlara girer, sebze meyve aşırır, arkamızdan bekçiler düdük çalarak koşturur, belimize araba lastikleri bağlayıp Boğaz’da yüzerdik… Bu arada annem sesi çok güzel olan bir kadındı ve çok güzel alaturka şarkı söylerdi. Babam akşamları rakı sofrasını kurup aileyi etrafına toplardı. Kendi tarihten hikâyeler anlatır, anneme şarkı söyletirdi. Annem sanata çok düşkündü; çok kitap okur, hem klasik Batı müziği hem klasik Türk sanat müziği konserlerini takip ederdi. Şan Tiyatrosu’na oyun izlemeye giderdik.” 


“Oynadığım karakterlerin hepsini çok sevdim, ayrım yapamam. Hepsinde benden bir parça var, onlara hep ruhumu verdim, severek oynadım…”

2- IŞIKLAR ALTINDA BİR KIZ ÇOCUĞU

Bir gün ailece Medrano Sirki gösterisine gidiyorlar. Koçyiğit henüz beş yaşında. Çalan coşkulu müziğe öylesine kaptırıyor ki, kendini bir anda sahnede dans ederken buluyor. İzleyiciler ışıklar altında mutlulukla dans eden bu küçük kız çocuğunu alkışlamaya başlıyor. Bu olay annesinin aklında bir fikre yol açıyor; çocuğun hem müzik kulağı hem dans kabiliyeti var… Acaba sahne sanatlarına yönelir mi? Kızını Ankara Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü imtihanlarına sokuyor. Koçyiğit, 310 müracaat arasında okula kabul edilen dokuz kişiden biri oluyor. Ancak yatılı okul zor… Hasret hem kendini hem ailesini üzüyor. İstanbul’da Belediye Konservatuvarı açılınca annesi mutlulukla kızına artık ayrı kalmalarına gerek olmadığı müjdesini veriyor. Koçyiğit, İstanbul’a dönüyor. Bir yandan ortaokula devam ederken bir yandan belediye konservatuvarına gidiyor.

Yazının Devamını Oku

Özgün müziğin romantik sesi Fatih Kısaparmak: Denizaltı gibi hep sessiz ve derinden gittim

14 Temmuz 2024
Bir süre önce basın mensuplarının “Sizi sahnelerde göremiyoruz” sözlerine şöyle yanıt vermişti: “Kişiye özel, herhangi bir lüks mekândan 3-5 milyon da teklif gelse kabul etmem. Ortadirek bir ailenin çocuğuydum. Konserlerime cebine 20 lira koyan biri gelip beni dinleyip eğlenmeli ve evine dönebilmeli.” Türk halk müziğinin usta ismi Fatih Kısaparmak ile buluştuk; bu sözleri üzerinden hem hayat hikâyesini dinledik hem güncel konulara eğildik.

1) 1980’lerin sonlarında Kilim, Nazlı Bebe, Zor Geliyor, Üzüm Karası, Mor Salkımlı Sokak, Benim Babam gibi eserlerle hayranlarının gönlünde taht kuran Fatih Kısaparmak sohbete, “Şöhret delibala benzer. Bir illüzyondur. Bu nedenle müzik yolculuğumda medyatik olmaktan özenle kaçındım; denizaltı gibi sessiz ve derinden gitmeyi tercih ettim” diye başlıyor. Müzikal sessizliğini geçen ay eşi Şebnem Kısaparmak’ın ‘Beraber Olsun’ albümünün çıkış şarkısı olan ‘Gönül Misafiri’ne eşlik ederek bozmuştu. Bir süre önce bir ödül töreninde karşılaştığı basın mensuplarının, “Sizi sahnelerde göremiyoruz” sözlerine de “Müzik hayatım boyunca halk konserleri verdim. Kişiye özel, herhangi bir lüks mekândan 3-5 milyon da teklif gelse kabul etmeyeceğim. Ortadirek bir ailenin çocuğuydum” diye cevap vermişti. Bu sözlerinden yola çıkarak eski albümleri açıyoruz.

Fotoğraf: Murat ŞAKA

ROL MODELİM BABAMDI

Fatih Kısaparmak, 1961 senesinde öğretmen bir anne ile babanın tek çocuğu olarak Elazığ’ın merkezinde dünyaya geliyor. Anne tarafı Harputlu, baba tarafıysa Diyarbakır’dan Elazığ’a göç etmiş. Çocukluğu pek çok ilde geçiyor; Elazığ, Tunceli, Amasya, Edirne ve Ankara... Kısaparmak, “Annemle babam beni sevgi dolu bir ortamda yetiştirdiler” diye anlatıyor: “Babam rol modelimdi. Çok güzel şiirler yazan, basılı beş mesleki kitabı, sayısız makalesi bulunan biriydi. Keman çalardı. Evimizde her yerde şiir kitapları, romanlar, edebiyat dergileri olurdu. Onlarla okuma yazmayı okula başlamadan sökmüştüm. Okuduğumuz kitapları beraber tartışırdık.”

Fatih Kısaparmak, Zeynep Bilgehan

EN ÇOK BAĞLAMAYI SEVİYOR

Kısaparmak, çocukluktan itibaren Türk sanat müziği eserleri dinleyerek büyüyor; Münir Nurettin, Ziya Taşkent, Yaşar Özel, Mustafa Sağyaşar, besteciler Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar… İlkokulun son yılında artık Ankara’ya yerleşiyorlar. Ailesi, oğullarının müziğe ilgisini görüp onu uzmanların eline bırakıyor. Önce Ankara Radyosu şeflerinden Turhan Topel’den mızraplı tamburla klasik Türk müziği dersleri alıyor. Bu sırada bağlamaya tutuluyor. Ailesinin maddi fedakârlıkla aldığı ilk bağlamayı hâlâ saklıyormuş; bununla bağlama üstadı Mehmet Erenler’den ders alıyor.”

2) BİR YANDA SELAHATTİN PINAR BİR YANDA BEETHOVEN

Yazının Devamını Oku

İlk başarılı girişimi 11 yaşında yaptım: Eşek sırtında buz ticareti

7 Temmuz 2024
İnşaatçı, sanayici, turizmci… Ancak hepsinden öte kendisini, “Öğretmen kökenliyim” diye tanımlıyor. İş dünyasının renkli isimlerinden İstanbul Okan Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Bekir Okan ile bir araya geldik. Eski albümleri karıştırdık; bir ‘ağa çocuğu’ olarak büyümekten solcu öğrencilik dönemlerine, Özallı yıllardan Vladimir Putin’le anılarına yolculuk yaptık.

Hayata hem varlıklı hem de yoksun bir başlangıç yapıyor Bekir Okan...1950 yılında Gaziantep’in Nizip ilçesinin en varlıklı ailelerinden birine doğuyor. Kökenleri 1500’lü yıllara dayanıyor; Okyanlı Aşireti. Orta Asya’dan Suruç’a, oradan 1700’lü yıllarda Nizip’e geliyorlar. Bekir Bey’in dedesi Ali Okan ve büyük dedesi Hacı Mehmet Sayın, Fransızlar Gaziantep’i işgal ettiğinde direnişe katılan çete reislerinden oluyor. Fransızların bunu tespit etmesi üzerine iki yıl hapis yatıyorlar. Osmanlı döneminde belediye reisliğini yürüten büyük dede Hacı Mehmet Sayın’ın görevini Cumhuriyet döneminde damadı Ali Okan devralıyor.


Bekir Okan - Zeynep Bilgehan

OKULUN İLK YILI SINIFTA KALDIM

Köyler, araziler, zeytin ve fıstık bahçeleri… Bekir Bey işte bu varlık içine doğuyor. Ancak üç yaşında babası Ömer Bey bir trafik kazasında hayatını kaybediyor. Okan, “İlkokulun ilk yılında sınıfta kaldım” diye başlıyor anlatmaya: “Okulda ‘Baban kim?’ diye sorduklarında söyleyememek gücüme gidiyordu. Bu yüzden evden çantayı alıp okula gidiyor gibi çıkıyor, sonra tüm gün sokaklarda geziyordum. Okul dağılırken eve gidiyordum. Tabii sonunda bir karne geldi; her şey zayıf!”

ALTI YAŞINDA AVUKAT ÇIRAĞI

Bu dibe vuruştan sonra toparlıyor. Özellikle spor ve matematik derslerinde sınıf birincisi oluyor. Bekir Bey gülerek, “Zekâ vardı da uygulama yoktu” diyor: “Çocukken takma adım ‘Akıllı Bekir’miş. Dayım Nizip’in tek avukatıydı. Altı yaşındayken onun yazıhanesinde çıraklık yapardım; ofisi açar, sobayı yakar, gelenleri karşılar, telefonlara bakardım. Ailenin anne tarafı kentli, baba tarafı daha feodaldi. İkisi arasında gidip gelerek yetiştim. Sert huylarımı Okanlardan, eğlenceli yanımı Öğütlerden aldım (gülüyor).”

Yazının Devamını Oku

En yakın tanığının dilinden bir şampiyonluk ve aşk hikâyesi

30 Haziran 2024
Türkiye’nin köklü spor organizasyonlarından Gazi Koşusu bugün Veliefendi Hipodromu’nda 98. kez düzenlenecek. Derbi öncesi atçılık dünyasının en eski ailelerinden Atmanların üçüncü kuşak temsilcisi Esra Atman ile hem eski albümleri karıştırdık hem de romantik hikâyesi ‘Bizim için Şampiyon’ adıyla filme çevrilen, sahaların iki efsanesi Bold Pilot ve Halis Karataş ile Begüm Hanım’ı yad ettik.

Veliefendi Hipodromu’nda heyecan dolu yarışların yapıldığı pistin hemen arkasında, kırsalda bir çiftlikteymişsiniz izlenimi veren ahırlardayız… Yanımızda Türkiye’deki atçılık faaliyetlerinin kurulması ve gelişmesine katkı sunmuş ailelerden Atmanların üçüncü kuşak temsilcisi, aynı zamanda Türkiye Jokey Kulübü’nün (TJK) ilk kadın asli üyesi Esra Atman var. Soyadı tanıdık gelmiş olabilir… Zira, Atmanlar konuyla hiçbir alakası olmayanların bile tanıdığı efsane bir atın sahibi; Bold Pilot… Bugün ‘Sihirbaz’ lakabıyla Türkiye’nin en meşhur jokeyi olma unvanını taşıyan Halis Karataş’la 1996 yılında kazandıkları Gazi Koşusu’nda elde ettiği rekor hâlâ kırılamamış. Karataş’ın, atın sahibi Begüm Atman ile yaşadığı aşk da 2018 yılında ‘Bizim için Şampiyon’ adıyla film olmuştu.

CEPHEDEN ATÇILIĞA

Ailenin hikâyesi Midilli’de başlıyor. Üç Gazi Kupası sahibi olan Ahmet Atman, 1897 yılında Midilli Adası’nda dünyaya geliyor. Aile, Balkan Savaşları’ndan sonra Ayvalık’a göç ediyor. Ahmet Bey, Kuleli Askeri Lisesi’nden mezun oluyor. Kurtuluş Savaşı yıllarında teğmen rütbesiyle cepheye gidiyor. Savaştan sonra, uzun yıllar Mareşal Fevzi Çakmak Paşa’nın yaverliğini yapıyor. Kendi gibi göçmen bir ailenin kızı olan Necmiye Hanım’la evleniyor. İki çocukları oluyor; Özdemir ve Esin. Bu arada Atatürk’ün isteğiyle 1926 yılında kurulan Yarış Atı ve Islah Encümeni her yıl Ankara, İstanbul ve İzmir’de İngiliz atları için koşular düzenlemeye başlıyor.

YAVERLER ORTAKLIĞI

Atatürk; İsmet İnönü, Celal Bayar, Fevzi Çakmak gibi isimlerle birlikte Ahmet Bey’in de at sahibi olup yarışlara girmesini teşvik ediyor.1934 yılında atlara olan sevgisinden dolayı kendine ‘Atman’ soyadını alıyor. Yarışlara ortak girdiği İsmet Paşa’nın yaveri yüzbaşı Fikret (Yüzatlı) Bey ile 1935 yılı Gazi Koşusu’nda bir rekora imza atıyorlar; katıldıkları üç atla ilk üç sırayı alıyorlar. Atman, 1940 ve 1945 yıllarında da Gazi Kupası’nı kazanıyor. Atlarına, ‘Konca, Fettan’ gibi kışkırtıcı isimler koymayı seviyor. Askerlikten emekli olup ticarete atılıyor.


Yazının Devamını Oku

AK Parti Grup Başkanvekili Bahadır Yenişehirlioğlu: ‘Aktör adam setten geldi vekil oldu’ dediler...

23 Haziran 2024
Roman gibi bir hayat hikâyesi var… Dedesi İzmir’in ilk belediye başkanı, ailesi Manisa’nın önde gelenlerinden ama kendisi bir trajedinin içine doğuyor. Hayali ressam olmak fakat koşullar onu hukuk okumaya zorluyor. İlk duruşmalara, henüz öğrenciyken 12 Eylül sonrası tutuklanan ağabeyinin davalarını takip için giriyor. 28 yıl avukatlıktan sonra edebiyat ve sanat dünyasına dalıyor. Yeni dizi projesine hazırlanırken TBMM’ye transfer oluyor. Bugün karşımızda AK Parti Grup Başkanvekili olarak bulunuyor; Bahadır Yenişehirlioğlu...

1) Siyaset öyle bir alan ki güncel tartışmalar bazen mevki sahiplerinin ‘politikacı’ şapkası dışındaki kimlik ve geçmişlerini öğütebiliyor. Geçen genel seçimlerden sonra son bir yıldır TBMM’de AK Parti Grup Başkanvekili olarak görev yapan Bahadır Yenişehirlioğlu da yakın zamanda en çok sokak hayvanlarıyla ilgili yasa tasarısı üzerine yaptığı çalışmalarla gündemdeydi. Bu konuya geleceğiz ama Yenişehirlioğlu’nun, “İnsanlar tanımadığının düşmanıdır. Biz Türkiye’de insanları yaftalıyoruz. Oysa birbirimize büyüteç tutsak cevherleri, renkleri göreceğiz ve bu bizi daha çok yaklaştıracak” tespiti üzerine onu daha yakından tanımak için eski albümleri açıyoruz ve ‘siyasetçi, oyuncu, yazar, hukukçu’ etiketlerinin altında karşımıza roman gibi bir hayat hikâyesi çıkıyor…


Fotoğraf: Levent KULU/Bahadır Yenişehirlioğlu, Zeynep Bilgehan

DEDESİ İZMİR’İN İLK BELEDİYE REİSİ

Bahadır Yenişehirlioğlu, 1962 senesinde Manisa’nın Akhisar ilçesinde dünyaya geliyor. Dedeleri Kafkasya kökenli. Buradan o gün adı ‘Yenişehir’ olan bugünkü Yunanistan’ın Larissa kentine göç ediyorlar. Uzun yıllar ‘Yenişehir’de yaşadıktan sonra Balkanlar’da bir savaşın patlak vereceğini öngörerek Ege’ye göç ediyorlar. Ailenin bir kısmı İzmir’e, bir kısmı Manisa bölgesine yerleşiyor. Araziler satın alıyor, zeytinyağı fabrikası kuruyorlar. Büyük dedesi Yenişehirlizade Ahmet Efendi, 1875’te İzmir Belediye Reisi olarak görev yapıyor. Kendisi tarihsel kaynaklarda tespit edilen İzmir’in ilk belediye başkanı olma unvanını taşıyor.

PERGEL MİSALİ BİR AYAK YERELDE

Bahadır Bey, “Büyük büyük dedem Türk Büyükleri Ansiklopedisi’nde geçtiğine göre şeyhülislam. Matbaanın kurulmasına fetva vermiş” diye devam ediyor: “Ailem okumaya meyilli insanlarmış. Rahmetli dedem, babamı önce Bursa’da Işıklar Lisesi’ne, oradan da tıbbiyeye gönderiyor. Bir amcam Saint-Joseph’te, halam Dame de Sion Lisesi’nde yatılı okuyor. Kendileri Akhisar’da yaşıyor. Küçücük bir kasaba ama şöyle düşünüyorlar; küçük yerleşim yerlerinde yaşıyor olmak kısır düşünmenizi gerektirmez. Pergel gibi ayağınızın ucunu sabitlersiniz bir yere ama vizyonunuz o kadar geniştir ki öbür ayağınızı istediğiniz gibi açabilirsiniz. Bizimkiler böyle bakmış ve eğitime çok önem vermişler.”


Yazının Devamını Oku

AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Nikolaus Meyer-Landrut: Ben de mülteci çocuğuyum

16 Haziran 2024
Tam da Avrupa Parlamentosu seçimlerinin akabinde AB Türkiye Delegasyonu’nun davetiyle başkent Brüksel’deyiz… Karşımızda Büyükelçi Nikolaus Meyer-Landrut var. “Ben de mülteci çocuğuyum” diyen Büyükelçi ile hem seçimlerde yabancı karşıtı aşırı sağın yükselişini hem kendi kişisel hikâyesini hem de AB-Türkiye ilişkilerini konuştuk.

1) Nikolaus Meyer-Landrut, 1960 yılında Almanya’nın Düsseldorf kentinde dünyaya geliyor. Büyükelçi gülerek, “Uzun zaman önce” diyor ama o dönem bugüne kıyasla çok başka bir uluslararası konjonktürü barındırıyordu; Soğuk Savaş ve iki Almanya. Keza kendi hikâyesi de bu ‘eski dünya’ olaylarının bir sonucu olarak başlıyor. Anne ve babası, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Doğu Almanya’dan kaçıp Batı’da yeni bir hayat kurmak zorunda kalan bir Alman çift. Babası Estonya’dan gelmiş. Kökenleri Estonya’daki Alman azınlığa dayanıyor. Annesi Doğu Almanyalı. Birlikte Batı Almanya’da yeni bir hayat kuruyorlar. Meyer-Landrut, “Yani ben aslında bir ‘mülteci çocuğu’yum. Bu, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanyası’nın bir gerçeğiydi. 12 milyon Alman, Doğu’dan ayrılıp Batı Almanya’da yeniden hayatlarını kurmak zorunda kaldı” diyor.


Büyükelçi, Ankara günlerinde bisiklete binmeyi, scooter kullanmayı seviyor.

DOĞU’DAN BATI’YA...

Bugün Avrupa’nın temel direklerinden Almanya’nın bir zamanlar, üstelik de uluslararası olaylar tarihinde nispeten ‘kısa bir zaman’ öncesine kadar bölünmüş bir ülke olması o dönemin gençleri için nasıl bir duyguydu? Meyer-Landrut şöyle anlatıyor: “Özellikle benim ailem için, Doğu’dan gelmeleri sebebiyle, ‘iki devletli Almanya’ başkalarından daha fazla hayatımızın bir gerçeğiydi. 1970’li yıllarda 12-13 yaşlarımdayken Doğu Almanya’da annemin memleketini gezmeye gitmiştik. Oranın bizim doğup büyüdüğümüz Batı’dan bu kadar farklı olması etkileyiciydi. Daha sonra Berlin Duvarı’nın çöküşüyle birleşmiş bir Almanya ümidi ben ve ailem için çok önemliydi.”

2) BERLİN DUVARI YIKILINCA...

Uluslararası ilişkiler açısından kendine has bir dönemde dünyaya gelen Meyer-Landrut tarih konularına merak sarıyor. Üniversite eğitimini tarih üzerine tamamladıktan sonra önünde iki seçenek var; akademide kalıp tarih çalışmak veya daha aktif bir görevle ‘geleceğin tarihi’nin yazılmasına katkı sağlamak. Meyer-Landrut, ikincisini tercih ediyor ve 1987’de Dışişleri Bakanlığı’na başvuruyor. Geleceğin tarihinin yazılması için fazla beklemek zorunda kalmıyor, zira diplomatlığının henüz ilk yıllarında tarihin dönüm noktası olaylarından biri gerçekleşiyor; 1989 yılında Berlin Duvarı çöküyor. Onu takiben 3 Ekim1990 tarihinde iki Almanya, Doğu olarak bilinen Alman Demokratik Cumhuriyeti ve Batı olarak bilinen Alman Federal Cumhuriyeti birleşiyor.

Yazının Devamını Oku