Paylaş
İstanbul’da bugünlerde opera ve bale rüzgârı esiyor… 10 Mayıs’ta başlayan ve 3 Haziran’a kadar devam edecek 16. Opera ve Bale Festivali’nde geçen hafta Ahmet Adnan Saygun’un 1964-1983 yılları arasında bestelediği, 42 yıl sonra tozlu raflardan inip sahneye konan Gılgamış eseri sahnelendi. Caner Akın’ın rejisörlüğünde teknolojiyle sanatı buluşturan ve 400 kişilik bir ekibin hazırladığı yapım uzun süre ayakta alkışlandı. Geçen sezon da opera ve bale açısından güzel haberlerle geçti; 2023-2024 sezonunda 44 yeni eser sahnelendi, 1009 temsilde 613 bin 276 sanatseverle buluşuldu. Bu güzel gelişmeleri vesile ederek İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB) Müdürü ve Sanat Yönetmeni, opera sanatçısı Caner Akgün ile bir araya geldik…
ANNEMLE BABAM BİZİ MUTLU BÜYÜTTÜ
Bu sayfada konuk aldığımız sanatçıların hikâyelerinde genelde müziğin çok küçük yaştan itibaren hayatlarında olduğunu dinledik. Bugün tanınmış, ödüllü bir bariton olan Caner Akgün’ün bu dünyaya girişiyse daha farklı… Akgün, Bolulu memur bir ailenin iki çocuğundan ikincisi olarak 1981 yılında Zonguldak’ta dünyaya geliyor. Annesi ilkokul öğretmeni, babası Orman Bölge Müdürlüğü’nde makine mühendisi. Çocukluğu çeşitli yerlerde geçiyor; üç yaşına kadar doğduğu Zonguldak, 10 yaşına kadar Muğla, 16 yaşına kadar Bolu… Akgün, “Çok güzel bir çocukluk geçirdim. Babamın orman müdürlüğündeki görevi sebebiyle lojmanlarda kalırdık. Bu sayede hep bağ, bahçe içinde büyüdüm. Devlet size fırsat verdiğinde insanlar kendilerini güvende hissediyor. Annemle babam mutlu insanlardı. Bize de mutluluk ve sevgi verdiler” diyor.
Caner Akgün - Zeynep Bilgehan
AŞÇILARI MEŞHUR MENGEN’DEN
Bunu neden söylediğinin cevabı aile hikâyesinde: “Bolu Mengenliyiz. Dedelerim Köy Enstitüleri’nden mezun oluyor. Mengen’in aşçıları meşhur. Ailemizde de çok aşçı var ama bizimkiler sağlık memuru ve öğretmen oluyor. Babam Gazi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nü bitiriyor. Annem de 17 yaşında Öğretmen Okulu’nu bitiriyor. Üniversite yıllarında tanışıp evleniyorlar ve hikâyeleri Zonguldak’ta başlıyor. Devletin imkânlarıyla okuyup çeşitli kademelerde görevlendiriliyor ve iki çocuk yetiştirebildikleri olanaklara sahip olabiliyorlar.”
SENE 1984 - “Annem, babam ve ağabeyimle, Zonguldak”
‘H KÜPÜ’NDEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
Akgün, Bolu’daki ilk gençlik yıllarını bir ‘köy hayatı’ içinde geçiriyor; toprak kazıyor, traktör kullanıyor, babaannesiyle inek sağıyor. Eğitimine ise Bolu Anadolu Lisesi’nde devam ediyor. Edebiyat ve felsefeye meraklı ama gönlünden geçen özel bir alan yok. Aile geleneği ‘öğretmenlik’ yolunda ilk adım olarak 1999 senesinde Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü’ne giriyor. Akgün, “Matematiğin felsefe ve varlık kısmı beni çok etkiledi” diye anlatıyor: “İlk derse ‘H küpü’ lakaplı Prof. Hilmi Hacısalihoğlu Hocamız girdi; ‘Limit sonsuzluğa, 0’dan 1’e gider ama 1 diye bir şey yoktur’ dedi. Soyut matematiğin yarattığı sonsuz uzayı Nazım Hikmet’in ‘Yaşamaya Dair’ şiiriyle anlatınca bir matematik âşığı oldum.”
SENE 1983
EVDE POP VE TÜRK SANAT MUSİKİSİ DİNLENİRDİ
Bu aşk ne yazık ki uzun soluklu olamıyor… Birinci sınıfın sonunda bir arkadaşının davetiyle İnci Ayağ’ın başında olduğu Kültür Bakanlığı Çoksesli Gençlik Korosu’na giriyor. Akgün’ün klasik müziğe, operaya bir ilgisi var mı? Gülerek, “Evde Sezen Aksu’nun ‘Gülümse’ albümü dinlenirdi” diye cevaplıyor: “Kasedi koyardık, yazlık yolunda dinlerdik. Orhan Gencebay, Emel Sayın, Zeki Müren dinlenirdi. Babam Türk sanat musikisi severdi. Klasik müzik dinlenmezdi. Lisede grubumuz vardı. Edip Akbayram, Melike Demirağ, Neşet Ertaş türküleri söylerdim. Arkadaşlarım sesimi beğenirdi. Amatör konserler yapardık ama enstrüman çalmazdım. Piyanonun tuşuna ilk defa 20 yaşımda bastım.”
SENE 1987 - “Babamla, Muğla”
MÜZİK İÇİN LİSEYİ DE YENİDEN OKUDUM
Koroda nota öğreniyor, Cumhuriyet dönemi hocalarının hikâyelerinden etkileniyor. İkinci sene sonunda Ayağ, Akgün’e, ‘Senin konservatuvara girmen lazım’ diyor. Konservatuvarı kazanırsa kendinden çok daha genç öğrencilerle liseyi de yeniden okuması gerekecek… Bu zor kararı nasıl verdiğini şöyle anlatıyor: “Babam ‘İnsan hayatta sevdiği şeyi yaparsa çok başarılı olur. Başarısız olursan da arkandayım’ dedi. Sınavı kazandım. Konservatuvarın Şan Bölümü’ne girdim. Kolay olmadı. Dört duvar arasında saatlerce nota, piyano, şan öğrendim. Sesim iyiydi ama operanın farklı bir tekniği var.”
SENE 2023 - Carmen Operası Escamillo rolü
ARKADAŞLARIM MEZUN OLURKEN BEN DAHA YENİ BAŞLIYORDUM
Akgün, “Arkadaşlarım Matematik Bölümü’nden mezun oluyorlar. Ben 23 yaşındayım, elimde bir şey yok ama kafaya taktım” diye devam ediyor: “Üçüncü sınıftan itibaren yazları yurtdışına gittim, İtalyanca, Almanca, Fransızca öğrendim. Atölyelere, yarışmalara katıldım. Son sınıftayken Suat Arıkan ve Yekta Kara Hocalarımız beni İstanbul Operası’na davet ettiler. Mezun olduğum yıl kadro açıldı. Pozitif düşünürüm, işlerim iyi gider. O zamandan bugüne 20’den fazla rol oynadım, ulusal ve uluslararası platformlarda sahneye çıktım. İki yıldır da İDOB Müdürü ve Sanat Yönetmeni olarak geleneği devam ettirmek için çalışıyorum.”
BİLEREK GİDERSENİZ DAHA ÇOK KEYİF ALIRSINIZ
Peki opera nasıl izlenmelidir? Akgün, “Eserin anlattığı olayı, hikâyesini bilerek giderseniz çok daha fazla keyif alırsınız” diyor. En çok talep gören eserler hangileri? Yanıtı: “İzleyiciler, internette rastladıkları eserleri canlı izlemek istiyor; Romeo ve Juliet, Fındıkkıran Balesi, La Bohème, La Traviata Operası, Aida, Turandot... Carmen ve Carmina Burana da hemen doluyor. İnsanlar melodram veya aşkı görebildikleri eserleri seviyorlar. Bunlarla beraber Gılgamış gibi akademinin önemli eserlerini de repartuara koyuyoruz.”
SENE 2023 - Carmen Operası, AKM sahnesinde
BELGİN DORUK, TÜRKAN ŞORAY FİLMLERİ GİBİ...
Operanın geçmişi 1600’lü yıllara dayanıyor... Çağdışı kalmamayı nasıl başarıyor? Akgün: “Opera zamansızdır ve o yüzden yüzlerce yıl yaşar ve yaşayacak! Opera dekorla, kostümle, teatral yetenekle, orkestrayla bir ifade etme sanatıdır. İzleyene hayal kurdurtur, daha üretken bir beynin kapısını açar. La Traviata’yı düşünün; bir Belgin Doruk-Türkan Şoray filmi gibi... Hikâyeler aynı çünkü insanlığın dertleri hep aynı; sevgi, özlem, kıskançlık, taht kavgaları... Operanın görsel güzelliğini ekrandan alamazsınız. Salonda canlı hissetmeniz lazım.”
İSİMLER DEĞİL KURUMLAR İKONLAŞIYOR
“Dünya artık isimleri ikonlaştırmıyor. Kolektif ve kurumsal başarı öne çıkıyor. Devlet Opera ve Balesi, Cumhuriyet’in sosyal devlet ilkesini de yerine getiren Türkiye’nin en gurur duymamız gereken kurumlarından. Sanat geleneklerin, güncel politikanın, toplumun güncel isteklerinin dışında özgür bir alandır. Günceli sanatın içine koyarsanız kalitesini düşürürsünüz çünkü sanat toplum üstüdür, zamansızdır...”
BERABER OLMA DUYGUSU
“Bir opera sanatçısının en önce öğrenmesi gereken şey bütünün parçası olduğunu kabullenmektir. Sen bütün değilsin, bütün olan bir şeyin parçasısın. Renksin. Toplum olarak da beraber yaşayabilme, karşıdakini anlayabilme ve toplumun bir parçası olabilme kültürünü öğrenmeliyiz. Yaşam da böyle...Yaşamın kendisi olabilir miyim? Hayır; yaşama eşlik ediyorum.”
Paylaş