TRAFİK lambaları olmasa bütün şehir birbirine girer. Bunun yanında trafiğin yavaş akmasının en önemli nedenleri arasında lambaların olduğu da bir gerçek. Avrupa başta olmak üzere Batı bu soruna çözüm için dönel kavşak uygulamasını giderek yaygınlaştırıyor. Durumu uygun olan kavşaklardaki trafik lambaları kaldırılıp yerlerine dönel kavşaklar yapılıyor. Böylece araçların kırmızı, yeşil işaretlerini bekleyerek trafik akışını durdurması önleniyor.
Ancak dönel kavşağın işleyip trafik akışını kesmemesi için birinci kural sürücülerin trafik kurallarını bilmesi. Bizdeki gibi “Önce ben geçeyim” diye her sürücü balıklama dönel kavşağa dalarsa ne trafik kalır, ne de düzen. Örnek olarak Kültürpark’ın giriş kapılarının önündeki Montrö ve Lozan meydanlarına bakalım. Her ikisinde de dönel kavşak var. Ama kimse kurallara uymadığından veya kuralları bilmediğinden sürekli bir karmaşa yaşanıyor. Eğer kurallara uyan bir sürücüyseniz ve geçiş önceliği dairenin içinde olan araca ait olduğu için bekliyorsanız, arkadan çalınan kornalardan, “Sana ehliyet veren”le başlayan güzellemelerden nasibinizi fazlasıyla alıyorsunuz.
Sürücüler trafik levhalarını bilmiyor
BEN bu kargaşanın sürücülerin birbirlerine saygısızlığından kaynaklandığını düşünüyordum. Ama şimdi direksiyon başındaki pek çok sürücünün dönel kavşakta uyulması gereken trafik kurallarını bilmediğini sanıyorum. Hatta pek çok sürücünün trafik levhalarını bildiğinden bile şüpheliyim. Örneğin, dönel kavşakların hemen girişine konulan, üçgen biçiminde, içi beyaz, kenarları kırmızı çizgili trafik levhasının “Yol ver” anlamına geldiğini kimse bilmiyor olmalı. Eğer bilseler dönel kavşaklarda geçiş önceliğinin daire içindeki araca ait olduğunu bilir, yola burunlarını sokarak tehlike yaratmazlar.
“Yol ver” işareti gibi “Park edilmez” ve “Duraklama yapılmaz” gibi işaretlerin de ne anlama geldiği bilinmiyor olmalı. Yoksa şehirde trafiğin en işlek olduğu yerde tam da “Park edilmez ve duraklama yapılmaz” levhasının altına insanlar araçlarını bırakmaz.
Ehliyetlerini yıllar önce almış olan bazı sürücüler trafik işaretlerinin bir bölümünü unutmuş olabilir. Trafik kurallarının sadece kırmızı ve yeşil ışıktan ibaret olmadığını hatırlayarak arada sırada bilgileri tazelemekte yarar var.
Dönel kavşak nedir?
GEÇEN hafta izlediğim gıda kongresinde daha önce adını çok duyduğum dünya çapında bir enerji uzmanı Mehmet Öğütçü’yle tanıştım. OECD, Avrupa Birliği Enerji Komisyonu gibi pek çok uluslararası kurumda danışmanlık yapmış olan Öğütçü halen Londra’da yaşıyor. Global Resources Corporation ve Kuzey Irak’ın en büyük petrol üreticisi General Energy’nin yönetim kurulu üyesi. Yarı İzmirli de sayılır Mehmet Öğütçü. Yaşar Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve Çeşme’de evi var.
Gıda kongresinde enerji uzmanının ne işi var diye soranlar olabilir. Gıda, enerji ve su insanlık için vazgeçilmez, birbiriyle yakından bağlantılı üç kaynak. Basit bir örnek verecek olursak, enerji üretim için yapılacak barajlarla tarım alanlarının sularının kesilmesi, gıda üretiminde aksamalara ve açlığa neden olabilir.
Su savaşları çıkabilir
Tüm senaryolarda 2040’a kadar “su savaşları” tehlikesinden söz edildiğini söyleyen Öğütçü, “Yapılan hesaplara göre 2040’a doğru dünyada su arzı ile talep arasında yüzde 40 fark olacak. Kaynaklar azalınca savaşlar başlıyor. Arap Baharı gıda sübvansiyonlarının kalkması üzerine başlamıştı. 2050’ye kadar dünya nüfusunun 9.5 milyarı bulması bekleniyor. Hindistan’daki Ganj, Mısır’daki Nil, bizdeki Fırat ve Dicle, Çin’deki Sarı Irmak, ABD’deki Colorado nehirleri savaş nedeni olabilir” diyor.
Ortadoğu’da dünya nüfusunun yüzde 4.5’ini oluşturan Arap dünyasının 250 milyon nüfusu olduğunu ama dünya su kaynaklarının sadece yüzde 0.85’ine sahip olduklarını söyleyen Mehmet Öğütçü, “Dünyadaki petrol ve doğalgazın yarısı orada ama su ve gıda yok” diyerek gelecekte bölgeyi bekleyen tehlikelere işaret ediyor. Bu arada Türkiye’de akarsular üzerine kurulan 3-5 megawatlık küçük hidroelektrik santrallerle ekolojik dengenin bozulmasını eleştiriyor.
TÜRKİYE ve dünyada olaylar öylesine hızla akıyor ki büyük resmi tam olarak yakalamak mümkün değil. Neyse ki belirli konulara odaklanan kongre ve konferanslar dağınık parçaları puzzle gibi bir araya getirip olayın bütününü anlamaya yardımcı oluyor.
Bilim adamlarını, yurt içi ve dışından uzmanları, sanayicileri, üreticileri, bürokratları, milletvekillerini icraatın başı Tarım Bakanı gibi tüm tarafları bir araya getiren 2013 Gıda Kongresi, ormanın tamamını görmek isteyenlere ağacın tepesine çıkma fırsatı yarattı.
Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Federasyonu tarafından Antalya’da düzenlenen kongrede yaklaşık 500 kişi vardı. Gıda mühendisliği konusunda Türkiye’nin en iyisi Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden profesörler de vardı kongrede.
Katılımcılar, 75 milyon Türk ve 32 milyon turisti besleyen, ayrıca 15 milyar dolar ihracat yapabilen sektörün büyüklüğünü ve gücünü yakından görme fırsatı buldu. Kongrede verilen bilgilere göre dünyada 1 milyar aç insan, bir o kadar da aşırı yemekten şişmanlık sınırlarını aşıp obez olmuş insan var. İsraf edilen gıda miktarı ise tam 1.2 trilyon dolar. Yani israf edilmese 1 milyar aç insanı doyuracak kadar miktar.
Gelecekte insanlığın kaderini üç stratejik sektör gıda, su ve enerji belirleyecek. Başta Çin olmak üzere çeşitli ülkeler, enerji, su ve gıda güvenliklerini garanti altına almak için Ukrayna ve Afrika gibi başka ülkelerde toprak satın alıyor ya da kiralıyor.
Bütün bu tablo içinde Türkiye, tarım hasılatında 62 milyar dolarla Avrupa’nın en büyüğü, dünyada ise 7’nci sırada. Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in verdiği bilgilere göre, buğdayda, bitkisel yağda, süt üretiminde, yumurtada Cumhuriyet tarihinin üretim rekorları kırılmış. Hedef, 2023’te 150 milyar dolar tarım hasılatı ve 49 milyar dolar ihracat.
HAYATLARININ baharlarında gencecik öğrencileri töhmet altında bırakan, dünyada sadece diktatörlükte yönetilen birkaç ülkede uygulamalarına rastlanan öğrenci evleri tartışmasının doruk noktasına ulaştığı bir günde yolum Seferihisar tarafına düştü.
Otomobilin radyosunda Manisalı üniversite öğrencilerinin evlerine yapılan baskınla ilgili haberleri dinlerken aklıma yıllar önce yine Manisa’da liseli çocukların çektikleri eziyetler geldi. Türkiye’de insan haklarının simgesi haline gelen bir davaydı o. Örgüt üyesi oldukları gerekçesiyle 1995’te gözaltına alınıp işkence gören gençler, en güzel yıllarını hapishanelerde, mahkemelerde geçirdikten sonra beraat etmişti. Bunları düşünürken son zamanların deyimiyle acı acı, “Ne çekti Manisa’lı gençler” demekten kendimi alamadım.
İşte böyle bozguna uğramış bir ruh haliyle Seferihisar’da Hıdırlık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’nin kapısını çaldığımda bir anda kendimi bambaşka bir dünyada buldum. Başkan Neptün Soyer ve kooperatif üyesi arkadaşları hummalı bir çalışmayla taze kesilmiş Ege otları paketlemekle meşguldü. İstanbul’da iki ünlü lokantanın hindiba, ısırgan, turp otu, arap saçı gibi ot siparişlerini akşam kargosuna yetiştirmeye çalışıyorlarmış.
Ben gidince nefeslenmek için biraz ara verip bahçeye çıktılar. Sonra kahveler geldi. Sakızlı kahveyi çok severim de mandalinli kahveyi hiç içmemiştim. Ağzınıza nefis Seferihisar mandalinasının tadı, burnunuza mis gibi kokusu geliyor. Meğer kooperatif üyelerinden biri geliştirmiş mandalinalı kahveyi. Kurutulmuş mandalinayı un haline getirip kahveye katıp nefis bir ürün geliştirmiş.
Seferihisar’da turistlere ot kursu
NEPTÜN Hanım ve arkadaşları, www.seferipazar.com adlı web siteleriyle internet üzerinden e-ticaretle sattıkları ottan bala, reçelden yumurta, zeytinyağı ve köy ekmeğine kadar Seferihisarlı kadınların ürettiği 100’den fazla ürünün hikayesini anlattı. Birçok yeni projenin de haberlerini verdi. Bunların başında bir süre önce yaklaşık 100 bin liralık fon alma hakkı kazandıkları Anadolu Efes’in “Gelecek Turizm”de adlı projesi geliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu’nun da ortaklar arasında yer aldığı programa, “Seferihisar’ın Geleneksel Mutfağı Projesi” ile katılıp desteklenmeye hak kazanan üç projeden biri olmuşlar.
ATATÜRK’ü anma törenlerinde halkın coşkusu göz kamaştırdı.
Son yıllarda 10 Kasım törenleri, Cumhuriyet bayramları Atatürk’ün yarattığı Türkiye’yi kaybetme kaygısına kapılan halkın yoğun katılımıyla simge gösterilere dönüştü. Bu yıl Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan’ın farklı yaklaşımıyla törenlere renk katıp, onbinlerce kişiyi sahile döken su perdesi organizasyonu ise İzmir’de coşkuyu daha da artırdı.
Ölümünün üzerinden 75 yıl geçmesine rağmen hala milyonlarca kişiyi peşinde sürükleyebilen bir lider bugüne kadar dünyada görülmedi. Bu büyük sevginin nedenini bence en güzel anlatanlardan biri, her kitabı uluslararası satış rekorları kıran bir yazar. Adı Amin Maalouf. İkiz Kuleler’e yapılan saldırıdan sonra İslam dünyası ve Batı ilişkilerini analiz eden ‘Çivisi Çıkmış Dünya’ adlı kitabıyla satış rekorları kıran Maalouf, ‘Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri’, ‘Semerkant’, ‘Afrikalı Leo’, ‘Tanyos Kayası’ gibi artık dünya klasikleri arasında kabul edilen kitaplarıyla çağın en önde gelen yazarlarından.
‘Çivisi Çıkmış Dünya’da insanlığın tarihinde eşine rastlanmayan yeni tehlikelerle karşı karşıya olduğunu, yakın gelecekte küresel çözümler bulunmazsa uygarlığımızı büyük ve güzel kılan şeylerden hiçbir kalmayacağını öne süren Amin Maalouf, bu ünlü eserinde Atatürk’e özel bir bölüm ayırmıştı. Dünyanın bugün geldiği noktayı analize Atatürk’ü ve Mısır’ın ünlü devlet başkanı Nasır’ı incelemekle başlayan Maalouf’un Büyük Önder hakkında yazdıklarından kısa bir özet vereceğim. Amin Maalouf’un aşağıdaki sözleri 75 yıl sonra milyonların neden hala onun etrafında toplandığı çok iyi anlatıyor. Bakın neler demiş ünlü yazar, ‘Çivisi Çıkmış Dünya’ adlı kitabında...
Enflasyon ekimde İzmir’de yüzde 2.16 olmuş. Bu oran istanbul’da yüzde 1.75, Ankara’da yüzde 1.96. Kapı komşusu Aydın, Denizli ve Muğla’da ise yüzde 1.55 olmuş bir aylık fiyat artışı. Biraz daha ötede Balıkesir ve Çanakkale’de ise yüzde 1.82.
Fiyat artışlarında ekim ayında İzmir’i geçebilen tek bölge yüzde 2.32 ile Hatay, Kahramanmaraş ve Osmaniye.
Seçim çanlarının çalmaya başladığı şu günlerde İzmir’deki fiyatların diğer illerden daha fazla artarak rekorlar kırmasının temel nedenleri üzerine elbet ciddi analizler yapılacaktır. İktidar partisi bunu yapmasa bile muhalefet mutlaka yapmalıdır.
Döviz kurundaki artışın maliyetler üzerinde baskı yaptığı görüşü tek başına fiyatların artmasına gerekçe olamaz. Çünkü bütün Türk ekonomisini etkileyen bir olay. Enflasyonun temel nedenlerinden olan yüksek talebe karşılık İzmir’de mal ve hizmetler yetersiz kalıyorsa o zaman bunun nedenlerini araştırmak gerek. Domates, çarliston biber fiyatları artık sonbahara girilip ortadan çekildiği için mevsimsel nedenlerle rekorlar kırabilir. Ama aynı durum Ankara ve İstanbul için de geçerli.
ULAŞTIRMA, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Hürriyet yazarı Vahap Munyar’a, “İstanbul’un trafik sorunu sandığa yansıyabilir” demiş. Munyar’ın, “Trafik sorunu, 2014 Mart’ında yapılacak yerel seçimlerde partiniz ve başkan adayınız için dezavantaj olmayacak mı?” sorusuna Yıldırım’ın cevabı şöyle olmuş:
“Trafik sorununun seçim sandığına etkisi elbette olabilir. Vatandaşlar günlük hayatta yaşadığı sıkıntıyı seçim sandığına yansıtıp mesaj vermek isteyebilir. 2009’da bunu gördük. 2008’de ABD’de başlayan kriz bizi en çok 2009’da etkiledi. Ekonomi küçüldü. İşsizlik çok arttı. O zamanki yerel seçimde oyumuzda gerileme oldu.”
İstanbul trafiği
Bakan Yıldırım’ın bu cevabını okuyunca son aylarda giderek kötüleşen İzmir’in trafik sorunu aklıma geldi. Ancak İstanbul ile İzmir’in trafik sorununda bazı konularda ciddi farklılıklar var. İstanbul’da Boğaz Köprüleri’nin yarattığı sıkışıklık, boydan boya kenti çevreleyen bütün otoyollardaki araçları zincirleme olarak kuyruğa sokuyor. Geçtiğimiz 10 gün boyunca İstanbul’daydım. Trafik yine bildiğiniz gibi saç baş yolduruyordu. Ama bir şey dikkatimi çekti. İstanbul’da ana arterler dışındaki trafik sıkışıklıklarının temel nedeni ya inşaat çalışmaları ya da zaten kentte hareket halindeki araç sayısının fazlalığındandı. Emniyet şeritlerini ihlal eden araç sayısı çok az, İzmir’deki gibi trafiğin en çok aktığı kalabalık caddelerde yol kenarına çekip park eden araç ise hemen hemen hiç yoktu. Belli ki bunu yapanlar büyük cezalar ödüyordu.
İzmir trafiği
İzmir’de ise benim çok sık kullandığım güzergahlar olduğu için biliyorum; Şair Eşref, Talat Paşa, Ziya Gökalp bulvarları gibi birçok yerde yanlış park nedeniyle ciddi trafik sıkışıklıkları yaşanıyor. Trafiğin en yoğun olduğu saatlerde arabalarını büfenin önüne park edip kaldırıma atılan masalarda çayını yudumlayıp, gevreğini lokmalarken akmaya çalışan trafiği büyük bir umursamazlıkla seyreden saygısızlar bile var.
Bir ülkenin bağımsızlığını kazanabilmesi için ekonomik savaşı da kazanması gerekiyor. Osmanlı’nın küllerinden yeni Türkiye Cumhuriyeti yaratılırken, 17 Şubat–4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir İktisat Kongresi’nin düzenlenmesinin amacı ekonomik savaşın stratejilerini belirlemekti.
Banka-Han binasında toplanan çiftçi, tüccar, sanayi ve işçileri temsilen bin 135 üyenin katıldığı kongrede bu grupların hazırladığı, ekonomik bağımsızlığı hedefleyen “Misak-ı İktisadî Esasları” tartışıldı ve kabul edildi. Bu kararların en önemlileri şöyle özetlenebilir:
* Ekonomik bağımsızlık için hammaddesi yurtiçinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulması.
* El işçiliğinden ve küçük imalattan hızla fabrika ve büyük işletmelere geçilmesi.
* Özel sektör tarafından kurulamayan büyük yatırımların devlet tarafından yapılması.
* Sanayinin dış rekabete dayanabilecek şekilde kurulması.
* Sanayinin teşviki için milli bankaların kurulması.
Bütün ülkelerin gözlerini Türkiye’nin üzerine çevirdiği bu dönemde verilen çok önemli bir mesaj ise yeni Cumhuriyet’in dünyayla ekonomik bütünlüğün devam edeceği şeklindeydi. Kapitülasyonlar kalkacaktı ama ekonomik ilişkiler dünyanın o günkü ekonomik koşullarına uygun yabancı yatırımlar dahil devam edecekti. Türkiye dünyadan kopup içine kapanmayacak, bir dünya ülkesi olacaktı.