Aslında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli birkaç gün önce hükümeti eleştirirken, “Memleketi sattılar” diye çok sert açıklamalar yapmıştı. Ama internetten Birinci Cumhuriyet’in nasıl satıldığını anlayamamıştım.
Merakla tıkladığımda, “Birinci Cumhuriyet” adlı ders notlarının bir öğrenci tarafından satışa konulduğunu gördüm. Bazılarına göre Ergenekon ve Balyoz davalarının Yargıtay sonuçlarıyla birlikte Birinci Cumhuriyet resmen son ermişti. Bazılarına göre ise AKP, 2001 seçimleriyle iktidara geldiği zaman Birinci Cumhuriyet bitti.
Peki, İkinci Cumhuriyet döneminde işler yoluna girdi mi? Ülkeye gerçekten demokrasi geldi mi? Bugün İzmir’de 29 Ekim kutlamalarında 1 milyon kişi ‘Ant içmek’ için neden toplanıyor? Askeri ve sivil vesayet dönemi ile darbeler dönemi bitti ama yerine yargının bağımsızlığına, adaletin güvenirliğine inancın kaybolduğu polis devleti mi kuruldu? Bütün bu sorular ardı ardına geldiğinde İkinci Cumhuriyet olduğu öne sürülen dönemin karnesinin pek parlak olmadığı görülüyor.
Yazar Aydın Engin, Birinci Cumhuriyet’in 80 yıl sürdüğünü, İkinci Cumhuriyet’in ise 10 yılda sona erdiğini öne sürüyor. Bu görüşe göre Gezi olaylarıyla birlikte Türkiye’de genç tohumlarla büyüyüp serpilecek Üçüncü Cumhuriyet dönemi başladı.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.
Yerel seçimlerin galibi belli
SEÇİM öncesi salvolar erken başladı. Görünen o ki, İzmir’de hayli gerilimli bir yerel seçim dönemi geçecek. Yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla kirli çamaşırların da döküleceği bir seçim ortamı olacak.
Gazetecilik mesleğinde objektif olma gereği böyle davranılması gerektiğini düşündüm. Nitekim çeşitli yayın gruplarında politikaya resmen girmek isteyen gazetecilerin yöneticilik görevlerinden ayrılmaları gerektiğini belirten kurallar vardır.
Aslında 12 Eylül sonrası, 80’li yıllarda Türkiye’de nasıl bir rüzgar estirildiyse, toplumun eğitimli, entellektüel düzeyi yüksek kesimlerinin büyük bir bölümünde politikaya karşı soğukluk oldu. Hatta siyasete girenler, yapacak işi gücü olmayan ya da bir menfaat peşinde koşanlar olarak görüldü. Serbest piyasa ekonomisinin hızla yayıldığı, önceliğin siyasetten ekonomiye geçtiği o dönemde, insanların iş hayatında yıldızlarının parlamaları, siyasette parlamalarından daha önemli hale geldi.
Çiğ köfteli meclislerAma siyaset küçümsendikçe, bir zamanlar milletvekili denince herkesin ayağa kalktığı, temsil ettikleri kentlerin en saygın kişilerinden oluşan meclislerin kimliği değişmeye başladı. Tavanlarına çiğ köfteler atılan Meclisler bile gördü bu ülke. Kavga, dövüş, küfür zaten olağan bir hale geldi.
Sonunda siyaseti ve siyasetçileri beğenmeyenler, küçümsedikleri insanlar tarafından yönetilmeye başladıklarını fark etti. Ama artık atı alan Üsküdar’ı geçmişti.
Siyasi Partiler Kanunu ile yaratılan liderler sultası “Bu adamlar beni yöneteceğine ben de siyasete girerim” diyerek gerçekten siyaset yapmak isteyenlerin önünü kesti. Gerçekten ülkesini, yaşadığı toplumu sevenlerin siyaset basamaklarında yükselmesi bir yana, bir partiye üye olması bile güçleşti. Liderin etrafındaki parti içi klikler hemen harekete geçip, kendileri için rakip gördükleri aklı başında yeni üyeleri canlarından bezdirdi. Sonunda çoğu “Lanet olsun politikaya” deyip kaçıp gitti.
Mübadelenin üzerinden neredeyse üç çeyrek asır geçmişti. Ama Türkiye’den göç edenlerin çocukları ve torunları hala kırık dökük bir Türkçe ile geldikleri ülkenin şarkılarıyla gülüp eğlenmeye devam ediyorlardı.
Zeytin dalı barışın simgesidir. Buna rağmen tarih boyunca zeytinin en çok yetiştiği topraklarda savaşlar ve acılar eksik olmamıştır. Dünyanın en büyük zeytin üreticisi İspanya’da iç savaş ve ardından 40 yıl süren faşist rejim, İkinci Dünya Savaşı’nda büyük acılar çeken İtalya, Yunanistan ve Fransa, Arap Baharı’nın başladığı yer Tunus, yangın yerine dönen Suriye zeytinleriyle ünlü Akdeniz ülkelerinin başında gelir.
Halbuki zeytinyağının başta kalp olmak üzere insan sağlığına yararları anlatılmakla bitmez. Son yıllarda bunu keşfeden ABD ve Japonya gibi ülkelerde de tüketimin artmasıyla zeytinyağı, değeri giderek yükselen tarım ürünleri arasında yer alıyor.
Nisan sıcakları vurdu
İklim değişikliklerinin de etkisiyle bu yıl zeytinde kötü bir hasat olacak. Urla’da zeytin bahçeleri arasında yürüyüş yaparken tanışıp sohbet ettiğim zeytin üreticisi Boşnak Sebo, “Nisanda ağaçlar çiçekteyken sıcaklık 35 dereceye kadar çıktı. Zeytin yandı. Bu ağaçlardan üç çuval zor çıkar. Zeytinyağı bu yıl çok pahalı olacak” demişti. Bir süre önce açıklanan rekolte tahminleri ülke genelinde durumun aynı olduğunu gösteriyor.
İzmir Ticaret Borsası’nın öncülüğünde çeşitli birliklerin ortak araştırmasına göre rekolte geçen yıla göre yüzde 30 azalacak. Zeytin üretimi 391 bin tona, zeytinyağı üretimi ise 141 bin tona gerileyecek. Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi (UZZK) ise daha da karamsar bir tahminle 2013-2014 döneminde rekoltenin yüzde 35 düşmesini bekliyor. Buna göre bir önceki yıl 455 bin ton olan sofralık zeytin rekoltesi 410 bin tona, 201 bin ton olan zeytinyağı rekoltesi ise 130 bin tona düşecek.
Bayrama bir hafta kala yurt içindeki otellerde tatil için rezervasyon yaptıranların sayısı 1 milyon kişiye ulaşmıştı. Tatilini Paris, Barselona, Venedik gibi tatil merkezlerinde geçirmek için yurt dışına uçan veya gemi turlarına katılanların sayısı ise 250 bin kişiyi aştı.
Bundan 30 yıl kadar önce ülkenin 70 cent’e muhtaç olduğu dönemde, iki yılda bir yurt dışına çıkış izni verilirdi. O zamanlar araçlar için benzin, fabrikaları çalıştıracak mazot, ev ve işyerlerini ısıtacak kalorifer yakıtı alabilecek döviz yoktu. Devlet, vatandaşlarına iki yılda bir yurt dışına çıkma izni vererek elde avuçta kalan 3-5 dolar dövizi korumaya çalışıyordu.
Genç kuşaklar büyüklerinden dinlenmiştir, Türkiye’nin bugünlere gelebilmesi için çok ağır bedeller ödendi. Yaklaşık 30 yıl süren yüksek enflasyon, işsizlik ve buna bağlı sosyal huzursuzluk yılları herkesin hayatından çok şey götürdü. Travma öyle büyüktü ki Türkiye sürekli bir uçtan diğerine savruldu. Zaten bugün de hala dengeler kurulamadığı için televizyonların haber bültenleri siyasi liderlerin bağırışları, kutuplara bölünmüş toplumun kavgaları, Gezi olaylarının artçı depremleriyle dolu.
Bu arada Türkiye ekonomisi 10 yılda bir kafasını duvara vura vura doğru yolu bulmaya çalıştı. Bugün ise bayram tatilinde 250 bin kişinin yurt dışına gidebildiği bir ülke durumunda. Ama işimiz şimdi daha zor. Çok ağır bedeller ödenerek elde edilen kazanımları korumak kolay değil. Geleceği kazanmak için orta gelir tuzağına düşen bazı ülkelerin başına gelenlerden dersler çıkarılmalı.
İstanbul trafiğiyle ilgili haberleri izledikçe ne kadar doğru bir karar verdiğimi düşünüyordum ki, bayram tatilinin başladığı cuma günü İzmir’de bugüne kadar görmediğim bir trafiğe yakalandım. İstanbul’da yaşayanların her gün çektiği çileyi, 20 dakikada gidilebilecek yer için 1.5 saat araç içinde çaresiz kıvranmanın nasıl bir şey olduğunu herhalde İzmirliler de iyi anlamıştır.
İzmir’in ileride İstanbul’un durumuna düşmemesi için, uçan yol, tünel, Körfez’in iki yakasını Bostanlı ve Üçkuyular’ı birleştirme, hatta bir süre önce Ege-Koop tarafından önerilen, yolların üzerine kurulacak çelik raylara teleferik gibi asılı olarak gidecek hava treni benzeri projelerin hepsine dört elle sarılıp gereken her şey yapılmalı. Şehir içi trafiği düzenlemede geç kalmanın maliyeti, enerjiden iş kaybına, insanların her gün trafikte geçirdikleri 2-3 saatin yarattığı stres ve buna bağlı hastalıklara o kadar fazlaki anlatmakla bitmez.
Bayram trafiği İzmir’i yönetenler için ders çıkarılması gereken önemli bir örnek oldu. Örneğin, otogar çevresinde şehirlerarası otobüs kuyruklarının tüm şehrin trafik akışı üzerindeki etkisi, gelecekle ilgili master ulaşım planlarında kullanılabilecek önemli bir veri. İstanbul’un durumuna düşmemek için İzmir’in kaybedecek fazla zamanı kalmadı.
Kuzuların sessizliği
GEÇEN yıl Kurban Bayramı’nda 777 bin dana ve boğa gibi büyükbaş, tam 2 milyon 200 bin adet de koç, koyun, kuzu gibi küçükbaş hayvan kesildi. Bu bayram da aşağı yukarı aynı sayılarda hayvan, insanların dini inançlarının yerine getirilebilmeleri için kurban edilecek. Türkiye’de 27.4 milyon koyun, 14 milyon büyük baş olduğunu düşünecek olursak 1-2 gün içinde bu hayvanların yüzde 10’a yakını kesilecek demektir.
Petkim’e genel müdür olmadan önce Koç Holding ve İtalyan Fiat grubunun ortak şirketi Mako Elektrik gibi uluslararası şirketlerde deneyimlerini artıran Yavuz bugünlerde “İş dünyası olarak EXPO’yu İzmir’e getirmek için yeni bir şeyler yapmalıyız” telaşı içerisinde.
Uluslararası Sergiler Bürosu (BIE) delegelerinin ziyareti sırasında sohbet ettiğimiz Kenan Yavuz, “Şu anda en çok ihtiyacımız olan şey ilişki yönetimi. Delegeye dokunan bir ilişki kurmak gerek. Geçmişten bugüne kadar olanlar önemli değil. Delegelerin kafasında kalan en son faaliyetlerdir. Bu uzun bir maratondu. Son 50 günde kim daha hızlı koşarsa o kazanır” diyor.
Yavuz’un bu sözlerini dinlerken aklıma EXPO 2015’i son anda İzmir’in elinden alan Milano’nun eski Belediye Başkanı Moratti’nin sözleri geldi. BIE delegeleri’nin İzmir’den dönüşlerinde Türkiye’den çok etkilenmiş olduklarını görünce morallerinin bozulduğunu söyleyen Moratti, “Oylama sabahı EXPO’yu kaybettik diye güne başladık. Ama yine de işin ucunu bırakmadık. Oylama başlayıncaya kadar delegeler ve çeşitli ülkelerin dışişleri bakanlarıyla tam 50 toplantı yaptık. Sonunda kazanan biz olduk” demişti.
İşadamı delegeyi ikna etmeyi bilir
Bu hikayeyi anlattığımda Kenan Yavuz, “Ben de bunu söylüyorum. Devlet her şeyi yapamaz. Ama iş dünyasının ikna kabiliyeti yüksektir. Çok iyi bir şekilde organize olarak çalışırsak önümüzdeki 50 günde birebir ilişkilerle birçok delegeyi oylarını bize vermek için ikna edebiliriz. Sonunda her şey delegenin parmağının ucunda. Önündeki oy düğmesinde parmağını hangi şehir için basarsa o şehrin kaderini belirliyor” dedi.
Socar olarak New York’ta Birleşmiş Milletler toplantısında bir salon kiralayarak 8 ülkenin dışişleri bakanını ağırladıklarını söyleyen Yavuz, “Aslında EXPO, olimpiyatlardan çok daha büyük bir proje ama İstanbul iş dünyasının bundan haberi yok. Halbuki pek çoğunun İzmir’de yatırımları, en azından bayileri var. İzmir’in kazanması onlar için de kazanç. Önümüzdeki 50 günde İzmir ve İstanbul iş dünyasının maddi desteği ve uluslararası iş ilişkilerinden yararlanarak yapılacak lobi desteği kazanmamızı sağlayabilir” diyor.
Kasımda kullanacakları oylarla EXPO’nun hangi şehre gideceğini belirleyecek 162 BIE (Uluslararası Sergiler Bürosu) delegesi pazar günü özel uçakla Paris’ten İzmir’e getirildi. Delegeler hem İzmir’i, hem de ‘Herkes İçin Sağlık’ temasını daha yakından tanımaya çalışıyor. Doğal olarak İzmir’e duyulan hayranlık dile getirilip dünya sağlığı için büyük önem taşıyan temayla ilgili olumlu mesajlar verecekler. Ancak delegelerin İzmir’in rakipleri Sao Paulo, Ekaterinburg ve Dubai’ye de gittiğini ya da gideceğini unutmayalım. Bütün aday şehirler ayaklarına kadar gelen ve oylarıyla sonucu belirleyecek misafirlerini en mükemmel şekilde ağırlayıp gönüllerini fethetmek için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamıştır.
İzmir kazanırsa
Aslında her kent EXPO’yla birlikte yeni bir sıçrama yapmanın hayalini yaşıyor. Örneğin, İzmir EXPO’yu alırsa 2020’de yapılacak bu dev projeye hazırlık için, belki çeyrek asırda bitecek yatırım projelerinin önümüzdeki 5-6 yılda tamamlanacağını biliyor. Bu da İzmir’in kalkınmada 15–20 yıl birden sıçrama yapması anlamına geliyor.
Fuara ziyaretçi taşıyabilmek için İzmir’i Antalya’dan Konya’ya, Ankara’dan İstanbul’a ülkenin dört bir yanına bağlayacak yüksek hızlı trenden yeni otoyollara, şehir içi ulaşımı kolaylaştıracak yeni metro hatlarından tramvay ve körfez gemilerine kadar ulaşımın her alanında önümüzdeki 7 yılda İzmir’de devrim olacak.
Diğer yandan 6 ay sürecek fuar süresince İzmir’in hedefi yarıya yakına yurtdışından gelecek 40 milyon ziyaretçiyi ağırlamak. Bunun için inşası gerekecek en az 10 adet beş yıldızlı otel, restoran gibi yatırımlarla EXPO’nun İzmir ekonomisine 20 milyar dolardan fazla katkısı olması bekleniyor.
Ekaterinburg’a 50 milyar dolar
Ama İzmir’in hayallerini başka kentler de taşıyor. Örneğin, bugüne kadar sessiz ve derinden giden Rusya’nın adayı Ekaterinburg’un beklentisi 50 milyar dolar. Rusya’nın dördüncü büyük kenti Ekaterinburg, Moskova’dan Çin’e kadar 8 bin kilometrelik Sibirya hattının en önemli durağı. Yolcu ve mal taşımacılığında en çok kullanılan ulaşım yollarından biri olan ünlü Trans-Sibirya demiryolunun en önemli istasyonlarından biri olan Ekaterinburg aynı zamanda ultra modern havalimanı ve 6 otoyolun kesiştiği bir kavşak olarak EXPO’yu alması durumunda Avrupa ve 200 milyon nüfuslu Rusya’dan ciddi sayıda ziyaretçi çekebileceği iddiasında.
Varsa yoksa demokratikleşme paketi. Başbakan Erdoğan paketi açıklarken televizyonlarının başına kilitlenen milyonlar daha sonra canlı yayınlarda, gazetelerde işin uzmanlarından bu paketin kendi yaşamları için ne anlam ifade ettiğini anlamaya çalıştı.
Pakette benim dikkatimi çeken noktalardan biri, İzmirliler için hayati önem taşıyan yaşam tarzına müdahale endişesinin demokratikleşme paketi ile yok edilmeye çalışılması. Yaşam tarzına müdahaleye yeltenenlere hapis cezası bile öngörülüyor.
Ancak kağıt üzerinde güzel olan bu düzenlemeler uygulamada nasıl olacak esas mesele orada. Bir yandan yaşam tarzına müdahale güvence altına alınırken, diğer yandan örneğin şarap tadımını bile suç haline getiren son yasal düzenlemeler dolaylı olarak müdahale olmuyor mu? Gezi Parkı olayları sırasında bizzat Başbakan tarafından dile getirilen vapurda kız ve erkeklerin oturuş biçiminden duyulan rahatsızlık, Ankara’da metroda kız ve erkeklerin düzgün durması gibi uyarılar henüz unutulmadı. Bunları hatırlayınca, örneğin, Ankara Belediyesi’nin bu davranışı yaşam tarzına müdahale sayılacak mı? Bu ve bunun gibi pek çok soru hala cevap bekliyor.
Anlaşıldığı kadarıyla kağıt üzerinde seçim barajı yüzde 5’e kadar düşürülse de pratikte hayata geçmesi zor bir öneri olarak dile getiriliyor. Pakette tartışılacak daha çok konu var. Beklentileri karşılamasa da atılan adımların önemi olduğunu belirtmekte yarar var.