BİRKAÇ gün önce Başkan Aziz Kocaoğlu’yla geçen hafta yayın hayatına başlayan Hürriyet Tarım ve Gıda gazetesi için keyifli bir sohbet yaptık. Neşesi yerindeydi Başkan’ın. İzmir’in bütün Türkiye’ye rol model olan süt kuzusu projelerinden çiçekçilik kooperatiflerine, organik pazarlardan jeotermal seracılığa kadar pek çok konuya değindik. Kocaoğlu kendisi de çiftçi bir aileden geldiği için bir çok tarım ve hayvancılık projesinin gelişimine bizzat öncülük ediyor. Aslında başarı hikayesi olan bazı konuları da olağan bir vaka gibi dile getirince Basın Danışmanı Reşat Yörük dayanamayıp “Başkan çok mütevazi anlatıyor ama süt kuzusu projesi bütün Türkiye’ye örnek oldu. İzmir’in modeli başarılı olunca hükümet de benzerini uyguladı. Bu modelle bugün Türkiye’de yüzbinlerce ilkokul çocuğu bedava süt içebiliyor. Hem çocuklar mutlu oldu, hem de sektöre büyük bir destek yaratıldı” dedi.
Sohbetin sonunda merak edilen konuyu ben de Kocaoğlu’na “Yeniden aday olacak mısınız? Olacaksanız ne zaman açıklayacaksınız?” diye sormadan edemedim. Başkan beklediğim gibi hiç renk vermedi. Süreci izlemeye devam ettiğini, şartlar oluştuğunda kararını açıklayacağını belirterek, pazartesi günü twitterda açıkladıklarına benzer şeyler söyledi. Ama “10 yıldan bu yana yaptıklarımızla kendimizi ispat etmişiz. Güven kazanmışız” gibi bazı sözleri ise bende yola devam kararını vermiş bir Başkan izlenimi uyandırdı. Zaten bir ara “Metroda işler nasıl Başkan. Ben olsam o kadar sıkıntıyı çektikten sonra metroyu açtığım gün adaylığımı da açıklarım” diye takıldığımda attığı kahkahalardan kafasında bir şeyleri çözdüğü anlaşılıyordu. Böyle konularda tahminlerde bulunmak risktir, ama bence Kocaoğlu yeniden adaylığını koymaya karar vermiş.
Bunca yaşanan olaydan sonra partisinin Aziz beyi yeniden aday göstermek istemesi hiç sürpriz olmaz. Kocaoğlu ile birlikte büyük badireler atlatan yakın çalışma arkadaşlarının beklentileri ise Başkan’ın yeniden aday olarak kendilerini yalnız bırakmamaları. Sanırım Kocaoğlu bir süre daha izlemeye devam edecek ve Büyükşehir’in adayları ekim ayında netleşmiş olacak.
Başkan’dan hükümet ve orduya mektup
Başkan Aziz Kocaoğlu bir yandan yerel seçim öncesinin yoğun trafiğiyle uğraşırken, diğer yandan yüzlerce kişiye iş yaratacak projeler peşinde. Seferihisar’da açtıkları kuyulardaki jeotermal kaynakların ekonomiye katkısını sağlamak için hükümetin ve ordunun desteğini arıyor şu günlerde. İl Özel İdaresi’nden devir aldıktan sonra işler hale getirilen ve yeni açılan kuyularla birlikte Seferihisar’da 500 ile 1000 dönüm serayı ısıtabilecek kadar sıcak suları olduğunu belirten Kocaoğlu, şunları söylüyor:
Dünya televizyonlarında canlı yayında, Başkan Obama Suriye’ye neden müdahaleye karar verdiğini açıklarken, alt yazılarda Birleşmiş Milletler heyetinin beklenenden erken hedefteki ülkeden ayrıldığı haberi geçiyordu. Kimyasal bombaların etkisi altında ağlayan çocukların görüntülerine ve ülkede kalan son yabancıların ayrıldığı haberlerine bakarken kendimi Suriyelilerin yerine koydum. Çoluk, çocuk çaresiz bir şekilde karşınıza konuşlanmış gemilerden her an üzerinize yağabilecek bombaları beklemek ne büyük bir korku ve ızdırap olmalı. İstenildiği kadar sadece askeri hedefler vurulacak denilsin. Bombalar yağmaya başladıktan sonra Irak’ın, Afganistan’ın ne hale geldiğini, fındık, fıstık yerken canlı olarak ekranlarda izledik.
İzmir’de ev ve otellere alınmadıkları için Konak Meydan’ında yatmak zorunda kalan Suriyeli mültecilerin fotoğrafları yayımlandı. “Yine de şanslılar. Şu an Şam’da ya da vurulacak hedefteki yerlerden birinde olabilirlerdi. Ya da bugüne kadar ölen 100 bin kişi arasında olabilirlerdi veya son kimyasal silah saldırısının kurbanları arasında olabilirlerdi” diye düşünmeden edemiyor insan.
Bütün suçları Suriye’de doğup, büyümek olan bu insanların başlarına gelenler büyük bir ihtimalle henüz başlangıç. Dış politika uzmanlarının analizlerine bakılırsa füzeler Suriye’yi vursa da değişen bir şey olmayacak, hatta işler daha da kötüye gidecek. Şu tabloya bakarsınız durumun vehameti daha iyi anlaşılır.
Ya Türkiye’ye de bulaşırsa
Bir yanda Şii İran ve Lübnan’daki vurucu gücü Hizbullah, diğer tarafta Suudi Arabistan ve Katar’ın desteklediği El Kaide’yle aynı kefede olan Sunni vurucu örgütler. Öte yandan ülkede hakimiyet için İran-İsrail, Arap- Kürt çatışmaları ile Türkiye, İran, Rusya ve batılı ülkelerin işin içinde olmaları. Bu savaşın uzaması durumunda ise Suriye ile sınırlı kalmayacağı, Türkiye, Irak ve İran’a kadar yaygınlaştırılacağı da Ortadoğu uzmanlarınca dile getiriliyor.
HER şey yolunda giderse, mermerde dünyanın ikinci en büyüğü olan Uluslararası İzmir Mermer Fuarı, mart sonunda Gaziemir’deki yeni fuar merkezinde yapılacak. Böylece profesyonel fuarcılığın adresi değişecek. Mermer, gelinlik, tarım, ayakkabı gibi ihtisas fuarları Gaziemir’e taşınırken Kültürpark’ta yeni bir dünya kurulmaya başlanacak.
İZFAŞ Genel Müdürü Mehmet Şakir Örs, “Gaziemir’deki yeni fuar alanı kaldıraç işlemi görecek. Mermer Fuarı gibi yılda 10 adet dünya çapında fuar yaratmayı planlıyoruz. 12 aya yayılacak bu fuarların otelden restorana, taksiciden ayakkabı boyacısına toplumun her kesimine faydası olacak” diyor.
Peki, profesyonel fuarcılık Gaziemir’e gidince Kültürpark’a ne olacak? Son zamanlarda çok sorulan bu sorunun cevabını Örs şöyle veriyor:
“Her şeyden önce İzmir Enternasyonel Fuarı geleneği devam edecek. Yaklaşık 1.5 milyon kişinin ziyaret ettiği 82 yıldan beri var olan değeri yaşatacağız. Bütün firmalara da çağrıda bulunuyorum. Toplumun tüm kesimlerini bir arada buluşturan İzmir Fuarı gerçek bir test sahası. Ürünlerinizi ilk kez burada tanıtarak çok önemli geri dönüşümler alma şansını yakalayabilirsiniz. İzmir Fuarı turnusol kağıdı gibidir. Burada beğenilen bir ürün bütün Türkiye’de ve dünya pazarlarında başarılı olur. Beğenilmezse de büyük yatırımlar yapılarak piyasaya çıkmadan önce hatalarınızı gözden geçirme fırsatını yakalamış olursunuz.”
Bizim ‘Central Park’ımız zaten var
BİRÇOK Amerikan filminde karşımıza çıkan Central Park’ı görenler bilir. Yürüyüş yolları, göletler, konser ve spor alanlarıyla Central Park, New York’un merkezinde gökdelenler arasında gerçek bir vaha gibidir. Zaten New York’un en pahalı daireleri de bu parkın çevresine sıralanır. Her biri ayrı birer mimari tasarım harikası olan milyonlarca dolar değerindeki bu dairelerin uçuk kaçık rakamlarla ünlü işadamları ya da sanatçılara satıldığı haberleri medyada sıklıkla yer alır.
İZMİRLİLERİN 82 yıllık hayat arkadaşı fuar bu hafta yine kapılarını açıyor. Eski adıyla ‘Arş-ı Ulusal İzmir Panayırı’ bir zamanlar açılış gününün iple çekildiği bir etkinlikti. Öyle ki İzmirliler en şık giysileriyle geldikleri fuar için terzilere özel kıyafet bile diktirirdi.
Her yıl bir ay süreyle ekonominin patlayıp eğlencenin dibine vurulduğu fuar, zengini yoksulu, eğitimlisi eğitimsizi, çiftçisi işçisi, memuru tüccarı, sanayicisiyle toplumun farklı kesimlerini bir araya getiren olağanüstü sosyal bir olaydı. Sadece İzmirlilerin değil, Türkiye’nin her köşesinden, dünyanın dört bir yanından gelen ülkelerin açtıkları pavyonlarla farklı kültürlerden insanların da buluştuğu renkli bir noktaydı.
İZFAŞ Genel Müdürü Mehmet Şakir Örs, fuarın kısa tarihini anlatırken, “Cumhuriyet’i kuran kadroların 1. İktisat Kongresi için İzmir’i seçmeleri bilinçli bir tercihti. O dönemde farklı kültürlerin bir arada yaşadığı İzmir, Türkiye’nin Batı’ya açılan yüzüydü. Demiryolu ağları vardı ve ihracatın limanıydı. Önce 1923’ün Şubat’ında 1. İzmir İktisat Kongresi yapıldı. Burada, Cumhuriyet kurulduğunda uygulanacak ekonomi politikalar oluşturuldu. Daha sonra 9 Eylül 1923’te CHP kuruldu. Ardından 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edildi. Kısacası yeni Türkiye’nin yol haritası İzmir’den planlandı” diyor.
BÜTÜN dikkatler dışarıya, Mısır’a, Suriye’ye, Irak’a çevrilmişken; Ege Bölgesi Sanayi Odası Başkanı Ender Yorgancılar, içeride ekonominin fay hatlarında içten içe artan gerilime dikkat çekti. Eğer Türkiye’nin en büyük sanayi odası başkanlarından biri, aynı zamanda Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği gibi 1.5 milyon üyeli dev bir kuruluşun başkan yardımcısı uyarıda bulunuyorsa bunun çok ciddiye alınması gerekir. Sanayici, işadamı, tüccar, esnaf üyeleri aracılığıyla ekonominin nabzını anlık tutabilen oda ve borsalar bir uyarıda bulunuyorsa, bunun arkasında politik komplolar aramak ülke ekonomisine zarar vermekten başka işe yaramaz.
Türkiye’nin 3-4 ay öncesinden çok farklı olduğunu söyleyen Yorgancılar, “Büyüme, dış ticaret, işsizlik, enflasyon, faiz oranları, döviz kurları gibi temel ekonomik göstergelerde yaşanan gelişmeler Türkiye’nin 3-4 ay öncesinden çok farklı bir iklimde bulunduğunu ortaya koymaktadır. Değişen ve zorlaşan iklime rağmen ekonomiyi hala gündemin ikinci, hatta üçüncü sırasında tutmak ekonomik birimlerde algı ve önlem gecikmesi yaratabilir. Bu da telafisi imkansız maliyetleri ekonominin sırtına yükleyebilir” uyarısı yapıyor.
İşin doğrusu, özel sektörden gelen bu uyarılar, Bakan Ali Babacan’ın, “ABD Merkez Bankası FED’in uygulayacağı politikalara hazırız” açıklamalarına şüpheyle bakmamıza yol açıyor.
Kur yürek hoplatıyor
BİR gerçeğe işaret etmek gerek. Döviz kurlarındaki her dalgalanma sanayicinin, işadamının yüreğini hoplatıyor. AK Parti iktidarının ilk yıllarında özel sektörün dış borç miktarı 38 milyar dolar iken, geçen sürede tam 200 milyar dolar artarak 238 milyar dolara ulaşmış durumda. Her ne kadar hükümet IMF’ye olan 23 milyar dolar borcu sıfırladığı için övünse de, aynı dönemde özel sektörün borçlarının 5 kat artması bir gün tüm ekonomiyi etkileyecek baş ağrıları yaratabilir.
Türk girişimciler son 10 yılda dünyadaki para bolluğunun yarattığı dalganın üzerine binen Türk ekonomisiyle birlikte rahatlıkla borçlanarak yatırım patlamaları yaptı. Ama şimdi dünyanın hali değişti. Büyüme açısından zor yıllar geliyor. İşin uzmanlarının analizlerine göre önce ABD Merkez Bankası’nın 3-4 yıla yayarak atacağı adımlar bizi de etkileyecek. FED, muhtemelen birkaç ay içinde, 2012 sonundan itibaren her ay piyasaya sürdüğü ek para miktarını azaltacak ve 2014 ortalarında sıfırlayacak. Ardından 2015 sonu gibi faiz artırımına başlaması bekleniyor. Faiz artırımıyla birlikte eskiden piyasaya sürdüğü parayı çekecek. Bu ortamda Türkiye’de de faiz yükseleceğinden, 2007 ve önceki birkaç yıl ile 2010’un tümü ve 2011’in ikinci yarısında küresel para bolluğunun etkisi ile yakalanan yüksek büyüme oranlarını bir daha bulmak çok zor olacak.
Arap dolarına güven olmaz
ASLINDA bunlar, küresel krizin başlamasından beri eninde sonunda gerçekleşmesi beklenen senaryolardı. Türkiye’ye kaynak akışının kesilmesi, hatta içerideki sıcak paranın geçtiğimiz aylarda olduğu gibi fırsat buldukça dışarıya kaçması döviz kuru ve faiz başta olmak üzere birçok alanda istikrarsızlık demek. Belki Bakan Babacan, Katar ve Suudi Arabistan gibi petrol zenginlerinden Türkiye’ye gelecek kaynaklara güvenerek hazır olduklarını söylüyordur. Ama son zamanlarda Mısır politikasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Suudi Arabistan Kralı ve Katar’ın çok ayrı tellerden çaldığını göz önüne alırsak Arap dolarlarına ne kadar güvenilebileceğimiz de soru işareti yaratır. Tam 238 milyar dolar dış borcu olan sanayicilerin gelişmelerden rahatsız olup, artık gündemin birinci sırasına dışarıda olup bitenlerini değil, ekonominin alınmasını istemeleri çok normal.
EGE Serbest Bölge’nin (ESBAŞ) CEO’su Dr. Faruk Güler deneyimli bir yönetici. Uzun yıllar Denizli’de Abalıoğlu Grubu’nun gelişiminde rol oynadıktan sonra, şimdi birikimleriyle ESBAŞ’a katkıda bulunuyor. Gazetecilerle yaptığı sohbet toplantısında iş dünyasıyla ilgili gözlemlerini anlatan Güler, İzmirli işadamlarının sanayici olarak risk almaktan hoşlanmadığını söylüyor. Buna karşılık İzmirlilerin tarih boyunca her dönem günün koşullarına göre hizmet veya finans sektörlerine yatırım yaparak para kazanmanın en iyi yollarını bulduğunu da vurguluyor.
Bu durumun iyi olduğu kadar yeni rakipleri getirme riskleri de olduğunu söyleyen Dr. Faruk Güler, “Yatırım yapmak isteyenler için finansman bulmak dünyanın en kolay işi. Ama bunun için riske girmek gerek. Sanayicinin eli taşın altında olur. Zor iştir sanayicilik. İşe başladıktan sonra duramaz, 24 saat onunla birlikte yaşarsın. Ama İzmir’in ihtiyaçları varsa ve siz yatırım yapmazsanız bu boşluğu yurtiçi veya yurtdışından gelen ve risk almaktan çekinmeyen yeni yatırımcılar doldurur” diyor.
İzmir’in sanayi geleceğinin Aliağa’da şekillendiğini dile getiren Güler, “Çandarlı’daki liman yatırımı, Petkim’in yeni rafinerisi ve Aliağa’ya kuracağı enerji üssü kentin kaderini değiştirecek” diye ekliyor.
Ben kendi payıma bir yanda sanayi, bir yanda turizm, diğer yanda tarım bu üç özelliği bir arada barındıran başka bir kent var mı bilmiyorum. Böylesine büyük değerlere sahip olan İzmir, yatırımcılara birbirinden cazip fırsatlar sunuyor.
Ellerinin altındaki imkanları değerlendiremeyenlerin yerini başka kentlerden ve ülkelerden gelen yatırımcıların almasına da şaşmamak gerek.
1.5 milyon metrekare istiyorlar, yer yok
HEP merak etmişimdir, başka ülkelerde ‘Noel’, ‘Paskalya’, ‘Şükran Günü’ gibi ailelerin bir araya geldikleri bayramlarda, bizde olduğu gibi sohbetler dönüp dolaşıp siyasete mi gelir?
Bu sorunun cevabı, siyasetin o ülkedeki insanların yaşamını doğrudan ne kadar etkilediğiyle ilgili olmalı. Eğer siyasi kararlar insanların günlük yaşamını, iş hayatını doğrudan etkiliyorsa aile toplantılarında bile, “Ne olacak bu memleketin hali? Ne yapmalı?” diye konuşmak kaçınılmaz hale gelir.
O nedenle, bizde arkadaş toplantıları ve kahvehanelerin değişmez gündeminin ‘siyaset’ ve ‘futbol’ olmasına şaşmamak gerek. Neyse ki hasat zamanı başladı da şu günlerde özellikle Ege’de hangi mahsulün kaç para ettiği en fazla konuşulan konular oldu. Manisa’da ‘üzüm’ fiyatları, Aydın’da ‘incir’ bugünlerde kahvehanelerin tek konusu.
Geçtiğimiz bayramda eş dost ziyaretlerinde eskiler, anılar, çoluk çocuk derken; konu yine ülkenin siyasi geleceğine geliyordu. Bu kritik geçiş döneminde herkes kendine göre etkili ve yetkili yerlerden duyup bildiklerini söylerken, seçimlerin hayli sürprizlere gebe olacağı anlaşılıyordu.
Birleşilen ortak nokta ise Türkiye’de siyasi senaryoların Gezi Parkı olayları öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılmış olmasıydı. Gezi olaylarından önce Başbakan Erdoğan’ın ne yapıp edip başkanlık sistemini getireceği veya güçlü bir cumhurbaşkanı olarak siyasette aktif rol oynamaya devam edeceği tahmin ediliyordu.
Bugün ise bu olasılık çok zayıf görülüyor. Dahası, Avrupa Birliği ile ipleri koparma noktasına getiren Başbakan’ın, Obama’ya rağmen ABD’de hayli destek kaybettiği konuşuluyor. Başbakan’ın bir türlü sonu gelmeyen sert açıklamalarının arkasında yatan nedenlerden birinin de bu olduğu belirtiliyor.
Yeni çizilen senaryoların bir kısmında Başbakan’ın kolu kanadı kırık, güçsüz ve yetkisiz de olsa Çankaya’nın yolunu tutacağına kesin gözüyle bakılıyor. Başbakan’dan sonraki AKP’nin ise yeni dengeler kurulamazsa yeni partiler doğuracağına kesin gözüyle bakılıyor.
Uzun zamandan beri konuşulan bir başka senaryonun, Başbakan Erdoğan’ın üslubundan ve politikalarından rahatsız olan AKP içindeki bazı grupların da ayrılmasıyla cemaat destekli yeni bir merkez sağ parti çıkmasının hayli fazla dile getiriliyor olması dikkatimi çekti.
BAYRAMI zehir eden trafik kazalarının en ağırlarından biri Urla’daydı. Otobüs ya da kamyon değil, sadece iki özel otomobilin çarpışması beş kişinin hayatına mal oldu, yedi kişi yaralandı. Otomobillerden biri trafikte değil, müzede olması gerekirken altı yolcusu varmış. Diğerinde de altı kişi olunca, bu kadar dolu iki aracın sabahın 7’sinde birbirlerini bulup çarpışması kaderin bir cilvesi olsa gerek.
Daha da acısı, ölenlerden iki kişi kardeşmiş. Babaları daha önce bir trafik kazasında iki ayağını kaybetmiş. Şanssız baba yıllardır o haliyle çalışıp çocuklarını okutmaya çalışıyormuş. Araçlardan birinin yolcuları ise bir önceki gün hastanede trafik kazasında yaralanan yakınlarını ziyaret etmiş.
Celal Bayar Üniversitesi Kimya Bölümü öğrencisi hayatının baharındaki genç kız, henüz bir ay önce evlenen delikanlı gibi feci kazada ölenlerin her birinin ayrı bir hikayesi var. Bayramın üçüncü günü itibariyle trafik kazalarında yaşamlarını kaybedenlerin sayıları 48’e ulaşmıştı.
İstatistiklere göre Türkiye’de yılda ortalama 375 bin kişi ölüyor. Hayatlarını kaybedenlerin yüzde 46’sı 75 ve daha yukarı yaştakilerden oluşuyor. Bir başka ifadeyle ölümlerin yarısı doğal yaşam sürelerinin tamamlanmasından kaynaklanıyor. Kalan yarı ise vaktinden önce trafik kazası, hastalık, terör, savaş gibi nedenlerden hayatını kaybediyor. Doğal yoldan olmayan ölümler için aslında çok yüksek bir oran.
Geçen yıl Türkiye’de tam 1 milyon 228 bin trafik kazası olmuş. Bu kazalarda hemen kaza yerinde yaşamlarını kaybedenlerin sayısı 3 bin 835 kişi. Bu yılın ilk altı ayında ise bin 72 kişi trafik kazasında hayatını kaybederken, 101 bin 371 kişi yaralanmış. İçişleri Bakanı Muammer Güler son 30 yılda trafik kazalarında ölenlerin sayısının 160 bin kişiye ulaştığını söylemişti. Herhalde günümüz dünyasında ancak üçüncü dünya savaşında bu kadar insan ölür.
Kurban Bayramı tatili Şeker Bayramı’ndan daha uzun olacak. Ülke genelinde veya yerel yönetimler düzeyinde iki ay boyunca trafik kurallarına uyum ve bilinçli araç kullanımı kampanyaları yapılsa diyorum. Daha büyük faciaların önü belki böyle alınabilir.