BU satırlar yazılırken, haber ajanslarından, TV kanallarından Ergenekon Davası’nın mahkumiyet kararlarıyla genel kurmay başkanına, kuvvet komutanlarına, milletvekillerine, rektörlere, gazetecilere müebbet, 20 yıl, 10 yıl hapis cezaları yağmur gibi yağıyordu. Bir dönemin sonu anlamına gelen bu kararlar için elbette son değerlendirme Yargıtay aşamasından sonra yapılacak. Kamuoyu vicdanında yüzlerce soru işareti yaratan mahkumiyet kararlarında bütün umutlar Yargıtay’a kalmış durumda.
Bir ülkede adalet sistemine inanç kalmaz, o ülkenin vatandaşları hukuksuzluğun egemen olduğu bir ülkede yaşadığını düşünmeye başlarsa, ister Boğaz’ın altından geçin, ister uzaya köprü kurun yapılan yatırımların hiçbir anlamı kalmaz. Bir gün Gezi Parkı olur, öbür gün Gündoğdu, Kuğulu Park eylemleri...
Bu ağır mahkumiyet kararlarını gerçekten hak edenler de, zamanında bu toplumun önemsediği değerleri görmezden geldikleri için bu hale düştüler. Kamu vicdanının rahatlaması ve bir ülkenin geleceği için sanırım Yargıtay tarihinin en önemli kararlarını verecek. Umudu kaybetmemek için hala biraz şans var.
ÇOK yakınımın başına gelmese işin ciddiyetini anlayamayacak, “Her sınav sonrasının yakınmaları” diye düşünecektim. Ancak olayı kuzenimin oğlu yaşayıp konuyu birinci elden dinleyince sınav değerlendirme sisteminde ciddi bir sorun olduğunu düşündüm.
Hem çalışkanlığı, hem zekasıyla parlak bir öğrenci olarak dikkatleri çeken kuzenimin oğlu, İzmir’in parmakla gösterilen ilköğretim okullarından birini bu yıl ikincilikle bitirdi. Ayrıca, Seviye Belirleme Sınavı’nda (SBS) sadece tek bir yanlışla çok iyi puan aldı. Üstün zekalı öğrencilerin eğitim aldığı okullar dahil birçok özel okuldan burslu eğitim teklifi alan bizim delikanlının gönlünden geçen ise İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nde okumaktı.
Uyanık okullar
Ama gel gör ki hayalleri suya düştü. Nedeni, bazı okulların uyanıklık yaparak öğrencilerine Ortalama Yükseltme Sınavı’dan (OYS) okul başarı puanı olarak 100 vermeleriydi. Bu not SBS puanıyla birleştirildiğinde öğrencilerini öne çıkarmak isteyen okullarda okuyanlar yüzlerce kişinin önüne geçebiliyordu.
Bizim delikanlı SBS’de üstün başarı gösterdi, ama mezun olduğu okuldan gelen orta öğretim başarı puanı 95 olunca bun 389’uncu sıraya kadar geriledi. Halbuki onun okulu da uyanıklık yapıp başarı puanı olarak 95 yerine 100 verseydi 300’üncü sıraya yerleşip istediği okula girebilecekti.
Nitekim, ciddi özel okullar, sistemdeki aksaklığı görerek başarı puanı dahil edilmeden sadece SBS puanıyla kayıt yapıyorlarmış. Sonuçta bizim delikanlı Robert Kolej başta istediği bütün özel okullara girebiliyor. Ama özel okulların da maliyeti ortada, burs bulamazsanız yılda 70 ile 80 bin liralık yükün altına girmek gerek.
Kendisi doktor, eşi de tıp profesörü olduğu için eğitim konusunda hayli bilgili olan kuzenim konuyu biraz araştırınca sistemdeki vahim hatayı görmüş. Bazı okulların çan eğrisi veya 110, 120 üzerinden not verme gibi formüllerle işi yasal kılıfına uydurup öğrencilerine 100 başarı puanı verdiklerini görmüş.
BİR genel seçim öncesi, milletvekili adayı bir arkadaşım, seçim bölgesi İstanbul Beykoz’da dükkan dükkan dolaşıp vatandaşa kendini tanıtırken ben de esnafla sohbet edip bölgenin nabzını tutmaya çalışmıştım. Anlatılanlardan pek çok küçük yerde olduğu gibi semtte seçimlerin sonucunu etkileyen bir aile olduğu, onların da kendi adaylarını iktidara en yakın görülen AK Parti’den gösterdiklerini anladım.
Devlet ihaleleri başta olmak üzere iktidara yakın olmanın bütün avantajlarını kullanarak önemli bir güç haline gelen bu aile daha önceki seçimlerde de iktidara kim yakınsa onu destekleyip işlerini yürütmüşler. AKP yıllardır büyük bir yoksulluk içinde kıvranan varoşların oylarını alarak iktidara gelirken, Meclis’e taşıdığı milletvekilleri arasında rüzgara göre dönüp bir o partide bir bu partide olan isimler de vardı.
Son yıllarda özellikle İstanbul’da lüks ciplerde direksiyonda oturan yüzü makyajlı, başı türbanlı sayıları hızla artan hanımları görünce aklıma hep Beykoz’da esnafla yaptığım sohbet geliyor. AKP, sermayenin transferinde yeni bir dönemi başlattı. Aslında 50’li yıllarda Menderes zamanında Marshall yardımlarının da katkılarıyla yaratılan yerli sanayicilerin kapalı ekonominin koruması altındaki gelişimi Özal döneminde alt üst olmuştu. Yılların sanayi gruplarına Özal döneminin yeni zenginleri rakip oldu. Özal dönemi zenginlerinin kaynakları ise genellikle dış ticaretin çok zor olduğu kapalı ekonomi döneminde kaçak olarak giren mallardan elde edilmişti. Yurtdışında bekletilen yasadışı yollardan kazanılan paraların içeriye transferi hayali ihracat dahil bazı yolların kullanılmasıyla mümkün oldu. Daha sonra da bu paralar turizmden sanayiye birçok yatırıma dönüşerek yasal bir kimlik kazanmıştı.
Boğaz’da nargile fokurdatanlar
AKP döneminde ise yeni sermaye grupları ülkede geçen 10 yıldaki yüksek büyüme hızının rüzgarıyla geliştiler. Müthiş bir yatırım hamlesinin yaşandığı bu dönemde, iktidara yakın olan gruplar bu işlerin yapımında bir şekilde rol olarak milyarlarca dolarlık pastanın kıyısından köşesinden de olsa yararlanmaya başladılar. Bazı gruplar ise iyice büyüyerek dünya devleri arasına bile girmeye başladılar.
AK Parti’ye yakın zenginlerin yaşam tarzlarındaki değişim ise Boğaz’da açılmaya başlayan ultra lüks içkisiz nargile kafelere olan ilgiden anlaşılıyor. Mesela Başbakan Erdoğan’ın yakın dostlarından Atasay Kuyumculuk’un sahibi Cihan Kamer önceki gün Hürriyet’ten Vahap Munyar’a, Boğazda yeni açtıkları Huqqa ve The Market adlı restonlarına teknelerle gelen müşterilerin sayısındaki hızlı artışı anlatıyordu.
YEREL seçimler için geri sayım sürerken, ardı ardına ortaya çıkmaya başlayan adaylardan hayli heyecanlı bir döneme girdiğimiz anlaşılıyor. Futbolcu Tanju Çolak gibi sürpriz isimlerin bile gündeme gelmesi ise yerel seçimlerin sadece heyecanlı değil, hayli renkli geçeceğini de işaret ediyor. Sekiz yıldan bu yana yaşadığım Urla’da belediye başkanlığı için Çolak’ın adı geçince doğal olarak ilgilendim. Önce, “Ne alaka?” dedim. Urla’ya hayatında birkaç kez turist olarak gelmiş, ne köyünü, ne yolunu, ne de sorunlarını bilen birinin hangi cesaretle böyle bir göreve talip olabildiğini anlayamadım. Ben ki yıllardır yaşamama rağmen, Türkiye’nin yüzölçümü en büyük ilçelerinden olan Urla’nın sorunlarının onda birini bile bildiğimi sanmıyordum.
Bir süre önce Urla’da sohbet ettiğim, aktif olarak siyasette de yer alan AK Parti’li bir arkadaşa, yerel seçimle ilgili çalışmalarının nasıl gittiğini sormuştum. Biraz buruk, bazı siyasi manevralardan duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti. AKP’den aday olabileceğini düşündüğüm, Urla’nın yerlisi, yaptığı yatırımlarla esnaflıktan işadamlığına geçen bu genç ve dinamik arkadaşın sözlerine hayli şaşırmıştım. Ne zaman ki Tanju Çolak kendisine Urla Belediye Başkanlığı adaylığı teklif edildiğini açıkladı, o zaman burukluğun nedenini anladım.
Yerli halkın anlattıklarından anladığım kadarıyla Urla’da adayların belirlenmesi, seçimlerin sonucunu tayin eden son hamleler gibi siyasi manevralar ‘Malgaca Pazarı’ denilen tarihi çarşıdaki küçük kahvelerde yapılıyor. Malgaca Pazarı; antikacı dükkanları, kasap, manav, yerel lokanta ve kahveleriyle insanı adeta zaman tünelinde geçmişe götüren ilçenin en güzel yerlerinden biri. Ama o güzelim meydana esnaf neden arabalarını park edip nefes alınmaz hale getirirek üçüncü dünya ülkeleri manzaraları yaratır bir türlü anlayamam. Belediyenin buna neden izin verdiğini ise hiç anlayamam.
Belediye başkan adayları göreve talip olmadan önce bu işin altından kalkıp kalkamayacaklarını anlamalı. Başkanlık kulağa hoş gelen müthiş itibarlı bir makam. Ama sadece makamın keyfini sürmek için aday olunmaz. Eğer göreve geldiğinde belediyenin içindeki ya da partideki yapı bildiğini okur ve başkan kimseye söz geçiremezse o zaman ‘kağıttan belediye başkanı’ olmaktan öteye gidemez. Kağıt üzerindeki başkanlar liderlikten yoksun oldukları için doğru
dürüst hizmet veremez. O nedenle ilk seçimde seçmenler kağıttan başkanları yırtıp atar.
MARİNALAR yapıldıkları yere yeni bir hayat getiriyor. Bunun için Çeşme’ye bakmak yeterli. Birkaç yıl öncesinin Çeşme’si ile bugün arasında büyük fark var. Birbirinden göz alıcı tekneleri, marina çevresindeki restoran, bar, butik mağazalarıyla yepyeni bir dünya kurulan Çeşme, St. Tropez’e, Monaco’ya rakip oldu. Bodrum zaten yeni St. Tropez olmuştu şimdi aynı dalgaya Çeşme de bindi, yükseldikçe yükseliyor.
Marinaya demirleyen turistin yabancısı bol döviz, yerlisi TL bırakır. Tekne turistleri, yabancı ülkelerden ucuz turlarla gelip, her şey dahil otellerde hiç dışarı çıkmadan havuz başında bedava bira içip, sonra da çekip giden turistlere benzemez.
Türkiye marinacılıkla yeni yeni tanışıyor. Toplam 43 marinada 17 bin 500 yat bağlama kapasitesi bulunuyor. Ege’de karada ve denizde toplam 2 bin 700 yat kapasitesi var.
Merak edip araştırdım; Çeşme Marina’nın 400, Port Alaçatı Marina’nın 150, Levent Marina’nın 70, Altınyunus Marina’nın 180, Seferihisar Teos Marina’nın 440, Kuşadası Marina’nın 350, D–Marin Didim’in 580, Port Bodrum Yalı Kavak’ın 336, D-Marin Turgutreis’in 550, Milta Bodrum Marina’nın 450, Netsel Marmaris Marina’nın 720, Martı Marina’nın 350, Marmaris Albatros Marina’nın 150, Marmaris Yat Marina’nın 650, Ayvalık Marina’nın 200 adet denizde yat bağlama kapasitesi bulunuyor.
Ege’ye 2030’a kadar 12 bin tekne geleceğini tahmin eden Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Öztürk, 20 yeni marina daha yapılması gerektiğini söylüyor. Öztürk haklı. Akdeniz’deki yat pastasının tadını alan ülkeler kapasitelerini çoktan yüz binlere ulaştırmışlar. İspanya’nın 107 bin, İtalya’nın 128 bin, Fransa’nın 227 bin yat bağlama kapasitesi var. Pastadaki dilimini büyütmek isteyen İtalya kapasiteyi 2014’e kadar 200 bine çıkaracak, Hırvatistan’ın kapasitesi 10 yıla kadar 31 bine ulaşacak.
YATIRIMCILARA tavsiyelerde bulunan dünyanın önde gelen danışmanlık kuruluşlarından Goldman Sachs, Air Arabia hisselerinin satın alınması tavsiyesinde bulunmuş. Bu öneri üzerine yatırımcılar yoğun alıma geçince Air Arabia hisseleri tavan yapıp son 5 yılın en yüksek değerine ulaşmış.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) hava yolu şirketi “Air Arabia’nın hisselerini satın alın” önerisinde bulunulmasının en önemli gerekçelerinden biri EXPO 2020... Malum, İzmir’in EXPO 2020 yarışında en güçlü rakiplerinden biri BAE’nin en büyük şehri Dubai. Bu yarışta Dubai’nin kazanma şansı çok yüksek görüldüğü için Air Arabia hisselerine şimdiden yatırım yapılması önerilmiş.
Şirket yetkilileri, yatırımcılara, “EXPO’yu aldığımızda 2020’de Dubai’ye 20 milyon ziyaretçi gelecek. Bunların çoğunu biz taşıyacağız. Şimdi hisse alan çok kazanacak” açıklamalarında bulunuyor.
Kasım 2013’te yapılacak EXPO 2020 oylamasına sadece 4 ay kaldı. Oylama sonucunu şimdiden öngörüp, “Air Arabia hisselerini alın” tavsiyesinde bulunan yatırımcı kuruluşların bizim THY’nin hisselerini aynı gerekçeyle önerdiklerini ben hiç duymadım. Aslında İzmir de çok güçlü bir aday ve önerilmesi gerekir. Hem İzmir’e gelecek ziyaretçi sayısının Dubai’nin 2 katı, 20 milyon değil, 40 milyon olacağı düşünülürse THY’nin hisselerinin çok daha yükseklerde uçması gerekir.
ÜNİVERSİTE sınavlarında puanlarını alıp tercihlerini yapan öğrencilerde heyecan dorukta. Hayatlarında yeni bir sayfa açılacak gençler, kazanacakları üniversite ve bölümlerle kent içi ve kent dışı büyük bir göç hareketine de neden olacak.
İzmir’de sayıları dokuza ulaşan üniversitelerde yaklaşık 150 bin öğrenci okuyor. İzmir’in potansiyeline bakılarak yapılan tahminlere göre üniversite sayısı 15’e, öğrenci sayısı ise rahatlıkla 250 bine kadar ulaşabilir. Bugünkünün neredeyse iki katına çıkacak bu sayının İzmir’in kültürel ve ekonomik yaşamına önemli katkılarda bulunacağı çok açık.
Yapılan araştırmalar üniversite öğrencilerinin harcamalarında birinci sırada yiyecek ve içecek, ikinci sırada ise barınma giderlerinin geldiğini gösteriyor. Daha sonra giyim, kuşam gibi giderler geliyor. Anadolu’daki üniversitelerde öğrencilerin aylık ortalama harcamalarının en az 500 TL olduğunu dikkate alırsak bu rakamın İzmir için rahatlıkla ortalama 700 TL ve üstü olduğunu söyleyebiliriz. Bir başka ifade ile 150 bin öğrencinin kente aylık ekonomik katkısını en az 75 ile 115 milyon TL olarak tahmin edebiliriz. Öğrenci sayısının 250 bine ulaşması durumunda ekonomik katkı da ayda 200 milyon TL’ye ulaşabilir.
100 bin yeni öğrenci
Gelecek 10 yılda yeni üniversiteler ve 100 bin yeni öğrenci geleceğini var sayarsak yiyecek ve içecek sektörü ile öğrencilerin barınma ihtiyacı için yurtlarla konutlara büyük ihtiyaç olacağı çok açık. Bunu daha iyi anlayabilmek için 40 binden fazla öğrencinin okuduğu Ege Üniversitesi’nin Bornova’ya, yine 40 bin civarında öğrencinin okuduğu Dokuz Eylül Üniversitesi’nin kampuslerinin Buca ve çevresine yaptığı katkılara bakmak yeter.
GEÇEN hafta Deniz Sipahi, Hürriyet Ege’deki köşesinde yerel seçimlerle birlikte erken genel seçim yapılma senaryolarından söz etti. Gezi olaylarından sonra ezberin bozulduğu Türkiye’de, AKP’nin yine Erdoğan liderliğinde seçimlere girebilmek için böyle bir formülün gündeme gelebileceğinden söz ediliyor. Ben bu senaryoların gerçekleşme olasılığına ekonomi cephesinden bakarak katılıyorum.
Yıllardır dışarıdan gelen kaynaklarla ekonominin dört nala koştuğu Türkiye yeni bir döneme giriyor. Yurtdışından kaynak girişinin yavaşlayacağı bir dönem bu. Dünyadaki koşullar bunu gerektiriyor. Artık paranın yine yön değiştirerek gelişmekte olan ülkelerden önce ABD’ye, sonra Avrupa’ya döneceği, Çin’in ise yavaşlama eğilimine gireceği bir döneme giriyoruz.
Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Fatih Özatay, Amerikan Merkez Bankası FED’in bu konudaki stratejisini 2011’de açıkladığına dikkat çekiyor. Şimdi uygulamaya geçildiğini söyleyen Özatay, o nedenle son bir ayda yaşanan olayların sürpriz olmadığını belirtiyor. Türkiye Merkez Bankası yöneticilerini de bu konuda uyaran Fatih Özatay, bundan sonra olacakları ise şöyle özetliyor:
1. FED önce piyasaya ek para çekmeyi durduracak. 2. Sonra para çekmeye başlayacak. 3. Daha sonra faizleri yükseltecek. 4. Son olarak da para çekme işlemini hızlandıracak.
Görüldüğü gibi neler olup biteceği çok önceden ilan edilmiş. ABD Merkez Bankası’nın faiz yükseltip para çekmesi Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere para akışının yavaşlaması demek.
Türkiye’ye para girişinin yavaşlaması ise ekonomik büyümenin yavaşlaması, işsizliğin tırmanışa geçip gelirlerin azalıp yoksulluğun artması demek. Kısacası, 10 yıldır hükümeti ezici çoğunlukla iktidarda tutan yıldızların pulları teker teker dökülmeye başlayacak demek.
O nedenle Başbakan Erdoğan, Batı’dan gelen paranın muslukları iyice kısılmadan, kendisini 10 yıldır ezici çoğunlukla iktidarda tutan ekonomik başarılarına gölge düşmeden önce erken seçime gitmek istemesi hiç sürpriz olmaz.
Perde inerken