Sonuçların 2024 verilerini yansıttığını hatırlatıp, dikkatimi çeken noktaları paylaşmak isterim:
Geçtiğimiz yıl satışlar 2023’e göre yüzde 36.3 artmış ancak faaliyet kârları yüzde 31.6 azalmış. Yani şirketler kendi temel işlerinden daha az kâr elde etmişler.
İstihdamı yüzde 2.6 artıran 500 şirketin çalışanlara ödediği maaş ve ücretler yüzde 90.9 oranında yükselmiş.
İSO 500›ün vergi öncesi kâr ve zarar (FAVÖK) toplamı yüzde 58.5 düşüşle 267 milyar liraya gerilemiş.
Satış kârlılığı oranı yüzde 8.6’dan yüzde 2.6’ya inmiş.
2024’te 500 şirketin 348’i kâr ederken, 152 kuruluş zarar açıklamış. Zarar eden işletme sayısı önceki yıl 96’ydı.
Sanayiciler uzun zamandır kârlılıklarının düştüğünü söylüyor. Rakamlar bunu ispatlamış durumda. İSO 500’ü oluşturan şirketlerin çok büyük bölümü ihracatçı. İSO 500’ün rakamları ihracatçıların maliyet artışlarından yakınmasını da tamamen doğruluyor. Maliyetlerdeki keskin yükselişe rağmen kurların 2024’te enflasyonunun neredeyse yarısı kadar artması belli ki hesapları alt üst etmiş. Hatırlarsanız geçtiğimiz yıl enflasyon yüzde 44.38 olarak gerçekleşmişti. Dolar kuru 2024’te yüzde yaklaşık yüzde 20, Euro ise yüzde 12 değer kazanmıştı. Bu durumda iki yoldan birine sapmak zorunda kaldılar. Ya kur bazında zam yaptılar ya da kârlarından feragat ettiler. Her iki durumda da olumsuz etkilendiklerini tahmin etmek güç değil.
Hükümetin uyguladığı program tüketicinin talebini düşürmeyi ekonomiyi soğutmayı hedefliyordu. Böylece fiyatlardaki artış duracak, enflasyon düşecekti. Oldu mu? Hedefler tam tutmasa da önemli ölçüde başarı sağlandı. Ancak sanayiciler ‘azı karar fazlası zarar’ noktasına gelmiş durumdalar.
Sporculuk kariyerini noktalayıp Mars Sinemaları ile iş hayatına hızlı bir giriş yapan Yıldırım; spor salonları, oteller, tiyatro, film yapımcılığı derken geçtiğimiz hafta da markalı konut işine girdiğini duyurdu. Nasıl mı? Özkancalar İnşaat Grup Başkanı Hakan Özkanca, bir araya geliş hikâyelerini şöyle anlattı:
“Alaçatı’da Surf Paradies Club’a (ASPC) sörf için gidiyordum. Bana ‘Burada 11 dönüm yerimiz var. Beş dönümü plaj. Kalan bölüme rezidans projesi başlatıyoruz ama tek başımıza yapamayacağız’ dediler ve ortaklık teklif ettiler. Kabul edip kat karşılığı esasına göre anlaşma imzaladım. Ancak bu proje için güçlü bir marka arayışına girdim ve aklıma ilk gelen markalardan biri The Stay oldu. Alaçatı’da da oteli bulunan markanın sahibi NuLook Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Muzaffer Yıldırım ile görüştüm.”
Hikâyenin sonrasını Yıldırım’dan dinledik:
“Öncelikle çok mutlu oldum. Çünkü böyle projeler için genellikle uluslararası ünlü markalar düşünülür. Bizim ‘The Stay’ ile kendi markamızı projelere verebilecek noktaya geldiğimiz anlaşılıyordu. Bir süre düşünüp karar verdim ve Alaçatı’daki sörf rezidansı projesine ismimizi vermeyi kabul ettim. Projenin adı ‘Surf Lounge The Stay Living’ oldu. Markamızı verip geride durmayacağız. İşletmeyi de biz yapacağız.”
Yıldırım ve Özkanca’nın verdiği bilgilere göre, proje 44 dairelik rezidans, plaj ve sörf kulübünden oluşacak. Sörf teması etrafında şekillenecek projeyle “kite surf” (uçurtma sörfü) gibi spor kültürünü büyütmeyi ve uluslararası platformlara taşımayı hedefleniyor. Bu amaçla 2026 yılında ‘Kiteboard Dünya Şampiyonası’na ev sahipliği planlanıyor. Rezidans otel felsefesiyle işletilecek. Sahiplerinin kullanmadığı dönemlerde isterlerse daireleri onlar adına kiraya verilecek. İnşaatı altı ay önce başlayan proje ana hatları ile ortaya çıkmış. Rezidans bölümü için 20 milyon dolar, çevre düzenlemesi için de 7 milyon dolarlık yatırım söz konusu.
İşe kat karşılığı modeliyle girmişler ama projeyi tamamen devralmışlar. Muzaffer Yıldırım, kendisini ‘Mutluluk ve keyif satıyorum’ diyerek tanımlar. Bakalım, markalı konut projesinden de yeni bir mutluluk ve keyif hikâyesi çıkacak mı...
Muzaffer Yıldırım - Hakan Özkanca
Ancak Trump ile Harvard arasındaki kavga kolay bitecek gibi durmuyor.
Federal hükümet, aralarında Harvard’ın da olduğu birçok üniversiteyi, başta Filistin’e destek için düzenlenen kampüs protestoları ile çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık programlarını gerekçe göstererek federal fonlarını dondurmakla tehdit etmişti.
Trump yönetimi, Harvard’a sağlanan 2.2 milyar dolarlık fonun ve 60 milyon dolarlık sözleşme bedelinin dondurulmasına karar vermiş, üniversite de federal hükümetin fonları dondurmasının hukuka aykırı olduğunu savunarak, bu kararı engellemek üzere dava açmıştı.
Ancak Harvard ile Trump yönetimi arasındaki kavga kolay kolay bitecek gibi gözükmüyor. Yargıç şimdilik yasağı durdurdu gibi gözüküyor ancak Trump yönetiminin elinde de vize başta olmak üzere yabancı öğrencilerin üniversitelerde okumasını engelleyebilecek pek çok yöntem var.
ABD’de başta Harvard olmak üzere üniversitelerde okuyan öğrenciler diken üstünde. Sadece onlar değil, bu yıl okullara gitmeyi planlayanlar da zor bir karar ile karşı karşıya. Bürokratik ve akademik engelleri aşsalar bile şimdi bir de siyasi tehditleri göz önünde bulundurmak zorunda kalacaklar.
YILLIK 50 BİN DOLAR
Tüm bunlar bir tarafa, ABD’de üniversite okumanın bir de ekonomik bedeli var.
ABD’de hem kamu hem de özel üniversiteler var. Kamu veya eyalet üniversiteleri, özel üniversitelerden daha ucuz öğrenim ücretlerine sahip.
Motokuryelerden bahsediyorum. Evlere, işyerlerine sipariş ulaştıran emektarlardan... Yollarda aracımızın dört bir tarafında dolaşmalarına kızdığımız ama eve verdiğimiz yemek siparişini azıcık geciktirseler kızdığımız çalışanlardan...
Pandemi dönemiyle birlikte hızla büyüyen sektörlerden birisi oldu motokuryelik. 2020 yılından itibaren talebin katlanarak arttığı sektöre yeni oyuncuların, teknolojilerin girmesiyle motokurye ihtiyacı da arttı. 2024 yılının başı itibarıyla sadece İstanbul’daki motokurye sayısı 350 bine ulaştı.
30 KİŞİDEN 1’İ
Türkiye’nin genelinde ise 1 milyon kişiyi aştılar. 2024 rakamlarına göre ülkemizde toplam istihdam sayısı 32 milyon 10 bin. Demek ki yaklaşık 30 çalışandan 1’i artık motokurye. Buna rağmen bugüne kadar toplum tarafından biraz yok farz edildiklerini özelikle düzenlemeler konusunda da ihmal edildiklerini söylesek sanırım yanlış olmaz. Ta ki geçtiğimiz haftaya kadar. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından hazırlanan “Karayolu Taşıma Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” Resmi Gazete’de yayımlandı.
İLK DEFA KAYITLILAR
Yönetmelikle özellikle motokuryelere ilişkin düzenlemeler yapıldığını belirten Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, “Motokuryeler ilk defa kayıt altına alınıyor. Sektörde yetkin ve eğitimli kuryeler ile hizmet kalitesinin artırılmasına katkı sunacağız” değerlendirmesinde bulundu.
Raporun detaylarına ve IEA Başkanı Fatih Birol’un Hürriyet’e özel açıklamalarına geçeceğim ama önce kritik metal tanımını hatırlatmamda fayda var. Kritik mineraller ifadesi; şirketlerin, endüstrilerin, ulusların ve hatta dünyanın üretim ve teknoloji ihtiyaçları için hayati önem taşıdığı düşünülen mineralleri tanımlıyor.
Elektrikli araçların pillerinden tutun da uzay teknolojilerine, cep telefonu çiplerinden uçak ve robot parçalarına kadar aklınıza ne gelirse dünya artık bu mineraller olmadan iş yapamaz durumda desek yanlış olmaz. O yüzden bu kritik mineraller özellikle teknoloji dünyasının devamlılığı için olmazsa olmaz durumda. İşte dün yayınlanan rapor bakır, lityum, nikel, kobalt, grafit ve nadir toprak elementleri gibi enerjiyle ilgili kilit minerallerin tedarik zincirlerinin, birkaç ülkenin elinde yoğunlaşarak arz güvenliğini tehdit ettiğini ortaya koydu.
Kritik mineraller dünyasının mutlak hakimi ise Çin. Çin, analiz edilen 20 mineralin 19’unda lider rafinajcı konumunda ve ortalama yüzde 70’lik pazar payına sahip. Bakır, lityum, nikel, kobalt, grafit ve nadir toprak elementleri için ilk üç üreticinin toplam pazar payı 2020’de yaklaşık yüzde 82 iken, 2024’te yüzde 86’ya yükseldi. Ayrıca, bu 15 mineralin fiyat dalgalanması, petroldeki dalgalanmadan daha yüksek. IEA Başkanı Fatih Birol bu kritik rapordaki ayrıntıları Hürriyet’e anlattı.
RAFİNERİLER ELİNDE
McDonald’s Üst Yöneticisi (CEO) Chris Kempczinski, 2025 yılı ilk çeyrek finansal sonuçlara ilişkin açıklamasında, günümüz tüketicilerinin “belirsizlikle boğuştuğunu” bu sözlerle belirtti. Ray Kroc’un, McDonald kardeşleri ikna ederek 1961 yılında, tamamını 2.7 milyon dolar karşılığında satın aldığı şirketin bugünkü piyasa değeri 230 milyar dolar. Ancak işler, özellikle anavatan ABD’de hiç iyi gitmiyor ve McDonald’s eski parlak günlerine dönmek için arka arkaya hamleler yapıyor. Restoran zincirinin ABD satışları ilk çeyrekte yüzde 3.6 azalarak pandeminin yaşandığı 2020’den bu yana en büyük düşüşü kaydetti. 5.9 milyar dolarlık gelir piyasa beklentilerinin altında kaldı.
SİYASİ FİGÜRE DÖNÜŞTÜ
Peki ama ABD’nin sembol markalarından biri olan McDonald’s’ın son dönemde kan kaybetmesinin nedenleri neler? Şirket son dönemde ekonominin yanı sıra siyaset sayfalarından da eksik olmuyor. Çünkü ABD Başkanı Donald Trump, McDonald’s’ı siyasi bir figür haline dönüştürmüş durumda. Trump başkanlığa aday olduğu dönemde 20 Ekim 2024’te Pennsylvania, Feasterville-Trevose’daki McDonald’s restoranını ziyaret etmiş, tezgâhın arkasına geçip pozlar vermişti. Bu olay Trump’ın McDonald’s’a yıllardır süren hayranlığının doruk noktası olarak kabul edilmişti. Mesaj netti. Diğer başkan adayı Kamala Harris’in 1980’lerde McDonald’s’ta kısa bir süre çalıştığı iddiasına odaklanıldığı sırada, Trump Amerika’nın işçi sınıfının güçlü bir simgesi olan bu markayla daha güçlü bir bağ kurabileceğini göstermeye çalışmıştı. Trump’ın oğlu Donald Trump Jr. da babasının “McDonald’s menüsünü Kamala Harris’ten çok daha iyi bildiğini” söylemişti.
TRUMP’A 1 MİLYON DOLAR
McDonald’s da seçimi kazanan Trump’ın başkanlık yemin törenine 1 milyon dolarlık bağış yaparak desteğini göstermişti. Trump’ın McDonald’s’la ilişkisi başkanlık döneminde de devam etti. Beyaz Saray’daki aşçıları, başkanın güne McDonald’s’tan Big Mac yemeden başlayamadığını dile getiriyordu. Nitekim Trump’ın basına sızan diyet listesinin akşamları iki Big Mac, iki Filet-O-Fish ve bir çikolatalı milkshake içerdiği ortaya çıkmıştı. Trump’ın McDonald’s ile bu sıcak ilişkisi sınır ötesine ulaştı. En son geçtiğimiz hafta Suudi Arabistanlı yetkililerinin, fast food bağımlılığı ile bilinen Donald Trump’ın ziyareti için Kraliyet Sarayı bahçesine mobil McDonald’s şubesi getirdikleri ortaya çıktı.
EKONOMİ POLİTİKALARI VURDU
Yukarıdaki sözlerin sahibi Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Asya Programı Direktörü Janka Oertel.
Çin ile ABD’nin tarifeler konusunda anlaşmaya yakın olduğu haberleri üzerine Oertel geçen hafta BBC’ye verdiği demeçte “ABD ve Çin bunu ortak bir anlaşma olarak nitelendirse de Pekin’de bu, Trump yönetiminin gümrük vergilerinden geri adım attığı şeklinde yorumlanacak” demişti.
Dün tarife savaşlarının ABD cephesinde iki gelişme yaşandı. Önce ABD Başkanı Donald Trump, dış politika ve ekonomik konuları görüşmek üzere Çin’e seyahat etmeye istekli olduğunu söyledi. Daha sonra Hazine Bakanı Scott Bessent, Trump’ın 2 Nisan’da açıkladığı ticaret politikalarının yeniden devreye alınacağını ve tarifelerin o tarihte duyurulan seviyelere döneceğini belirten bir açıklama yaptı.
Anlayacağınız ABD’nin tarife yalpalamaları sürüyor ve bundan en çok Amerikalı üreticiler zarar görüyor. Düşünsenize ABD’de teknoloji başta olmak üzere kritik sektörlerde üretim yapıyorsunuz. Üretim yaparken pek çok malzemeyi Çin’den almak zorundasınız. Çipler, motor parçaları, plastik ürünler vs. aklınıza ne gelirse... Çin’den ithalat yapmadan o ürünleri maalesef üretemez durumdasınız. Sabah telefonu açıp sipariş veriyorsunuz, gümrük vergisi yüzde 30, akşam televizyonu açıyorsunuz yüzde 145. İki gün sonra tekrar yüzde 30, bir hafta sonra tekrar yüzde 145. Deyim yerindeyse ABD’li üreticiler tarife manyağı olmuş durumda. Maliyetlerini tam olarak bilmedikleri için fiyat belirlemelerinin imkânsız hale geldiğine dikkat çeken üreticiler bu nedenle sipariş kabul edemediklerini, ağır kayıplara uğradıklarını belirtiyorlar.
SOĞUKKANLI ÇİN
Peki tarife savaşının şu ana kadarki bölümünde kazanan kim? Bence kesinlikle Çin. Uzakdoğu’nun lokomotifi konumundaki ülke ABD’nin tüm hamlelerini büyük bir soğukkanlılıkla karşılıyor. 2023 yılında Çin’in ABD’ye yaptığı ihracat, toplam ihracatının sadece yüzde 14.8’ini oluşturmuştu. Çin, ABD olmadan da yoluna rahatlıkla devam edebilir. Çünkü ABD’nin ticaret savaşında yanına müttefik alması zor gözüküyor. Asıl soru şu; ABD, Çin olmadan kısa ve orta vadede yoluna nasıl devam edecek? Çin’in yerine yeni bir oyun planı oluşturmak şu aşamada ABD’ye pahalıya patlıyor.
Hatırlarsanız Trump’ın seçimdeki sloganı ‘Make America Great Again’di yani ‘Amerika’yı Yeniden Büyük Hale Getirin’.
Olay yeri Beylikdüzü. 2 Mayıs Cuma günü 80 yaşındaki G.A. cep telefonundan aranır. Arayan, Türkiye’nin en köklü küçük ev aletleri firmalarından birinin yetkilisi olduğunu aktarır. G.A. bir süre önce su arıtma cihazı almıştır. Telefondaki kişi filtrelerinin değişim zamanının geldiğini söyler. G.A. fiyatını öğrenip ve filtrelerinin değiştirilmesini kabul eder. Karşı taraf adres bilgilerini zaten bildiklerini belirtir, karşılıklı randevulaşırlar. Belirtilen saatte G.A.’nın evine giden iki kişi filtreleri değiştirir ve G.A.’dan 1500 TL tahsil ederek evinden ayrılırlar.
10 GÜN SONRA BİR DAHA
Aradan 10 gün geçer, 12 Mayıs Pazartesi günü G.A.’nın telefonu yine çalar. Arayan yine aynı firmadan aradığını söyler ve filtrelerin değişim zamanı geldiğini tekrarlar. G.A. 10 gün önce zaten söz konusu değişimin yapıldığını belirtir. Ancak karşı taraf ısrarla bu değişimin firmalarınca yapılmadığını söyler. G.A. firmanın kontrol için gelmesini kabul eder. Yine iki kişi gelir, yetki belgelerini ibraz edip cihazı kontrol ederler ve filtre değişimini kendileri yapmadıkları için cihazın garantisini sonlandırmak zorunda olduklarını söylerler. G.A. yaşına dikkat çekerek önce gelenleri gerçek yetkililerden nasıl ayırt edebileceğini sorar. Firma yetkilileri ellerindeki yetki belgelerini işaret eder. Uzatmayalım, karşılıklı tartışmadan sonra firma yetkilileri ‘bir kereye mahsus ihlale göz yumacaklarını, garantiye devam edeceklerini’ belirterek G.A.’nın evinden ayrılır.
G.A.’nın torununun bana bizzat aktardıkları aynen böyle... Gelelim olayın perde arkasına...