Şirket hedef pazarlardaki müşterilerin spora duyduğu ilgiden hareketle bu alanda da ciddi yatırımlar yapıyor.
Trendyol’un davetlisi olarak gittiğimiz Almanya’da Trendyol Group Başkanı Çağlayan Çetin ile şirketin uluslararası büyüme stratejisi ve spora olan desteğiyle ilgili görüştük.
Çetin, Trendyol’un Avrupa, Orta Doğu ve Orta Asya’daki 20 ülkede lokal uygulamalarıyla 10 milyona yakın aktif müşteriye hizmet verdiğini söyledi. Almanya’da 3 milyondan fazla aktif müşteriye ulaştıklarına dikkat çeken Çağlayan Çetin, “Tüm Avrupa, Orta Doğu ve Azerbaycan’da hızla büyümeye devam ediyoruz. Geçen sene Orta Doğu’da altı ülkeye açıldık ve şu an Riyad, Dubai ve Katar’da da çok hızlı büyüyoruz. Avrupa’da Romanya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti ve Yunanistan gibi komşu Balkan ülkelerinde de büyüme hedefimiz var” diye konuştu.
OLİMPİYAT TARİHİNDE İLK
Spor yatırımlarını sürdüreceklerini belirten Çetin, “Spora olan desteğimizi taçlandıran Avrupa Futbol Şampiyonası ve Olimpiyat Oyunları sponsorluklarımız, Trendyol’un küresel ticaretin şampiyonlar liginde yer aldığını güçlü bir şekilde teyit ediyor. Kadın milli voleybol takımımızın destekçisi olarak Milletler Ligi ve Avrupa Şampiyonası’nda yanlarındaydık. Geçen yıl Süper Lig’in sponsoru olduk ve son olarak 130 yıllık Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarihinde bir ilke imza attık ve resmi ‘E-Ticaret Hizmetleri Partner’i olduk. Her alanda sporcularımıza desteğimizi sürdürüyoruz ve bu desteği Paris 2024 Yaz Olimpiyatları’nda da devam ettireceğiz” dedi.
E-İHRACATI KOLAYLAŞTIRIYORUZ
Türkiye’nin üretim gücü, tedarikçileri, kaliteli üretim yapan markaları, ürünleri ve lojistik avantajlarıyla dünya pazarlarında rekabet edecek güce sahip olduğunu belirten
Çünkü açık söyleyeyim Uludağ’da Swissotel açıldığını bilmiyordum. Meğer açılış aralık ayında gerçekleştirilmiş. Uludağ Milli Parkı sınırlarının içine girer girmez bir süre sonra yolun solundaki yönlendirme tabelalarıyla otele ulaştım.
Hemen söyleyeyim... Uludağ oteli, restoranları, konferans ve toplantı salonlarıyla nefis bir tesise kavuşmuş.
ANITKABİR’İN MİMARI VE İLK KADIN MİMAR İMZASI
Bursa Ticaret Odası yetkililerinden Cumhuriyet döneminde inşa edilen sembol bir yapının dönüşüm öyküsünü dinledim. İşte öyküden satır başları....
-Uludağ’da bir bölümü Swissotel bir bölümü ise Bursa Business School olarak hizmete açılan bina aslında 1949’da işletmeye giren Sanatoryum.
-Mimarlık tarihinin iki büyük ismi Anıtkabir’in mimarı Ordinaryus Prof. H.Emin Onat ve Cumhuriyetimizin ilk kadın mimarlarından Prof. Dr. Leman C. Tomsu tarafından ortak tasarlanmış.
-Yapı,
Kurucuların hepsi, Adana’da yaşayan Kayserili iş adamlarıydı. Amaçları bölgenin pamuk üreticilerine finansman sağlamaktı. Banka, 12 Nisan 1947 tarihinde “Adana-Kayseri Bankası” adıyla finans sektöründe yerini aldı. İki şehrin baş harfleri nedeniyle “Akbank” adıyla anıldı. Bu isim, aynı zamanda bölgede yetişen pamuğu temsil ettiği için seçilmişti. Akbank tek şube ile küçük bir mahalli banka olarak kuruldu.
İHRACAT ÜSSÜ
Özetle, Akbank için Adana, Adana için de Akbank çok önemli. Geçtiğimiz hafta Hürriyet ekibi olarak, Akbank tarafından düzenlenen ‘Birlikte Geleceğe Buluşmaları’nın ilki için Adana’daydık. HiltonSA otelinde düzenlenen etkinliğe Adanalıların çok büyük ilgi gösterdiğine şahit olduk. Akbank Genel Müdürü Kaan Gür ve banka yöneticileri Türkiye’nin üretim gücünde önemli bir misyon üstlenen Adanalılarla bir araya geldi, sorunlarını dinledi, çözüm önerilerini, tavsiyelerini paylaştı.
Dile kolay... Adana’dan 169 ülkeye 3 milyar dolarlık ihracat gerçekleştiriliyor. Etkinlik süresince Adanalılardan en çok duyduğumuz kelimeler ‘üretim ve yatırım’ oldu. Adanalılar, üretimin hız kesmeden sürmesi, yatırımların artması için sürdürülebilirlik, dijitalleşme ve dönüşümün anahtar kelime olduğunun farkındalar. Adana Sanayi Odası Başkanı Zeki Kıvanç, yeşil dönüşüme ayak uydurmak gerektiğini, hazırlanmak için ciddi bir AR-GE çalışması yürüttüklerini paylaştı.
Tüm bu dönüşümler için çok ciddi bir finansman desteği gerekiyor. Panelde bankacı dostlarımız ne tür destekler sağlayabileceklerini anlattılar. Kemerlerin biraz sıkıldığı, kredi almanın da vermenin de daha zor olduğu bir dönemden geçiyoruz. Ancak Zeki Başkan’ın dikkat çektiği yeşil dönüşümü yapmak zorundayız. Karbon vergileri kapıda, dijitalleşme, yapay zeka aldı başını gidiyor. Geri kalma lüksümüz, şansımız yok. İhracat hedeflerine koşmak, sorunsuz büyümek istiyorsak deyim yerindeyse ‘kılçıksız’ yani modern ve kusursuz bir üretim dünyası kurmamız şart. Bunun için gereken yatırımlar adına pozitif ayrımcılığı her alanda hakkaniyetle uygulamayız. Adına teşvik, hibe ne derseniz deyin; bu dönüşüm için elimizdeki tüm imkanları kullanmak zorundayız. Umarım ekonomi yönetimimiz, yeşil dönüşüm, karbon iyileştirme, dijitalleşme vs yatırımlar için gereken kredilere pozitif ayrımcılık uygular. Bankalar bu yatırımlara çok daha rahat kredi verir.
ÖNEMLİ FIRSAT
Akbank’ın düzenlediği bu toplantılar geleceği tartışmamız, dijitalleşme, sürdürülebilirlik ve yeşil dönüşümü odağımıza almamız için önemli bir fırsat. Emeği geçen, Türkiye’nin geleceğine katkı sağlamaya çalışan herkese teşekkürler.
Akbank Genel Müdürü Kaan Gür’ün şu önemli tespiti ile bitirelim:
Dünyada kabul görmüş her spora saygım var. Şu avcılık ve spor konusu nasıl yan yana geliyor anlayabilmiş değilim. Ama hadi diyelim ki bu da spor, yahu Allah aşkına bu iş, çok değil daha 3 yıl önce müsilajın bastığı, iyileşme sürecinde olan Marmara Denizi’nde mi yapılır?
Bula bula her geçen gün sanayi baskısıyla boğulmasın diye dua ettiğimiz, gözümüz gibi sakındığımız Erdek’i mi buldunuz? Tüm bunları da geçtim, şampiyonanızın zamanlamasını Erdek Körfezi’ndeki tüm deniz canlılarının üreme dönemini kapsayan 31 Mayıs ile 1 Haziran tarihlerine mi denk getirdiniz? Gerçekten yazıklar olsun.
Bakın konuyu araştırırken buldum. Milliyetçi Hareket Partisi Balıkesir Milletvekili Ekrem Gökay Yüksel, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda geçtiğimiz günlerde bir konuşma yapmış ve Erdek’te düzenlenecek olan zıpkın ile balık avlama şampiyonasının durdurulması için şu sözlerle çağrıda bulunmuş:
“Marmara Denizi’nin iyileşme sürecinde olduğu bu dönemde, 31 Mayıs ile 1 Haziran 2024 tarihleri arasındaki etkinliğin bir an önce durdurulması, ileri bir tarihe ertelenmesi, açık denizlerde gerçekleştirilmesi veya gıda olarak tüketilmeyen türler üzerinde yapılması hayati önem taşımaktadır. Müsilaj sorunuyla mücadele ederken, deniz ekosisteminin dengesini korumak adına yumurtlama dönemindeki balıkların spor amaçlı avlanmasının önüne geçilmesi adına gerekli müdahalelerin bir an önce yapılması gerekmektedir.”
VEKİL DURSUN DEDİ
Ne yazık ki Milletvekili Ekrem Gökay Yüksel’in bu çabası sonuçsuz kalmış. Türkiye Sualtı Federasyonu’nun internet sitesinde yer alan bilgilere göre Erdek’te dün başlayan ve bugün bitecek olan Uluslararası Avrupa-Afrika Zıpkınla Balık Avı Şampiyonası’na 19 ülkeden 150’ye yakın sporcu katılmış. Üstelik günler öncesinden Erdek Körfezi’ne konuşlanıp ‘antrenman’ yapmışlar. Tahmin etmek güç değil. Bildiğiniz zıpkınlarla balık ve diğer deniz canlılarına günlerce önceden girişmişler. ‘Sualtı’nı hepimizden çok koruması gereken federasyonun umursamadığı balıkların üreme zamanına sporcuların da saygı göstermediğini tahmin etmek güç değil.
Kıyılara terk edilmiş, ağaçlara asılmış deniz canlılarını görüp şampiyonaya tepki gösteren bölge halkına hak vermemek yol açılan zarara üzülmemek de elde değil.
-İş Bankası’nın Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin resmi destekçisi olmasındaki temel amaçlar nedir?
Bizim açımızdan farklı farklı önemli konuların kesişmesi aslında Olimpiyatlar… İş Bankası, Cumhuriyet kurulduktan bir yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından kuruluyor. Aynı yıl (1924) Türkiye Cumhuriyeti olarak ilk kez olimpiyatlara katılıyoruz ve oyunlar bu sene olduğu gibi Paris’te düzenleniyor. 100 yıl sonra İş Bankası, 100. yılını kutlarken, Olimpiyat Oyunları yine Paris’te ve olimpik yolculuğumuz da 100 yaşına ulaşıyor. Bu hikâye bize bir çağrı gibi oldu.
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi ile çok kısa bir süre içinde el sıkıştık. Komite bizi çok güzel karşıladı. Sanki sponsor olarak değil de takımın bir parçası olarak bu iş birliğine başladık.
İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Suat Sözen
Ülkemizin potansiyeline inanıyoruz. Sporda da keşfedilmemiş binlerce cevher olduğunu biliyoruz. Özellikle Türkiye Satranç Federasyonu ile yaptığımız yol arkadaşlığında bunu çok iyi bir şekilde gözlemledik. 2005’ten beri onlarla birlikteyiz. Bu yol arkadaşlığının meyvelerini de görüyoruz. Durum öyle bir hal aldı ki bugün Türkiye’nin en fazla lisanslı sporcuya sahip dalı satranç oldu. Bu konuda güzel bir anekdot var hatırımda. Efsane satranç oyuncusu Garry Kasparov, Türkiye’ye geldiğinde gazetecilerle konuşuyor. Kendisine “Türkiye’de bir Kasparov var mıdır” diye soruyorlar. Kasparov, “En az 10 tane vardır ama siz onların kim olduğunu bilmiyorsunuz, onları keşfedip, onların gelişimini sağlamanız lazım” diyor. Biz sporda sistemli çalışmanın başarıyı getireceğine inanıyoruz. Bu yüzden sporcularımızın yanında olup onlara bu yolda destek vermek istiyoruz.
Hafta sonunu ‘boykot oluyor, olmuyor’, ‘restoran ve kafeler boş, hayır dolu’ tartışmalarıyla geçirdik. Bana göre böyle bir tartışma gerçekten çok saçma. Restoran ve kafeler niye boşalsın? Hele ki, vatandaşın memnun olduğu, fiyatını belli bir kaliteye göre makul ölçülerde belirleyenler... Gittiğiniz restoran veya kafenin fiyatlarından memnunsanız niye boykot edesiniz ki...
Bir kafede 150 liraya satılan Türk kahvesi birimize göre makuldür diğerimize göre fahiş fiyatlıdır. Bunun bir ölçüsü yok ki... Fiyatından memnun kalmadığınız, fahiş hesap ödediğiniz restoran ve kafeye bundan sonra gitmezsiniz olur biter. Hesabından memnun olduğunuz kafe veya restoranı niye boykot edesiniz... Gerçekten bu beklenti çok garip...
Ama şunu söylemem şart, cuma günkü yazımda da belirttim: ‘Macun tüpten çıktı...’
Boykot tartışmalarının iki net sonucu oldu:
Dünyanın çevresini dönüp dolaşan konteynırların bir noktaya yığılması bile dünya ticaretinin trafiğini bir anda çıkmaza soktu. Son savaşları, kapanan hava koridorlarını, denizlerdeki saldırıları saymıyorum bile. Alternatif her rotanın, ticaretin, ulaşımın akıp gitmesi için altın değerinde önemi var.
Geçtiğimiz cuma günü bir grup ekonomi gazetecisi olarak Pasifik Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Erdoğan ile buluşmamızın en kritik konularından biri işte bu alternatif yollardan biri yani ‘Orta Koridor’du. Türkiye’den başlayarak Kafkaslar’a, oradan da Hazar Denizi’ni aşarak Türkmenistan ve Kazakistan’ı takiben Orta Asya ve Çin’e ulaşan Orta Koridor artık kritik önemde. Neden mi?
Dünyanın lokomotifi haline gelen Çin’i ve diğer Asya ülkelerini Rusya üzerinden Avrupa’ya bağlayan Kuzey Koridoru artık çok riskli. Bu ülkeleri Ortadoğu ve Avrupa’ya bağlayan Güney Koridoru ise Kızıldeniz’deki kriz nedeniyle güvensiz konumda.
Pekin’den Londra’ya uzanan Orta Koridor hattı, yıllık 600 milyar doları aşkın ticaret trafiğine hizmet ediyor. Bu hattın can damarı ise demiryolu. Bu hatta uzun bir süredir çalışan firmalardan Pasifik Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Erdoğan, “Kuzey Koridoru’ndaki riskler Orta Koridor’a yaradı.Bu koridorla taşıma süresi de azaldı. Çin’den gemiyle 60 günde gelen ürün bu hatta 15 güne kadar düşebiliyor. Türkiye lojistik üs haline geliyor” dedi.
Aslında işin çok basit bir mantığı var. Restoran ve kafeler hınca hınç dolu. Bazı işletme sahipleri yediğinizi yer yemez bir sonraki müşteriye yer açmak için kalkın diye adeta gözünüzün içine bakıyor. Sakın bu durum İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlere özgü zannetmeyin. Nereye giderseniz gidin mekanlarda yoğunluk var. Özetle, aşırı bir TALEP var. Bunu ‘enflasyon yüksek, vatandaş eline geçeni harcıyor’ diye yorumlayanlar var. Fakat son faiz artışları sonrası artık herkes elindeki paranın kıymetini bilmek zorunda.
Diğer taraftan da bulunduğu semtle özdeşleşmiş, yılların restoranları şubeleşme yarışında. Her köşe başında rastladığımız yeni nesil kahve dükkanlarını geçtim, ortalık yeme-içme üzerine açılan mekanlarla kaynıyor. ARZ artıyor ama TALEP o kadar yoğun ki... İşte, bu noktada devreye ARZ-TALEP dengesiyle oluşan FİYAT giriyor. MALİYET artışlarını unutmuş değilim. Kirası, asgari ücreti, yakıtı, vergisi artıp duruyor. Gıda fiyatlarının yüksekliği de cabası... Ancak tüm bunlar restoranlarda son dönemde oluşan yüksek fiyatların asıl belirleyicisinin ARZ-TALEP dengesi olduğunu değiştirmiyor. TALEP, ARZ’dan fazla ki çoğu mekanda yer bulmamız mümkün değil. Bu yoğun TALEP de belli ki fiyatların olması gerekenden yukarıda oluşmasına yol açıyor.
İşte, bu nedenle restoranlardaki fiyatlar normalden çok daha fazla arttı. TALEP kesilmedikçe daha da arttı. Çok iş yapan bazı mekanlar ayı, haftayı geçtim, neredeyse her gün otomatik fiyat artışı yapar oldu. Sosyal medyada paylaşılan adisyonlar artık birer antipati ögesi haline geldi. Son olarak tanesi (evet evet bir tanesi) 110 TL’ye satılan kurabiye herkesin tepkisini çekti.
Arkasından da ‘Fahiş fiyatlara hayır dışarıda yemiyoruz’ sloganıyla bir tepki oluştu. Bu iş şimdi bir boykot çağrısına dönüştü. Amaç sivil toplum gücüyle haddini aşan esnafa bir muhtıra vermek. Ben yüzde 100 başarılı olmasını, hafta sonu tüm yeme içme mekanlarının boş kalmasını beklemiyorum. Yine de TALEP iyi diye kafasına göre zam yapan bazı mekan sahiplerinin kendisine çeki düzen vermesi açısından olumlu olacaktır.
Dışarıda yemek yeme konusunda bence artık macun tüpten çıktı. Restoran fiyatları zaten bir süredir herkesin gündemindeydi. Hatta bazıları yıllardır müdavimi oldukları restoranları kendi çapında zaten boykot etmeye başlamıştı. Şimdi herkes hesabını baştan yapacak. ARZ ve TALEP’in makul noktada buluştuğu mekanların sorun yaşayacağını düşünmüyorum. Ancak fahiş fiyat politikasına devam eden bazı restoranlara TALEP’in düşeceğine, bu konuda farkındalığın artacağına eminim. Yeri gelmişken belirtmemde fayda var. Serbest piyasa ekonomisinde kimse kimsenin sattığı ürünün fiyatına müdahale edemez. Ancak tüketiciler olarak bizim de restoran tercihinde bulunmak en doğal hakkımız. Son dönemde bazı restoranlar fiyatlarını artırmakla kalmadı. Porsiyonlarını da düşürdüler. Bakın, geçtiğimiz günlerde kapıya fiyat listesi asmak zorunlu hale geldi. Ancak menülerde herhangi bir standart yok. Kimin neye porsiyon dediği, standart bir porsiyon gramajı üzerinde bir uzlaşı yok.
Bir porsiyon köfte kaç gram bilen var mı? Peki ya bir adet pide ya da pizza da ne kadar peynir olmalı? Patates kızartması bir yerde tabakla bir yerde kaseyle veriliyor. Ama menüde tek satır açıklama yok. Mezelerin fiyatları var gramajları yok; salatanın, meyvenin kısacası hiçbir şeyin standardı yok. Bizler vatandaş olarak hakkımızı belli bir noktaya kadar arayabiliriz ama kamunun da daha aktif olması gerekmez mi? Ne için ne kadar ödeyeceğimizi daha net anlamamız için menülere fiyat yazmayı talep etmek tek başına yetmiyor maalesef. Şeffaflık şart.
Restoranlarda binlerce kişi ekmeğinin peşinde çalışıyor. Bodrum katlarında, güneş yüzü görmeyen mutfaklarda yemek pişiren bulaşık yıkayan on binler var. 8-10 saat ayakta yiyecek içecek servis edenleri de unutmamak lazım. Umarım orta nokta bulunur işin BOYKOT bölümü ara sıcak tadında son bulur... Hem ülkede pahalılık sadece restoranlara özgü bir sorun değil. Kuaförden, oto yıkamaya tesisatçıdan çiçekçiye her ay bir meslek grubunu boykot mu edelim?.Bu işin tek yolu şu enflasyon belasından kurtulmak. Toplumsal tepkimizi koyarken de HESAP keyfimizi kaçırmasın...
BURAYA NASIL GELDİK?