KARAKTER
Büyüklük taslamayacaksın
Her zaman şükrederim. Bazıları en ufak bir rahatsızlık yaşayınca isyan eder Tanrı’ya. Bende isyan yok. Olacak olur, onun önüne geçemezsin. İyiyim ben, iyiyim. Asla ummayacağım güzel şeyler geldi başıma. Mutlu oldum ben bu hayatta. Açık konuşmak lazımsa bu kadarını ben de beklemiyordum. Çünkü huyum güzel. Büyüklük taslamadım... Bir de çok çalıştım ben, çok. Albüm, sinema, çok eser verdim. Hep amatör ruhla. Kilyos yolunda çöl sahneleri çektiğimiz bir kumsal vardı. Albümler, filmler rekorlar kırıyor... İnanır mısın, aküleri taşırdım. E bir de o zamanlar yakışıklı gençtim tabii. Demem o ki farkına varılıyorsun güzel insan doğunca...
REKABET
Örnek alacaksın
Müzik değil, sinemaydı benim asıl hayat amacım. Ama tanıdık yok, bildik yok, torpil lazım. Nereden bulacağım, fakir çocuğusun... Zeki Müren’in filmini gördüm: “Beklenen Şarkı”. Baktım hem şarkı söylüyor hem sinemada oynuyor. Zeki Müren! Haa demek ben de yapabilirim bu işi... Örnek aldım. Öyle girdim sinemaya. Sinemanın dört yapraklı yoncası gibi arabeskte de bak, dört: Orhan Abi (Gencebay), Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses ve Ferdi Tayfur... Bu kadar! Çünkü arkadan yenisi gelmiyor. Ama rekabete zamanım yoktu. Yani rakip seçip rekabet etmeye. Bir de dikkat ettiysen bu dört kişi de ayrı ayrı şeylerdi. Sesler, tavırlar farklı... Birbirimize benzemezdik.
90’lar geleneği
Yılbaşı ekranının en şatafatlı geçtiği yıllar özel kanalların yayına ve tabii rekabete girmesiyle yaşanmaya başladı. “Şarkılar Bizi Söyler” programını yılbaşı özel formatıyla yeniden ekrana getiren Kanal D, büyük bir prodüksiyonla bu coşkulu yılbaşı geleneğini de sürdürmüş oldu.
Okulu bitse de...
“İnci Taneleri” dizisinin “Ayça”sı, 16 yaşındaki Ülkü Hilal Çiftçi’nin sesine “Sen Orda Yoksun”, “Kimseye Etmem Şikâyet” gibi yorumlarıyla aşinaydık zaten. Bu kez rock’ın sivri tonlarında da ne kadar iyi gezinebildiğini kanıtladı Şebnem Ferah’ın zor şarkısı “Gözlerimin Etrafındaki Çizgiler”le. Şarkıyı ne kadar iyi söylediyse sözüyle o kadar tezat oluşturuyordu. Çünkü yaşlılık çizgilerinin aksine bir su damlası gibi görünüyor. İnsanda üzerine titreme hissi uyandırıyor. Okulu bitse de albüm falan da yapsa bir an önce.
Ergen rap’e örnek olur mu?
Rap camiası son dönemde artan oranda taciz, tecavüz gibi negatif olaylarla gündeme geliyor. Ama “duayen” rap’çi Ceza, katıldığı yılbaşı özel programında bu algıyı kıracak, çok şık bir harekete imza attı: Kazandığı 500 bin liralık yarışma ödülünü Çocuk Esirgeme’ye bağışladı. Ne diyelim ki... Yeni yılda ergen meslektaşlarına örnek olması umuduyla.
Yeni yılın ilk dakikalarını yaşıyorduk ki televizyonda Hadise’ye denk geldik. Çok dokunaklı bir konuya, hepimizin içinde yara olan Narin konusuna değindi.
Aferin Hadise’ye diye düşündüm. Hep şarkı-türkü olmaz, hayatın diğer renkleri de olmalı bir yılı uğurlayıp yeni birini karşılarken.
Şarkısını Narin’e ithaf ettiğini söyledi Hadise.
Ben mi fazla iyi niyetliyim nedir, acaba “Ünzile”yi mi yorumlayacak diye mırıldandım. Sezen Aksu’nun “Kardelen”i de olabilir Narin için...
Hele Hadise’nin yorumuyla.
Tüm bunlar yerine kendi şarkılarından birini seçti: “Sıfır Tolerans”.
Bu tür insanlara hiç tolerans göstermemeye bağladı bu seçimini...
Pek de ikna edici olmayan şekilde.
Açıklamalarıyla sık sık gündem olan Bennu Gerede, bunlara bir yenisini ekledi. Emel Özuğur’un programına katılan Gerede hayalinin seks yaparken ölmek olduğunu açıkladı:
“Mutsuz, gergin, sinirli bir kadın gördüğüm zaman, ‘Bunun sevişmesi gerekiyor’ diye düşünüyorum. Hayalim sevişirken ölmek. Yanlış anlaşılmasın, seks hastası değilim. Sarılmak ve seks yapmak, şiddeti ortadan kaldırır...”
Aydilge de hızır gibi yetişti:
“Bennu Hanım inanın, sevişmekten çok daha büyük dertleri var kadınların. Ben mutsuz ve gergin bir kadın gördüğümde aklıma gelenler; şiddet mi görüyor, iş yerinde mobbinge mi uğruyor, taciz mi ediliyor, istediği eğitimi mi alamıyor, tehdit mi ediliyor, zorla mı evlendiriliyor gibi sorular oluyor...”
Tam da buydu demek istediklerim:
Gerede’nin anlattıklarının kendi dünyalarında, kendi sosyal sınıflarında bir gerçekliği olabilir elbette.
Yani tuzu kuru, hayatta bazı temel endişeleri taşımayan insanların, tek eksikleri mutlu bir cinsel yaşam olabilir.
Nereden baksanız, magazin açısından epeyce kurak, verimsiz bir yıl geçirmişiz. Öyle ki 2023’ün bombası olan Metin Akpınar’ın babalık meselesi bile, dava bu yıl sonuçlandığı için ısıtılıp pişirilip bu senenin hanesine yazılıyor.
Aralarından sadece bir tanesi hakikaten bomba.
Ayrıntıları hâlâ ortaya çıkmaya, dallanıp budaklanmaya devam eden Icardi- Wanda Nara ayrılığı.
İçinde aşk, intikam, ihtiras, futbol, para, aldatma... Ne ararsan var!
Bir kere sadece Türkiye’yi ilgilendirmiyor, Arjantin’de falan da şaşkınlıkla takip ediliyor, uluslararası bir meseleye dönmüş halde.
Türkiye’nin en tanınmış armatör ailelerinden birine mensup. Genç falan değil, 59 yaşında.
Rivayet o ki vefat etmeden 1 gün önce Ortaköy’de 6 bin lira karşılığında 30 litre votka almış.
30 litre votkayı bir seferde alan insan... Belli ki içkiye, tadına, kıvamına vs. yabancı değil. Yine de anlayamamış ne içtiğini. Her şey görme kaybıyla başlamış, sonra Koç Üniversitesi Hastanesi’nde son bulmuş.
Kendi içkisini kendi yapan çok. Kimi zevk için yapıyor bunu.
Hani evde kendi ekmeğini yapmak gibi. Bira, viski, çeşit çeşit mamuller üretiyorlar.
Ama asıl önemli kesim, ekonomik nedenlerden dolayı bunu tercih edenler.
Ya kendileri yapıyor ya da hazır yapılmışını satın alıyorlar. İşte o zaman da satanların insafına kalıyorlar.
İhtiyar aşkları bir tek bana sempatik geliyor olamaz. Aklıma ilk gelen örnek, rahmetli Toprak Dede Hayrettin Karaca ile rahmetli Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ aşkı. “Giderayak” diye bir TV programları vardı, yan yana gördüğünüzde bile insanı mutlu eden kareler...
Son dönemden bir başka örnek de Arkas Holding’in sahibi Lucien Arkas (79). Kendisinden çok genç biriyle; 35 yaşındaki Merve Sakallı ile evlendi ama aynı sofrada oturduk da söylüyorum, birlikte çok mutlu ve çok eğleniyorlar. Yoksa yalnızlık zor, hele ihtiyarlıkta daha da zor.
Baksanıza Noel Baba’nın düştüğü hallere. Sıkıntıdan çoluğa çocuğa sardı; karda kışta bacadan girmeler, türlü maskaralıklar... İhtiyar aşklarına bayılıyorum, bayılıyorum ama...
Mademki “gençler birbirini görmüş, beğenmiş”, bu konuda mavra yapma hakkımı da saklı tutuyorum tabii:
“Gençler, acele etmeseydiniz keşke” diyesim geliyor; “Önce biraz gezip tozup birbirinizi tanısaydınız...”
“Sakın hemen çocuk yapmayın, karı-koca hayatın tadını çıkarın” diye kikirdiyorum. İçimden tabii.
İstanbul Küçükçekmece’de süslenen yılbaşı ağacı, yüzleri kapalı kişiler tarafından baltalı saldırıya uğradı.
Kendimi bildim bileli süren bir tartışmadır bu: Yılbaşı kutlanır mı, ağaç süslenir mi meselesi.
Bitmiyor da. Bundan üç sene önce de bir hanım, gittiği AVM’deki yılbaşı ağacı için kıyamet koparmıştı.
Anlamaya, empati kurmaya çalışıyorum. Yoksa durduk yere ormana gidip çamlara saldıran kimse yok. Yılbaşı ağacını kültürümüze, varlığımıza, birliğimize bir tehdit olarak görüyorlar. Yılbaşı kutlamalarına karşı çıkanların çoğunluğu, bunun bizim kültürümüzde yeri olmadığını savunuyor. Hem de hiç ummayacağınız insanlar.
Örneğin Athena Gökhan.
Gökhancım, iyi güzel de yeni yılı şintoist Japonlar da, Hindu Hintliler de kutluyor. Onların da kültüründe yok. Hem sonra bu “kültüründe olmak” ne zaman başlıyor?
Yani kaç yıl geçmesi gerekir bunun için? Kıstası var mı?
50 sene, 100 sene...