Çocukken hep zamanın çabuk geçmesini, bir an önce büyümeyi isterdim.
“Büyüsem de 18 yaşımı bitirsem, ah şu okul bir bitse, sınavlar da geçip gitse” derken bir de baktım ki üç çocuk sahibi bir anne olmuşum.
Şimdi çocuklarım da tıpkı benim gibi bir an önce büyüme telaşındalar. Onlara baktıkça içimdeki çocuk bir kez daha gülümsüyor bana.
Evet, hayat hızlandı sevgili okurlarım. Mesafeler kısaldı, koşturmacalar arttı. Ekmek aslanın ağzında. Bir evi geçindirmek eskisinden çok daha zor şimdi.
Ama her şeye rağmen hayat güzel ve yaşamaya değer, öyle değil mi? Öyleyse 2011 yılı yaşanmaya değer bir yıl olsun ve umudunuz sizi bu yıl da hiç ama hiç yalnız bırakmasın.
Umutlu, mutlu, sağlıklı, başarılı bir yıl diliyorum hepinize.
CİCİLİ BİCİLİ PASTA
Kek hamurunu hazırlamak için yumurta ve tozşekeri derin bir kaba alıp mikserin yüksek devriyle 4-5 dakika çırpın.
Uzmanlar her fırsatta süt içmenin ve ürünlerini yemenin ne kadar önemli olduğundan dem vuruyor.
Süt ürünlerinden biri de yoğurt. Sütün mayalanmasıyla yapılan yoğurt, protein ve kalsiyum başta olmak üzere vücudumuz için önemli olan pek çok bileşeni barındırıyor.
Elbette ki tüketeceğimiz yoğurdun kıvamı, sulanıp sulanmadığı, ne kadar dayandığı çok ama çok önemli. “Yapısal sorunlar” diye adlandırabileceğimiz bu sorunları çözmek için Türk bilim insanları bir yöntem buldular.
Yapılan araştırmalar sonunda yeşil çayda bulunan flavanoidlerin, süt proteinlerinin birbirine bağlanmasını kolaylaştırdığı ortaya çıkarıldı.
Üretimde yoğurda eklenecek flavanoidlerin, yoğurdu antioksidanlar ve antikanserojanlar bakımından da zenginleştireceğini söyleyen araştırmacılar, bu maddenin proteinlerin su tutma kapasitesini artırdığını ve dolayısıyla da yoğurdun daha kıvamlı olacağını belirtiyorlar.
Sanayi tipi üretimde uygulanabilen yöntemle yoğurda eklenecek olan flavanoidlerin sağlık açısından hiçbir sorun yaratmayacağı, hatta antioksidan desteği sağlayacağı belirtiliyor. Ancak yeşil çay destekli yoğurdun tüketici tarafından sevilip sevilmeyeceği henüz merak konusu.
Uygulamada sorun çıkmaz ve tüketici de severse yeşil çaydaki bu maddenin peynir başta olmak üzere pek çok süt ürününe uygulanabileceği söyleniyor.
ÇENEÇARPAN ÇORBASI
Süt, sıvıyağ, kabartma tozu, tuz ve şekeri ekleyin. Bir taraftan yoğururken bir taraftan da unu azar azar ilave edin.
Kulak memesi kıvamında ve ele yapışmayan bir hamur elde edinceye kadar yoğurmaya devam edin. Hamuru toplayıp üzerini mutfak peçetesiyle örtün ve oda sıcaklığında 40 dakika kadar dinlendirin.
Diğer taraftan, soğanları incecik yemeklik doğrayıp kıyma ve sıvıyağla birlikte orta boy bir tencereye koyun. Orta ısılı ateşte, sürekli karıştırarak 10-12 dakika kadar kavurun. İyice yıkayıp süzdüğünüz üzümleri, tuz ve karabiberi ekleyip tekrar karıştırın ve ocaktan alıp soğumaya bırakın.
Dinlenen hamurdan 40 eşit parça koparıp parçaları yuvarlayın. Mutfak tezgahına 1 yemek kaşığı nişasta serpin. Hamur parçalarından birini tezgaha alıp tabak büyüklüğünde açın. Diğer hamur parçalarını da üzerlerine nişasta serperek açın.
Yufkalardan 20 adedini üst üste koyup bu sefer 40 santim çapında olacak şekilde açın. (Yufkanın boyutunu tepsinize göre ayarlayabilirsiniz.) Tepsiyi yağlayıp açtığınız yufkayı yerleştirin. Üzerine kıymalı harcı yayın.
Kalan 20 yufkaya da aynı işlemleri uygulayın ve elde ettiğiniz büyük yufkayı kıymalı harcın üzerine kapatın. Dilimleyip üzerine ılıtılmış yağı gezdirin.
Böreği, 160 dereceye ayarladığınız fırında yaklaşık bir saat, üzeri nar gibi oluncaya kadar pişirin. Çıkarıp sıcak sıcak servise sunun.
Hamur için;
Memleketini çok seven, Gaziantep’i sevenleri daha da çok seven sevgili Sermin Ocak yemek yapmanın, yemeği sunmanın ve yemek yemenin bir sanata, bir keyfe dönüştürüldüğü bu şehrin çok seçkin bir siması. Birbirinden özel iki yemek kitabı yazmış.
O sabah sofraya kendi yaptığı 14 çeşit reçel koymuştu. Çir reçeli, çilek reçeli, Antep kubağı reçeli, patlıcan reçeli ve nihayet kebbat reçeli... Akdeniz’in bu çok bilinmeyen, turunçgiller familyasının iri meyvesi, reçelde olağanüstü bir tada bürünmüştü.
Henüz reçel tatma işini bitirmiştik ki, önümüze sıcak sıcak alaca çorba geldi.
Eski günlerin sabah kahvaltısı mönüsünde yer alan bu çorbayı tadarken gözüm yandaki servis masasında bizi bekleyen haytalyaya takıldı.
Bol fıstıklı ve bademli, meyve salatası görünümlü olan ama aslında sumuhallebisi haytayla her zaman favori tatlılarım arasında olmuştur.
Yedirmenin ve içirmenin bir aile geleneği olduğunu vurgulayan Sermin Hanım, eşsiz konukseverliğiyle çırpınıp durdu adeta.
Eski adetleri, yeme içme gelenek ve göreneklerini uzun uzun konuştuğumuz bu evde, Gaziantep’in köklü tarihini, eskiyle yeninin iç içe geçtiğini, gelenekselle modernin büyük bir zarafetle sunulabileceğini gördüm. Büyük bir mutlulukla oradan ayrıldım.
SÜTLÜ SARAY AŞURESİ
Şişe takılarak ateşte pişirilen soğanlar, bir bakır sahana çekilir, yani boşatılır.
Üzerine sulu nar pekmezi gezdirilir ve ağzı kapatılır.
Sonra da çok hafif ateşte “terletilir”.
Böylece soğan ağzı kokutmaz ve mideyi rahatsız etmez.
Patlıcan kebabı da aynı şekilde “terletilerek” servise sunulur. Eskiden bu terletme işlemi koruk suyuyla yapılırmış.
Baba mesleğini devam ettiren Osman Bey’le, babası Çavuş Usta’nın keşfi olan “havuç dilimi”nin hikayesini de konuştuk.
Gaziantepliler evde baklava yapmıyorlar, dükkanlardan satın aldıkları baklavanın kenar kısımlarını yemek istemiyorlarmış.
“Bakır Kaplarda Türk Yemekleri” isimli kitabımın araştırması için yine Gaziantep’e gittim. Bakır kapların peşinde koşup çekim yaparken, ekibin isteği üzerine lahmacun yemek için Çavuşoğlu’na gittik.
Masamızı donatan, bizi ağırlamak için koşuşturan Osman Çavuşoğlu’yla sohbetimiz hep yemek kültürü üzerineydi.
Kışın çıtır çıtır lahmacunun içine sadece sarmısak koyup limon sıktıran Osman Bey, yazın da lahmacunu söğürme dedikleri köz patlıcanla ikram ettiklerini söyledi.
Her yiyeceğin bir yeme adabı, ritüeli olduğunu, o yiyeceğin usulüne uygun eşlikçileriyle yenmediğindeyse kızdığını belirtti.
Bize muhteşem bir soğan kebabının yanı sıra simit kebabı da ikram etti. İçliköftesinin içi dopdoluydu ve bol maydanozlu hafif bir zırh kıymasıyla doldurulmuştu. Ona göre, bu tam Osmanlı usulüydü.
Baba mesleğini çok severek yapan Osman Bey, müşterinin yemeğin hakkını vererek yemesini istiyor. Yani soğan kebabında soğanın kabuğunu çıkarmalarını, köz biberi çatalla çizip zarını soymalarını ve kebap yanında nar pekmezli soğan piyazı yemelerini...
Sakın kebap deyip geçmeyin, siz de bu usullere dikkat edin olur mu?
MAKARNALI KÖY MANTISI