Rahmi Turan

Hastaneler ticarethane oldu!

15 Kasım 2010
BAZI olayları duydukça tiksiniyorum. Birçok hastane artık ticarethane gibi! Ölecek hastaya umut verip kandırarak zorla ameliyat ediyorlar, sonra da hasta ölüyor tabii... Ve suçu Tanrı’ya yüklüyorlar: “Ne yapalım, kader! Allah öyle istedi!”
İnsanları, insan değil, mal olarak, meta olarak görüyorlar. Bazı özel hastaneler, doktorlara “Haftada kaç ameliyat yaparsın?” diye sözleşme imzalayarak iş veriyor.
¡ ¡ ¡
Bir arkadaşım, yakını olan bir doktorun uzun süredir işsiz olduğundan yakındı. Sebebi, o doktorun, Hipokrat yeminine sadık, düzgün, dürüst bir kişiliğe sahip olması...
Hastaya, ihtiyacı olan işlemlerin dışında hiçbir şey yapmıyormuş... Oysa, hastanın bir-iki aspirinle geçecek önemsiz bir baş ağrısı bile olsa, kafatasının röntgeni çektirilmeli, tomografi yaptırılmalı, idrar tahlili, kan tahlili, elektro gibi işlemler de ihmal edilmemeli!
Doktorun, çalıştığı özel hastaneye mutlaka para kazandırması gerekiyormuş!
O doktor, “Ben insanıma böyle kazık atamam, neye ihtiyaçları varsa onu yaparım” diye ısrar edince, her yerden kapı dışarı edilmiş!
Uzun zamandan beri, hemen her gün öyle şikâyetler geliyor ki, değil bu sütuna, kitaplara bile sığmaz! Zavallı insanlarımızı, çaresizliklerinden yararlanıp, kaz gibi yoluyorlar!
Bu arada, sağlam, düzgün doktorlarımızı ve hastanelerimizi tenzih ederim. Hepsi değil ama önemli bir bölümü maalesef yukarıda anlattığım gibi...
¡ ¡ ¡
Size, iki yıl önce kendi başımdan geçen bir olayı anlatayım. O günlerde “Bu kişisel bir meseledir” diye düşündüğüm için yazmamıştım. Aradan iki yıla yakın zaman geçti. Benzeri şikâyetler artınca, anlatmam gerektiğine karar verdim.
Eşim Emel’in ablası, yani baldızım Yücel Suarık hastalanmıştı... Durumu çok ciddiydi. Bünyesi o kadar zayıftı ki, ben onun “ağır bir kalp kapakçığı ameliyatını” kaldırabileceğine inanmıyordum. Birçok tanıdık doktor da aynı şeyi söylüyor, sadece ilaç tedavisi öneriyordu.
Bu arada, ünlü bir profesör doktor ve lüks bir hastane adı verdiler. Adlarını özellikle yazmıyorum, çünkü amacım onları yerin dibine batırmak değil, insanlarımızı uyarmak!
¡ ¡ ¡
Kalkıp gittik. Ünlü doktor, güleryüzlü bir profesördü... Kimliğimi açıklamadım. Gazeteci olduğumu söylemeyi sevmem. Tüm incelemelerden sonra baldızım yalvaran gözlerle bakarak “Umut var mı doktor?” diye sordu. Doktor kendinden emin ve inandırıcı bir ses tonuyla:
“Ne demek umut var mı? Hemen ameliyat yaparız, bir hafta sonra sapasağlam taburcu olursun, onuncu günde seninle diskoya gidip dans ederiz!” dedi. Güçlükle konuşan hasta “Sahi mi doktor? İyileşir miyim?” derken, fersiz gözlerde ümit ışığı parladı.
Ben, hastanın durumunun umutsuz olduğunu görüyordum ama “Herhalde doktorun bir bildiği var” diye düşündüm. O kadar emin konuşmuştu ki, inanmamak elde değildi.
Hastane görevlileri “Ancak” dediler, “doktorun ameliyata girmesi için veznemize hemen 8 bin 500 lira yatırmanız lazım! Peşin para olmazsa ameliyata girmez! Doktorun parası nakit yatacak, kredi kartı olmaz! Diğer masrafları sigortanızdan alacağız!”
Bulup buluşturup doktor parasını nakit olarak yatırdık!
¡ ¡ ¡
Ameliyat yapıldı ve hastamız öldü!
Hiç şaşırmadım! Böyle olacağını biliyordum zaten ama ah o umut yok mu?
Koskoca profesör doktor, kendisine ve hastanesine para kazandırma uğruna yalan söylemiş ve hastayı resmen aldatmıştı! O ve onun gibiler insan hayatını “ticari bir meta” olarak görüyordu. Özel lüks hastanelerde tek amaç maddi kazanç sağlamak mıdır?
Para kazanma hırsının bütün değerleri yok ettiği günümüzde her şeye rağmen insanlık ölmemeli! Fakat ne çare ki birçok yerde doktorluk mesleği de tüccarlığa dönmüş!
Yazının Devamını Oku

Akıl tutulması!

14 Kasım 2010
TARİH bir hayat dersidir. Geçmişini bilmeyenin geleceği de olamaz. Tarih kitapları, tarihini unutan ulusların acı sonlarıyla doludur.
Adaletsizliği derinleştiren, eşitsizliği büyüten, halkı yoksullaştıran, kadını köleleştiren hiçbir düzenin uzun süre ayakta kalması mümkün değildir.
Osmanlı döneminde kadın bir varlık olarak kabul edilmiyordu. Nüfus sayımı yapıldığı zamanlar bile, yalnızca erkekler sayılıyordu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Türk kadınının hali hiç de parlak değildi.

Atatürk’ün o günlerin ünlü gazetesi İkdam’da yayınlanan şu sözleri, kadınlarımızın durumunu gözler önüne seriyor:
“Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başında bir bez, peştamal veya buna benzer bir şeyler sararak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın mânâsı neye delalet eder?
Medenî bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşî vaziyet nedir?
Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lâzımdır!” (1 Eylül 1925)

Cumhuriyet döneminde kadınlarımızın kılık kıyafetleri düzeldi, erkeklerle eşit haklar sağlandı, onlara seçme ve seçilme hakkı verildi.
Ülkeye hâkim olan ortaçağ zihniyeti yavaş yavaş silindi. Türkiye uygarlık yolunda büyük adımlar attı.
“Cumhuriyet faziletti... Cumhuriyet, insan olmak demekti...”
Kadınlara sağlanan bu haklar, dinci yobazları memnun etmedi. Bu yüzden onlar Atatürk’ü hiç sevmedi. Cumhuriyet’e hep karşı oldular!

Bugün yeniden, kadının eski çağdışı günlerine döndürülmek istendiği görünüyor.
Bazı çevrelerde, kadınların tekrar çarşafların içine hapsedilerek köleleştirilme eğilimi var.
Tüm bunlara masum istekler gibi bakamayız. Boşvere boşvere, ülke bu hallere geldi. Kadınlarımızın artık uyanmaları, özgür bireyler olduklarının bilincine varıp, erkek egemenliğine karşı “Yeter artık!” demeleri gerekiyor.
Kadını “köle” gören zihniyet bir daha geri gelmemecesine çöpe yollanmalıdır.
Öcü gibi kapanan kadınları gördükçe, onları kasap bıçağına gönüllü olarak koşan koyunlara benzetiyorum.
Türk kadınını, ikinci sınıf insan olmaktan çıkaran ve onların, devletin her kademesinde etkili olmalarını sağlayan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Oysa bakıyorum, Atatürk karşıtı kadınların sayısı küçümsenmeyecek kadar çok. Nasıl oluyor bu? Aklım almıyor!
Kadın erkeğin kuluydu, şimdi eşit arkadaşı oldu. Kötü bir şey mi ki?

Tarih kitapları, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle “yeni bir çağ” başladığını yazar! Ortaçağ kapanmış, yeniçağ başlamıştır. Öyle mi?
Ben bu ifadelere her zaman kuşku ile baktım!
İstanbul’un fethinden 557 yıl sonra bile Anadolu şehirlerinin önemli bir kısmı ve büyük şehirlerin varoşları hâlâ ortaçağı yaşıyor.
O bölgelerde yaşayan kadınlara bakın. Hiç uygar, modern Türk kadınına benziyorlar mı?

Atatürk “Cumhuriyet, kökü erdeme dayalı bir idaredir. Cumhuriyet erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayalı olduğu için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Aradaki fark bundan ibarettir” demişti.
87 yıl sonra görülen eskiye dönüş özlemi, ciddi bir akıl tutulmasının belirtisi değil midir?
Yazının Devamını Oku

Bağrım taşlı, gözüm yaşlı!

11 Kasım 2010
DÜN Atatürk’ü anarken gururluyduk ama içimiz buruktu... O büyük insanın, bin bir güçlüğü yenerek kurup bizlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ni yeteri kadar koruyamamış olmanın ezikliğini hissettik.
Şu halimize bakın:
Ülkemiz, Cumhuriyet’in kurulduğu 87 yıl önceki durumdan daha karışık bir görüntü içinde... Bocalayıp duruyoruz!
21’inci yüzyılda hâlâ 1400 yıl öncesinin ilkel şartlarında yaşamak isteyenlerin olması hazin değil mi?
* * *
Dış dünya bizi boğmaya kalkmış, topraklarımızda gözleri var. Onlara karşı tek yürek, tek yumruk olmalıyız. Peki, oluyor muyuz? Heyhat, ne gezer! Biz, birbirimizi yemeyi marifet sanıyoruz!
Ülke bölünmek isteniyor. Bu açıkça dillendirilmeye başlandı. Her yandan kuşatılmış durumdayız. İçteki hainler saldırıyor, dıştaki düşmanlar hücum ediyor, hırsızlar, ahlaksızlar, uşak ruhlu kalleş insanlar iftiralar atıyor.
Buna karşı biz ne yapıyoruz?
Ülkemizdeki fukaralığı yenmek için çalışmıyoruz. Gelir dağılımındaki adaletsizliği yok etmek için çaba harcamıyoruz. Soygunculara, hortumculara bile muteber adam gibi bakıyoruz! Kavga edip birbirimizin gözünü oyuyoruz. Yurtseverleri içeri tıkıyoruz!
Bir kısım çıkarcılar devleti yiyorlar! Ülkenin değerlerini bir bir yok ediyorlar! Ses çıkarmıyoruz!
* * *
Atatürk ne demişti?
“Cumhuriyet fazilettir. Cumhuriyet idaresi, erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir.
Cumhuriyet, ahlak erdemine dayanan bir idaredir. Cumhuriyet erdemdir.
Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır... Samimi ve meşru olmak şartı ile her fikre saygı duyarız. Her düşünce bizce saygıdeğerdir.
Hürriyet olmayan ülkelerde kişilerin hayat hakkı yoktur. Böyle bir toplum ilerleyemez. Çökmeye mahkûmdur. Ancak, sonsuz bir hürriyet de tasavvur edilemez!”
* * *
Dün büyük Ata’yı anarken, “Cumhuriyet nerede, kimlere emanet edilmiş ve ilkelerine ne oldu?” diye düşünmeden edemedik.
Atatürk “Basın milletin ortak sesidir. Bir ulusu aydınlatma ve irşatta, bir millete muhtaç olduğu fikrî gıdayı vererek ilerletmekte bir rehberdir” demişti.
Elinizi vicdanınıza koyup söyleyin: Bugün (yeni adıyla medya olan) basınımız o halde mi acaba? Atatürk’ün tarifine uyuyor mu?
Her şeye rağmen basınımızın bir kısmı hâlâ düzgün... Birçok kişi, kirli yüzlerini ortaya çıkarıp, ahlaksızlıklarını gözler önüne seren düzgün, nitelikli medyaya, öfkeden gözleri dönmüş boğalar gibi saldırıyor!
* * *
Duyarlı, düzeyli, bilinçli kamuoyu, tepkisini göstererek yönetimleri hatadan döndürür.
Bizdeki kamuoyu ise bunun tersini yapıyor: İyileri cezalandırıp, kötüleri ödüllendiriyor. Ne kadar yalan söyleyen, halkı aldatan varsa onu bilinçsiz bir şekilde el üstünde taşıyor.
O zaman, her yanda yaşanan olumsuzluklar için şikâyet etmeye hakkımız olur mu?
Elbette yılmak yok, insanlarımızı aydınlatmak için mücadele edeceğiz, Atatürk’ün gösterdiği “muasır medeniyete” doğru ilerlemeye devam edeceğiz.
O, her şeye rağmen hâlâ bütün yüceliği ve önderliğiyle ulusumuza yol gösteriyor. Her geçen gün, onu daha da büyütüyor. Rehberimiz Atatürk’tür. Allah başımızdan eksik etmesin.
Yazının Devamını Oku

Hoyratça harcanan değerler!

8 Kasım 2010
OKTAY Ekşi’ye saldırdılar, kellesini istediler, astılar, kestiler!.. Tamam da... O yazının esas konusunun ne olduğunu, Oktay Bey’in ne söylediğini, hangi çarpıklıkları gözler önüne serdiğini yazan, anlatan oldu mu? Ben görmedim!
Sadece bir cümle... Tasvip edilmeyen o mahut cümle için yer yerinden oynatıldı.
Karadeniz bölgesinde doğa mahvediliyor, cennet gibi bölge cehenneme çevriliyor aldırış eden yok! Ormanlar, akarsular, bir takım şirketlere peşkeş çekilmiş gibi!
Oktay Ekşi’nin isyanı Orman ve Çevre Bakanlığı’na idi.
“Kümesi tilkiye teslim edip meseleyi çözmüşler” diyerek bakanlığı eleştirmek, çevreye olumsuz etkileri olan faaliyetlere dikkati çekmek istiyordu.
Bir Allah’ın kulu ilgilenmedi bununla...
Boş bulunup hatalı bir cümle kullandı ya... Vur abalıya!
* * *
Cumhuriyet döneminden önce tüm vatan toprağı bir ailenin mülküydü.
Osmanlı Devleti’nin yıkılıp, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte bu topraklar milletin malı oldu. Osmanlı döneminde halk “ümmet” iken, Cumhuriyet döneminde “millet” oldu.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan, yıkılmış bir ülke ve yüklü bir borç idi.
Toprağın altındaki ve üstündeki bütün zenginlikler yabancılara aitti.
Anadolu’yu saran 4 bin kilometrelik demiryolunun bir karışı bile Türklerin değildi.
Tüm madenleri, doğal kaynakları, trenleri, vapurları, her şeyi yabancılar işletiyor, kazancını da onlar alıp götürüyordu.
* * *
İlkel bir tarım ve sıfıra yakın bir sanayi vardı. Teknoloji hiç gelişmemişti!
Halkın sadece yüzde 7’si okur-yazardı.
Kadınlar insandan sayılmıyordu ve onların okur-yazar oranı yüzde 1’e bile ulaşmıyordu.
Osmanlı’da kadın bir varlık değildi. Nüfus sayımı yapıldığı zaman sadece erkekler sayılıyor, kadınlar dikkate alınmıyordu!
Kadını, Cumhuriyet bir varlık yaptı, “Eşit vatandaş” haline getirdi.
Şimdi Cumhuriyet düşmanı bazı kadınları görünce, içimden ağlamak geliyor!
* * *
Cumhuriyet, tüm borçları ödedi, madenlerimize, demiryollarımıza, limanlarımıza sahip çıktı. Vatan Osmanlı ailesinindi, bütün değerleriyle milletin oldu.
Türkiye bugün dev fabrikalara, barajlara, elektrik santrallerine, büyük-küçük ne kadar tesise sahipse, bunların hepsini 1923’te başlayan ve günümüze kadar uzanan dönemde yaptı.
Şimdi... Tamamını Cumhuriyet’in yaptığı her şeyi satıyoruz!
Bütün değerlerimiz bir bir elden gidiyor. Bir süre sonra, “Osmanlı dönemindeki gibi” kendi topraklarımızda, yabancıların buyruğunda çalışan ırgatlar haline geleceğiz!
Oktay Ekşi, ülkemizin tüm değerlerinin birer birer satışına isyan ediyordu. Ortalığı karıştıran ve onun istifasına yol açan yazının, maksadı aşan o son cümlesi hariç, diğer bölümlerine itiraz eden var mı?
* * *
İki gün sonra Ata’mızı kaybedişimizin 72’nci yıldönümü... Onu sevgiyle, hasretle anacağız.
Gazeteci arkadaşım Ali Bektan’ın yazdığı “Atatürk ve Parapsikoloji” adlı kitabın 224’üncü sayfasında Ata’nın şu sözlerine yer veriliyor:
“Arkadaşlar! Şimdi şuna emin olmalısınız ki, bugün şapka giyen, sakalını-bıyığını tıraş eden, smokin ve frakla cemiyet hayatında yer alanlarımızın çoğunun kafalarının içindeki zihniyet hâlâ sarıklı ve sakallıdır!”
Atatürk’ün 1930’larda bahsettiği, modern görünüm altında, “kafalarının içinde sarıklı olan” zihniyetin sahiplerine 80 yıl sonra hâlâ rastlıyoruz!
Yazının Devamını Oku

‘Kurtlukta düşeni yerler!’

7 Kasım 2010
CHP hep çalkantılı bir deniz gibi... Sular bir türlü durulmuyor. Bugün CHP’de yaşanan olay “Partiyi kim yönetecek?” kavgasıdır, yani patronluk mücadelesidir!
Birbirleriyle boğuşup, elbirliği ile AKP’ye çalışıyorlar!
Bu iç çekişmelerle ve kullanılan eskimiş sözlerle CHP’nin iktidar alternatifi olması mümkün değil! Yenilik şart! Kılıçdaroğlu bu gerçeği gördü.
Birçok vatandaş “Kendisini bile yönetemeyen bir parti, ülkeyi nasıl yönetecek?” diye düşünüyor. Toplumun değişimini izleyemeyen bir parti gelişebilir mi?
* * *
CHP uzun yıllardır aynı dertten mustarip!
Hizipçilik, koltuk çekişmeleri, karışıklık, kavga... Neyi paylaşamıyorlar?
Esas olan ülkeye hizmet değil mi? O koltuklar babalarının malları mı ki bırakmak istemiyorlar? Vatandaş böyle bir partiye nasıl güven duysun?
Seçmen “Bunlar daha muhalefetteyken bile birbirlerini yiyor. İktidara gelirlerse kim bilir ne yaparlar?” demez mi?
CHP, yarım yüzyılı aşan bir süredir iktidar olamıyor. Hatta iktidara teğet bile geçemiyor! Neden? Hep bu iç çekişmelerin yarattığı güvensizlik yüzünden!
Bir yanda Genel Başkan Kılıçdaroğlu, öbür yanda parti içinde büyük bir güce sahip olan Genel Sekreter Önder Sav... CHP’yi farklı yönlere çekmek istiyorlar.
“İki kaptan bir gemiyi batırır!” sözü boşuna söylenmemiştir.
* * *
Şimdi bir umut doğdu CHP’ye...
Hizipçilik ve koltuk çekişmelerinin partiye büyük zarar verdiğini gören Kılıçdaroğlu, eskiyi geride bırakıp yeni ufuklara doğru yelken açtı. Açtı ama...
Önünde büyük bir engel var: Önder Sav ve ekibi...
Liderlik iradesini ortaya koyup Önder Sav’ı defterden sildi fakat Önder Sav kolay yutulacak bir lokma değil. Örgütteki gücü biliniyor. Direnecek, mücadele edecek!
Kılıçlar çekilmiştir artık!
Bu yaman mücadelenin sonunda, iki çetin cevizden biri kırılacak ve dökülecek.
Siyasette “Kurt Kanunu” geçerlidir. Kurtlukta düşeni yerler! Ayağın tökezlemeye gör. Üzerine atılıp parça parça ederler! Deniz Baykal bir anda yok edilmedi mi?
* * *
Düellonun kaybedeni Kılıçdaroğlu olursa CHP’ye “Allah rahmet eylesin!” demek gerekecek. Parti biter! Bu durumda CHP’nin bir daha belini doğrultacağını hiç sanmam.
Genel seçimlere 8 ay gibi az bir zaman kaldı.
CHP bu kavgaya son verip liderinin etrafında kenetlenmezse Haziran 2011’deki seçimlerde nal toplar, seçimin kesin galibi yine çok açık farkla AKP olur.
Şu anda görünen, Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin tek umudu olduğudur. Partisini seven, Kılıçdaroğlu’nu destekler. Tüm kişisel hırslar ve öfkeler bir yana bırakılmalıdır.
* * *
CHP bu ülkeye lazımdır. Partinin doğru ellerde, doğru yönetimlerle güçlenmesi, vatandaşa güven vermesi bütün Türkiye’nin yararınadır.
Kainat denge üzerine kurulmuştur. Bu muhteşem denge bozulduğu vakit felaketler başlar.
Ülkelerin hayatında da, o ülkenin yönetimine talip olan partiler arasında bir denge oluşması gerekiyor. Denk rekabet, yarışı hızlandırır, verimi arttırır, bereket getirir.
Kılıçdaroğlu, devrim niteliğindeki operasyonu ile hayırlı bir işe girişmiş bulunuyor.
Mevlânâ’nın dediği gibi:
“Dün dünde kaldı cancağızım... Bugün yeni şeyler söylemek lazım!”
Yazının Devamını Oku

Aslanı ne öldürür?

4 Kasım 2010
ALLAH deveye kanat verseydi, sağlam bina kalmazdı!<br><br>Bunlar da, ellerinden gelse, kanatlı develer gibi, ülkede karşı görüşte tek yazar bırakmayacaklar!

Gazetelerde, Oktay Ekşi’nin istifasına dair yazılan haberleri, yorumları okuyorum.
Aman Allahım! Nasıl saldırıyorlar! Piranha balıkları gibi atılıp, keskin dişlerini Oktay Ekşi’ye saplıyor, onu didik didik ısırıp, lime lime etmek istiyorlar!
Tam bir linç kampanyası!
* * *
58 yıllık gazeteci, 36 yıllık başyazar Oktay Ekşi ne yapmış?
Hatalı bir cümle yazmış, amacını aşarak “yazıyı vurucu bir cümle ile bitirmenin şehvetine” kapılarak “Bu zihniyet, analarını da satar” demiş...
Oktay Ekşi, yaptığı vahim hatayı sonradan fark etti, üzüldü “Kantarın topuzunu kaçırmışım!” diye özür diledi ama ne çare!

Yazının Devamını Oku

Meleklerin cinsiyeti olur mu?

1 Kasım 2010
BAZEN yurtdışı geziler nedeniyle bir süre ülkemden ayrı kalıyorum.

Döndüğümde bakıyorum her şey gittiğim günkü gibi... Karmakarışık... Eski hamam, eski tas... Tellaklar bile değişmemiş!
Evet, Türkiye’nin gündemi, aylar yıllar geçse de hiç değişmiyor!
Bir kısırdöngü içinde bocalıyoruz!

***

Tükenmezkalem gibi bitmeyen konulardan biri de türban... Aslında tükenmezkalem de tükeniyor ama türban konusu asla tükenmiyor!

Yazının Devamını Oku

Aydın Boysan ve rakı!

31 Ekim 2010
BAŞTA rakı olmak üzere alkollü içkilere yapılan ağır vergi zammı, doğal olarak akşamcıların bütçelerini delecek! İster inanın, ister inanmayın. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek zammın gerekçesini “Sigara olsun, alkollü içkiler olsun, bize getireceği gelir önemli değil! Önemli olan insanlarımızın sağlıklı yaşamasıdır!” diye açıklıyor.
En çok tüketilen alkollü içkilerden olan büyük rakının fiyatının 40 liraya dayanacağını söyleyen rakıcılar, iktidara veryansın edip ateş püskürüyorlar ama haksızlık etmeyelim!
İktidarın alkol politikasından memnun olup teşekkür eden yurttaşlar da var.
¡ ¡ ¡
Ünlü mimar ve yazar Aydın Boysan, rakı konusunda iktidara teşekkür edenlerin başında geliyor ve “Sağ olsunlar, var olsunlar” lafı üstadın ağzından düşmüyor.
Aydın Boysan, 90 yaşında... Geçenlerde rakıya başlamasının 70’inci yıldönümünü dostları arasında mütevazı ve neşeli bir törenle kutladı. Ona:
“Üstat, Tekel İdaresi ya da rakı sektörü sana 70’inci yıl plaketi vermeyi düşünmez mi?” diye sordular. Rakısından bir yudum alan Boysan gülümsedi:
“Bana hiç böyle bir şey teklif etmediler!”
Biraz durup düşündü, rakısından bir yudum daha aldıktan sonra:
“Ama ben hükümete bir teşekkür plaketi vermeyi düşünüyorum” dedi.
“Neden? Rakıya sık sık zam yapıyor, milletin içmesini zorlaştırıyor diye mi?”
“Hayır, bilemediniz. Bu iktidar geldikten sonra rakılar düzeldi, hızla çeşitlendi. İçkicileri hiçbir iktidar bu kadar mutlu edememişti. Teşekkür şart oldu!”
Rakısından bir yudum aldıktan sonra sözlerini noktaladı:
“Sağ olsunlar, var olsunlar! Seç seçebildiğini... Hangi cinsten istersen var. Sayelerinde ağız tadıyla rakımızı içiyoruz. Oh be!”
¡ ¡ ¡
Günün aktüel konusu rakıdan bahsedilince, rakı fıkrası anlatılmaz mı?
İki ayyaş, bir mezarlığın duvarına oturmuşlar, ellerinde rakı şişesi, kafayı çekiyorlar!
Bu sırada bir cenaze alayı gelir. Ayyaşlardan biri, önlerinden geçen kafileye sorar:
“Rahmetli kaç yaşındaydı?”
“55’ine yeni girmişti. İyi bir adamdı. Üç de çocuğu vardı, yazık oldu!”
“Peki, çok içer miydi?”
“Hem de nasıl! Gece gündüz içerdi rahmetli... Bu yüzden erken gitti!”
Mezarlık duvarının üzerinde oturan ayyaşların canı sıkılır “Vay canına!” derler “İçenler çok erken gidiyor demek ki! Ne yapsak acaba?”
Az sonra, ileriden bir cenaze alayı daha görünür. Yine gözü yaşlı insanlar... Önlerinden geçerken ayyaşlar “Rahmetli kaç yaşındaydı? diye sorarlar. Cenaze alayındakiler:
“Henüz 55 yaşındaydı...” derler.
“Peki, çok içer miydi?”
“Ne içmesi? Tövbe deyin... İçkiyi ağzına bile sürmezdi”
Cenaze alayı geçip giderken ayyaş, arkadaşına dönüp rakı şişesini kaldırır:
“İçenle içmeyen arasında 15 dakika fark var. Boş ver lan! Haydi şerefe!”
¡ ¡ ¡
Her gün kafayı çekip sarhoş olan adamı arkadaşları uyarmış:
“Bu kadar içme... Hem sağlığına dokunur, hem de mesleğinde ilerleyemezsin!”
“İçmezsem ne olacak, nasıl ilerleyeceğim?
“Terfi edersin, zamanla müdür, sonra da genel müdür olursun!”
Ayyaş rakı kadehini kafasına dikerek:
“Boş versene sen” demiş “ben içince her gün genel müdür oluyorum!”
Yazının Devamını Oku