10 Ekim 2010
KIŞA yaklaşıyoruz. Zaman kanatlanmış uçuyor sanki... Ekim ayının ilk 10 günü gitti bile...
Bu arada enflasyon rakamları açıklandı, artış varmış!
Havalar soğudu, enflasyon arttı ama... Nevizade’yi soğuk da, enflasyon da etkilemiyor!
Bilmem oraya hiç gittiniz mi?
Nevizade, İstanbul’da Beyoğlu’na paralel dar bir sokak... Sağlı sollu lokantalarla dolu... Masalar sokağa taşmış, soğuk havaya rağmen insanlar dışarıda yemek yiyor ve alkol alıyor! Alkol ısıtıyor olmalı ki, soğuğu hissetmiyorlar!
Kız-erkek, genç-yaşlı, her tür insan var. Yirmili yaşlardaki gençler patates kızartması ve birayı tercih ediyor. Hem ucuz, hem alkol derecesi düşük... Otuz yaş üstü ise genellikle rakıcı... Bu arada bir miktar da şarapçı var tabii...
* * *
Nevizade Sokağı’nda, neşe de var hüzün de... Kimi dertten içiyor, kimi kederden...
İçki, sohbet, aşk, siyaset... Hepsi iç içe burada... Yürekleri sıkıntı bulutlarıyla kaplı olsa bile insanlar burada genellikle mutlu, neşeli görünüyor. Bunu yaratan alkol tabii ki...
Hiçbir dönemde bu sokağı kriz etkilemiyor. Her gece dolu... Hele cumartesi geceleri, önceden ayırtmazsanız, yer bulmanız zor!
Ülkemizdeki düzen, adaletsizliği derinleştiriyor, eşitsizliği arttırıyor, halkı yoksullaştırıyor ama hiçbir dönemde Nevizade ve benzeri yerlerin müşterileri eksilmiyor.
* * *
Eylül ayında artış eğilimini sürdüren enflasyon, beklentilerin üzerine çıktı. Enflasyonu tetikleyen neymiş biliyor musunuz? Başta rakı olmak üzere alkollü içkilerdeki fiyat artışları! Eylül ayı itibarıyla tüketici fiyatları yüzde 9.24 artmış bulunuyor.
Günahın hepsi değil ama bir bölümü rakının! Ah rakı! Bu iktidar sana nasıl kızmasın? Seni düşman görmeyip de ne yapsın? Hem insanları sarhoş edip günaha sokuyorsun, hem de enflasyonu zıplatıyorsun!
Fazla mı haksızlık ediyoruz nedir? Rakının çok faydalı yanları da varmış...
Bunu ben söylemiyorum. Mustafa Küçükaslan ve Yılmaz Dağdeviren’in bildirdiğine göre, Amerikalı bir bilim adamı olan Prof. Edmond Riche ile İngiliz bilim adamı Prof. Alex Harley iddia ediyor. Onların yaptığı bir araştırmada, anasonla ilgili çarpıcı sonuçlara ulaşılmış. Üzüm suyu ile birleştirilen anasonun, insan sağlığı üzerinde inanılmaz derecede olumlu etkileri saptanmış...
Aşırıya kaçmadan bilinçli olarak tüketilen rakının sayısız yararları varmış.
Rakı, haftada bir-iki gün, bir-iki duble içildiğinde, bakınız neler oluyormuş?
- Damarları açarak kan dolaşımını rahatlatıyor.
- Tansiyonu normal düzeye düşürüyor. Stres de neredeyse sıfır noktasına iniyor.
- Yeterli kan akışı nedeniyle tüm vücut rahatlıyor.
- Üzüm ve anason karışımı, karaciğere yardımcı oluyor.
- Dostlarla (ya da sevgiliyle) birlikte alındığında mutluluk hissi artıyor.
- Rakı kışın saat 17-19, yazın saat 19-21 arası içilmeli.
- Rakı kalabalığı sevmez. Masada sadece iki-üç dost ya da bir sevgili olmalı.
- Eskilerin deyimiyle en kolay ve iyi ilaç: “Haricen yakı, dahilen rakı!”
DİKKAT! Tüm bu yararlara ulaşılması için bir-iki dubleden fazla içmemek şart! Üçüncü duble alındığında yukarıdaki bütün yararların tümü nötrleşiyor ve... Dördüncü duble alındığında yukarıdaki yararların hepsi tersine dönüyor ve içene büyük zarar veriyor!
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
7 Ekim 2010
“GELDİK gidiyoruz ama artık ‘Zor bir dönemden geçiyoruz’ sözünden utanmaya başladım. 30 yıldan beri bu böyle... Ne bitmez zor dönemmiş?
Türkiye bir kere ‘Oh’ diyemedi. Bu zor dönem hiç bitmeyecek mi?”
Yukarıdaki sözler Bülent Tanla’ya ait... Bir dönem CHP’de genel başkan yardımcılığı yapan İstanbul eski milletvekili Bülent Tanla ülkenin içinde bulunduğu duruma kahrolduğunu söylüyor. Onunla ülke sorunlarını konuştuk.
Aslında Mustafa Sarıgül ile randevum vardı.
Bazı okurlarımdan sürekli e-posta alıyordum: “Sen bir süre önce Mustafa Sarıgül’ü destekleyen yazılar yazmıştın. Ne oldu? Güvendiğimiz dağlara kar yağdı. Mustafa Sarıgül, partiyi kurmaktan vazgeçerek bizi yarı yolda bıraktı. Biz de yanıldık, siz de yanıldınız!” diye benden adeta hesap soruyorlardı.
Okurlar yanılıyor. Ben hiçbir zaman taraf olmadım. Sadece olanları naklettim. O dönemde gerçekten tüm yurtta, dağ-taş, her yer “Çare Sarıgül” yazılarıyla doluydu.
Mustafa Sarıgül’e bunları soracak, cevabını okurlarıma iletecektim. Nedense iki randevuya da gelmedi! Üçüncüye de ben gitmedim! Günün birinde, taraftarlarına bir açıklama yapmak ihtiyacını duyarsa belki o zaman bir araya geliriz, anlattıklarını sizlere naklederim.
* * *
Sarıgül yerine randevuya gelen Türkiye Değişim Hareketi’nin iki numaralı ismi Bülent Tanla ile güncel konular üzerine bir söyleşi yaptık.
Tanla benim eski bir dostumdur. Onunla, daha siyasete atılmadan önceki yıllarda tanışırız. 1970 yılından beri araştırma sektörünün içinde olan Tanla, siyaset alanındaki isabetli görüşleri ve tahminleriyle tanınıyor.
“Türkiye’nin gerçek sorunları, işsizlik, yavaş gelişme, yoksulluk, türban, Kürt sorunu gibi her kesimi derinden etkileyen temel sorunlar... Ülkeyi yönetenler, bunların hiçbirine ciddi bir çözüm üretmiyor” dedi ve ekledi:
“Türkiye’de herkes huzursuz. Hiçbir kesim rahat değil. En varlıklısı da, en düşük gelirlisi de bundan rahatsız!
Türkiye gerçek sorunlarla uğraşacağı yerde farklı şeylerle meşgul ediliyor. Mesela Özal’ın 17 yıl önceki ölümüyle, 30 yıl önceki 12 Eylül darbesiyle filan uğraşılıyor... Bunlarla da uğraşılsın ama bugünkü temel sorunların çözümünde faydaları olabilecekse uğraşılsın!
Toplumda gereksiz bir gerginleşme, kamplaşma yaratılıyor.”
* * *
“Bugün Kürt sorunu çok önemli bir mesele... Kürt sorununun tarafları çok çeşitli... Elbette ki başta Türkiye var. Sonra Amerika, Avrupa, Kürtlerin yaşadığı Irak, Suriye... Bir de Kandil, İmralı ve PKK var. Güneydoğu’da halkın seçtiği belediye başkanları ‘Eyalet sistemi isteriz, bayrak isteriz!’ diyor.
İktidarın ciddi yanlışlarından biri şu: Çok büyük bir beklenti yaratıldı. Kısa sürede bu iş çözülecekmiş havası verildi. Toplum bu havayı soluyup da umduğunu bulamayınca hayal kırıklığına uğradı.
Her kafadan bir ses çıkıyor, kimi Amerika’ya, kimi Kandil’e gidiyor. Bazıları İmralı’yla gidip demeçler veriyor. Bu, böyle aleni olmaz! Durum daha da karışacak, işler çıfıt çarşısına dönecek!
Türk halkı kavga sevmiyor! Bu görüş doğru ama eksik! Kavga etmeyi sevmiyor ama kavga izlemekten, çatışma seyretmekten çok hoşlanıyor. Tribünde seyirci olmayı seviyor!
Geldik gidiyoruz, Türkiye bir oturmadı, bir rahata kavuşmadı ve hep zor dönemden geçildi! ‘Zor dönem’ sözü ülkesini seven herkese artık utanç vermelidir!”
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
4 Ekim 2010
BİR gün, bir şehirde, otomobilini süren bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın kör oluyor! Bir çeşit körlük hastalığına yakalanmıştır!
“Beyaz körlük” adı verilen bu olay, bir salgının ilk belirtisidir!
Adam, derhal bir göz doktoruna gidiyor. Doktor da ondan hastalık kapıyor!
Derken, bir oteldeki genç bir hanımda görülüyor bu hastalık...
Daha sonra bir hizmetçide, otomobilli adamın karısında, bir araç hırsızında, görevli bir devlet memurunda... Derken, toplumun her kesiminde görülmeye başlıyor.
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
3 Ekim 2010
GEÇEN pazartesi günü, “İçki içiliyor” diye, iki sanat galerisinin açılış kokteylinde bir kısım eli sopalı güruhun saldırısını anlatırken:<br><br>“Tophane olayları ne ilk, ne son gericilik gösterisidir. Daha önce de birçok olay yaşandı. Bu tür gericilik olayları saymakla bitmez” demiştik. Hafızası zayıf bir toplum olduğumuz için, bazı kişiler örnekler vermemizi istedi. “Hay hay” dedik “Eskilere gitmeden, yakın zamanda olanlardan birkaçını hatırlatalım.”
* * *
Çanakkale Olay Gazetesi’nin haberine göre, Behramkale’deki Athena Tapınağı’na akşamüstü ziyaretleri “Şarap içiliyor” bahanesiyle yasaklandı.
Athena Tapınağı’ndaki günbatımı manzarası “Dünya Gezi Rehberleri”ne girerek ün yapmıştı. Bu nedenle Assos Antik Kenti’ndeki Athena Tapınağı yabancı turistlerin büyük ilgisini çekiyor, orada akşamüstü güneşin kıpkızıl batışını seyretmek istiyorlardı.
5 bin yıllık geçmişi olan Athena Tapınağı’nda bugüne kadar içki yüzünden herhangi bir olay meydana gelmediği gibi, en ufak bir tartışma dahi yaşanmadı.
Bölgenin muhtarı Hüseyin Kaplan “Yabancı ziyaretçilere zorla mı oruç tutturacağız?” diyerek yasak kararını protesto etti.
* * *
Mahalle baskısı, turizmin merkezi Antalya’da da doruğa çıktı. Antalya Belediyesi kısa bir süre önce “Ekim Festivali” adı altında, Almanya’daki benzerleri gibi bir festival düzenlemişti. Konuklara mini etekli güzel kızlar tarafından bira dağıtıldı.
“Kimse Yok mu?” adlı bir dernek bu festivalden çok rahatsız oldu ve “Yarı çıplak kızlar bira dağıtıyor, ahlak bozuluyor, namus elden gidiyor” diyerek festivalin iptali için, siyasileri de kullanarak, ağır baskılar yaptı.
* * *
Yozgat’ta otobüs bekleyen Kadışehri Cumhuriyet Savcısı Özcan Çubukoğlu, ramazan ayında açıkta sigara içtiği gerekçesiyle iki kişi tarafından dövüldü. Savcı böylece bu ülkede Ramazan ayında açıkta sigara içme yasağı olduğunu öğrenmiş oldu!
Ankara’da bir polis memuru, eteği kısa diye 16 yaşındaki bir liseli kızı dövdü. Yine Ankara’da iki polis memuru Çankaya Kurtuluş Parkı’nda el ele gezen gençleri “Edepli olun!” diye azarlayarak kimlik kontrolü yaptı.
Araklı Belediye Başkanı, bir benzin istasyonunda içki satışı yapıldığını öğrenince şu açıklamayı yaptı: “Emniyet ve Belediye’nin güvenlik kuvvetlerini harekete geçirdim. Araklı’da içki sattırmayacağız.”
* * *
Aslında Türkiye bir alkol ülkesi değil... Avrupa’nın en az alkol tüketilen ülkesi Türkiye. Alkollü içkiler, üzerinde ağır vergiler olduğu için, Avrupa ülkelerine göre çok daha pahalı!
İstanbul’da AKP’li belediyelere ait tesislerin hiçbirinde (Turistik Çamlıca Tepesi dahil) bira bile satılmıyor.
Ankara’da da, Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı birçok sosyal tesiste alkollü içki yasak!
Ankara Keçiören’de içki satan büfeci Mehmet Şahin zabıtalarca içki sattığı için çivili sopa ile fena halde dövülmüştü...
* * *
Büyük kentler hariç, Türkiye’deki 81 ilin birçoğunda içki satışları durma noktasına geldi.
Son 4 yıl içinde 17.000 içki satış noktası mahalle baskısı nedeniyle ya kapandı, ya da içki satmaktan vazgeçirildi!
Daha önce de dediğimiz gibi biz içkiyi savunmuyoruz. Özgürlüklerin engellenmesine, insanların yaşam tarzına karışılmasına, laik Türkiye’ye yakışmayan ilkelliğe, ülkemizi çağdaşlıktan uzaklaştırıp, geriye götüren zihniyete karşıyız!
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
30 Eylül 2010
“DOĞRU söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye güzel bir atasözümüz vardır. Bunu günümüzde “Doğru söyleyeni hapse atarlar” şeklinde değiştirmek gerekecek! “İleri demokrasi” nutuklarının atıldığı Türkiye’de geldiğimiz nokta bu...
Sesini yükseltenin kafası koparılıyor!
Hanefi Avcı’dan bahsediyoruz.
Meslek hayatı başarılarla dolu bir polis müdürüydü. Teröristleri yakalamış, terör çetelerini çökertmişti. Terörist avcısı şimdi, terörist diye hapse atıldı! Neden?
Hanefi Avcı’nın “Devrimci Karargâh” adındaki bir sol terör örgütüyle ilişkisi olduğu ileri sürülüyor. Tutuklanma sebebi bu!
Onun tipinde bir insan, hayatı terör örgütleriyle mücadele etmekle geçen bir polis şefi, terör örgütüne destek olur mu? Bu iddia inandırıcı mı sizce?
Gerçek neden Hanefi Avcı’nın yazdığı “Haliç’te Yaşayan Simonlar Dün Devlet, Bugün Cemaat” adlı kitap olmasın?
* * *
Kısa bir süre önce piyasaya çıkan kitap büyük bir yankı yaratarak baskı üstüne baskı yapmıştı. Kitapta ilginç ifşaatlar vardı ve özetle şöyle deniliyordu:
- Emniyetin içini cemaatçiler sarmış durumda... Bunlar yasadışı yollardan herkesi dinliyor, komplolar hazırlıyor.
- Bir grup polis, kritik noktaları ele geçirmiş, cemaati rahatsız eden kişilere ve gruplara iftiralar düzenliyor.
- Biz polisiz ama karşımızda meslektaşlarımız yok, örgüt mensupları var!
- Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), yargı ve vekiller içinde cemaat mensubu var!
- Ergenekon örgütünün gerçekten var olduğu konusunda ciddi emareler, inandırıcı deliller yok!
* * *
Hanefi Avcı, büyük ilgi gören “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabını yayınladıktan sonra “Savunmamı şimdiden hazırladım. Başıma bir şey gelebilir, her şey olabilir!” demişti.
Nitekim oldu da... Kitabıyla cemaati kızdıran polis müdürü Hanefi Avcı, başka bir konudan hapse atıldı. Polis, suçluyu aramak yerine, kurbanın peşine düşmüş görünüyor!
Hanefi Avcı, başına gelecekleri biliyordu. Hapse götürülürken bile “Susmayacağım! Bu bir cemaat operasyonudur” diye bağırdı.
* * *
İktidar mensupları “Basın ve ifade özgürlüğü” deyip duruyorlar. Referandum kampanyasında “Türkiye’nin daha demokratik, daha çağdaş, daha özgürlükçü” bir ülke olacağını iddia ediyorlardı.
Bu mu ileri demokrasi, bu mu daha özgürlükçü ülke?
Avrupa Birliği ülkelerinin hangisinde böyle bir demokrasi anlayışı var?
Bugün başı derde giden insanlarımızın önemli bir bölümünün suçu, doğruları söyleyerek milletin uyanmasını, halkın bilinçlenmesini istemek!
Türkiye’yi yönetenler, fikir ve düşünce özgürlüğünden dem vuruyor, kendilerinin büyük demokrat (!) olduklarını iddia ediyorlar, sonra da demokratik yasalar çıkartmadan, ülkemizin antidemokratik yasalarla idare edilmesine göz yumuyorlar!
Sözün özü; günümüz Türkiye’sinde biat etmeyenler “Bertaraf” ediliyorlar!
* * *
Ergenekon’dan yargılanan Mustafa Balbay son duruşmada:
“Küresel ısınmadan da Ergenekon’u sorumlu tutacaklar!” deyince, Mahkeme Başkanı başını eğerek şöyle cevap vermişti: “Mümkündür!”
Bu diyalog, her şeyi özetliyor! Başka söze gerek yok!
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
27 Eylül 2010
GÜLER misiniz, ağlar mısınız?<br><br>Başbakan “Yüzde 42 insanımız Türkiye sevdasıyla ‘Hayır’ oyu verdi” demiş! Bu güzel bir söz ama inandırıcı değil!
Çünkü daha üç hafta önce “Hayır diyenler darbecidir” dememiş miydi?
Ne oldu da birdenbire 180 derece döndü? Ona sevimli görünmek isteyen “Bakan” unvanlı bazı siyasetçiler de “Hayır diyenlerin aklından zoru var” demiyorlar mıydı?
“Hayır” diyenler şimdi neden kıymete bindiler? Neden birdenbire darbecilikten yurtseverliğe terfi ettirilip “Vatan sevdalısı” diye anılmaya başladılar?
Başbakan, genel seçimlerin Haziran 2011’e alınacağını açıkladı. Yani 9 ay var.
Göz boyama, seçmen tavlama harekâtı başlamış olmasın?
Kadim okurlarımdan Av. Süheyla Sanver, yaratılmak istenen bu bahar havasını, tek kelimeyle şöyle yorumluyor: “YEMEZLER!”
Aynı görüşteyim. “Hayır” diyen o “yüzde 42”nin yapısı incelenirse, “hayırcı” kitlenin böyle boş sözlerle gönülleri alınacak bir topluluk olmadığı anlaşılır.
O “yüzde 42” oy, üreten, soran, sorgulayan bir kitledir, Türkiye’nin aydınlık yüzüdür.
* * *
Hafta içinde yaşanan Tophane saldırısı unutulamaz! Ne yüz karası olaydır o?
İki sanat galerisinin açılış kokteylinde “içki içiliyor” diye bir kısım eli sopalı, biber gazlı güruhun baskın düzenleyerek insanları dövmesi, ileriki yıllarda bile güncelliğini koruyacak ilkellik örneğidir ve ülkemizde hâlâ gerçeği göremeyen kafalara hep tokmak gibi inecektir.
Tophane olayları neyin ifadesidir?
1) Az gelişmişliğin, hatta hiç gelişmemişliğin kanıtıdır!
2) Çağdışılıktır, utanılacak bir olaydır.
3) Ülkemizde hangi zihniyetin gelişmekte olduğunu göstermektedir.
4) Karanlığa yönelişin ifadesi ve canlı bir belgesidir.
5) Modern Türkiye’ye sürülmüş kara bir lekedir.
6) Daha birçok şeydir ama bunları söylemeye dilim varmıyor.
* * *
Bazı tutucu kişilerden bana küfürlü e-postalar geliyor. Özetle diyorlar ki:
“İçkiyi niye savunuyorsun? Cehennemden korkmuyor musun be adam?”
Hemen şunu söyleyeyim: “Bu yobaz kafalar cennete gidecekse, inanın ki, ben onlarla
aynı yerde bulunmamak için cehenneme razıyım!”
Gelelim içki meselesine: Ben kimseye “İçki için” demiyorum. Bu kişisel bir tercihtir, isteyen içer, istemeyen içmez. İçkinin zararı da, günahı da (varsa) içene aittir.
Ben, kişilerin özgürlüğünün elinden alınmak istenmesine karşıyım!
Demokratik olduğu iddia edilen bir ülkede, içkiye karşı yapılan yobaz saldırıları, insanların özgürlüğünü engelledikleri için kınıyorum.
İçki yararlı mı, zararlı mı, sevap mı, günah mı, reşit yaşta olan bir kişi buna kendi karar vermeli. İçki içiliyor diye sopalı, biber gazlı saldırılarla insanları dövmek, yıldırmak, gözdağı vermeye kalkmak, benim anlayışıma göre yobazlığın ta kendisidir!
* * *
Tophane olayları, ne ilk, ne son gericilik gösterisidir! Daha önce bu ülkede insanlar yakıldı, oruç tutmuyor diye öğrenciler bıçaklandı. Bu tür ilkel olaylar saymakla bitmez.
Demokrasiden, insan haklarından ve özgürlüklerden söz edince mangalda kül bırakmayan siyasetçiler (tabii ki iktidardakiler) neden bu olayları net olarak kınamazlar, neden ağızlarında geveleyip, tevil yoluna saparlar, neden “tahrikten, kışkırtmadan” bahsederek gericiliğe koltuk çıkarlar?
“İleri demokrasi” diyoruz ama bizim ileri demokrasimiz böyle oluyor demek ki!
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
26 Eylül 2010
SAĞLIK, tıpkı tarla gibi ekilmeye, bakılmaya muhtaçtır. Yeteri kadar özen göstermiyorsanız, bir gün kalbinizin teklediğini görünce hiç şaşırmayın!
Tanrı hayatı verir ama yaşam tarzını size bırakır.
Yaratanın bize en güzel hediyesi, beynimizle birlikte bize uzun yıllar hizmet eden o muhteşem kalbimizdir.
* * *
Türk Kalp Vakfı’nın önerisiyle başlatılan Dünya Kalp Günleri, her yıl eylül ayının son pazar günü düzenleniyor. Bugün, 11’inci Dünya Kalp Günü.
Günümüzde kalp ve damar hastalıkları, göğüs kafesinde kalp taşıyan herkes için büyük tehlike ve birinci sıradaki ölüm sebebidir.
11’inci Dünya Kalp Günü nedeniyle, Türk Kalp Vakfı Onursal Başkanı Çetin Yıldırımakın “Her yıl Türkiye’de 207 bin kişi, yani her iki buçuk dakikada bir insanımız kalpten ölüyor” diyerek kalp ve damar hastalıklarını insanlık dışı ilan etti.
* * *
Kalp sorunları, yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada “1 numaralı ölüm nedeni!”
Kanser, AIDS, böbrek, karaciğer hastalıkları, verem ve aklınıza gelen tüm hastalıkların toplamından daha fazla insan, kalp ve damar hastalıkları nedeniyle hayatını kaybediyor.
Dünyada her yıl kalpten ölenlerin sayısı 17 milyon 100 bin kişi!
Tüm dünya ülkeleri arasında bu konunun şampiyonu ise Türkiye! Yılda 207 bin kişi ölüyor.
Gerçekten tam bir insanlık düşmanı olan bu hastalığı kim yaratıyor?
Sinsi düşmanı uzakta aramayalım. Bizzat kendimiz yaratıyoruz bunu...
* * *
Kalbimizin değerini bilmiyoruz. Onu hor kullanıyoruz. Sigara, yağlı ve sağlıksız yiyecekler, hareketsiz yaşam ve stresle onu yoruyor, yıpratıyoruz!
Kalp vücudumuzun motorudur. Damarlarımıza sürekli kan pompalar, damarlarımız da bu kanı beynimizden ayak parmaklarımızın ucuna kadar bütün organlarımıza götürür.
Peki, arabamızın motoruna sürekli bakım yaptırıyoruz da, vücudumuzun motorunu neden ihmal ediyoruz?
Eskiden, kalp ve damar hastalıkları “erkek hastalığı” diye bilinirdi. Araştırmalar, kadınlar arasında da bu hastalığın hızla yaygınlaştığını ve “1 numaralı ölüm nedeni” olduğunu gösterdi.
Yaşam kalitemizi arttırmak ve daha uzun ömürlü olmak için kalbimizin değerini bilmeliyiz. Bu değer bilmeyi, her 6 ayda bir sağlık kontrolü yaptırarak gerçekleştirebiliriz.
* * *
Sağlıklı bir hayat sürdürmenin en kısa formülü şudur:
- Bol meyve ve sebze yiyeceğiz ama doymuş yağlardan ve tuzdan uzak duracağız.
- Spor yapacağız. Haftada beş gün 30 dakikalık bir yürüyüş bile kalp krizi ve felci önlemeye yardımcı olur.
- Fazla kiloları atacağız. Böylece tansiyon düşer, kalp rahatsızlıkları azalır.
- Alkol alımını sınırlandıracağız. Bir miktar içmek yasak değil ama devamlı alınan aşırı alkol, her organı tahrip eder.
- Sigara kesinlikle yasak. Dumansız bir ortamda yaşayacağız.
- İşyerinde bile, fırsat buldukça egzersiz yapacağız, asansör kullanmayacağız.
- Sağlıklı yiyecekleri tercih edeceğiz, meyve ve sebzeye ağırlık vereceğiz.
- Stressiz bir yaşam sürdürmeye çalışacağız.
Kalp hastalıkları ve kronik hastalıklardan ölenlerin neredeyse yarısı, hayatlarının en verimli döneminde (15 ile 69 yaşları arasında) hayata veda ediyor. Yazık değil mi?
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
23 Eylül 2010
ÖNCEKİ gün, sayfa arkadaşım ve değerli meslektaşım Yalçın Bayer’in sütununda yayınlanan bir mektup beni eski günlere götürdü... İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok ilde vali yardımcılığı, İstanbul Sarıyer’de Belediye Başkanlığı yapan Dr. İhsan Yalçın, 12 Eylül 1980 dönemini özetle anlatıyor ve “Referandumdan sonra, büyük bir gayretkeşlikle Kenan Evren için soruşturma yarışına girişilmesini hayret ve üzüntüyle izlemekteyim” diyordu.
Bugün emekli olan İhsan Yalçın, namuslu bir mülki amirdir ve temiz bir sicili vardır. Onun mektubunu okurken, 30 yıl önceki o eski dehşet dolu günler gözlerimin önünde bir kez daha canlandı.
Her gün 20-30 kişinin sokaklarda öldürüldüğü, üniversitelerin kan gölüne döndüğü günlerdi... Halk her gün sokağa endişe içinde çıkıyordu.
Kapkara bulutların kapladığı ülkede büyük bir kaos vardı.
İhsan Yalçın “Bu kaosu, o günkü şartlarda kim, nasıl önleyebilirdi?” diye soruyor.
Haklıdır. Kimsenin can güvenliği kalmamıştı. Aileler evlatlarını okula göndermeye bile korkuyor, akşam eve sağ salim dönmeleri için dualar ediyorlardı.
Allah, bu millete o dehşet dolu acı günleri bir daha göstermesin!
12 Eylül 1980 darbesini bir de bu yönüyle değerlendirmek gerekir.
* * *
Halkın belleği zayıftır. Çabuk unutur! Bizim bazı yazar-çizer takımımız da yanardönerdir, çabuk yön değiştirir!
12 Eylül 1980’de Kenan Evren’e methiyeler düzenler, şimdi onu yerden yere vuruyor!
O dönemde “Darbe oldu, canımızı kurtardık. Allah razı olsun Evren Paşa’dan” diyenler şimdi 94 yaşına gelen emekli cumhurbaşkanı için “Darbecidir!
Yargılansın, hapse atılsın!” diye yırtınıyorlar!
O dönemdeki “vıcık vıcık yağ dolu, şakşak ve övgü günlerini” hatırlayınca, bugünkü davranışlar insanın midesini bulandırıyor!
Böylesine kaypaklık, başka hangi ülkede vardır, bilemiyorum!
İnsanlar bu kadar mı dönek olur, bu kadar mı kişiliğinden kaybeder?
* * *
Kadim okurlarımdan Tarık Karslı Kanada’da yaşar ama, Türkiye’de her olup biteni saati saatine izler. Karslı:
“Fizik profesörü olan değerli bir arkadaşım referandumla ilgili bilimsel bir çalışma yapmış. Bu analizi size yolluyorum” diyerek bana bir e-posta gönderdi.
Yazıyı dikkatle okudum. Uzun incelemeden sonra şu sonuca varıyor:
“Bu Anayasa değişikliğinin son değişiklik olmadığını, daha önemli gelişmelere gebe olduğunu, nihai değişimden bir önceki ‘soluklanma dönemi’ni yaşadığımızı söylemek kehanet sayılmaz.
Nitekim, ‘Evet’ cephesinden sıkça duyulan ‘İçimize sinmedi ama yine de Evet...” şeklindeki sızlanmalar, ileriye dönük niyetleri açığa vuruyor. Bu haliyle de ‘bilinçli Evetçiler’ tarafından yetersiz bulunan değişiklik paketinde arzu ettikleri iki konu;
‘Türkiye Cumhuriyeti’nin dini İslâm’dır’ ve...
‘Türkiye, Türk ve Kürt ortak federasyonudur!’ cümleleri ‘şimdilik’ yer almamıştır. Bir sonraki referandumun konusu ‘Federasyon ve Şeriat’ olabilir!
Bu nedenle halkın aydınlatılması ve bilinçlendirilmesi için yurtseverlere büyük görevler düşmektedir. En çetin döneme asıl şimdi girilmiş bulunuyor!”
BİR AÇIKLAMA: “Atatürkçü olmanın bedeli” başlıklı yazı nedeniyle, Marmaris Belediyesi, CHP’li Başkan Ali Acar’ın 600’e yakın ön inceleme geçirdiğini, 3 dosyadan yargılanarak beraat ettiğini, halen görevde olduğunu açıkladı.
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)