Rahmi Turan

İnsanoğlu üstün güce âşıktır!

20 Eylül 2010
“BAŞKANLIK Sistemi” için düğmeye basıldı mı?<br><br>Bu sistem, ülkemizin yapısına, Türkiye’nin gerçeklerine uygun mu? Tartışmalar, Başbakan Erdoğan’ın bir televizyon programında “Türkiye ‘Başkanlık Sistemi’ne geçebilir. Ama ‘olmazsa olmaz’ımız değil!” sözleriyle başladı.
Demek ki, Başbakan’ın gönlünde yatan aslan bu! Daha güçlü olmak istiyor!
Aslında, onun şimdiki siyasi gücü, başkandan daha ileri...
-  Ülkede Cumhurbaşkanı’nı o belirliyor.
-  Meclis Başkanı’nın kim olacağına o karar veriyor.
-  İktidar partisinin tüm milletvekillerini o seçiyor.
-  Bütün Bakanları o tayin ediyor.
-  Belediye Başkanları, Valiler, Kaymakamlar, Büyükelçiler, Emniyet Müdürleri, Genel Müdürler, hatta üst düzey komutanlar onun onayıyla işbaşına geliyor.
İki dudağının arasından çıkan söz “Padişah fermanı gibi” güçlü!
Eee... Ne demeye “Başkanlık Sistemi” isteniyor? Zaten fiili olarak Başkan!
Anlaşılan “Başkanlık Sistemi” denilerek, durumun adını koyup resmileştirmek istiyorlar!
* * *
“Başkanlık Sistemi” konusu, Turgut Özal ve Süleyman Demirel dönemlerinde dekonuşulmuş, tartışılmış, lehte ve aleyhte görüşler öne sürülmüştü.
Demokraside “Kuvvetler ayrılığı” prensibi esastır. Bütün güçler tek elde toplanırsa buna “Demokrasi” denilemez!
Ülkemizdeki durum ne? Yasama ve yürütme gücü zaten Başbakan Erdoğan’ın elindeydi. Referandumla, yüksek yargı gücü de onun emrine ve denetimine bırakıldı!
Kendimizi hiç aldatmayalım. Bütün güçlerin tek elde toplandığı rejimin adı demokrasi değildir. Böyle bir sistemde, bağımsız yargı olmazsa, Başkan’ın “Kanun benim!” diyerek diktatörlüğe yönelmesini hangi güç engelleyecek?
* * *
Başkanlık Sistemi’nin uygulandığı 39 ülkeden, ABD dışında, hangisi başarılı? Hiçbiri!
Bunlar, başarılı olamamanın ötesinde diktatörlüğe hevesli başkanlarla idare ediliyor.
Amerika’da, federal yapı içinde yüksek yargıyı da kapsayan sağlam bir denge var. Bu dengelerin olmadığı ülkelerde “Başkanlık Sistemi”ne kadar iyi niyetle başlarsa başlasın sonunda diktatörlüğe dönüşüyor!
Sadece Amerika’ya bakarak “Başkanlık Sistemi iyidir” demek yanlıştır, tehlikelidir, ülkeyi bir çıkmaza götürür. Amerika’da Anayasa Mahkemesi tam bağımsızdır. Başkan’ın da, Parlamento’nun da yargı üzerinde hiçbir yetkisi ve etkisi yoktur. Anayasa Mahkemesi üyeleri, ömür boyu bu görevi yaparlar, ancak kendileri isterse emekli olurlar!
Eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk: “ABD Başkanı’na tanınan yetkiden bizdeki Başkan’a verin, sistem kısa sürede ‘Anayasal Padişahlığa’ dönüşür. Bizde ‘Başkanlık Sistemi uygulansın’ diyenler, her nedense sistemin ana dayanağı olan güçlü yargıdan söz etmiyorlar, tam tersine yargı bağımsızlığını yok ediyorlar!” diyor.
* * *
Dediğimiz gibi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan zaten fiilen Başkan... Her dilediğini yapabiliyor! Onun isteğine karşı çıkacak güç kimde var? Kim engelleyebilir ki onu?
Sadece yüksek yargı direniyor ve Başbakan Erdoğan da “İnanın ayağımızda pranga var. Çöz diyorlar! Neyi çözüyorsan? Yargı gücü seni engelliyor!” diye şikâyet ediyordu.
O yargı gücü de referandumla yok olma aşamasına getirildi.
Başbakan Erdoğan, 23 Nisan Bayramı’nda, sembolik olarak Başbakanlık Koltuğu’na oturan yavruya “Artık mühür sende, ister asarsın, ister kesersin!” demişti. Bütün güçler onun eline geçtiğine göre, durumun böyle olup olmayacağını yakında görmeye başlarız!
Yazının Devamını Oku

Atatürkçü olmanın bedeli!

19 Eylül 2010
İÇİŞLERİ Bakanı, son dönemde 3 belediye başkanını görevden aldı, 3’ü de CHP’li... <br><br>Bu başkanların hepsinin “Atatürkçü” oldukları belirtiliyor. Bodrum Yalıkavak, Marmaris ve Didim...
Türkiye Cumhuriyeti’ne hakarete varan saldırılar yapan, Türk bayrağının yanı sıra göndere Yeşil-Sarı-Kırmızı renkli PKK bayrağının da çekilmesini isteyen Diyarbakır Belediye Başkanı’na sessiz kalan İçişleri Bakanı’nın, 3 CHP’li Belediye Başkanı’nı görevden alması, iddia edildiği gibi gerçekten “Atatürk alerjisi mi?” yoksa “Partizanlık örneği mi?”
* * *
Yalıkavak, Bodrum İlçesi’nin gözde beldelerinden biridir.
CHP’li Belediye Başkanı Mustafa Saruhan, Cumhuriyet ilkelerini savunan, Atatürkçü bir kişi olarak tanınır.
Saruhan, geçen dönemde de İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınmıştı. Daha sonra 2009 seçimleri yapıldı. Yalıkavak halkı, İçişleri Bakanlığı’na gereken cevabı verdi ve yüzde 64 oyla, Saruhan’ı yeniden başkan seçti.
Aradan bir yıl geçti, Bakanlık, Yalıkavaklı seçmenlerle inatlaşır gibi, Mustafa Saruhan’ı tekrar görevden aldı.
* * *
Yalıkavak halkı olayı şöyle anlatıyor:
“Belediye Başkanımızın görevden alınma gerekçesi, daha önceki gerekçenin aynısı! Başkan’ın hakkında açılmış 7 dava var. Devam eden davalardaki iddia, Kıyı-Kenar Yönetmeliği’ne aykırı hareket etmek ve yıkım kararı alınan 224 binayı yıkmamak!
Mustafa Saruhan’ın mahkûm olduğu tek dava bile yok... Sadece açılan davalar nedeniyle görevden alınacaksa, Türkiye’de 3.154 (yazı ile üç bin yüz elli dört) belediye başkanının görevden alınması gerekiyor! Başkanımızın inatla görevden alınması partizanlık değil de nedir? Biz, Saruhan’ı sonuna kadar savunacağız.”
* * *
10 bin nüfuslu Yalıkavak’ın 6.500 seçmeni var. Bu 6.500 seçmenden yaklaşık 3.500’ü bir süre önce Yalıkavak’ta, protesto yürüyüşü yaptı. Toplantıda çeşitli sloganlar atıldı, bazı kişilere “Hitler benzetmeleri” yapıldı. Bazı seçmenler “Biz Mustafa Başkan’ı harcatmayız. Ona güveniyor ve inanıyoruz. Yalıkavak’ı bugünkü gelişmiş hale getiren odur” diye konuşmalar yaptı.
Bu arada bir grup vatandaş, hazırlattıkları ilginç bir plaketi, Mustafa Saruhan’a armağan etti. Plaketin üzerinde “Çakallar istedi diye, aslanlar ölmez!” diye yazılıydı.
* * *
CHP’li Belediye Meclisi üyelerinden biri “Olayın içyüzü nedir, biliyor musunuz?” diyerek şunları anlattı:
“İki buçuk ay kadar önce müfettişler gelip Yalıkavak Belediyesi’ni didik didik incelediler, bir şey bulamadılar.
4 Ağustos günü AKP Muğla İl Başkanı Yardımcısı Mustafa Er’in oğlu ile AKP Bodrum İlçe Yönetimi’nden Ahmet Karataş’ın kızı evlendi. Nikâhı kıyan Yalıkavak Belediye Başkanı Mustafa Saruhan, gelin ile damada Atatürk’ün büyük eseri Nutuk’u armağan etti ve ardından da Onuncu Yıl Marşı’nı çaldırdı.
AKP’liler herhalde bunu bir meydan okuma saydılar. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a ne anlattılar bilmiyoruz ama, Bakan bu nikâhtan bir süre sonra Mustafa Saruhan’ı görevden aldı ve karar Başkan’a tebliğ edildi.”
Yalıkavaklılar, Mustafa Saruhan’ın görevden alınmasının sebebinin bu olduğuna içtenlikle inanıyor ve bunda ısrar ediyorlar.
Ülkemizde, Atatürkçü olmanın bedelinin her geçen gün ağırlaştığı anlaşılıyor!
Yazının Devamını Oku

Yağmurdan kaçarken...

16 Eylül 2010
BİLİYORUM, artık referandum lafından sıkıldınız ama şöyle bir özet yapmak faydalı olacak:

Türkçemizde “Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” diye bir güzel bir söz vardır.

Dilerim Türkiye, bu referandumla yağmurdan kaçarken doluya tutulmamıştır.

Çünkü, saygıdeğer birçok anayasa hukukçusu, halkın kabul ettiği değişikliğin 12 Eylül Anayasası’ndan daha geri ve daha antidemokratik olduğu görüşünde...

Sonuçlarını bir süre sonra hep beraber göreceğiz!

* * *

Şimdi, birçok kişi CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na hücum ediyor.

Gerçi Kılıçdaroğlu’nun önemli hataları, eksik yanları var ancak “Yiğide vur, ama hakkını ver” derler... Evet, biz de vuralım fakat hakkını da teslim edelim.

Kılıçdaroğlu

Yazının Devamını Oku

Zaman gerçeği gösterecek!

13 Eylül 2010
SONUÇLAR dilerim ülkemiz için hayırlı olur. Eğri olmadan doğru bilinmez!<br><br>Referandumdan çıkan sonucun eğri mi, doğru mu olduğunu zaman bize gösterecek. Zayıf bir ihtimal ama dilerim ulusumuz mutlu olur.

Vatandaşların büyük bir bölümü, 26 maddeden 24’ünün kamufle ettiği, hayati önemdeki iki maddeyi, doğuracağı sonuçları bilmeden kabul etti. Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştiren o iki stratejik madde ile ülke belki de çalkantılı bir denizin dalgalarına atılmış oldu!
Bunu ilerleyen dönemde hep beraber göreceğiz. Aşırı propaganda ile insanların beyni yıkandı, iktidarda olmanın bütün nimetleri kullanıldı, tüm bunlara göre aradaki farkın daha fazla olması gerekirdi, olmadı!

* * *

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, “Bu anayasa değişikliğine ‘Hayır’ demek için insanın aptal olması lazım!” derken, Başmüzakereci Devlet Bakanı Egemen Bağış, daha büyük bir gaf yaparak “Bu pakete ‘Hayır’ diyenin ya aklından zoru vardır ya da vatan sevgisiyle ilgili bir sıkıntısı vardır!”  diye inciler döktürmüşlerdi.

Şimdi Ertuğrul Günay ile Egemen Bağış’a soralım:

“Alınan sonuçlara göre ‘Hayır’ diyen 20 milyon insanımız sizce aptal mıdır? Ya da bunların vatan sevgisiyle ilgili sıkıntıları mı vardır?

20 milyon kişi akılsız, bir siz mi akıllısınız?”

Vatandaşların aklından ve vatan sevgisinden şüphe etmeye kimsenin hakkı yoktur. Herkes haddini bilmeli, sözlerine dikkat etmelidir.

* * *

Referandum sevdası uğruna her şey istismar edildi, toplumun birbirine karşı olan sevgisi dinamitlendi. Şimdi önümüzde genel seçimler var. Eğer erkene alınmazsa en geç 10 ay sonra, 2011 yılının Temmuz ayında Türkiye genel seçim heyecanı yaşayacak.

Seçim kampanyası sırasında liderler yine birbirlerine ateş püskürecek, kırıcı ve incitici sözler toplumun yüreğine mızrak gibi saplanacak, insanlarımız arasında telafisi zor kırgınlıklar yaşanacak.

Önümüzdeki 10 ay, ülkemiz için “Kayıp aylar” olacak. Şu anda gergin olan insanlarımız, daha da gerilecek. Toplum niçin bu hale düşürüldü? Kimin işine yarıyor bu ortam?

Birlik ve beraberlik içinde olmazsak, yüzlerce yıldır bizi yıkmak isteyen düşman çemberi altındaki bu belalı coğrafyada nasıl barınabiliriz?

* * *

Tarihte 16 büyük devlet kurmakla övünür dururuz. 17’nci devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir. Diğer 16 devlete ne olmuştur? Hepsi iç kavgalar yüzünden batmış, tarih olmuştur!

İşte batan devletlerimiz:

1) Büyük Hun İmparatorluğu, 2) Batı Hun İmparatorluğu, 3) Avrupa Hun İmparatorluğu, 4) Ak Hun İmparatorluğu, 5) Göktürk İmparatorluğu, 6) Avar İmparatorluğu, 7) Hazar İmparatorluğu, 8) Uygur Devleti, 9) Karahanlılar, 10) Gazneliler, 11) Büyük Selçuklu İmparatorluğu, 12) Harzemşahlılar, 13) Altınordu Devleti, 14) Büyük Timur İmparatorluğu, 15) Babür İmparatorluğu, 16) Osmanlı İmparatorluğu. 17’nci ve son Türk Devleti ise: Türkiye Cumhuriyeti.

* * *

Bugün, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldız, tarihteki 16 büyük Türk devletini sembolize eder. Hepsi battı! Forsun ortasındaki güneş ise 17’nci büyük Türk devleti olan ve yaşayan Türkiye Cumhuriyeti’ni simgeler. Şimdi, bu güneşin batmaması için aklımızı başımıza toplamalıyız!
Yazının Devamını Oku

Bodrum’a kıymadılar!

12 Eylül 2010
BUGÜN Türk insanının geleceğini derinden etkileyecek bir referandum var.<br><br>Millet, vereceği oylarla kendi kaderini tayin edecek. Bugün siyaset yapılmaz, seçmeni yönlendirecek, kararını etkileyecek yazılar yazılmaz.
Bu nedenle başka konulardan söz edeceğiz!
* * *
Bodrum şimdilik mahvolmaktan kurtuldu!
Bodrum’da o endişe duyduğumuz yüksek, korkunç binalar yapılmayacak!
TOKİ’nin Maliye Bakanlığı ile yaptığı “Bodrum Protokolü” bozuldu.
Toplu Konut İdaresi, bir süre önce bu sütunda yayınlanan “Bodrum’a kıymayın” başlıklı yazım nedeniyle yolladığı açıklamada şöyle diyor:
“İdaremiz ile Maliye Bakanlığı arasında yapılan protokol kapsamında Muğla İli, Bodrum İlçesi, Ortakent Beldesi’nde bulunan 977.715.94 metrekarelik alanın TOKİ’ye devri söz konusu olmuştur. Ancak, Defterdarlık tarafından, o alanın Özelleştirme İdaresi’ne devredildiği bildirilince bu devir gerçekleşmemiştir.
Eğer devir gerçekleşseydi, uygulama yapılan bölgedeki yapılanma koşulları dikkate alınacaktı. Bahse konu olan alan TOKİ’ye devredilmiş olsaydı çalışmalarımız Bodrum’un tarihi ve kültürel dokusunu bozmayacak şekilde, turistik yapısına uygun olarak gerçekleştirilecekti. Faaliyetlerimize göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederiz.”
Ben de, Bodrum’dan zorunlu olarak vazgeçse bile, TOKİ yönetimine teşekkür ediyorum.
Bodrum’a şimdilik kıyılmadı! Dilerim bundan sonra da böyle bir cinayet düşünülmez!
* * *
Madem referandum yasakları var, biz de bugün, birkaç “Pazar fıkrası”  anlatalım.
Adamın biri eşeğiyle köyüne dönerken, yolda gördüğü elma bahçesindeki elmalardan tatmak ister. Bahçeye girer ve eşeğin üstünde kolayca eriştiği elmalarla bir güzel karnını doyurur. Tam ayrılacağı sırada bahçe sahibi eşeği ve üzerindeki adamı görü p yakalar.
Öfkeli bahçe sahibi, önce eşeği bir güzel döver, ardından da adamı iyice pataklar!
Yediği dayakt an sonra dayanamayan adam sorar: “Tamam, dövdün, anladık da, sana bir şey sormak istiyorum. Neden önce beni değil de eşeği dövdün?
Bahçe sahibi “Seni önce dövseydim, ben seni döverken bunu gören eşek kaçardı da ondan!” der. Neyse ki, bizim toplumda insanlarımız bu kadar salak değildir!
* * *
Yaşları 90’ın çok üzerinde bir karı-koca, güçlükle yürüyerek geldikleri avukat bürosunda, boşanmak istediklerini ifade ederler.
Şaşıran avukat “Biraz geç değil mi?” diye sorunca koca cevap verir:
“Aslında biz çok önce boşanacaktık ama...”
Avukat “Aması ne?” diye merakla sorar. Yaşlı karı-koca boyunlarını büker:
“Çocukların ölümünü bekledik de!”
* * *
Tavuk çiftliğine bekçi aranıyormuş... Tilki de müracaat etmiş...  Çok beğenmişler!
“Ne ücret istersin?” diye sormuşlar.
Tilki “Siz söyleyin, ben gülmekten söyleyemeyeceğim!” demiş.
* * *
Yoksul ama güzel bir kızın anası-babası ölmüş, kız ortalıkta kalıvermiş.
Komşuları kıza akıl vermişler:
“Ağa’ya git, eşek iste, sana bir eşek versin. Eşekle su taşır, geçinir gidersin.”
Kız, Ağa’ya gidip eşek istemiş. Ağa şöyle bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra:
“En iyisi seni evlendireyim” demiş, “Bir koca beş eşeğe bedeldir!”
Yazının Devamını Oku

Post giderse ağlama!

9 Eylül 2010
ÂDET olduğu üzere “Tüm okurlarımın Ramazan Bayramı kutlu olsun” diyorum ama aslında “tatsız bir bayram” yaşayacağımız belli! Ülkemizin içinde bulunduğu dertler yetmiyormuş gibi, bir de referandum curcunası, yaşanan sıkıntıların üzerine tuz-biber ekti!
Bayram ertesi, 12 Eylül Pazar günü, Türk insanının kader günü!
Oy vermeye gideceğiz. İktidar, devletin bütün imkânlarını kullanıp saf halkı kendi isteği doğrultusunda yönlendirmeye çalıştı ama bu zorlamanın sonuçta ters teptiği görülürse hiç şaşırmamak gerekecek!
* * *
Televizyon haberlerde, Başbakan Erdoğan’ın o günkü mitingini veriyordu.
Bodrum’da kafeteryada oturanlar hem meşrubatlarını içiyor, hem de haberleri dinliyorlardı. Yabancı bir turist sordu:
“Televizyonda bağıran adam kimdir?”
“Başbakan” dedik.
“Peki neden bağırıyor öyle? Kötü bir şey mi oldu?”
“Hayır, birkaç gün sonra referandum var, Başbakan halkın ‘Evet’ demesini, istiyor.”
“Kızgınlığı bu yüzden mi? Eğer böyle kızacaksa neden referandum yapıyor?”
Şaşkın şaşkın televizyon ekranına bakan yabancı turistlere “Siz bu işten anlamazsınız. Bizim demokrasimiz bize göredir!” diyemedik!
Onlara, Başmüzakereci Devlet Bakanı’nın “Hayır diyenin ya aklından zoru vardır, ya da vatanını sevmiyordur” dediğini, Başbakan’ın “Bitaraf olan bertaraf olur” diye işadamlarını tehdit ettiğini, Kültür Bakanı’nın “Anayasa değişikliğine hayır demek için insanların aptal olması lazım” dediğini de söyleyemedik.
Tüm bunları anlatsaydık, herhalde şaşkınlıktan dudakları uçuklardı gariplerin...
* * *
Zaman zaman sizlere bahsettiğim Londralı arkadaşım Bora Paran, eşi Feryal Hanım ve torunu Teoman ile yine Türkiye’ye geldi. Ne de olsa ülke sevgisi var. Sordu:
“Ben Londra’da pek takip edemedim doğrusu... Bana anlatsana nedir bu iş?”
“Referandum işte... Yani halkoylaması... 26 soru var, vatandaş bunlara cevap verecek.”
“Ben internette şöyle bir baktım. Büyük bir paket bu... Birbirinden ayrı birçok konu var. Sorulardan bir kısmını doğru buldum. Bunlara evet diyebilirim. Fakat bazı sorular da bana çok ters geldi. Peki, ne yapacağım?”
“Bir şey yapamayacaksın. Ya hepsine evet, ya hepsine hayır demek zorundasın.”
“Böyle şey olur mu? 26 sorunun hepsi iyi ya da hepsi kötü olamaz. İnsanın kafası, 26 sorunun tümüne birden yatmaz. Ben bazısını sevdim, bazısını sevmedim. Tercih hakkım yok, ayırım yapamayacağım, öyle mi?”
“Evet, aynen öyle! Ya tümüne evet, ya da tümüne hayır!”
“Bu nasıl şey böyle? Avrupa’da da birçok referanduma tanık oldum. Adamlar hayati konularda sadece tek soru soruyor ve tek cevap istiyorlar. Bizdeki referandumun dünyada benzeri yoktur!”
Arkadaşıma “Kendini üzme dostum. İktidar, tüm bu hengâme içinde iki maddenin geçirilmesini istiyor. Diğer maddeler oltanın yemi!” dedim.
* * *
Hedef, yüksek yargıya egemen olmak! Oysa özgürlükçü demokrasi, kuvvetler ayrılığı prensibi üzerine kurulur. Yargı, siyasi gücün emrine girerse ortada demokrasi kalır mı?
Devlet tümüyle ele geçirilmek isteniyor ama...
İşin en garip yanı, tüm bunların vatandaşlara “Daha çok demokrasi” diye sunulması...
Şu atasözünü unutmayalım:
Kurdu bekçi yapan koyunlar, postu kaybedince ağlamamalıdır!
Yazının Devamını Oku

Bilmeden oy kullanacaklar!

6 Eylül 2010
REFERANDUMA 6 gün kaldı ama çok kişi, neye “Evet” neye “Hayır” diyeceğini bilmiyor. “Sosyal Araştırmalar Merkezi”nin araştırmasına göre, Anayasa değişikliğinin içeriğini bilmeyenlerin oranı yüzde 54,6, bilenlerin oranı yüzde 17,2, kısmen bilenler ise yüzde 28,2.
Yani yarıdan fazla seçmen, niçin “Evet-Hayır” dediğini bilmeden oyunu kullanacak!
¡ ¡ ¡
AKP, yapılacak değişiklikle 12 Eylül darbecilerine yargı yolunun açılacağını iddia ediyor!
Yanlış! Ya da aldatmaca! Böyle bir şey hukuken mümkün değil!
12 Eylül 1980 darbesinden sonra, Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı’nın başkanlığındaki bir heyet tarafından hazırlanan Anayasa, 1982 yılındaki referandumda rekor oyla kabul edilmişti.
Halkın yüzde 91.37’sinin “Kabul” oyu verdiği, sadece yüzde 8.63 seçmenin reddettiği 1982 Anayasası’nın geçici 15’inci maddesi 12 Eylül darbesini yapanlara sorumsuzluk getirmişti. Anayasa, o dönemdeki yetkililerin (yani Kenan Evren ve arkadaşlarının) sorumsuz olduklarını söylüyor.
Başka bir ifade ile “Genel af” gibi, eylemin bütün sonuçlarını ortadan kaldıran, cezalandırmayı imkânsız kılan bir düzenleme bu...
O tarihte halkın yüzde 91.37’sinin kabul oyu verdiği bu maddenin, aradan 30 yıl geçtikten sonra bugün bir önemi kalmamıştır.
¡ ¡ ¡
Mevcut anayasadaki “Geçici 15’inci madde”nin kaldırılması doğrudur ancak 12 Eylülcülere, yeni bir düzenleme ile tekrar sorumluluk getirmek hukuken mümkün değildir!
Oysa AKP referandum stratejisini “12 Eylül Darbesi sorumlularından hesap sormak” üzerine kurdu. Bu da, memurlara toplu sözleşme hakkı tanıma gibi bir aldatmaca... Memurlara toplu sözleşme hakkı, grev hakkı olmadan hiçbir şey ifade etmiyor.
“12 Eylül darbecileriyle hesaplaşıyoruz” iddiası da, hukuken herhangi bir şey yapılamayacağı için kandırmaca!
İktidar partisi darbe konusunda samimi olsaydı, 28 Şubat’ı yapanlardan ve 27 Nisan e-muhtırasını veren eski genelkurmay başkanından hesap sorardı! Amaç malum: Oy kapmak!
¡ ¡ ¡
Yıllardan beri Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin fazla olduğundan söz edilir.
AKP de üç yıl öncesine kadar bundan şikâyetçiydi... Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasından sonra, şimdi geniş yetkilerden çok memnun.
Anayasa Değişiklik Paketi ile Cumhur-başkanı’nın yetkilerini daha da artırıyor.
12 Eylül referandumunda sonuç “Evet” çıkarsa, Cumhurbaşkanı 17 üyeli Anayasa Mahkemesi’ne 4’ü doğrudan doğruya, diğerlerini (Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, YÖK gibi) çeşitli kuruluşların, her boş yer için gösterecekleri 3’er aday arasından seçerek, 14 üye atama yetkisine sahip olacak. Kalan 3 üyeyi de Meclis’te AKP seçecek!
İktidar partisinde “Nasıl olsa Çankaya’yı ele geçirdik. Cumhur-başkanı’nın yetkilerinin fazla olmasında bir sakınca yok” düşüncesi hâkim!
¡ ¡ ¡
“Açılım” diye ülkenin altını üstüne getirdiler!
Sınırda özel çadır mahkemeleri kuruldu... Kuzey Irak kamplarından gelen teröristler Habur sınır kapısında törenlerle karşılandı... Havai fişekler atıldı!
Başbakan “Bedeli ne olursa olsun açılımı gerçekleştireceğiz” diye bağırdı.
Cumhurbaşkanı “Güzel şeyler olacak” dedi.
Peki ne oldu? Hiç! Söylenenlerin hiçbiri olmadı! Terör nedeniyle akan kanlar daha da arttı!
Anayasa değişikliği “Açılım” diye yırtınanlar için bir fırsattı. Oysa 26 maddelik pakette, Kürt kökenli vatandaşlarımızı ilgilendiren tek kelime yok!
İzlenen strateji aynı: “Laf olsun, torba dolsun!”... Ve referandum ülkemize hayırlı olsun!
Yazının Devamını Oku

Çözüm getirmiyor!

5 Eylül 2010
YARGININ bağımsızlığı yaşamımızla, cumhuriyet rejimi ve demokrasiyle yakından ilgili... İktidar yargıya kızgın! Yüksek yargının bazı kararları AKP’yi çileden çıkarıyor, bu nedenle yargıyı denetim altına almak istiyor. Bunu ısrarla vurguluyoruz.
12 Eylül’de yapılacak referandumun amacı bu.
“Yargı bağımsız olsun mu, olmasın mı?” diye bir halkoylaması yapılamayacağı için iktidar bunu dolambaçlı yoldan yapıyor!
¡ ¡ ¡
AKP, demokratik bir anayasa yaptığı izlenimi vermek istiyor ama değişiklik paketinin özü, bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yeniden yapılandırılarak iktidarın emrine sokulması... Ve bir de Yüksek Askeri Şûra kararlarına, daha doğrusu şeriatçıların ordudan ihraçlarına yargı yolunun açılması!
AKP’yi ilgilendiren konular bunlar. Gerisi teferruat!
Oysa referandum kampanyasında bunlardan hiç söz edilmiyor.
Anayasa değişikliği neler getiriyor, neler götürüyor?
Anketlere göre, çok kişi yapılacak değişikliğin içeriğinden haberdar olmadan, neyin ne olduğunun farkına varmadan oy kullanacak.
¡ ¡ ¡
Anayasalar, toplumun her kesiminin (muhalefet partilerinin, işçinin, memurun, emeklinin, işverenlerin, sendikaların, değişik mezhepteki yurttaşların, öğrencilerin, kadınların, çocukların, engellilerin, kısacası herkesin) görüşleri alınarak yapılır, toplumun isteklerine yer verebildiği ölçüde demokratik bir anayasa olur.
Anayasa daha önce 16 defa değiştirilmiş ama hiçbir seferinde kutuplaşma olmamış, ülke böyle ikiye bölünmemişti. Neden? Çünkü AKP, bu değişikliği tek başına yaptı, “Benim çoğunluğum var” diyerek diğerlerinin önerilerine bakmadı bile... Böyle olunca da, hazırlanan değişiklik, toplum sözleşmesi niteliğini kaybetti.
Anayasalar ülkenin sorunlarına çözüm getirmelidir. Türkiye’nin yıllardır tartışılan çok önemli sorunları var...
Milletvekili dokunulmazlıkları... Cumhurbaşkanı’nın yetkileri... Partilerin antidemokratik yapısı... Liderlerin diktatör yetkilerine sahip olması... Seçim yasasının demokratik olmaması... Yüzde 10 gibi çok yüksek seçim barajı... Yolsuzluklar... Yargının ağır işlemesi, adaletin sağlanamaması... İnsan hakları... Fikir ve düşünce özgürlüğü, vs...
Yapılan değişiklik, bunların hangi birine çözüm getiriyor? Hiçbirine!
Referandumun tek amacı, AKP’nin yüksek yargıya egemen olması...
Böylece, ilerideki muhtemel bir yargılanmadan da kurtulmuş olacaklar!
Anayasa Mahkemesi’nin 11 olan üye sayısı 17’ye çıkarılıyor ve üyeler şöyle saptanıyor:
Cumhurbaşkanı 4 üyeyi doğrudan doğruya seçiyor, 10 üyeyi de (Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, YÖK gibi) çeşitli kurumların her boş yer için gösterecekleri üç aday arasından tayin ediyor. Kalan 3 üye ise Meclis’te iktidar partisi tarafından seçiliyor.
Üyelerinin tamamı iktidar tarafından seçilen mahkemenin adalet dağıtması mümkün mü?
¡ ¡ ¡
AKP meydanlarda “Memurlara toplusözleşme hakkı getiriyoruz” diye bağırıyor.
Bu doğru değil! Eski düzenlemede bulunan “toplugörüşme”nin adını “toplusözleşme”ye çevirmişler, o kadar. Memurlara grev hakkı tanımadıktan sonra toplusözleşmenin kıymeti harbiyesi kalır mı?
Grev hakkı olmayınca toplusözleşme lafı boşta kalıyor!
(Konuya yarın devam edeceğim...)
Yazının Devamını Oku