Rahmi Turan

Kurtuluşun yolu!

15 Ağustos 2010
TÜRKİYE’de 1946 yılından beri seçimler yapılıyor. Sandığa gitmeyi demokrasi sanıyoruz. Değişen nedir? Hiç... Hâlâ “yarı demokratik” bir ülke olmaktan kurtulamadık! Milletvekillerini halk değil, üç-dört partinin genel başkanı seçiyor, bunun da adına demokrasi deniliyor!
Saplandığımız batağın her geçen gün derinleşmesi sonucu, halkımızın bir bölümü, demokrasiden umudunu kesmeye ve yaşadığı acı deneyimlere dayanarak, demokrasi denen şeyin pek de matah olmadığını düşünmeye başladı.
Birçok insan demokrasi lafından usanarak bezgin ve bitkin hale geldi.
Bu yılgınlığın temel sebebi, Türkiye’de halk yararına doğru bir anayasa yapılmamasıdır!
* * *
Amerika’da zengin olan ve dünyanın her yanında büyük işler yaparak “Müthiş Türk” diye anılan Ali Rıza Bozkurt, bundan 9 yıl önce, 2001 yılında “Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır” dedi ve ülkenin “tam demokratik” bir anayasaya nasıl kavuşacağı konusunda 124 sayfalık bir rapor hazırladı.
Bu önemli rapor, o günden beri, Anayasa Mahkemesi’nin internet sitesinde aynen yayınlanıyor. İlginç ve çarpıcı bir çalışma bu... Ali Rıza Bozkurt Türkiye’nin bugün içine düştüğü kargaşayı daha o günlerde görerek haber vermiş, Anayasa Mahkemesi gerçeğin farkına varmış ama devleti yönetenler daldıkları uykudan uyanamamış!
Bozkurt, 2001 yılında, Ecevit’in başbakanlığı döneminde “Türkiye’nin önünde 4 yol var” diyerek, tam demokrasiye geçişin neden gerekli olduğunu, tam demokrasiyle neyin kastedildiğini, bu yolların Türkiye’yi nereye götüreceğini anlatır.
* * *
BİRİNCİ YOL: Mevcut Anayasa’nın bir kenara bırakılıp, Türkiye’ye “tam demokratik” rejimi getirecek yeni bir anayasa yapılması yoludur. Ancak bunun Türkiye Büyük Millet Meclisi ile hiçbir ilişkisi olmadan ve ondan tamamen bağımsız olarak ve halk tarafından özel olarak, özel şartlarla seçilmiş bir “Anayasa Kurucu Meclisi” vasıtasıyla yapılmasıdır. Bu yol Türkiye’yi cennete taşıyacak olan güvenceli ve dolambaçsız tek yoldur.
İKİNCİ YOL: Dönem dönem Anayasa değişiklikleri yaparak Türkiye’yi kademe kademe, doğru çalışan bir demokratik sisteme taşıma fikridir. Yani bugün fiilen uygulanan yoldur. Bu yol, Türkiye’yi doğrudan ve kesinlikle cehenneme taşıyacak yoldur.
ÜÇÜNCÜ YOL: Erken seçime gidilmesi yoludur. Bu yol, Türkiye’yi Araf’a taşıyıp orada bekleteceği, problemlerin katlanarak büyüyeceği ve hatta rejimi tehlikeye sokacak boyutlara ulaştıracağı bir oyalamaca ve sadece politik çıkarlara yarayacak bir aldatmaca yoludur. (NOT: Ecevit hükümeti, bu yazının yayınlanmasından bir yıl sonra erken seçime gitmiş ve ülke yıllar sonra bugünkü rejim tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. R.T. )
DÖRDÜNCÜ YOL: Avrupa Birliği’ne giriş yoludur. Bu yol gerçekleşebildiği takdirde, demokrasi eksikliklerinden kaynaklanan bütün yapısal bozuklukları giderecek kestirme bir yoldur. Türkiye’yi cennete taşıyacak yol olmasından daha da öte, Türkiye’yi cennete sokacak kestirme yoldur.
Avrupa Birliği’ne giriş, susuzluktan yanmış bir adamın yeşil ve su dolu bir vahaya kavuşması ne ise Türkiye için de o olacaktır. Ancak bu, çölde susuzluktan yanmış bir mecnunun gördüğü yeşil vaha rüyasıdır. Mevcut sistemden nemalananların buna izin vermeleri kolay görünmemektedir.
Türkiye, kısım kısım, bölük pörçük değişikliklerle uğraşmak yerine halk yararına yeni baştan “Tam demokratik bir Anayasa” yapmalıdır. Kurtuluşun yolu budur!
Yazının Devamını Oku

Türkiye yanlış yolda!

12 Ağustos 2010
YILLAR önce Amerika’ya göç eden Ali Rıza Bozkurt, “Amerikan rüyası”nı gerçekleştirerek zengin olan ve tüm dünyada başarılı işler yapan “müthiş bir Türk”... İşadamlığının yanı sıra “bilim adamı” kimliği de var. Dünyaca ünlü Harvard Üniversitesi’nde “araştırmacı” olarak görev yapıyor ve dersler veriyor.
Ali Rıza Bozkurt, Amerika’da yaşıyor ama her yaz İstanbul’a gelip Boğaziçi’ndeki yalısında tatil yaparak Türkiye özlemini gideriyor.
Ülkenin meseleleriyle gönülden ilgilenen ve 12 Eylül’deki “Anayasa değişikliği” için yanlış yol seçildiğini söyleyen Bozkurt, “1982 Anayasası’na kanat takılsa bile bir işe yaramaz. Türkiye’ye yeni baştan, tam demokratik bir anayasa yapmalıdır” diyor.
¡ ¡ ¡
Ali Rıza Bozkurt’a göre:
Anayasa bir ulusun, bir devletin toplumsal sağlık kimliğidir. Anayasa bir Kutupyıldızı’dır. Okyanusun ortasında yönümüzü tayin etmeye yarayacak, gideceğimiz yerin yönünü bulmamızı sağlayacak bir işaret noktasıdır.
Bulutlu havalarda yıldızı görmediğimiz için, fırtınalı havalarda da istediğimiz yöne değil de, rüzgâra karşı ve dalgalara dik olarak gitmek zorunda kalacağımız için, yanlış yöne gittiğimizi bilir ve hava düzelince, yine doğru yöne yöneliriz. Aylar sürecek bir yolculukta, böylesi günlerin sayısı azdır.
Anayasalar da bazen kullanılmayabilir ama bunlar geçicidir. Sizi sonunda gideceğiniz yere götüren tek yön göstergesi “anayasa”dır.
¡ ¡ ¡
Türkiye’ye tamamen yepyeni, halk yararına ve tam demokratik bir anayasa gerekiyor ama bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi yapamaz!
150 ülke üzerinde yapılan akademik araştırmalar göstermiştir ki, tam demokratik ve ülke yararına yapılan anayasaları “yasama meclisleri” yapmamıştır.
Meclisler anayasa hazırlarken, halkın yarınki yararını değil, meclislerin o günkü faydasını düşünmüşlerdir. Bütün ülkelerde bu böyle olmuştur.
Halkın yararını gözeterek hazırlanan anayasaları tamamen müstakil ve sadece anayasa hazırlamak için özel kurulan “anayasa hazırlama meclisleri” hazırlayabilmişlerdir.
Dünyanın 230 yıllık demokrasi deneyiminde tüm demokratik ülkelerde gözlenen bir sonuçtur bu... “Tam demokrasi” ile “yarım demokrasi”nin ülkelerin yaşamında büyük farklar ortaya koyduğu, net olarak görülür.
¡ ¡ ¡
Türkiye bir türlü tam demokratik devlet yapısına kavuşamamıştır. Ne yaparsak bunu başarabiliriz, ne yapmazsak hiçbir zaman başaramayız?
Türkiye’de demokrasi denildiği zaman (ki bu Türk stili demokrasidir), halkın sandığa gidip oy atmasının yeterli olduğu bir sistem anlaşılmaktadır.
Böylece halkın kendisini yönetecekleri (milletvekillerini) seçmiş olacağı ve bunun milletin kendi kendini yönettiği anlamına geldiği, adına da “demokrasi” denildiği söyleniyor, halkın beyni böyle yıkanıyor! Halbuki bu tam bir yanıltmacadır.
Birincisi; sadece yönetimi seçimle işbaşına getirmek demokrasi değildir!
İkincisi; seçilenler yönetmek için değil, halka hizmet etmek için seçilirler.
Üçüncüsü; Türkiye’deki milletvekillerini halk değil, üç-dört partinin liderleri seçer!
Millet, Cumhuriyet döneminde defalarca oyunu kullandığı halde, Türkiye’nin her geçen gün daha çok batağa saplandığını ve sonunda bugünkü boğulma noktasına geldiğini yaşayarak görmüştür!
Konuya pazar günü devam edeceğim...
Yazının Devamını Oku

Uzun sıcak günler ve oruç!

9 Ağustos 2010
GAZETECİ arkadaşım Coşkun Bel “Bizim Sağlık” adında bir dergi çıkardı. Büyük emeklerle hazırlanan bu dergi bir hazine sanki... Sağlıkla ilgili ilginç bilgilerle dolu. İki ayda bir çıkacak olan derginin ilk sayısını ilgiyle okudum ve “Bu dergiyi izleyince, herhalde bir süre sonra amatör doktor olurum” diye düşündüm.
¡ ¡ ¡
Yarından sonra mübarek ramazan ayı başlıyor. Çok kişi dini vecibesini yerine getirmek için oruç tutacak. Peki, kalp hastaları ve mide rahatsızlığı olanlar oruç tutmalı mı? 15 saati aşan oruç, bünyelerde ne gibi etki yapar?
“Bizim Sağlık” dergisinde bunların cevapları var.
Kalp Cerrahı Doç. Dr. Hakan Gerçekoğlu (Çamlıca Alman Hastanesi Medikal Direktörü) oruç tutmanın bu uzun ve sıcak yaz günlerinde, böbrek, astım, şeker, yüksek tansiyon gibi hastalığı bulunanlar için çok sakıncalı olduğunu, fakat orucun özellikle kalp ve damar hastaları için son derece büyük riskler taşıdığını söylüyor ve “Oruç tutmak isteyenler mutlaka hekimleriyle görüşmelidir” diyor.
Şu günlerde Türkiye sıcaktan yanıyor. Sağlık için bol bol su içilmesi öneriliyor.
¡ ¡ ¡
Profesör Dr. Cengiz Pata (Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Gastroentroloji Uzmanı) kendi branşı ile ilgili olarak şunları söylüyor:
“Oruç tutmanın vücut için yararlı etkilerini hepimiz biliyoruz. Ancak mide ve bağırsaklarda bu sürecin bazı zorluklar yaratabileceğini de unutmamak gerekir. Uzun açlık süresinde midede bazı salgılarda azalma oluyor. Bu durum, mide ve bağırsakları dış etkenlere karşı daha duyarlı hale getirir.
Aktif ülseri, yeni geçirilmiş mide kanaması, bağırsak hastalıkları, mide kanseri, bağırsak kanseri gibi hastalıkları olanlara ‘oruç tutmamalarını tavsiye ediyoruz’ ancak ısrarlılarsa bu süreçte çok dikkatli olmalarını önemle hatırlatıyoruz.
Daha önce mide şikâyetleri olanların ya da geçirilmiş ülser, mide kanaması gibi geçmişi olanların oruç tutmaya başlamadan önce mutlaka hekim önerisini dikkate almaları gerekiyor.”
¡ ¡ ¡
“Sık rastladığımız reflü hastalığında oruç tutmak sorun yaratabilir. Normalde biz reflü hastalarına az az, sık sık yiyin, yedikten sonra hemen yatmayın gibi önerilerde bulunuruz.
Ramazanda, uzun süre aç kaldıktan sonra iftarda hızlı yemek, karnı fazlasıyla doldurmak reflü ataklarını tetikleyecektir. Bu nedenle reflü hastalarının, oruçtan önce doktorlarına danışmaları gerekiyor.
Reflü mide asidinin ve içeriğinin yemek borusuna kaçmasıdır. Midenin fazla gıda ile dolması mide basıncını artırarak yemek borusuna doğru yiyeceklerin ve asidin kaçışını artırır ve reflü gelişir.”
¡ ¡ ¡
“Ülser hastalarının ise önce ülserlerini tedavi edip sonra oruç tutmaları gerekir.
Uzun süre açlık, mide asidini artıracağı için, ülseri de tetikleyecektir.
Öte yandan sahurda ve iftarda hamur işi, kızartma ağırlıklı beslenmeden kaçınmak gerekir.
Mide kanseri olan, mide ameliyatı olmuş ya da beslenme güçlüğü çeken hastaların oruç tutmalarını önermiyoruz.
Özellikle uzun ve sıcak günlerde sıvı, tuz ve vitamin dengelerinin çok iyi sağlanması gerekir. Bol sulu sebze yemekleri, salatalar ve meyve tüketilmesi, ayran, yoğurt gibi gıdaların sofradan eksik edilmemesi çok önemli.
Ramazandan önce az az yiyerek mideyi alıştırmak faydalı olacaktır. Fazla yenilirse mide çok yemeğe alışıyor ve genişliyor. Sonraki süreçte, normal hayata uyum sağlamak zor oluyor.” www.bizimsaglik.com
Yazının Devamını Oku

Şarap fabrikasına tepki!

8 Ağustos 2010
BİRKAÇ yıl önce Türk Hava Yolları’nın düzenli seferlere başlamasından sonra Mardin’de büyük bir gelişme gözlendi. Artık yabancı turistlerin de bu bölgeye gelip 1500 yıllık, 2000 yıllık eserleri gezdiği görülüyor.
Konusu Güneydoğu’da geçen bazı televizyon dizilerinin Mardin’in Midyat  ilçesindeki o görkemli konaklarda çekildiği biliniyor.
Yüz yıllardır yapı malzemesi olarak kullanılan “Mardin taşları”, taş ustalarının marifetli ellerinde işlendikten sonra, kasırlarda, evlerde, konaklarda, dini yapılarda, özgün motifleriyle yerini almış bulunuyor.
Mardin taşı, ilk çıkarıldığında yumuşak olup kolayca işleniyor, havayla ve güneş ışınlarıyla temas ettikten sonra çok sert bir taş haline geliyor. Bu özelliği nedeniyle Mardin ve Midyat, doğadaki taşın, sanat eseri haline gelerek şiirselleştiği yerler...
* * *
Mardin’in bir ilçesi olan Midyat, adeta bir tarih müzesi gibi...
Her yıl, yabancı ülkelerdeki yüzlerce, hatta binlerce Süryani, Midyat’ın HAH köyündeki Meryem Ana Manastırı’nda ve Kırklar Kilisesi’nde buluşuyor.
Midyat’ta o kadar çok kilise ve manastır var ki, hepsini bir bir anlatmak mümkün değil.
Midyat’tan Avrupa’ya göç eden Süryaniler, Paskalya Bayramı’nda Midyat’a akın ediyor ve Hz. İsa’nın göğe yükselişi olarak kabul edilen Paskalya Bayramı’nı kutluyor.
5’inci yüzyıldan kalan Kırklar Kilisesi’ni gezerken, bu muhteşem yapının mimarisi, efsaneleri ve kültürü ile zamanın durduğunu hissediyorsunuz.
* * *
Bölgenin bütün kilise ve manastırları, kemerli sütunları, iç ve dış mekânlardaki ince el işi süslemeleri ile ziyaretçilerin dikkatini çekiyor.
Uzun yıllar önce Midyat’tan Avrupa ülkelerine göç eden Süryaniler’in, tekrar Midyat’a dönüp yerleşmek istedikleri söyleniyor. Böyle bir şey, herhalde Türkiye’nin turizmi ve ülkemizin propagandası açısından çok iyi olur ama bu biraz zor görünüyor!
İki Süryani işadamı, iki yıl kadar önce Midyat’ta “Şarap Fabrikası” kurmak için Ankara’dan gerekli izinleri alıp, kollarını sıvadılar. Amaçları turistler tarafından çok beğenilen “Süryani şaraplarını” fabrikada daha bol ve daha kaliteli üreterek bölgeye hareket getirmekti.
* * *
Bu işin uzmanları “Süryani şarapları gerçekten nefis oluyor ama maalesef yeteri kadar üretilemiyor” diyorlar. İyi niyetli iki Süryani işadamı hevesle işe başladı ama ummadıkları bir direnişle karşılaşınca şaşırıp kaldılar!
Mardin ve Midyat’taki resmi makamlar, halk, sokaktaki vatandaşlar, herkes kendilerine güçlük çıkardı. Esnaf ve tüccar onlara malzeme satmıyor, işçiler ve ustalar çalışmıyorlardı.
Şaşıran Süryani işadamları “Biz bölgede yeni bir iş sahası açarak ülkemize döviz kazandırmak istiyoruz” dediler ama nafile... Bir türlü dertlerini anlatamadılar!
Midyatlıların “Şarap günahtır, biz günaha ortak olmayız” biçimindeki bir düşünceyle, hiçbir yardıma yanaşmadıkları belirtiliyor.
Midyat’taki şarap fabrikası hâlâ faaliyete geçmiş değil. Çünkü belediye, çeşitli bahanelerle altyapı hizmetlerini tamamlamıyor.
Oysa Süryaniler, Midyat ve çevresini o kadar çok seviyorlar ki... Şartlar iyileşse, imkânlar artsa, yurtdışındaki Süryaniler Midyat’a gelecek ve belki de orası dünya çapında bir bölge olacak... Fakat, tutuculuk her işe sekte vuruyor!
Yazının Devamını Oku

Paralar savruldu!

5 Ağustos 2010
BODRUM artık İstanbul’un arka bahçesi olmuş durumda... İstanbul’da göremediğim birçok arkadaşımı, Bodrum’da buluyorum.
Birkaç gün önce Can Pulak’a rastladım. Can, rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın başdanışmanıydı. Yaz-kış Bodrum’da oturan Can’a ben sordum, o anlattı. Özetliyorum:
* * *
“İktidar duble yollarla övünüyor ama kalitesiz, vasıfsız, dayanıksız yolların yapımı maliyetinin çok üzerine çıkıyor. Yapımcı firmaların dost-arkadaş-akraba-yandaş dörtlüsünden oluştuğu herkesin dilinde artık.
Peki, Bodrum’da durum ne?
Tam bir rezalet! Yapımı aylardır süren ve turizm sezonunda olmamıza rağmen daha da süreceği anlaşılan Milas-Bodrum yolundaki kepazeliği uzun süredir seyrediyorum.
Burada, yine çift şerit, mükemmel bir yolumuz vardı. Kimsenin şikâyeti olmadığı gibi, trafik düzenli bir şekilde akardı. O güzelim yolu, durup dururken kazıyarak bozdular, yer yer dolgu yaparak bir metre yükselttiler.  Hafriyata ve dolgu malzemelerine ödenen müthiş rakamlar bir yana, yine çift şerit yaparak asfaltladılar. Hani dörder şerit yapsalar neyse, madem yine çift şerit olacaktı, onca parayı niye toprağa gömdüler acaba?”
* * *
“Durun, daha bitmedi! Yol asfaltlandı ama menfezler açılıp büzler döşenmediği için, ilkbaharda yağan aşırı yağmurlar yüzünden ovayı su bastı. Bu yüzden Bodrum-Milas yolu kapandı ve ulaşım iki gün Mumcular üzerinden sağlanabildi.
Sel suları çekilince, projede ihmal ettikleri menfezleri yapmaya ve büzleri döşemeye başladılar. Paletli-paletsiz iş makineleri yeni asfaltı bozunca da, sil baştan yapıp, çok yeri ikinci kez asfaltladılar!
İşi alanlar yolun bitmemesi için özel bir çaba sarf ediyorlardı sanki!  
Tam bu sırada, hesapsız-kitapsız hafriyatlar yüzünden boşlukta kalan koca koca kayalar yolların üzerine düşmez mi? Bu defa da başladılar kilometrelerce duvar örmeye... Aylardır örülen bu duvarlarda kullanılan taşlar yolu yeniden bozunca da, üçüncü bir asfaltlama harekâtını başlattılar. Bir yandan örgü, diğer yandan asfalt işleri sürüyor.
Trafiğin halini siz düşünün!”
* * *
“Bu rezaletler aylarca sürerken, Torba Kavşağı’na bir alt-üst geçit yapmaya başlamazlar mı? Hem de ne zevksiz, ne kadar masraflı bir geçit, anlatamam.  Kestikleri onca ağaca mı yanayım, tatile gelen turistlere verdikleri eziyete mi, bu milletin ziyan edilen paralarına mı?
Geçidin üst yolunu nihayet bir süre önce trafiğe açtılar, fakat yan yollar hâlâ felaket!
Turizmin en yoğun yaşandığı günlerde, Bodrum’dan Turgutreis’e giden anayolu asfaltlıyorlar! Vatandaş perişan, yer yer tek şeride düşürülen yolda araçlar santim santim ilerliyor. Sıcakta, araçların içinde fenalık geçirenler, ayılıp-bayılanlar var!
Şimdi soruyorum: İşi hangi yandaşlara verdiniz? Yolların yapımı ne zaman bitecek? Keşif bedeli neydi, şimdi kaça çıktı? Aradaki o korkunç farkı kim ödeyecek?
Kim verecek bu rezaletlerin hesabını?”
* * *
NOT: Bodrum Yarımadası’nda 11 belediye var. Bu olaylarla ilgili olarak halk belediyeleri suçluyor ama belediyelerin en küçük bir kabahati yok. Sorumlular, su borularını zamansız döşeyen DSİ ile işi uzatan ve yolları bir türlü bitiremeyen Karayolları müteahhitleridir! R.T.
Yazının Devamını Oku

Torbada keklik değil!

2 Ağustos 2010
YAZDIK, çizdik, gerçekleri anlatmaya çalıştık.<br><br>Anlatabildik mi, bilemiyorum. Siz ne söylerseniz söyleyin, anlatabildiğiniz, karşınızdakinin anlayabildiği kadardır.
Okurlarımızın sağduyusundan hiç kuşkum yok. Onlar her şeyi biliyorlar. Ben, yurt çapında, geniş kitlelerden söz ediyorum. “Acaba anlatabildik mi?”
* * *
Anayasa Değişikliği Paketi’nin içinde birçok tatlı madde var. O tatlı maddeler, elmaşekeri gibi, içindeki iki sivri kazığı gizliyor. Kurnazlık burada... Cazip maddelerle göz boyanıyor!
Oltanın ucuna takılan yem gibi, seçmene bu güzel maddeleri yutturup, oltayı gırtlağına takmak istiyorlar!
Vatandaş, gelecekteki yaşamlarını büyük ölçüde etkileyecek olan iki kelimeden birini kullanacak: EVET ya da HAYIR.
* * *
EVET oyunun rengi BEYAZ.
HAYIR oyunun rengi ise KAHVERENGİ.
Anayasalar her ülkede, toplumsal mutabakatla hazırlanır.
Bizde öyle olmadı. Anayasa değişikliği, farklı seslere aldırış etmeyen bir parti tarafından yapıldı. AKP, uzlaşma arayışına girmeden, paketi tek taraflı hazırlayıp önümüze koydu.
“Dediğimiz dedik, çaldığımız düdük” dediler, samimi bir uzlaşma arayışına girmediler!
* * *
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hedefi belli. 26 maddeden oluşan değişiklik paketinde, onlar için hayati önem taşıyan iki stratejik madde var:
1) Anayasa Mahkemesi’ni iktidara bağımlı hale getirmek.
2) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştirmek.
Böylece yüksek yargıyı yandaş hale getirip, denetimden kurtulacaklar ve ülkede, akıllarına esen her şeyi yapma imkânına kavuşacaklar. Bunun da adı “demokrasi” olacak.
* * *
“Daha çok demokrasi” demiyorlar mı? Milleti aptal mı sanıyorlar, nedir?
Demokrasi istiyorsan, 12 Eylül Darbesi ürünü olan antidemokratik yasaları neden değiştirmiyorsun? Seçim barajını neden indirmiyorsun?
Demokrasinin önünü tıkayan tüm yasalar aynen yerinde duruyor.
Hiçbir demokratik ülkede benzerine rastlanmayan “12 Eylül ürünü” iki antidemokratik yasayı, “Siyasi Partiler ve Seçim Yasaları”nı niye değiştirmiyorlar?
İşlerine öyle geliyor. “Demokrasi onlara göre hedefe varılınca inilecek bir tramvay!”
* * *
Peki, sonuç ne olur? İktidar partisi hedefine ulaşabilir mi?
AKP için, ellerindeki tüm olanaklara rağmen “EVET” oyu “torbada keklik”  değil!
Ben, durumu ortada görüyorum. Aklıselim galip gelebilir.
AKP, 8 yıldır ülkeyi yönetiyor. Vatandaşa sormak lazım: 
2002’den iyi misiniz? Daha mı özgürsünüz?
Gençler iş bulabiliyor mu? İşini kaybedenler, çalıştıkları yerlere dönebiliyorlar mı? Temel hak ve özgürlüklere saygı var mı? İktidar, kendi dışında olanlara yaşam hakkı tanıyor mu?
* * *
İktidar partisinin önündeki tek engel, bağımsız yüksek yargı. O da ortadan kalkarsa, bu ülkedeki rejime ne denir?
Hukuku zedeleyen, düşünce özgürlüğünü budayan, herkesi kendisi gibi düşünmeye zorlayan, özgürlükleri kısıtlayan, bireyselliği ezen bir anlayışa sınırsız imkân vermek, o toplumu çağdaşlıktan uzaklaştırıp, tutsaklığa sürükler!
Yazının Devamını Oku

Ayıp olmasın diye!

1 Ağustos 2010
5 TEMMUZ 1995’te kaybettiğimiz rahmetli Aziz Nesin, ölmeden birkaç yıl önce “Bu halkın yüzde 60’ı aptaldır” dediği vakit büyük gürültü kopmuştu! Kimisi “Aziz Nesin bu halka karşı büyük saygısızlık yaptı” diyor, kimisi küfrediyor, ağır tehditler savuruyordu. Yıllar geçip de yeni seçimler yaşandıkça Aziz Nesin’e hak verenler çoğaldı, “Adam haklıymış birader” diyenlerin sayısı arttı.
Aziz Nesin’in büyük tepkilere yol açan sözlerini söylediği günler, bazı dostları ünlü yazara “Üstat, o sözünde samimi miydin? Gerçekten de ülkemizde halkımızın yüzde 60’ı aptal mıdır size göre?” diye sormuşlardı...
Yüzünde acı bir gülümseme beliren Aziz Nesin şöyle cevap vermişti:
“Valla, ayıp olmasın diye oranı düşük tuttum, daha fazlası aptaldır!”
Aradan yıllar geçti... Köprünün altından çok sular aktı...
Biz Aziz Nesin’in bu görüşlerine rakam olarak katılmıyoruz ama bir oranda gerçeklik payı olduğunu da, ne yazık ki, yaşadığımız olaylara bakarak kabul etmek zorunda kalıyoruz.
* * *
Eğri oturup doğru konuşalım: Toplum olarak fukaralıktan, sıkıntıdan, eziyetten şikâyet etmeye hakkımız var mı?
Ülkenin bütün sorunları bir kenara itildi. Mutlu yaşamamız gereken bu güzelim yaz günlerini, huzursuz bir şekilde, sert, hırçın, anlamsız ve kısır referandum tartışmaları arasında geçiriyoruz! Dilerim 12 Eylül Referandumu hepimize hayırlı olur!
* * *
Bu sıkıntılı günlerde pazarımız neşeli geçsin bari...
Köyün birinde aynı gün, bir Kayserili, bir Karadenizli ve bir de Diyarbakırlı ölmüş!
Köylüler cenazeleri gömdükten sonra yorgun argın dönüp kahvehaneye oturarak birer demli çay söylemişler. Az sonra bakmışlar ki, Karadenizli mezardan çıkmış, üstünü başını silkeleyerek kahveye geliyor!
Şaşkınlık içinde “N’oldu yahu? Hayırdır, nasıl çıkıp geldin?” diye sormuşlar.
Karadenizli kıs kıs gülerek “Öbür taraf da aynen burası gibi... Zebaninin eline bir beş lira sıkıştırdım, beni geri gönderdi” diye cevap vermiş. Köylüler merakla sormuşlar:
“Peki, Kayserili nerede?”
“Ben gelirken Kayserili ‘İki buçuğa olmaz mı?’ diye zebani ile pazarlık ediyordu”
“Ya Diyarbakırlı?”
“O da ‘Parayı devlet versin!’ diyordu!”
* * *
Güneydoğu’da bir ağa, gelecek yıl yapılacak seçimlerde milletvekili adayı olacağı için kendisine fiyakalı bir soyadı arıyormuş.
Adamları: “Ağam sana Kurtoğlu gibi bir soyadı çok iyi gider” demişler.
Ağa da beğenmiş bu öneriyi... Adının arkasına Kurtoğlu’nu eklemiş. Bir süre sonra denemek için en yakın adamına: “Söyle bakayım benim soyadım neydi?” diye sormuş.
Adam düşünmüş taşınmış, bulamamış:
“Kusura bakma ağam” demiş “bir hayvanın oğluydun ama hangisinindi unuttum!”
* * *
Bir başka Kurtoğlu hikâyesi... İkiyüzlü, kaypak siyasetçinin biri, son olaylar nedeniyle “Geçmiş olsun” demek için garnizon komutanını ziyarete gitmiş... Ancak, komutanı bulamayınca geri dönmüş... O arada nizamiyedeki nöbetçi ere tembihte bulunmuş:
“Evladım, komutanına Aslan Kurtoğlu’nun selamı var dersin.”
Komutan akşama doğru garnizona gelince nöbetçi er tekmil vermiş:
“Komutanım, adamın birisi sizi ziyarete geldi. İsmini unuttum. Ama adı hayvan, soyadı hayvan oğlu hayvandı!”
Yazının Devamını Oku

Sevgisiz toplum!

29 Temmuz 2010
AKILLI kimdir? Herkesten öğrenen...

Güçlü kimdir? Hırslarını yenen...

Peki, bizim siyasiler bunu yapabiliyor mu? Ne gezer!

Akıl körelince, bakan gözler görmüyor, mantık ve sağduyu can çekişiyor!

Yaşanan acı olaylar karşısında, ülkemizin iyi yönetildiğini söyleyebilir miyiz?

Yazının Devamını Oku