2 Eylül 2010
PAZARTESİ günü bu sütunda yayınlanan “Milletimden istifa ediyorum” başlıklı yazı, büyük yankı yarattı. Çok sayıda gelen okur mesajlarından bazı kısa örnekler: “Demek ki, insan gördükleri, yaşadıkları karşısında, milletinden istifa edecek duruma geliyor!”
“Tamamen iştirak ediyoruz. Tanıdığımız herkese o yazının kopyasını gönderiyoruz.”
“Yazıdaki duygu ve düşüncelere içtenlikle katılmamak ne mümkün!”
* * *
Ben o gün, eski Devlet Bakanı Kâzım Oksay’dan aldığım bir elektronik postayı yayınlamıştım. Kâzım Bey “Maliye eski Bakanımız Ahmet Kurtcebe Alptemoçin’den aldığım bir mesajı sunuyorum” diyordu.
Mesajda “Kusura bakmayın, buraya kadarmış! Gördüğüm lüzum üzerine, tamamen kendi rızam ve isteğimle, hiçbir baskı altında kalmadan, Türklüğümden asla ödün vermeden, milletimden istifa ediyorum. Çünkü gerçek Türk milleti böyle uyumazdı, böylesine kör değildi” deniliyordu.
* * *
Eski Maliye Bakanı Ahmet Kurtcebe Alptemoçin de önceki gün bir mesaj yolladı ve:
“Metnin aslı ‘Tayfun’ imzalı bir iletidir. İnternet ortamında çok beğenerek okuduğum bu metni Sayın Kâzım Oksay’a, bana gönderen kaynağı karartarak aktarmış idim. Bu bilgiyi, herhangi bir yanlışlığa sebep olmamak için değerlendirmenize sunuyorum” diyerek yazının ‘anonim’ olduğunu açıkladı.
* * *
Mustafa Sakarya adındaki entelektüel yurtsever okurum, bu olaya başka bir açıdan bakarak şöyle bir elektronik posta gönderdi:
“Milletimden İstifa Ediyorum” başlıklı yazı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, ‘Yaban’ adlı romanında tarifini verdiği hazin insan ve toplum profili gerçeğini bir kez daha, canım yanarak hatırlamama yol açtı. Bugün ülkemizin geldiği noktaya bakıldığında, toplumun çoğunun romandaki Bekir Çavuş, Salih Ağa ve Zeynep Kadın zihniyetinin devamında olduğunu üzülerek görmekteyiz.
Yani, kısaca, kendisinin bir millete ait olduğunu hissedemeyen ve kimliğini ‘Biz Türk değiliz ki beyim, biz İslam’ız elhamdülillah” diye açıklayabilen Bekir Çavuş’ların, kendi şahsi çıkarı için ‘düşmanın önüne düşüp yol gösteren’ Salih Ağa’ların, çok küçük maddî çıkarlar uğruna ‘düşman karargâhının mutfağına evlerinin rızkını taşıyan’ Zeynep Kadın’ların devamı olan, artık ‘millet’ diyemeyeceğim bir toplumun bugün vardığı nokta beni kahrediyor ancak çok şaşırtmıyor.”
* * *
Ülkemi bu iktidara teslim etmeden önce yönetenlere yine ‘Yaban’ romanındaki, gibi seslenmek istiyorum: ‘Bu viran ülke ve insan kitlesi için sen ne yaptın? Bu halkın bir ruhu vardı, nüfuz edemedin! Bir kafası vardı, aydınlatamadın! Bir vücudu vardı, besleyemedin! Üstünde yaşadığın toprak vardı, işletemedin!
Onu, cehaletin, hurafenin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. Şimdi artık o bir yabanotugibi bitti. Elinde orak, hasada gelmişsin! Ancak, ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganlar, bu kuru dikenler, tabii ki ayaklarına batacak!”
* * *
“Milletinden istifa edenleri tekrar milletin bağrına dönmeye davet ediyorum. Ülkemizi, ihanet yuvalarından, Türkiye üzerinde oynanan hain oyunlardan kurtaralım.
Millet nerede? Onu da yeni baştan yaratmak gerekecek. Hem de, son sekiz yılda yaşadığımız büyük acılara bir daha dönmemek üzere, yeniden yapmamız gerekecek!”
Yazının Devamını Oku 30 Ağustos 2010
TURGUT Özal’ın Başbakanlığı döneminde 8 defa Başbakan Vekilliği yapan eski Devlet Bakanı Kazım Oksay’dan bir mesaj aldım. “Sayın Turan, Maliye eski Bakanımız Ahmet Kurtcebe Alptemoçin’den aldığım bir mesajı bilginize sunuyorum” diyor ve “Aynen katılıyorum” diye ekliyor.
Bakan’ın mesajını ilginç bulduğum için (biraz kısaltarak) okurlarımla paylaşıyorum:
* * *
“Kusura bakmayın, buraya kadarmış...
Gördüğüm lüzum üzerine, tamamen kendi rızam ve isteğimle, hiçbir baskı altında kalmadan, Türklüğümden asla ödün vermeden, milletimden istifa ediyorum!
(...) Ve daha yüce herhangi bir millet olmadığından, başka bir millete katılmıyorum.
Bundan böyle milletsiz bir Türk’üm ben...
Çünkü gerçek Türk milleti, böyle uyumazdı. Böylesine kör değildi. Böyle kötü seçimler yapmaz, böyle pişman olmazdı.
Elleri birbirlerine kenetlenirdi. Türk’ün vatanını bölmeye kimse cesaret edemez, kimse Türk’ü kalleşçe şehit edemezdi.
Verilen şehitlerin kanları yerde kalmaz, şehit anaları yas tutmaz, böyle yanmazdı.
Vatanımın tam ortasında, ağızları süt kokan çocuklara Türk bayrağı yaktırılmazdı. Ve bunu yaptıranlara hâlâ ‘vatandaş’ denilmezdi!”
* * *
“Türk milleti susmazdı. Hakkını arar, alırdı.
Kimse bu milleti koyun sürüsü yerine koyamaz, kurt olamazdı.
Avrupa Birliği sarayının arka bahçesinde küçük bir kulübe için böylesine alçalmaz, kamburunu çıkarmazdı.
Vermezdi, dünyaları alsa bile bu cennet vatanı... Binlerce şehit verdik, veriyoruz.
22 yıldır bir kerecik olsun milletçe sokağa dökülüp ‘Kahrolsun PKK’ dedik mi?
Sadece şehitlerin cenaze törenlerinde bir parçacık bağırdık.
‘Millet geçim derdinde, ekmek derdinde’ diyenlere soruyorum:
Bir takımımız şampiyon olunca, milyonlarca insan, vatanın her köşesinde, gece vakti yollara dökülüyor. Buna engel olmayan geçim derdi, konu şehitler ve terör olunca neden engel oluyor?
Ateş düştüğü yeri değil, tüm milleti yakıyor... Vatan hainlerinin yüksek makamlara getirilmesine ses çıkartmayan bir milletten istifa etmek farzdır.”
* * *
“Ne pahasına olursa olsun bu millet terk edilmez, diyenlere bir cevabım var tabii ki:
Aslında, bu millet kendini terk etmiş. Kendi benliğini terk etmiş! Millet olma özelliklerinden en önemlisini, ‘ortak ülkü’ özelliğini kaybetmiş!
Ortak ülküsü olmayan bir toplumun birlik ve beraberliği olamaz, geleceği olamaz!
Ortak ülküsü olmayan bir toplum millet olamaz! Milletimin, kendi kendini ağır ağır yok ettiğini görmeye dayanamadığımdan, ayrılıyorum bu milletten...”
* * *
“Türk milleti hâlâ susuyorsa... Türk vatanında, Türk askerine hâlâ kurşun sıkılıyorsa... Türk anaları hâlâ ağlıyorsa... Ve buna bir ‘dur’ diyen yoksa...
Neyi değiştirir, bilmem ama BEN DE YOKUM!
Beni de şehit sayın ve her şehidin ardından yaptığınız gibi (hiçbir şey yapmadan) arkamdan şöyle söyleyin: ‘Vatan sağ olsun!’
İstifa ettim ama bu millet için şu anda da canımı vermeye hazırım. Bu, damarlarımdaki asil kanın eseridir. Yeter ki bu durumlara düşmeyelim. Bayrak, sana canım feda!
Fuzuli’nin dediği gibi: Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil!”
Yazının Devamını Oku 29 Ağustos 2010
“TOKİ Bodrum’da” sözü bile insanda dehşet uyandırıyor!<br><br>TOKİ demek, kat kat inşaat ve binlerce konut demek! Bir süre önce “Bodrum’dan evet çıkmaz!” diyerek bölgenin durumunu anlatmış, bu muhteşem ilçemizin, Türkiye’nin Batı’ya açılan aydınlık yüzü olduğunu söylemiştim.
Bodrum şimdi ciddi bir tehlike karşısında bulunuyor.
İsterseniz buna “İktidarın, Bodrum’da hiçbir başarı elde edememesinin yarattığı öfkenin ifadesi” de diyebilirsiniz.
* * *
TOKİ (Toplu Konut İdaresi) binlerce konut yapmak, kat kat inşaat çıkmak demek!
Böyle bir şey Bodrum’da düşünülebilir mi?
Bazı kafalar düşünüyor işte! Tam bir facia!
İktidar partisi, Bodrum’a fena halde bozuluyor. Yapılan işler, bir intikam havası kokuyor!
Kazılıp delik deşik edildikten sonra bir türlü bitirilemeyen yollar, toz-toprak içinde kalan caddeler, Bodrum’un kötü bir turizm mevsimi geçirmesine sebep oldu.
“Bunlar geçicidir. Önümüzdeki sezon her şey normale döner, Bodrum esnafı bu yılki zararını gelecek yıl daha fazla kazanarak kapatır” diyebilirsiniz.
Bahsettiğim tehlike bunlar değil!
* * *
Bugüne kadar kooperatif inşaatlarıyla berbat edilen Bodrum’a iktidar partisi daha öldürücü bir darbe indirmeye hazırlanıyor.
Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Bodrum’da binalar yapacak!
İşte beni dehşete düşüren haber bu...
Bunlar, villa şeklinde, bahçeli evler olsa mesele yok ama...
TOKİ, yurdun her yanında ne yapıyor? 30 katlı, 40 katlı apartmanlar dikiyor, gökyüzüne doğru yükselen mahalleler, siteler, kasabalar inşa ediyor.
Bunların benzerinin Bodrum’da yapıldığını düşünün!
Tam bir çevresel cinayet, bölgesel felaket olur!
* * *
Milli Emlak, Hazine’ye ait en değerli yerleri sessiz sedasız TOKİ’ye tahsis etmiş.
TOKİ’nin imar yetkisi var. Bu yetki Başkan’ın cebinde duruyor. Hiç kimse, Toplu Konut İdaresi’nin yapacağı inşaatlara engel olamaz. TOKİ dedin mi akan sular duruyor, hiçbir belediye sesini soluğunu çıkaramıyor. İnşaat planlarını dilediği gibi yapan TOKİ, gözüne kestirdiği her yere kazmayı vurup inşaata başlayabiliyor.
Bodrum turizm cenneti değil mi? TOKİ buraya adımını attıktan sonra “Nah cennet olur!”
TOKİ’nin devasa kuleler gibi gökyüzüne tırmandıracağı kat kat binalarla insanlar cehennemi bile özler hale gelebilir!
Bodrum’un İstanbul’daki Ataşehir, Ataköy, Bahçeşehir veya bunlara benzer bir yer olduğunu düşünebiliyor musunuz? Turizm ölür, bölge koca bir kent haline gelir!
Türkiye’nin sahillerinde seçim kaybeden AKP, rövanşı böyle mi alacak?
Devlet, Bodrum’u mahvedip, kendi ayağına mı kurşun sıkacak?
* * *
TOKİ’nin Bodrum’da ilk binalarını Ortakent-Yahşi’de yapacağını öğrendik.
Belediyelere sordum. Hâlâ haberleri yok! Demek ki bu işler gizli kapaklı yürütülüyor.
Bodrum’a kıymayın beyler!
Hırsınızı, ihtiraslarınızı yenin! Doğal güzellikleri yok etmeyin. Bu güzelliklerden faydalanmaya gelecek kuşakların da hakkı var.
Hep kişisel çıkarlarınızı, hep cebinizi düşünmeyin! Adil olun. Hakkaniyetten ayrılmayın. Kefenin cebi yok! Siz, biz, hepimiz misafiriz bu dünyada!
Yazının Devamını Oku 26 Ağustos 2010
SOSYAL Güvenlik eski bakanlarından Yaşar Okuyan’a Bodrum Gündoğan’da, Terzi Mustafa’nın Yeri’nde rastladım. İsime bakıp yanlış anlamayın. Terzi Mustafa, terzi dükkânı değil, Gündoğan’ın, hatta Bodrum’un en gözde lokantalarından biri... Tüm ilginç dostlara hep orada rastlıyorum. Yaşar Okuyan, tek kişilik ordu gibi... Kent kent, kasaba kasaba dolaşıyor ve 12 Eylül’deki referandumda “Neden hayır?” denilmesi gerektiğini anlatıyor.
Okuyan’la ayaküstü kısa bir sohbet yaptık. “Bugüne kadar 25’ten fazla ili dolaştım, toplantılar yaptım. Bu akşam da Muğla’dan gelen partililerle toplanıyoruz. ‘Hayır’ demek vatan görevidir” dedi.
“Durum nedir? Ne görüyorsun? Tahminin ne?” diye sordum.
“Oylar eşit gibi” dedi ve ekledi: “MHP havlu attı, Devlet Bahçeli miting yapmıyor. Bütün ağırlık Kılıçdaroğlu’nun üzerine kaldı. Eğer MHP işi ciddi tutsaydı, kesin ‘Hayır’ çıkardı. Şimdi belli değil. Tam başa baş bir durum var. Bir taraf çok az farkla kazanacak! Çok çalışmak gerekiyor!”
* * *
Bağımsız yargı, bireysel hak ve özgürlüklerin güvencesidir.
Değişiklik paketi kabul edilirse, Anayasa Mahkemesi’nin 17 üyesinden 10’u, iktidar güçleri tarafından seçilecek.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu da, tamamen Adalet Bakanı’nın ve müsteşarın denetiminde olacak, onların istemediği hiçbir karar alınamayacak.
Yüksek yargı böylece iktidarla yandaş bir çizgiye çekilecek!
Yargı denetimi kalmayınca, hukuk dışı kararlarla ülkenin otoriter bir rejime doğru sürüklenmesi kolaylaşacak. Bunu önlemek, “özgürlükçü demokrasiyi” korumak için mücadele etmek gerekiyor. Zahmetsiz rahmet olmaz!
* * *
Özgürlükçü demokrasilerde bağımsız yargı, çoğunluk diktasına karşı özgürlüğün güvencesidir, önemli bir fren vazifesi görür! Şimdi bu fren kaldırılıyor!
Yargı bağımsızlığının ortadan kalkması, ülkede yaşayan herkesi, iktidarın “keyfi” davranışlarına karşı korumasız hale getirecek!
“12 Eylül’le hesaplaşıyoruz” söylemi bir balon! Anayasa Paketi’nin, 12 Eylül 1980 Darbesi ile tek ilgisi, darbede görev alan kişilerin yargılanmasını yasaklayan Geçici 15’inci Madde’nin kaldırılmasıdır.
Böyle bir yasak hukuki olmadığı için elbette ki kaldırılması doğrudur ama zamanaşımı nedeniyle uygulamada hiçbir şey değişmeyecektir.
Ülkede toplumsal ayrışma, insanlarımız arasında kutuplaşma, devam eden “haşin referandum kampanyası” ile daha da artmış durumda...
Öyle görünüyor ki, referandum nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, belki küçük bir-iki grup kazanacak ama kaybeden bütün bir ulus olacak!
Yazının Devamını Oku 23 Ağustos 2010
PARTİ liderleri tozu dumana katıyor.
Ülkedeki kutuplaşma, referandum kampanyasında daha da keskin bir hal aldı!
Siyaset erbabı birbirlerine karşı hakaret ve tehdit yarışına girince toplum iyice bölündü!
Demokrasiyi de kendimize benzettik!
* * *
“Hayır” ve “Evet” oyları başa baş gibi diye düşünüyorum. Ağırlık kıl payı iki tarafa da kayabilir... Kesin bir tahmin yapmak zor. Fakat emin olduğum bir şey var:
Yazının Devamını Oku 22 Ağustos 2010
DİNCİ kesimde, gerçek bir dindar olarak tanınan yazar Mehmet Şevket Eygi, açık sözlüdür. Sivri konuşur. Eleştirilerini, dolambaçlı yollara sapmadan net olarak söyler. Böyle olunca da, iktidar mensuplarının birçoğu tarafından sevilmez! Son zamanlarda kafasının çok kızdığı anlaşılan Eygi Hoca, bir süre önce, Millî Gazete’deki köşesinde, dini siyasete ve ticarete alet edenlere beddua üstüne beddua yağdırdı.
Milleti hortumlayanlara, haram yollardan zengin olanlara çok sert tepki gösteren Mehmet Şevket Eygi isyanını (özetle) şöyle dile getirdi:
* * *
“Allah bin kere belânızı vesin!
Allah cezanızı versin! İslâmcılığın cılkını çıkardınız!
Ben, çoğunuzun o eski mücahitlik günlerini bilirim, ne nutuklar atıyor, mangallarda kül bırakmıyordunuz. Sonra mücahitlik postunu çıkardınız, müteahhit oldunuz!
Müslüman’san, hangi meşrep ve mezhepten olursan ol, mutlaka doğru ve dürüst olmak zorundasın. Siz, yıllar var ki, doğruluk şişesini taşa vurup paramparça ettiniz!
Bre uğursuzlar!
İslâm’da devlet ve belediye bütçelerini hortumlamak var mıdır?
Rüşvet almak var mıdır? İhalelere fesat karıştırmak var mıdır?
Haram yollarla süper zengin olmak var mıdır?
Size beddua ediyorum. Allah belânızı versin! İki yakanız bir araya gelmesin!
Haram servetlerinizi huzur içinde yiyemeyin, e mi?
Müslümanların yüzünü kara çıkarttınız!
Başınız belâdan kurtulmasın!” (Mehmet Şevket Eygi, Millî Gazete)
* * *
Eygi Hoca’nın sert bedduasından sonra, eğlenceli bir pazar fıkrası ile tebessüm edelim...
Tilki, ormanda gezerken bir ağacın dalında asılı bir geyik budu görür...
Karnı açtır ama akıllıdır, hemen atılmaz, çevreyi kontrol eder ve görür ki bu bir tuzaktır!
Geyik budu bir bombaya bağlıdır! Yeteri kadar uzaklaştıktan sonra başını ön ayaklarının üzerine koyarak yatar, sabırla beklemeye başlar. Bir süre sonra kurt gelir, budu görür ve biraz uzakta yatan tilkiyi de fark eder tabii... Kaşlarını çatarak sorar:
“Orada ne yapıyorsun tilki efendi?”
“Hiiiç... Yatıyorum dostum.”
“Burada nefis bir geyik budu var, görmedin mi?”
“Evet, gördüm tabii...”
“Şaşırdım doğrusu! Hem gördün, hem de yemedin ha?”
Tilki, dua eder gibi yapar, sonra sakin ve olgun bir tavırla ağır ağır cevap verir:
“Malum, ramazan ayındayız. Ben bugün oruçluyum.”
Kurt, kendinden emin bir şekilde homurdanır:
“Öyleyse ben yiyeyim. Aksi halde, bu sıcakta geyik eti hemen bozulur, kokar.”
Tilki “Elbette dostum, tabii ki yemekte fayda var. Buyur ye, afiyet olsun” der.
Kurt, geyik buduna uzanır uzanmaz müthiş bir patlama olur. Ortalık toz duman!
Kurt, yaralı bir halde kımıldamadan yerde yatarken tilki budu alır ve yemeye başlar.
Bunu gören yaralı kurt öfke ile “Hani oruçluydun şerefsiz?” diye bağırır.
Tilki pişkin pişkin sırıtır:
“Az önce top patladı ya dostum, duymadın mı?”
* * *
Günümüzde toplumumuz iki ayaklı tilkilerle dolu.
Uyanıklar, ateşi elleriyle tutmayıp, maşa olarak başkalarını kullanıyorlar!
Günümüzde hortumcu tilkilerin orucu böyle oluyor!
Yazının Devamını Oku 19 Ağustos 2010
DOKUZUNCU Cumhurbaşkanı Demirel, Çankaya’dan on yıl önce ayrıldı, köşesine çekildi, artık biraz dinlenmek istiyor... <br><br>İstiyor ama dinlenmek ne mümkün! Kafasının içi ülke sorunlarıyla çalkalanıyor, beyninin kıvrımlarında, yaşadığımız antidemokratik günlerin sızısını hissediyor.
Demirel’e göre:
Anayasa tartışmaları, bir süredir ülkenin gündemini meşgul ediyor ve giderek daha “dallı-budaklı” hale geliyor. Mesele sadece anayasa değişikliğinden ibaret değil...
Referandum konusu, bir siyasi hesaplaşmaya dönüştü. Seçilmiş iktidarın, devletin kurumlarıyla ilişkisi zedelenmiş durumda... Siyasi iktidar ülke yönetiminde
kurumlardan rahatsız! “Öyleyse bu kurumları kendi yönetimime geçirmeliyim” diye düşünüyor.
Oysa bu kurumlar, Anayasal kurumlardır. Ondan sonrası ne olacaktır?
Demirel’e göre, korkulacak olan, “Konuşan Türkiye” değil “Susan Türkiye”dir. Bugün “Konuşan Türkiye” ile “Korkan Türkiye” iç içe girmiş bulunuyor.
Evet... Sonrası ne olacak? Demirel noktayı koyuyor:
“Sonrası demokrasi değildir!”
* * *
Mustafa Balbay ile Tuncay Özkan birer gazeteci... Üstelik iyi gazeteciler. Yazdıkları kitaplar da var. Balbay 532, Özkan ise 725 gündür hapiste...
Mahkemede hemen her duruşmada bağırıyorlar: “Suçumuz ne?”
İddianameye göre darbe yaparak rejimi yıkacaklar! Peki bu nasıl gerçekleşecek?
Ellerindeki kalemle ya da dizlerindeki laptopla mı darbe yapacaklar? Bunu anlamak zor!
Haklarında iddialar var, elbette ki yargılanacaklar ama...
Ellerinde darbe yapmak için her türlü silah bulunan komutanlar tahliye edildi, tutuksuz yargılanıyorlar. İki gazeteci ise hâlâ hapiste tutuklu yargılanıyor!
Demek ki, toplumda darbe yapacak en tehlikeli kişiler gazeteciler? Öyle mi?
* * *
Başka gazeteciler de var hapiste... Ufuk Akaya, Deniz Yıldırım, Hikmet Çiçek gibi...
Kitapları büyük eleştiri konusu olan fakat çok satan yazar Ergun Poyraz da içeride... Bugün, tutuklu olarak yargılanan 47 gazeteci var. Tutukluluk sürelerinin uzaması peşin cezalandırmaya dönüşmüş durumda... Gazeteciler çok tehlikeli sanıklar olarak görüldüğü için yargılanmaları tutuklu olarak sürüyor. Demokratik olduğu iddia edilen ülkemizin Ceza Kanunu’nda, düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan 27 madde bulunuyor ve gazeteciler hakkında açılan 700’den fazla ceza ve tazminat davası devam ediyor.
Avrupa Birliği, düşünce özgürlüğünün ve demokrasinin ne olduğunu gelsin de bizden öğrensin!
* * *
Türkiye’nin tüm hapishaneleri tutuklu ve hükümlülerle dolup taşmış durumda... Hiçbirinde boş yer kalmadı.
AKP iktidara geldiğinde toplam tutuklu ve hükümlü sayısı 59 bin 429 idi. Aradan 8 yıl geçti, bu rakam iki misli arttı. 2010’un Nisan ayı itibarıyla Türkiye’deki tutuklu ve hükümlü sayısı 119 bin 112... Oysa ülkedeki bütün cezaevlerinin toplam kapasitesi 110 bin 740...
Cezaevlerinde yatanların yarısı “hükümlü değil tutuklu”... Bunların davaları yıllardır devam ediyor. Çoğu belki de suçsuz bulunup beraat edecek fakat hâlâ hapis yatıyorlar!
“Geciken adalet, adalet değildir” denir ama Türkiye’de yargı o kadar ağır işliyor ki...
Hüküm giymedikleri halde yıllarca cezaevlerinde yatanlar, vicdanları sızlatıyor!
İşte, yarattıkları demokratik Türkiye bu!
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2010
TÜRKİYE, en hayati haftalarını yaşıyor!<br><br>Cumhuriyet tarihimizde, böyle yaşamsal bir halk oylaması olmamıştı. 12 Eylül günü, gelecek kuşakların, çocuklarımızın, kendi geleceğimizin şekillenmesinde büyük etkisi olacak bir referandum yapılacak.
İktidar partisi, referandumdan “EVET” çıkacağına inanıyor. Durum böyle olursa, AKP ülkeye tepeden tırnağa, her şeyiyle hâkim olacak!
O zaman, demokrasi, laik cumhuriyet, bireysel özgürlükler, hak-hukuk ne olacak, doğrusu çok merak ediyorum! Cumhuriyet’in sonunu getirecek kadar önemli bir oylama bu!
* * *
Halka 26 soru sorulacak, fakat tek cevap istenecek! EVET ya da HAYIR.
Peki, sorulardan bazılarını beğenip, bazılarını beğenmezseniz ne yapacaksınız?
Ayırım şansınız yok! Ya EVET, ya HAYIR.
İnsanlar bu tür garip bir çelişki içine sokulur mu? Böyle şey olur mu? Bizde oluyor işte!
Hani, Nasreddin Hoca’ya sormuşlar:
“Hocam, aptessiz namaz kılınır mı?”
Hoca “Ben kıldım, oldu!” demiş.
Bizim referandum da, aptessiz namaz kılmaya benzeyecek!
* * *
Adı ne olursa olsun, fazla önemi yok! İster halk oylaması deyin, ister plebisit!
Ortada bir gerçek var: 12 Eylül günü Anayasa değişikliği değil, iktidar partisi AKP oylanacak! Bir çeşit güven oylaması bu... Çünkü iktidar bu değişikliği, toplumsal uzlaşma sağlamak için değil, karşılaştığı güçlükleri ortadan kaldırmak amacıyla yapıyor.
Halk, 2002 yılından beri iş başında olan iktidara güveniyor mu, güvenmiyor mu? 8 yıllık bu yönetimi onaylıyor mu, onaylamıyor mu? Oylanacak olan durum bu!
EVET diyenler, AKP’ye, iktidar partisinin icraatlarına “Evet” diyecek. HAYIR diyenler de AKP’yi reddetmiş olacak! Kim ne derse desin, gerçek bu!
Anayasa değişikliği neler getiriyor, neler götürüyor? Bunu bilen fazla kişi yok. Öğrenmek isteyenin de fazla olduğunu sanmıyorum.
“İktidar partisine EVET mi, HAYIR mı?” Her şey bu soruda düğümleniyor!
* * *
“Evet” oyları yüzde 50’den fazla çıkarsa, Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun ipleri tamamen AKP’nin eline geçecek. Paketin özü bu!
Yargının bağımsızlığı, insanlarımızın tamamının yaşamıyla, çıkarlarıyla yakından ilgili...
“Değişiklik Paketi” kabul edildiği takdirde, demokrasi, bireysel hak ve özgürlükler, hukuk devleti yara alacak, otoriter devletin yolu açılacak, ülkede demokrasi lafta kalacak!
İktidarın emir ve komutasındaki bir yargının adalet dağıtacağını iddia etmek inandırıcı olmaz! Tüm bu gerçekler, halkımıza iyi anlatılmalı ama muhalefet, olası tehlikelere dikkati çekeceği yerde “havuz kavgası” yapıyor! Oylanacak olan liderlerin yüzme havuzu sanki!
* * *
Anayasa değişince halka ne yararı olacak? İşten atılanlar, işlerine geri dönecekler mi?
Aşsız tencereler kaynayacak, fukaranın karnı doyacak mı?
Milletimiz, son yıllarda daha da artan sıkıntılardan kurtulacak mı?
İktidarın açılımları nedeniyle azgınlaşan terör bitecek, bölücülüğün önüne geçilecek mi?
HAYIR! Bunların hiçbirisi olmayacak? Peki, neden yapılıyor bu referandum?
Hedef, iktidara bağımlı, yandaş bir yargı yaratmak! O zaman iktidar partisi korkulu rüyalar görmekten kurtulacak. Özgürlüklerin budanması sonucu toplum, küçük insanlardan oluşmaya başlayacak! Sonunda, yaratılan bu “küçük insanlarla büyük işler” başarılamayacağı için, geriye gidişin hızlandığını acı bir biçimde göreceğiz!
Yazının Devamını Oku