Nihat Demirkol

İzmir’de ‘Barok Müzik Günleri’ başlıyor

8 Şubat 2013

“Tür”e adını veren “Barok” sözcüğü, az biraz sabıkalıdır:
Mimarî sanatı hakkında kullanılan ile belirgin tanıma, 1788 tarihli “Encyclopédie méthodique”te rastlanır ve “mimarlıkta barok, tuhaflığın bir nüansıdır” diye örselendiğini görürsünüz.
İfade edilen düşünce, değişime gösterilen abartılı ve şaşkın bir tepkiyi çağrıştırır.
Uluslararası Usta Edward Lasker, “Satrancın Barok kuralları, ancak biz insanlar tarafından icat edilebilecekken, GO’nun kuralları o kadar nezih, doğal ve kat’i bir şekilde mantıklıdır ki, eğer evrenin başka yerlerinde akıllı yaşam formları varsa, büyük ihtimalle GO oynuyorlardır” diyecek kadar ileri gider.
Müzikte ise, Jean Jacques Rousseau’nun “armoninin açık seçik olmadığı, modülasyonlar ve uyumsuzlukla dolu, entonasyonları güç ve hareketi zor olan...” şeklinde estirdiği rüzgâra rağmen, Bach’ın ölümüyle kapanan “Barok Dönem”in izleri, bugün bile kulağımızdaki müziğin genlerine işlemiş durumda.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi, yarından itibaren üç konseri kapsayan “Barok Müzik Günleri”ne ev sahipliği yapacak.
Dönem müziğinin yorumlanacağı konser dizisi, 9 Şubat 2013 Cumartesi günü “Barok Sesler” grubuyla başlayacak. Alman, İtalyan ve Türk sanatçılardan oluşan grup, açılış konserinde Barok dönem eserlerini seslendirecek. Soprano Dorothee Mields’e Marta Graziolino arp, Nihan Atalay barok flüt, Erica Fossi çembalo, Bülent Oral ise viola da gamba ile eşlik edecek.

Yazının Devamını Oku

“Sinyal vermek” üstüne bir açılım

4 Şubat 2013

 

 

GÜZEL memleketimin pek çok yerinde olduğu gibi, İzmir’de de arabaların camlarına yazılan yazılar, “fikrî, hissî, kültürel, sosyal ve ideolojik” kamplaşmanın rengi ile sahibinin tercih ve kimliğini, başkalarının gözüne sokma çabasıyla alevli... Dahası, işin boyutu hakkında, çarpıcı ve düşündürücü ölçekte bir fikir de veriyor.

Bu halimize, “farklılık ve benzerliklerin yönetimi” parantezinde, “mozaik halimizin medenî ve hoş yansımaları” deyip geçmek isterdim. Yapamayacağım !

Bugünlük, arabalarına “yazı-çizi, resim, imza” iliştirenleri, bu yazı için sadece iki temel gruba ayırarak inceleyelim. Siz onları birbirlerinden çok ayrı kişiler sanıyorsunuz.

İlk grubun camlarında, “Egemenlik ulusundur” yazıyor; diğer grubun camlarında ise, “Hakimiyet Allah’ındır...”

Oysa bu farklı (gibi görünen) grupların aslında güçlü bir ortak noktası var: Her iki grup da “berbat ve tehlikeli araç kullanıyor!”

Yazıya son verirken, her iki gruba birden hatırlatmak istediğim birkaç ayrıntı var:

Yazının Devamını Oku

Büyükşehir’den gelen açıklama

1 Şubat 2013

GEÇEN hafta, “Bornova, EVKA-3’deki, kanal, mazgal, yol ve asfaltlama çalışmaları”nı hicveden bir yazı yazmıştım. Önce Sevgili Reşat Yörük’ten zarif bir telefon geldi, arkasından da “göndersek yayınlar mısınız?” dediği açıklama. Kendilerine, hızlı ve samimi geri bildirimleri için teşekkür ediyorum. Ben “benim gözlüğümden böyle görünüyor” diye yazmıştım. Onlar da kendi gözlükleriyle olanı biteni anlatmışlar; muhatap ve teknik detaylarda, yanlış bildiğimiz birkaç gölgeyi de ışıklandırarak... Tümüyle görüşbirliği içinde değiliz, ama iletişimin bu rengi, pek çok şeye kendiliğinden devâ olur. Basın Yayın Şube Müdürlüğü’nden gelen açıklamayı noktasına dokunmadan paylaşıyorum.
“Sayın Nihat Demirkol, Öncelikle kent sorunlarına duyarlı yaklaşımlarınız için teşekkür ederiz. Bornova EVKA-3 124. Sokak’taki sorun, İZBETON ekiplerince yapılan müdahalelere rağmen gerçekten de kalıcı bir biçimde giderilememiştir. İZSU tarafından, aşırı yağmur sularını deşarj amacıyla üzeri çelik ızgaralarla kapalı yağmur kanalı yapılmış ancak ızgara kenarlarında asfalt deformasyonu ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine İZBETON Asfalt Yapım Ekipleri, 7 Ocak 2013 tarihinde eski alfaltı kazıyıp atmış, ancak aşırı soğuklar ve ardından gelen yağışlar nedeniyle, yeni yapılan ızgaraya su akacak şekilde planlanan asfalt serimi gerçekleştirilememiştir. (Bölgedeki trafik yoğunluğunu engellememek için -Emniyet Müdürlüğü’nün izniyle- asfalt serim işleri gece yapılmış, hava sıcaklığının 5 derece altına düşmesiyle de asfalt verimi istenilen düzeyde olmamıştır.)Yine de asfaltı kazınmış bozuk yoldan vatandaşlarımızın daha fazla mağdur olmaması amacıyla, 14 Ocak gecesi zemin ıslak olmasına rağmen asfalt serimi yapılmıştır. Fakat yeni yapılan ızgaralı kanal kenarındaki dolgu malzemesi, aşırı yağışlar nedeniyle fazla nemli olduğundan, ızgara kenarında lokal açılmalara neden olmuştur. Bunun üzerine mevsim koşulları uygun olmamasına rağmen, geçici olarak yeniden tamirat yoluna gidilmiştir. Hava durumu mevsim normallerine geldiğinde gerekli onarımlar yapılarak yol istenilen düzeye getirilecektir. Bilgilerinize sunuyoruz. Saygılarımızla”.
Sözü edilen yerdeki rehabilitasyon çalışmaları, gerçekten de söylendiği gibi devam ediyor. Meselâ, asfaltın bozulan ve boşalan yerleri birkaç gün önce onarıldı. Sanıyorum, -mevsim normalleriyle birlikte- daha kalıcı düzenlemeler de yapılacak.
Bu yanıtla bizi mutlu eden, İzmirliye ciddiye alın  dığının hissettirilmesidir. Kentlerin kaderini değiştiren vizyon, büyük, devâsa, projeler olmakla birlikte, “sokaktaki adam”ın günlük hayatını etkileyen küçük kolaylık ve iyileştirmeler, yerel yönetimlerin kalıcılığı açısından çok daha önemlidir. Zaman zaman gerek okuyuculardan ve gerekse yerel yöneticilerimizden alınmayla sitem arasında gidip gelen sesler yükseliyor. Sorumlu medya, sadece “göze ve kulağa hoş geleni gündemde tutan medya” değildir. “Halının altına süpürme”, kimseye katkı da sağlamaz. İzmir’e iyilik de yapmış olmazsınız bu tavırla... Bu köşede sözcüklere döktüğümüz kamu hizmetinin içerdiği tek kaygı, samimi ve objektif kalabilmektir. Tekrar teşekkür ediyorum...


 

Yazının Devamını Oku

Alsancak MİKO’da 1 yılın ardından

28 Ocak 2013

PİYANONUN önüne ilk defa 1969’da oturmuşum; hayâl meyâl...
Ankara Tenis Kulübü’nde ilk defa “dinleyen birileri”ne çalmışım.
Rıfat Akaltan ile nota, solfej; Erkan Yüksel’le “Allaturca Piyano...”
Turhan ve Mülkiye Toper’le repertuvar; usûl, makam, nazariyat.
Cinûçen Tanrıkorur’un, piyano çalındığı için terk ettiği konser; Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi...
Ankara Üniversitesi, Ali Şenozan, Hacettepe Üniversitesi, Cahit Ünyaylar, Safiye Ayla.
Mülkiye’de Klâsik Koro, Ankara Türk Müziği Derneği, Kadri Şarman, Avni Anıl...

Yazının Devamını Oku

Birbirine girdiler âblar dolaplar

25 Ocak 2013

BORNOVA, EVKA-3 nâm mahalleyi, düzayak caddeye bağlayan, “esas oğlan” hüviyetinde hepsi hepsi tek bir yokuşumuz var. Amazon nehri gibi kıvrılarak, büyükçe bir “S” harfi taklidiyle, kendini yukarıdan aşağıya koyveren...
İşte bu “kendini bilmez” yokuş, daha doğrusu, yokuşun “hınk deyicisi” yağmur suları, senelerdir, Büyükşehir Belediyemiz ile bir itişme, bir inatlaşma halinde...
“S” harfinin nihayetlendiği yere, bir döner kavşak yapılmış; hani “göbek” dediklerimizden... Neden yapılmış? Gelen geçen, o göbeğin etrafından dolaşsın diye elbet... İşte bu “alenî kaide”ye rağmen, “serbest ve serseri tabiat”lı yağmur suları, bir türlü intizama gelemedi...
Öykünün evveliyatı, ferah 5 seneyi bulur. İZBETON, küçük bulvarın sağ tarafına bir kanal açtı önce. Üzerine de (uyduruk olanlarından) mazgal döşedi; bütün yol boyunca... Fakat sular, hiç alışık olmadığı yere döşenen bu mazgal yerine, inatla yolun sol tarafını tercih etti düzlüğe ulaşmak için. Yerine oturmayan “kevgir irisi metal kapaklar”ın üzerinden geçen araçların, gece-gündüz ses yapmasından yakınınca mahalleli... İZBETON çok kızdı ve gelip açtığı kanala beton döküverdi. Tesviye bile etmeden, selülitli bir cadde bıraktı ceza olarak. Ama buna rağmen, sular bildiğinden dönmüyordu; düzlüğe ulaşmak için, ısrarla yolun sol tarafını kullanmaya devam ediyordu.
Sonra (vahiy gelmiş olmalı ki) bir gün baktık, daha hummalı bir çalışma başlamış aynı yerde; “yüzyıl savaşları kadar” sürdü zaten... Kapattığı kanalı tekrar açtı İZBETON. “U” şeklinde yeni bir beton döküp içine borular yerleştirdi... Üzerine, bu sefer (sağlam ve civatalı olanlarından) yakışıklı ve döküm mazgal döşediler. Mazgalın yan tarafındaki asfaltı da yenilemek için söküp aldılar. Sonra birkaç gün ortada görünmediler. Yağmur yağsın diye beklediklerini sonradan anladık. Nihayet meteorolojinin “aman” dediği hava patladı. Fırsat kollayan hain sular, taranmış yolu aldı götürdü bir gecede. Geriye, köstebeklerin maç yaptığı bir tarla kaldı. “Şehirde arazi aracı kullanıyorlar” diye azcık horladığımız hemşehrilerimiz, arabalarına verdikleri parayı helâl ettiler.
Yağmurdan birkaç gün sonra, asfalt döküldü. Hem de (daha önce neden denenmediğini merak ettiğimiz bir usûlle) gece mesaisi yapılarak. Ardından Yüce Yaratıcı, işçiliği test etmek için olsa gerek, bir yağmur daha yağdırdı; sular seller gibi olanından. 3 gün önce dökülen asfaltımız, 18 delikli golf sahasına dönüverdi. Yani, bayındırlık hizmetleri ve spor tesisleri artık bir arada...
Tuhaflığa bakınız ki, İZBETON’un bütün telkin, tavsiye, hattâ cebir ve yönlendirmesine rağmen, bu “laubali ve pervasız” yağmur suları, hâlâ göbeğin etrafından dolaşmıyor da kendi bildiği en kısa yoldan akıp gidiveriyor... Yahu siz nereden akılması gerektiğini, koca koca mühendislerden daha mı iyi bileceksiniz; düpedüz densizlik bu! Gösterilen yerden aksanıza...

Yazının Devamını Oku

Bu bir aşk hikâyesi

21 Ocak 2013

İçindeki kitapçığın ön kapağına, “Bazen bir sayıyla, bazen bir mevsimin coşkusu ve bazen de bir hüzünle çıkarsınız yola. Eğer varacağınız yer ‘aşksa’ hiç telaşlanmayın. O sizi bulacaktır mısralar ve notalarda...” diye birkaç cümle iliştirilmiş. Arka kapaktaki “teşekkür faslı”nın satır aralarında ise “hikâye”nin çıkış noktasını bulmak mümkün; “Bu çalışma, hüzünlü bir olayın esintisi ile başladı. Hüz”nü aşka dönüştürdük ve mutlu bir olayın da vesilesi olduk...” diyor.

Müziğin sözcüklerle tanımlanması, imkânsıza yakın bir güçlük taşıdığı için, bugün köşemde sözü, daha çok sizlerle tanıştırmak istediğim sanatçılara bırakacağım.

“Grup MEDIKIL-MUSICAL’ın müzikal macerası 2000’li yılların başında başladı. Klâsik olarak lise yıllarının romantizminde tohumlanan müzik çalışmalarım, aradan geçen uzun yıllar ve tıp alanındaki akademik eğitim döneminin ardından Figen ve Erhan’la tanışmamın da etkisi ile filizlenmeye başladı. Ağırlıklı olarak beste çalışmaları yapıyordum. Figen’in bestelerimi seslendirmeye başlaması ve daha sonra elimizde büyüyerek aramıza katılan Almila’nın da desteği ile kendimizi bir grup halinde bulduk. Gerçi ismimizi daha bir kaç ay önce sevgili Erhan, aranjörlüğü sırasında ona çektirdiğimiz çileden esinlenerek koydu ama biz hep amatör bir grup olarak çalıştık. Zaman zaman çalışmalarımızı yakın çevremizle, yerel radyo ve televizyon programları ile değerlendirdik. Televizyon programlarının birinde program sunucusu Jale hanımın doğaçlama olarak söylediği ‘siz bir müzikal yapın’ cümlesi çok hoşumuza gitti ve benzeri pek olmayan bir çalışmaya imza attık.” Bu sözler İzmirli Dr. İnanç Çağlayan’a ait.

Sanatçının ufkunu ve hayal gücünü hafife alan çok olur. Müzikalin 2 CD’lik bir albüme taşınması fikri ve sürecini de Çağlayan, iddialı bir ironi ile özetliyor: “Bunu kim dinler dediler / Âşık olanlar dedik... Bunu kim alır dediler / Ege’nin tuzunu, havasını tatmış olanlar dedik... Bunu kim bekler dediler / Sarı yapraklarda, denizde, kumda sevdada aklı kalanlar dedik… Siz kimsiniz dediler / Sizlerden biriyiz dedik ve söyledik....”

Bu albümün hoş bir “sosyal sorumluluk” rüzgârı estirdiğini de özellikle hatırlatalım. Grup, ticari bir beklenti ile yola çıkmamış. Satışından elde edilecek gelir, bir protokolle “Ege Orman Vakfı”na bağışlanmış. Yani alacağınız her CD için bir fidan dikilecek. Hemen hepimiz, çeşitli sebeplerle irili ufaklı hediyeler almıyor muyuz? Hemşehrilerimiz bu “yeşil niyet”e küçük bir katkıda bulunmak isteyebilirler diye düşündüm ve değerli okuyucuyu haberdar etmek istedim. Ayrıca dinleyeceğiniz buğulu müziğin, sizi alıp “istediğiniz, düşlediğiniz, aradığınız, unuttuğunuz” herhangi bir yere götürmesi ihtimali de oldukça yüksek.

Unutmadan, 23 Ocak Çarşamba günü, saat 10.15’te, TRT Belgesel Kanalı’nda, bu yazdıklarımdan çok daha fazlasını anlatacaklar. Sonuçta, “Bu Bir Aşk Hikâyesi” kulak vermenizi öneririm.

Yazının Devamını Oku

Bir İzmirli (sonunda dayanamayıp) kendini Ankaralı gibi hissederse

18 Ocak 2013

Zarif bir romantiktir,
sevgili Deniz Sipahi...
İzmir’e tutkundur.
Üstüne, (kendi tabiriyle)
iflâh olmaz da bir iyimserdir.
Bütün bunlar,
“haddeden geçmiş nezaketi”yle birleşince,

Yazının Devamını Oku

Gergedanların “mahalle baskısı”, hem de İzmirde...

14 Ocak 2013
SEYRETTİĞİMİZ oyunun yazılışının üzerinden yarım asır geçmiş olmasına rağmen “anafikrin eskimemiş olması, eskimeyi bırakın gündeme ve güncele -cuk oturması- ne hazin!” Salondan ayrıldığımızda, eminim hemen herkes böyle düşünüyordu, “gergedanlar” hariç!

 

 

 

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Deneme Topluluğu, bu yıl, Ionesco’nun “Gergedan(lar)” adlı oyununu sahneliyor. Narlıdere Özdemir Nutku Sahnesi’nde, mart başına kadar, cuma günleri izlenebilir. Absürd tiyatronun bu başyapıtını, Hasan Anamur’un çevirisiyle Barış Erdenk sahneye koymuş. Genç sanatçıların “parlak bir heyecan”la oynadıkları oyun, dekor tasarımından rejiye kadar kalabalık bir kadronun ürünü. Murat Tuncay’ın diliyle, “Başarıya, hak edilmiş alkışa giden yol bu emeği gerektiriyor.”

“Gergedan”ın ilk kez Fikret Adil çevirisiyle 1960’ların (?!) Devlet Tiyatrosu’nda, daha sonra da Devekuşu Kabare’de Haldun Taner’in uyarlamasıyla 1971’de sahnelendiğini biliyoruz. Oyunun basılmış programlarında, tiyatro dergilerinin, eleştiri ve incelemelerin hemen hepsinde, yazarın, Gergedanlar’da anlattığı dönüşümden duyduğu kaygıyı şu cümlelerle dile getirişi mutlaka yer alıyor: “...Birdenbire ortaya çıkan bir düşüncenin bulaşıcı bir hastalık gibi yayılması, yeni bir din, bir öğreti, bir fanatizm sürükleyiveriyor insanları... Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi, insanlar sizin düşüncelerinizi artık paylaşmıyorsa, sanki canavarlarla karşı karşıyaymışsınız duygusu uyanıyor insanda. Örneğin gergedanlarla. Gergedanların saflığı, aynı zamanda acımasızlığı var onlarda. Onlar gibi düşünmüyorsanız göz kırpmadan öldürebilirler sizleri...”

Ionesco’nun Nazi Almanyası’nı anlattığı Gergedan’ın dünya prömiyeri, 2 Kasım 1959’da Almanya’nın Düsseldorf kentinde yapıldığı zaman, “Onun modern dünyaya ve bu dünyada farklı yüzlerle karşımıza çıkan ‘görünür görünmez’ totaliterliğe karşı en sert eleştirilerden birini ortaya koyduğu” söylenmiş. Bugünlerde, aynı ruh hali ve davranış kalıbı ya da davranış değişikliğine, kendi kültürümüz ve meşrebimize göre, “Mahalle Baskısı” adını taktık bizler. Hattâ böylece, farkında olmadan, biraz hafife alıp, içini boşaltmış bile olduk.

Oyunda, “Berenger” adlı karakterin, “çok iyi tarif edilmiş bu salgın”a karşı koyuşu, “anlamsızlığa, saçmalığa ve baskılara rağmen, insanın onurundan vazgeçmemesi gerektiği” rüzgârını estiriyor sahnede. Tam, “her şey bitti dediğinizde atılan bir –teslim olmayacağım- çığlığı” ile hissediyorsunuz bunu...

Yazının Devamını Oku