24 Şubat 2002
<B>TRAFİK</B> canavarı geçmiş bayramların en korkunç rüyasıydı. Trafik kazalarında onlarca kişinin ölüm haberi, bayram sevincinin üzerine kapkara bir bulut gibi örterdi. Bu bayram, belki de ilk kez, trafik canavarı meydana çıkamadı.
Daha doğrusu, direksiyonun başına geçtiğimizde ruhumuzda hortlayan o canavar, bu kez ortaya çıkmaya cesaret edemedi.
Yollardaki araç trafiği de geçmiş bayramları aratmayacak yoğunluktaydı.
Ankara-Konya arasında kat ettiğimiz 250 kilometrenin, neredeyse her kilometresine 5-6 araç düşüyordu.
Otomobil kullanıcıları geçmişteki gibi son sürat basıp gideyim düşüncesinde değildi.
90 kilometre sürati geçen araç sayısı oldukça azdı.
Bütün bunlara neden, sadece artan trafik cezaları değildi.
Daha, Ankara'nın Gölbaşı İlçesi'nden çıkışta ilk trafik radarı bizi karşıladı.
Böyle, geçmişteki gibi ağaçların arasına gizlenmiş falan da değildi.
Açıktan, ‘‘Ben buradayım. Hızınızı ölçüyorum’’ diyecek kadar görülür bir yerde duruyordu.
Radarı ve trafik polislerinin yanan tepe lambalı otomobilini uzaktan görüp de hız yapmak cesaret işiydi.
SİYAH MERCEDES’Lİ
Gölbaşı'nı geçtikten sonra perdeleri kapalı, siyah bir Mercedes'le de neredeyse aynı hızla yol aldık. Bazen o yavaşladı veya durdu, biz onu geçtik, bazen de o bizi... Birlikte yolculuğumuz Konya'ya kadar devam etti.
Tanımadığımız bu Mercedes ile Konya'ya kadar birbimize yol arkadaşlığı ettik.
İçinde kim vardı, otomobili kim kullanıyordu, doğrusunu söylemek gerekirse bunları hiç merak etmedik. Yol boyunca sadece bir sürücü arka arkaya iki kez bizleri taciz etti o kadar. Birincisinde trafik polislerinin ileride bir yerde bu sürücüyü durduğuna tanıklık ettik.
Baktık, trafik polisleriyle işini çabuk bitirmiş, son sürat ve tehlikeli bir şekilde basıp yanımızdan geçti.
Bir sonraki ilçeye vardığımızda trafik polisleri, içindeki o canavarın hortlamasına engel olamayan sürücüyü ikinci kez durdurmuştu.
Bu kez trafik polisleriyle işi uzun sürmüş olacak ki bir daha yanımızdan geçmedi.
O siyah Mercedes ile yol arkadaşlığımız Konya girişine kadar devam etti.
O BENDİM
Akşam telefonda İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen ile sohbet ederken nerede olduğumuzu sordu.
Konya'ya geldiğimi söyleyince, ‘‘Ben de öğle saatlerinde Konya'daydım’’ yanıtını verdi ve şehre geliş saatini söyledi. O an, o sivil plakalı siyah Mercedes'teki kişinin kim olduğunu anladık. Trafik ihlali yapan, hatta bizi de tehlikeye atan, ruhundaki canavarı hortlamış o sürücüyü sade bir vatandaş gibi cep telefonuyla polise şikáyet eden İçişleri Bakanı Yücelen'den başkası değilmiş. İlk ilçede, trafik polisleri bu sürücüyü ‘‘Kuralları ihlal ediyorsunuz’’ diye uyarıp bırakmış. İkinci kez aynı hatayı yapınca diğer ilçede yüklü bir cezayı hak etmiş.
Yücelen, gelecek bayramda yeni bir trafik uygulamasına geçeceklerini de açıkladı. Buna göre, İzmir'de pilot uygulaması yapılan dizüstü bilgisayarla trafik kontrolleri gelecek bayramda ülkenin bütününde uygulamaya geçecek.
Böylece, bir kişi trafik ihlalinde bulunduğunda otomobilin çalıntı olup olmadığından, geçmişteki aldığı cezaları toplamına, aranıp aranmadığına kadar her şey ekranda görünecek.
Dolayısıyla ruhlardaki o canavara bir de teknoloji darbe vuracak.
Yazının Devamını Oku 
21 Şubat 2002
<B>İDAM </B>cezasının kaldırılmasında kilit parti haline gelen DYP'de milletvekillerinin hepsi Genel Başkan <B>Tansu Çiller</B> gibi mi düşünüyor? Şu denilebilir ki, Çiller'in, dün Ertuğrul Özkök'e söylediği ‘‘Önce onu asalım, sonra kaldıralım’’ düşüncesi DYP'nin bütününe hákim değil. Örneğin, Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Milletvekili Salim Ensarioğlu, Çiller gibi düşünmüyor.
Ensarioğlu dün, ‘‘idam cezasının kalkmasına öteden beri taraftar’’ olduğunu belirtip, bu düşüncesini açıkça ortaya koydu. Ensarioğlu, doğrudan genel başkanına yanıt veriyor duruma düşmek istemese de ‘‘önce asalım, sonra kaldıralım’’ yaklaşımını doğru bulmuyor. Bu görüşünü daha önce Çiller'e de açıkça beyan etmenin rahatlığı içinde şöyle dedi:
‘‘Kişiler üzerinde demokrasi olmaz. Ayrıca, kişilere karşı işlenen suçta idam kalkarken, devlete karşı işlenen suçta kalması yanlıştır. Çünkü savunmasız olan ve onu koruması gereken devlettir. Kendini koruma gücüne sahip devlete karşı işlenen suçta idamı bırakıp, kişilere karşı işlenen suçlarda kaldırmak yanlış olur. AB için olmasa bile, halk için gerekiyorsa idam ya tamamen kalkar veya hiç kalkmaz. Çifte standart olmaz.’’
Ensarioğlu, görüşünü birçok arkadaşının da paylaştığını vurguladı.
DYP Genel Başkan Yardımcısı Ensarioğlu, sohbetimizde bunları söylerken, birkaç kez genel başkanı ile ters düşüyor gözükmekten kaçındı.
Sohbetimizin bütünü özetlenirse:
AB'ye üyeliği siyasetinin en önemli motifi haline getiren, ülkeyi Gümrük Birliği'ne sokan DYP'nin idam konusundaki tavrı çifte standardı gerektirmeyecek kadar net olmalı, bir kişi (Apo) üzerine odaklanmamalı.
AKSİ DÜŞÜNENLER DE VAR
Ensarioğlu bunları söylerken, DYP içinde hem kendisinden, hem de Çiller'den farklı düşünenler var.
Örneğin Grup Başkanvekili Turhan Güven idamın kaldırılmasına karşı.
‘‘Hatta kapsamını daha da genişletmeliyiz’’ diyen Güven'in görüşü şöyle:
‘‘Bugünkü şartlar altında idamın kaldırılmasına kesinlikle karşıyım. Hatta, daha da yaygınlaştırılarak uygulanmalı. İdamı yıllardır uygulayan ABD, gayri medeni bir ülke mi? Biz niye idamı genişletmiyoruz.’’
Genel Başkan Yardımcısı Ufuk Söylemez ise Çiller ile aynı görüşte:
‘‘Önce Öcalan'ın dosyasını Meclis'e getirelim, gereğini yapalım, ondan sonra idam cezasını tamamen kaldıralım.’’
Bütün bunlara bakıldığında idam konusunda DYP'de bir bütünlük yok.
MUHALEFETİN KAFASI KARIŞIK
Bu parçalı durum sadece DYP'de değil, SP'de de hákim.
SP Genel Başkan Yardımcısı Lütfü Esengün dün devlete (TCK 125) ve kişilere karşı (TCK 450) işlenen suçlarda idam cezasının devamından yana olduğunu bildirdi. Devlet kuvvetleri aleyhine (TCK 146) işlenen suçlarda ise idamın kaldırılması taraftarı olduğunu söyledi.
SP Grup Başkanvekili Veysel Candan'ın görüşü ise idamın kaldırılması gerektiği yönünde.
AKP ise çok daha net. Her ne kadar parti görüşü salı günü ortaya çıkacak olsa da Grup Başkanvekilleri Bülent Arınç ve Salih Kapusuz'un dün bize aktardıklarından yola çıkıldığında AKP'nin tavrı şöyle özetlenebilir:
‘‘Hükümetin stepnesi görünmeden, ülke menfaati için idama karşıyız.’’
Muhalefette ortaya çıkan ortak görüş ise, MHP'den farklı olarak idam cezasının kaldırılması için Anayasa değişikliğine gerek olmadığı yönünde.
Anayasa değişikliğine gerek olmadığı görüşü Meclis'te de hákim olursa, idam cezasının kalkmasında öyle çok büyük sorun yaşanacağa benzemiyor.
Asıl sıkıntı yaratacak olan ise RTÜK Yasası'nda yapılacak değişiklik.
Yani, anadilde yayın yapma serbestisi...
Hükümetin DSP ve ANAP kanadı, bu konuda da ortağı MHP yerine muhalefetten destek bulacağa benziyor.
Yazının Devamını Oku 
19 Şubat 2002
<B>İDAM</B> cezasının kalkması için Anayasa değişikliğine gerek var mı? Koalisyon hükümeti bu tartışmayı, bir önceki uyum yasasında da olduğu gibi bünyesinden çıkarıp Meclis'e sevk etti.
Aslında tartışma, koalisyon hükümetinin hukuki düzenlemelerde uyguladığı üslubu da ortaya koyuyor.
Meclis Başkanvekili Yüksel Yalova'nın deyimiyle, ‘‘yazboz reformu’’ yapılıyor.
Tabii bu, en temel yasa, Anayasa için olunca daha da dikkat çekiyor.
Nedeni üç ay önce Anayasa'da yapılan değişiklik.
Anayasa'nın 35 maddesindeki değişiklikten biri de Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar başlığını taşıyan 38'inci maddesinde gerçekleşti.
38'inci maddeye şu fıkra eklendi:
‘‘Savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilemez...’’
İlginç olan, Anayasa'da yer alan idam cezası kararının nasıl alınacağına ilişkin uygulamanın yanına, ilk kez hangi suçlara bu cezanın uygulanmayacağı belirlendi.
Oysa daha o günden, Avrupa Birliği yol haritasında yer alan orta vadeli öncelikler açısından, idam cezası sorununun Türkiye'nin kapısını yeniden çalacağı biliniyordu.
AB'nin, 8 Kasım 2000 tarihli Türkiye İçin Katılım Ortaklığı Belgesi'nde orta vadeli öncelikler sıralanırken, siyasi kriterler başlığı altında ‘‘Ölüm cezasının kaldırılması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6 No'lu protokolünün imzalanması ve onaylanması’’ hükmü yer aldı.
Hükümetin AB yol haritasında da bu şartın yerine getirileceği üstü kapalı ifadeyle, ‘‘Yeni Türk Ceza Kanunu'nun yasalaşması’’ diye belirtildi.
MHP DE İDAMIN KALKMASINI İSTİYOR
Buna rağmen, o dönemde problem çözme yerine, koalisyon içinde problem yaratmamanın uyumu bulundu.
Üç ay sonra çözülemeyen problemle yeniden yüz yüze kalındı.
O gün 38'inci maddeye eklenen cümle şimdi tartışma konusu.
Tartışmanın tarafları da yine hükümet içinden; MHP ve ANAP...
MHP'ye göre; Türk Ceza Kanunu'nun 125'inci maddesindeki idam cezası kaldırılacaksa, Anayasa'nın 38'inci maddesinde değişiklik gerekli.
Nedeni de TCK 125'in, devletin ‘‘arsıulusal’’ şahsiyetine karşı cürümleri düzenlemiş olması.
Nitekim, MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır dün savaş, yakın savaş ve terör suçlarına ilişkin idam cezasının bu madde kapsamında ele alınacağını belirterek, ‘‘Bu maddede düzenleme için Anayasa değişmeli’’ dedi.
125 dışındaki TCK maddelerinde yer alan idam cezalarının kaldırılması için Anayasa değişikliğine gerek olmadığını vurguladı.
Şandır, ‘‘Şunun kesinlikle bilinmesi gerekir ki’’ diyerek ekledi:
‘‘Biz de MHP olarak idamın kalkmasını istiyoruz. İdamın kalkmasına karşı değiliz. Ama savaş, yakın savaş ve terör suçları haricinde...’’
ANAP'a göre idamın kalkması için Anayasa değişikliğine ihtiyaç yok.
Uyum yasaları üzerinde çaba gösteren ANAP Devlet Bakanı Nejat Arseven, dün bu konuda şunları söyledi:
‘‘Anayasa 'savaş, yakın savaş ve terör halleri dışında idam verilemez' diyor, buradan idam cezası kesinlikle bu suçlara verilir anlamı çıkarılmamalı. Bunların dışındakilere kesinlikle verilemez anlamına gelir. Savaş, yakın savaş ve teröre idam cezası verilir anlamına gelmez. Cezayı ortadan kaldırmak için Anayasa değişikliğine ihtiyaç yok. Tek maddelik bir kanun hazırlanır, idam cezasıyla ilgili maddeler sıralanır ve Meclis'e sunulur...’’
Çankaya Köşkü'nde fırlatılması sonucu ekonomik krizi de başlatan Anayasa bir yıl aradan sonra yeni bir tartışmaya yol açıyor.
Nedeni yine aynı; herkese göre yorumlanabilir olması...
Yazının Devamını Oku 
17 Şubat 2002
<B>MYDONOSE </B>Showland Genel Koordinatörü <B>Ali Erten'</B>in düğünü dolayısıyla annesinin evinde verdiği yemekteyiz. Emin Çölaşan ile sohbet ederken, Avrupa Birliği'nin Ankara Temsilcisi Karen Fogg yanımıza geliyor.
Herkes Fogg'un, Çölaşan'ın yanına gitmesine ve ilk kez yüz yüze gelip tokalaşmasına dikkat kesilmiş durumda.
Sohbetimiz, bir süredir ortada uçuşan elektronik posta kutusundaki mesajlarının çalınması olayına geliyor.
Fogg'un mesajlarının içeriği, Ankara'ya geldiği günden bu yana tartışma yaratan üslubunu yansıtıyor.
Her ne kadar eleştiriyi hak etmiş olsa da, mağdur...
Fogg'a şu soruyu yöneltiyoruz:
‘‘Posta kutusundaki mesajlarınızı kimin çaldığı belirlendi mi?’’
Sorumuzu dinlerken gülümsemeye başlıyor.
‘‘Türkiye'den bir grup ve bir kişi’’ deyip susuyor.
Türkiye'de güvenlik birimlerinin töhmet altında bırakıldığını, bu nedenle ‘‘bizim ilgimiz yok’’ açıklaması yapmak zorunda kaldığını anımsatıp, soruyu yineliyoruz. Bu kez şöyle diyor:
‘‘Beş gündür Ankara'da değilim. Teknik ekip çalışmasını bitirmiş olabilir. Henüz onlarla konuşamadım.’’
TESPİT EDİLEBİLİR
Peki, Fogg'un elektronik posta kutusunda gönderdiği veya aldığı mesajlarını çalan kişiyi belirleme olanağı var mı?
Konunun uzmanlarıyla da yaptığımız konuşmalar sonucunda bu soruya vereceğimiz yanıt, ‘‘evet’’...
Eğer ki, Fogg'un kişisel bilgisayarını AB Temsilciliği içinden biri açıp içindeki bilgileri kopyalamadıysa.
Veya, Fogg'un elektronik posta kutusuna kendisine gelen mesajları bir başka adrese yönlendirme programı gizlice yerleştirilmediyse.
Yani, dışardan bir bilgisayarla girilip mesajları çalındıysa...
Hırsızı belirlemek için kullanılan yöntem, parmak izi tespitinden zor değil. Bunun için Fogg'un mesajlaşmasına aracılık, yani postane görevini yürüten, e-kolay.net, tr.net, tt.net, superonline, hotmail.com veya ada.net gibi, servis sağlayıcısının tuttuğu kayıtları analiz etmesi yeterli.
Bunun için Fogg'un servis sağlayıcısındaki posta kutusuna, kendisi haricinde başka birinin ulaşıp ulaşmadığını belirlemek gerekiyor.
İnternete bağlı her makinenin Internet Protokol Number olarak isimlendirilen ve kısaca IP denilen bir numarası bulunuyor.
Eğer servis sağlayıcı bununla ilgili kayıt tutuyorsa, -ki bu servis sağlayıcılarının hemen hepsinin yaptığı bir işlem- IP numarasından hareketle bu posta kutusuna kimin nereden bağlandığını bulma olasılığı var.
Diyelim ki, cumartesi günü saat 11.20'de posta kutunuza bir kişi girdi.
Bu bağlantının IP numarası anında kayda geçiyor. Önce bu hangi internet servis sağlayıcıdan bağlandığı bulunuyor. Yani elektronik parmak izi çıkarılıyor.
Diyelim ki; A servis sağlayıcısındaki posta kutusuna giren kişinin IP numarası takibi sonucu, B servis sağlayıcısını kullanarak geldiği bulundu.
B servis sağlayıcısına tam tarih ve IP numarası verildiğinde, o kişinin hangi kullanıcı ismiyle internete giriş yaptığı bulunabiliyor.
Veya Türk Telekom üzerinden dijital bir telefonla ulaşıldıysa, servis sağlayıcısına bakılıp bu kişinin telefon numarası bile tespit edilebiliyor.
İnternet firmalarının temsilcilerinin aktardığına göre, bunu tespit etmek öyle haftalar alan bir işlem de değil.
Burada AB Temsilciliği'ne düşen, takip işleminin sonucunu açıklamak.
Bilişim suçlarına ilişkin yasa olmadığından, hırsız yakalandığında alacağı ceza TCK 195'e göre her ne kadar bir aydan üç yıla kadar hapis olsa da, Türkiye'deki birçok kurum töhmet altında kalmaktan kurtulacak.
Daha da önemlisi, telekulağa benzer, postakulak skandallarının önü önceden kesilecek.
Yazının Devamını Oku 
14 Şubat 2002
<B>YEREL </B>Yönetimler Yasası, 1998'den beri Meclis'in gündeminde. Yasanın hedefi, merkezi idarenin yetkilerini yerel yönetimlere bırakmaktı. Hükümet, son olarak 94 maddelik tasarı hazırlayıp TBMM'ye sundu.
TBMM İçişleri Alt Komisyonu, tasarı üzerinde 4 ay çalıştı.
Kamuoyunun da beklentisi olan bazı maddeleri tasarıya ekledi.
Buna rağmen, 1998'deki içeriğinden oldukça geri olan tasarı, geçen hafta İçişleri Komisyonu'nda görüşülmeye başlandı.
Bugün de görüşülmesine devam edilecek.
Tasarı ile merkezi idarenin yetkilerinin yerel yönetimlere devri beklenirken, Ankara'daki bürokrasi hazretleri kolları sıvadı...
Tarım ve Sağlık Bakanlığı'nın iki bürokratı, komisyonda üs kurdu ve yerel yönetimlere yetki devrini tersine çevirdi.
Bürokratlar, DSP ve MHP'li komisyon üyelerine verdirdikleri önergeler ile yerel yönetimlerin yetkilerini, merkezi idareye aktardı.
Sonuçta tasarı, Yerel Yönetim'den, Merkezi İdare Yasası'na dönüştü.
İki bürokratın girişimiyle tasarıdan çıkarılan maddelerden biri, belediyelerin gıda üretilen ve satılan yerleri denetlemesine ilişkin.
Hükümetten gelen tasarıda da yer alan ve alt komisyonda ‘‘ruhsat verme’’ bölümü de eklenerek genişletilen madde şöyleydi:
‘‘Görev alanlarına göre, Sağlık Bakanlığı'nca veya Tarım Köyişleri Bakanlığı'nca belirlenecek esaslara uygun olarak, belediye ve mücavir alan sınırları içinde halkın yiyecek ve içeçek maddelerinin üretildiği, satıldığı, tüketildiği ve muhafaza edildiği yerlere ruhsat vermek ve denetlemek. (Büyükşehir belediyeleri kendi görev alanları ile ilgili yerlere ruhsat verme ve denetleme yetkisine sahiptir).’’
Bu madde tasarıdan tamamen çıkarıldı.
ANCAK BEN YAPARIM
Şimdi, sayıları yüz binlerle ifade edilen bakkal, lokanta, fırın, manav da dahil, tüm gıda maddesi üretilen, tüketilen, satılan, depolanan yerlerin denetimini Sağlık ve Tarım bakanlıkları yapacak, ruhsatını verecek.
Sağlık Bakanı Osman Durmuş'a, ‘‘yetki aktarımına karşı çıkış nedenini’’ sorduk. Yanıtı aynen şöyle oldu:
‘‘Belediyelerin mikrobiyoloji laboratuvarı yok. At, eşek etinin gıdaya katılıp katılmadığını belirleyemez. Zaten belediyeler siyaset yapıyor, rant peşinde koşuyor. Un deposu fare pisliğiyle dolu fırını da, buranın nasıl ilaçlanacağını biz biliriz. Ruhsatı da bize ait olmalı. Belediye, pazar yerlerini denetlesin.’’
SU YOLU ANKARA'DAN
Tasarıdan çıkarılan bir diğer madde, kamu yatırımlarının il özel idareleri tarafından yapılması hükmünü getiriyordu.
Yani, okul, içme ve sulama suyu, spor, sağlık, kültür binaları, il ve köy yollarının yapımını il özel idareleri gerçekleştirecekti.
Bu yatırımlara ait ödenekler de ilgili kuruluş tarafından o il özel idaresi bütçesine aktarılacaktı.
Madde tamamen buharlaştı... Kilometrelerce ötesindeki köy yolunun nasıl yapılacağına, içme suyunun nasıl geleceğine yine Ankara karar verecek.
Tasarının sahibi İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen ise hükümetin hazırladığı metni korumanın peşinde:
‘‘Ben 94 maddeyi hükümetten gelen şekliyle kavgasız gürültüsüz çıkarma peşindeyim. Hele bunlar bir çıksın, adım atılsın, daha sonra başka düzenlemeler de gelir.’’
Bir haftadır Ankara'da üs kuran ve son olarak İçişleri Komisyonu'ndan kovulan seçilmiş belediye başkanları isyanda.
Ankara'daki bürokrasi hazretleri ise koltuğunu çevirmekte güçlük çektiği hantal, yönetilemeyen yönetim yapısını korumanın huzuru içinde...
Yazının Devamını Oku 
12 Şubat 2002
<B>BELEDİYE </B>olmak birçok yerleşim biriminin hayali. Afyon'da deprem felaketine uğrayan birçok yerleşim yeri de bu hayale kapılıp, çok düşük olan nüfusuna bakmadan belediye oldu. Deprem sonrasında ise birçoğu belediye olduklarına pişman.
Nedeni ise Zorunlu Deprem Sigortası.
Kanun Hükmünde Kararname çıkarılan Zorunlu Deprem Sigortası'na göre, belediye sınırları içinde bulunan yerleşim birimlerinde herkes evini sigorta yaptırmakla yükümlü kılındı.
Düzenlemeye göre, bir felaket halinde evini sigorta yaptıranlara 28 milyar liraya kadar ödemede bulunuluyor.
Sigorta yaptırmayanlara ise devlet bir kuruş yardım dahi yapmıyor.
Nitekim, dün yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında da bu kuraldan geri adım atılmaması bir kez daha karara bağlandı.
KÖY KALMANIN KAZANCI
Belediye olmayan, köy, mezra gibi yerlerde depremden zarar görenlere ise bu yerler için sigorta zorunluluğu olmadığından devlet yardımda bulunuyor.
Depremin son olarak vurduğu Afyon'da da bu kural geçerli...
Afyon'da depremden zarar gören köy ve mezra gibi yerleşim birimleri gerekirse zemini sağlam, fayın geçmediği yerlere taşınacak.
Devlet de bu kişilere kalıcı konut yapımı için yardımda bulunacak.
Örneğin, Afyon'un Eber Belediyesi'nde oturan ve deprem sigortası bulunmayanlar kalıcı konut için yardım alamayacak.
Buna rağmen, Eber ile neredeyse aynı büyüklükte olan ve köy olarak kalan Pınarkaya'da evi yıkılanlar kalıcı konut yardımı alacak.
Veya Cumhurbaşkanı'nı beldelerine getiremediği için Belediye Başkanı'nı döven Yakasenek'te evleri yıkılanlardan Zorunlu Deprem Sigortası yaptırmış olanlar yardım alacak.
Sigorta yaptırmayanlar ise kalıcı konut için herhangi bir destek görmeyecek. Buna karşın, köy olarak kalan Maltepe, Kadıköy'de oturanlar sigorta zorunluluğu olmadığı için yardımdan faydalanacak.
BİR KEZ UYGULANMASIN
Depremden bu yana bölgede bulunan Afyon Milletvekili Dr. Mehmet Telek de dün bu duruma dikkat çekti.
Telek'in verdiği bilgiye göre, Afyon'da Zorunlu Deprem Sigortası yaptıranların oranı yüzde 4... Yani 100 haneden 4'ü sigorta yaptırmış.
Türkiye genelinde ise bu oran yüzde 8...
Telek'in önerisi, ‘‘Zorunlu Deprem Sigortası, Türkiye genelinde yüzde 50'yi bulmadan uygulamaya konulmasın’’ yönünde.
Mehmet Telek, bu önerisini Bayındırlık Bakanı Prof. Abdülkadir Akcan ile de konuşmuş. Kendisi gibi Afyonlu olan Bakan Akcan'ın da öneriye sıcak baktığını bildirdi.
Zorunlu Deprem Sigortası daha önce Kanun Hükmünde Kararname olarak çıkmıştı. Bugün de TBMM Plan Bütçe Komisyonu'nda yasa haline getirilmesi için görüşmesi yapılacak.
Telek, bu görüşme sırasında önerdiği düzenlemenin getirilmesi için çaba göstereceklerini açıkladı. Düzenleme yapıldığı takdirde, Afyon'da depremden zarar görenlerin hepsi kalıcı konut için maddi destek alabilecek.
Getirmeyi hedefledikleri bir diğer düzenleme ise, konutlarını yenileyecek olanlara 3-4 tip proje sunup, bunlardan birini seçmeleri ve evlerini yaptıkları oranda, hakediş gibi maddi destek verilmesi yönünde.
Daha önce yaşananlarda olduğu gibi Afyon depremi de beraberinde paradoksları getirdi.
Devlet bir yasa çıkarıyor, adını ‘‘zorunlu’’ koyuyor, Türkiye'nin sadece yüzde 8'i buna uyuyor.
Felaket gelince yasaya uymayanların adı ‘‘mağdur’’ oluyor, her şey silbaştan yapılıyor.
Yazının Devamını Oku 
10 Şubat 2002
<B>HÜKÜMET </B>yeni bir kararname krizi yaşıyor. <br><br>Nedeni de afet kararnamesi... İlk afet kararnamesi, Marmara depremi sonrasında çıkarılmıştı.
İlginç olan; deprem felaketine uğrayan belediyelerin yanına, bugüne kadar hiç afet yüzü görmemiş yerlerin de kararnameye eklenmiş olmasıydı.
MHP'nin uhdesindeki Bayındırlık Bakanlığı tarafından hazırlanan liste, büyük gürültü koparmış, DSP ve ANAP'lı bakanların isyanına yol açmıştı.
Bu isyanın gerekçesi açıktı; MHP'li belediyeler kararname içine alınıp onlara ek çıkar olanağı sağlanmıştı.
Hükümet o dönemde, bu isyanı bastırmak için bir daha afet kararnamesi çıkarmama kararı aldı.
Çıkarılsa bile bu sadece afetin olduğu yerlerle sınırlı kalacaktı.
İSYAN BAŞLIYOR
O dönemde bakanlarından gelen sert tepkileri yatıştırmak için ANAP Lideri, Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz da arkadaşlarına şu sözü verdi:
‘‘Bir daha afet kararnamesi çıkmayacak...’’
Denildiği gibi olmadı.
Bu hafta yeni bir afet kararnamesi imzaya çıkarıldı.
Kararnamede olması gerektiği gibi, geçen yıl sel ve heyelan felaketine uğrayan yerler ile Afyon depreminden zarar gören beldeler yer aldı.
Buna ilave olarak bugüne kadar hiç afet görmemiş birçok belediye de kararnameye eklendi.
DSP ve ANAP'lı bakanlar bunu görünce, kararnameyi imzalamadan geri çevirmeye başladı.
KATSAYI OYUNU
Kararname isyanını, bir de ‘‘afet katsayı oranları’’ alevlendirdi.
Afet katsayısı, kararnameye giren bir beldenin İller Bankası'ndan almış olduğu desteğin ne kadar artırılacağının belirlenmesine yarıyor.
Örneğin, bir belediye, İller Bankası'ndan 100 milyar lira alıyorsa ve afet kararnamesinde katsayısı 3 olarak belirlenmişse, destek 300 milyar liraya çıkıyor.
Ayrıca, ana paradan kesinti yapılırken, afet katsayısı ile alınan destek miktarı hiçbir kesintiye uğramıyor.
Yani, bir belediyenin İller Bankası'na borcu varsa, ancak ana paradan bu borç kesilebiliyor.
Afet katsayısı ile alınan destekten ise hiçbir kesinti yapılamıyor.
İsyan da tam bu noktada ortaya çıkıyor; afete hiç uğramamış yerler için çok yüksek katsayı oranı belirlenirken, afet görmüş yerlerin katsayısı düşük gösterilmiş.
Kararnameye imza koymayı reddeden bir bakan, bununla ilgili olarak şu örneği verdi:
‘‘Hatay'da geçen yıl sel felaketi oldu. Hatay'ın Reyhanlı İlçesi 2 senedir afet kararnamesinde olmasına rağmen bugüne kadar afet yüzü görmedi. Son sel baskınından da etkilenmedi. Aynı şekilde Kumlu ve Payas ilçeleri de selden zarar görmedi. Buna rağmen Reyhanlı'ya 2.93, Kumlu'ya 2.73, Payas'a 1.86 katsayı verilmiş. Selin neredeyse haritadan sildiği Karaali'ye 1.77, Ekinci'ye 1.66, Güzelburç'a 1.84 katsayı verilmiş. Bu insafsızlıktır, peşkeştir’’
TOPRAK YASASI
Hükümet, her felaketten sonra bir kararname çıkarırken, bu afetlerin önüne geçecek Toprak Yasası'nı ise iki yıldır iki bakan arasında yaşanan çekişme dolayısıyla çıkaramıyor.
TEMA tarafından hazırlanan kararname iki yıl önce çıkmış olsaydı, dağlar teraslanacağı, dere yatakları düzenleneceği, meralar ıslah edileceği için Hatay'daki felaket de yaşanmayacaktı.
İşin özü bir tarafa bırakılıp, zihinlerdeki siyasi çıkar ön plana fırlayınca, bundan pay kapma yarışı da afetler kadar doğal oluyor.
Yazının Devamını Oku
7 Şubat 2002
<B>KOALİSYONDA</B> uzlaşı sağlanamayan Uyum Yasası, dün DSP ve ANAP'ın girişimi sonucu Meclis Genel Kurulu'nda görüşülmeye başlandı. Koalisyonun diğer ortağı MHP; ANAP ve DSP'nin istediği değişikliklere karşı direnişini dün de devam ettirdi.
Başbakan Bülent Ecevit, yasanın Meclis Genel Kurulu'nda öncelikli görüşülmesi için oy verdikten sonra beraberinde Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan ile kulise gülerek çıktı.
Sohbet etmeye başladık.
Koalisyon içinde sıkıntı yaratan bir yasa olmasına rağmen Başbakan gülümsemekten kendini alamıyordu.
Bir ara duraksadı ve ‘‘Görüyorsunuz tarihin bana cilvesini’’ dedi.
Sözü, Türk Ceza Kanunu'nun 312'nci maddesinde yer alan DSP ile ANAP'ın değişmesi için bastırdığı, MHP'nin de direniş gösterdiği kelimeye getirdi.
‘‘Kamu düzenini bozma olasılığı...’’
Koalisyon ortağı MHP, bu kelimenin aynen kalmasını isterken, DSP ve ANAP bunun ‘‘kamu düzenini bozma tehlikesi’’ şekline dönüşmesini istiyordu.
İLK BEN KULLANDIM
Ecevit, gülerek şöyle devam etti:
‘‘1970'li yıllarda 'olasılık' ve 'olanak' kelimelerini ilk kez ben kullandım. O tarihte olanak ve olasılık kelimelerini Türkçe'ye yerleştirmek için uğraş verdim. Ben bu kelimeleri kullanırken, bazıları bu kelimelere karşı çıkıyordu. Olasılık ve olanak dediğim için beni eleştiriyorlardı.’’
Geçmişte ‘‘olasılık’’ kelimesini kullandığı için Ecevit'i eleştirenler, bugün bu kelimenin kanun dili olarak kullanılması için uğraş veriyordu.
Veya, geçmişte olasılık kelimesini Türkçe'ye kazandırmak için çabalayan Ecevit, bugün kanunda yer alan bu kelimenin kaldırılması mücadelesindeydi.
Ecevit, bu paradoksu anımsatırcasına şöyle devam etti:
‘‘Tarihin cilvesine bakın. 1970'li yıllarda Türkçe'ye yerleştirmek için uğraş verdim, şimdi kaldırmak için uğraşıyorum...’’
Ecevit'i, uzun aradan sonra ilk kez kahkaha atarken görüyorduk.
Düşününde, zıtların birliğinin keyfini çıkarıyordu.
DİLERİM BAŞKA YASADA OLMAZ
Bu aşamada Ecevit'e şu soruyu yönelttik:
‘‘Uyum Yasası üzerinde muhalefetle hareket ediyorsunuz. MHP de yarın bir başka kanunda muhalefetle hareket ederse ne olur?’’
Ecevit'in yanıtı şöyle oldu:
‘‘Dilerim, başka şekilde yorumlanmaz ve ilerde farklı bir durumun yaşanmasına neden olmaz.’’
MHP İSTİYOR MU?
MHP, ortaklarının istediği değişikliğe karşı direnişini dün Genel Kurul'da sürdürdü. Ortaklarından gelen önergelere ret oyu kullandı.
MHP milletvekillerinin dün kulisteki sözlerine baktığımızda aslında bu tavrın ‘‘kerhen’’ takınılmış olduğu ortaya çıkıyordu.
MHP'liler de, ‘‘olasılık’’ kelimesine sıcak bakmıyor, ‘‘tehlike’’ kelimesinin getirilmesini istiyordu.
MHP'de çoğunluk bu düşüncede olmasına rağmen, baştan aldığı katı tutumdan dönemiyor, tabanına seslenmeyi tercih ediyordu.
Yarın idam cezasıyla ilgili yasa geldiğinde ortaklarından farklı tavır alabilmenin zeminini hazırlıyordu.
Koalisyon ilk kez dün Meclis'e getirdiği bir yasa üzerinde ortak hareket etmeyip farklı davranırken, yeni bir dönemin kapılarını da açtı.
Her yasada koalisyon uyumu aranması zorunluluğuna dün son verildi.
Yazının Devamını Oku 