Muharrem Sarıkaya

E-Türkiye...

5 Şubat 2002
<B>AFYON'</B>da önceki gün gerçekleşen deprem sonrasında yaşananlara bakınca tek şey söylenebilir: <B>Devletin ortak hafızasının voltranı oluşamıyor.</b> Bir kesim yardımların eksikliğinden, gecikmesinden, diğer kesim fazlalığından söz ediyor.

Kızılay Genel Başkanı, pazar günü kiralayacak TIR bulamadıkları için çadır ve seyyar mutfağın zamanında ulaşamadığını söylüyor.

Vatandaş, yıkılan binaların yapımı sırasında neden denetlenmediğinin hesabını Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'ye soruyor.

Hükümet, yardımların olması gerektiğinden fazla gittiğini açıklıyor.

Valilik, katalitik soba gönderilmesi için iki gündür çağrıda bulunuyor.

BİLGİ OTOYOLU

Bütün bu kargaşa ise tam anlamıyla devletin ortak hafızasının devreye bir türlü girememesinden kaynaklanıyor.

Oysa elde bir ortak hafıza projesi bulunuyor: ‘‘E-Türkiye...’’

Diğer adıyla ‘‘Elektronik Devlet’’...

Yani bütün mevzuatın, çalışmaların, yazışmaların, yapılacak yardımların ne şekilde gideceğinin ve nereye, kimin hangi aşamada müdahale edeceğinin yöntemlerinin belirlendiği sistem.

Kısaca, devletin elektronik ortamda standart hale getirilmesi...

Bu yeni bir uygulama da değil. İlk adımı 1990'ların başında ABD'deClinton ve Al Gore tarafından atılı.

‘‘Bilgi Otoyolu’’ ismi verilen projenin hedefi, kamunun yeniden yapılandırılmasının yanı sıra mevzuatı da standart bir hale getirmekti.

Büyük başarı sağlandı. Devletin ortak hafızası, bilgisayar ortamında daha süratli ve işbirliği içinde çalışmaya başladı.

Japonlar Aralık 1999'da 5 yıl içinde tamamlanmak üzere benzer projeyi başlattı. Adına da Milenyum Projesi dedi.

E-AVRUPA

Aynı tarihte Avrupa Birliği de harekete geçti.

Aslında AB benzer bir proje üzerinde 1994'ten bu yana çalışıyordu. Aralık 1999'da AB uygulamaya koydu ve adına da ‘‘e-Avrupa’’ dedi.

Projenin hedefini ‘‘Herkese kolay ve ucuz bilgi sağlama’’ diye açıkladı.

AB, bunun için ‘‘Bilgi Toplumu Bakanlığı’’nın kurulması kararı aldı.

İki yıl önce de projeye AB üyesi ülkelerin yanı sıra aday ülkeleri de kattı. Türkiye 2000 Haziran'ında projeye katıldı.

Aday ülkeleri kapsayan proje sonuna konulan artı işareti ile tanımlandı; e-Avrupa+

Bir yandan e-Türkiye çalışması sürerken, AB ile mevzuatta ve bilgisayar dilinde birlik sağlayacak proje için imza konuldu.

‘‘Projeyi kim yürütecek’’ çekişmesi iki yıl sürdü.

Sonunda TÜBİTAK ağır bastı ve e-Avrupa+ projesinin koordinatörlüğünü üstlendi. Bilim ve Teknoloji Kurulu'nda karar alınmış olmasına rağmen TÜBİTAK'ın koordinatörlüğü Başbakanlık tarafından henüz onaylanmadı.

Başbakanlık, haklı olarak e-Türkiye ile e-Avrupa'nın bütünlük içinde gitmesi gerektiğini gerekçe olarak ortaya koydu.

Türkiye'de çekişme sürerken, Avrupa'da birçok ülke projeyi hayata geçirmeye başladı.

VOLTRAN OLUŞAMADI

Eğer proje hayata geçmiş olsaydı, bugünkü kargaşa yaşanmayacaktı.

Hangi evin yıkıldığının tespitinden, içinde yaşayan kişilerin kan gruplarına, o evin hangi müteahhit tarafından yapıldığına, ilçe için gerekli gıda ve malzemeye, pazar günü TIR'ların nereden bulunabileceğine kadar kadar bütün bilgilere bir düğmeye basıldığında anında ulaşılacaktı.

Yani, voltran oluşacaktı.

Projelerin birinci derece sorumlusu olmadığından dün Meclis Bilgi ve Bilgi Teknolojileri Komisyonu'nda konu yine tartışılmakla kaldı.
Yazının Devamını Oku

Hazine'nin belediye isyanı: Kentilyonluk borç taktılar

3 Şubat 2002
<B>RAKAMLARI </B>katrilyon ile ifadeye alışmıştık... Bu rakamın bir üstünün ne olduğunu, belediyelerin Hazine Müsteşarlığı'na takmış oldukları borç rakamını okumaya çalışınca öğrendik: KENTİLYON... Yani 18 sıfırlı rakam...

Rakamın bu boyuta ulaşmasının nedeni, yurtdışından alınan krediler.

Bazı belediyelerin yurtdışından sağladıkları kredilere Hazine ‘‘garantör’’ olmuş.

Belediyeler de ‘‘Nasıl olsa garantör Hazine, biz ödemesek de o ödüyor’’ deyip borcu Hazine Müsteşarlığı'na yıkmış.

Hazine de vadesi gelen kredi borcunu ödediği belediyelere alacak çıkarmış. Toplamı BİR KENTİLYONA yaklaşmış.

TÜRKİYE BÜTÇESİNİN 4 KATI

Bunun en çarpıcı örneği, Ankara Büyükşehir Belediyesi'nde yaşanıyor.

Hazine Müsteşar Yardımcısı Hakan Özyıldız imzalı B02.1.HM.KAF.03.02 sayılı resmi yazıya göre, EGO'nun vadesi geçmiş borç toplamı;

405 katrilyon 985 trilyon 335 milyar 758 milyon 280 bin lira...

Türkiye'nin 2002 yılı bütçesinin tam 4 katı...

Bu rakam, EGO'nun 1994'ten bu yana kredi borcunu ödemeyip, Hazine'nin sırtına yıkmasından kaynaklanıyor.

Hazine de ödediği borcu, faizinin faiziyle EGO'dan talep ediyor.

Hazine mektubunda aktarıldığına göre EGO, ‘‘nakit sıkıntısı’’ içinde olduğunu vurgulayıp her yıl borcunu ödemekten kaçmış.

Hazine bunun üzerine geçen yıl EGO'ya kontrolörlerini göndermiş.

Kontrolörlerin raporuna göre; EGO'da işletmecilik gerçeklerine aykırı muhasebe tutuluyor...

Kredi borcunu Hazine'ye yükleyen EGO, kazandığı parayı Büyükşehir Belediyesi'ne aktarıyor. Raporda bu durum şöyle anlatılıyor:

‘‘2000 yılında bu tutarın 117.498.616.666.502 TL (117.5 trilyon) olması ve Büyükşehir Belediyesi'ne olan borç düşüldüğünde net nakit transferinin 93.448.801.315.770 TL (93.5 trilyon) olması...’’

Hemen ardından gelen şu bölüm, EGO'ya ağır suçlama içeriyor:

‘‘Gaz işletmesinin kendi finansmanını kolaylıkla sağlayabilecek sürekli gelir yapısına sahip olduğu, Metro İşletmesi'nin 2000 yılında kár elde ettiği ve kárın bilançoda görünen miktardan daha yüksek olduğu...’’

Son cümlenin muhasebe dilindeki anlamı açık: EGO para kaçırıyor.

Şok edici rakam ise mektubun sonunda geliyor:

‘‘Bu çerçevede devir ve ikraz anlaşmaları ile Hazine garantisi altında sağlamış olduğunuz kredilerden vadesi gelecek borçlarınızın vadesinde ödenmesi ve 30.9.2001 tarihi itibarıyla 405.985.335.758.280.000 TL'ye (405.9 katrilyon) ulaşan vadesi geçmiş borçlarınıza ilişkin olarak 31.10.2001 tarihine kadar bir ödeme planı sunulması, aksi takdirde yasal yollara başvurulacağının bilinmesi hususunda gereği önemle rica olunur.’’

HAZİNE’NİN UMUDU

Bu rakamı görünce üst düzey Hazine yöneticisine ‘‘Bir yazım hatası mı var?’’ diye sorduk. Olmadığını, temerrütle birlikte borcun bu miktara ulaştığını belirtti.

Tabii, EGO bu mektuba itiraz etmiş. Borcun bir önceki belediye başkanı döneminde alındığını ve kendilerini bağlamadığı bildirmiş.

Hazine kontrolörlerinin yaptığı incelemenin de gerçeği yansıtmadığı ileri sürülüp, ‘‘Sizin bizi denetlemeye ve hakkımızda dava açmaya da yetkiniz yok’’ yönündeki bir yazıyla mektup iade edilmiş.

Hazine de bunun üzerine dosyayı İçişleri Bakanlığı'na sevk etmiş. İçişleri müfettişleri, Ankara Büyükşehir'de inceleme başlatmışlar.

Hazine'nin umudu ise TBMM'de bekleyen Borçlanma Yasası'nda...

Yasaya göre bundan böyle krediyi alan borcunu ödeyecek.

Böylece başkanlar, belediye parasıyla siyasi caka satamayacak.
Yazının Devamını Oku

İşte ABD'nin ‘Irak'a satmayın’ dediği ürünler

31 Ocak 2002
<B>BAŞBAKAN Bülent Ecevit'</B>in ABD gezisi sırasında Washington hükümeti, <B>‘‘Irak'a stratejik malzeme satıyorsunuz, durdurun’’ </B>uyarısında bulunmuştu. Ankara da Washington'un bu talebine olumlu yanıt vermişti.

Gaziantep'te önceki gün gerçekleşen ve 14 TIR'ın gözaltına alınmasına neden olan operasyon, bu ürünlerin neler olduğunu da açığa çıkardı:

‘‘Fiber optik kablo ile alüminyum tüpler...’’

Aslında bu iki ürünü Türkiye, uzun süredir BM Yaptırımlar Komitesi'nden alınan izin doğrultusunda Irak'a gönderiyor.

Sadece Irak'a değil, başka ülkelere de ihraç ediliyor.

Kayseri'deki bir fabrikada üretilen fiber optik kablo, telefon, bilgisayar bağlantılarında kullanılan, bilgi akışını hızlandıran tel.

Teknolojinin bir gereği olan fiber optik kablolar, masum amaç dışında gerektiğinde silah sanayiinde de kullanılabiliyor. Örneğin, füze yapımında.

Alüminyum tüpler; deodorant, oda sprey, ilaç muhafazası için üretiliyor.

Ancak son dönemde Türkiye'den sipariş edilen alüminyum tüplerin, çeper zırhlarının kalınlaştırılmış olması dikkat çekmiş.

Bu da kimyasal ve biyolojik silah depolama veya taşıma amacıyla kullanılacağı şüphesini uyandırmış.

CIA'DAN TAKİP

Ecevit'
in gezisinde verilen söz doğrultusunda, CIA'dan Ankara'ya önceki gün şu not ulaşmış:

‘‘Irak'a gitmek üzere kablo yüklü 14 TIR hareket etti. Bunların içinde fiber optik özellikte olanlar bulunabilir.’’

Muhtemelen, CIA'nın uydu takibine de aldığı 14 TIR önceki gün Gaziantep'te durduruldu. Gümrük Muhafaza ve güvenlik birimleri uzmanlarından oluşan bir ekip, Ankara'dan Gaziantep'e gönderildi.

BM Yaptırımlar Komitesi'nden alınmış izin káğıtları bulunan TIR'lar boşaltıldı ve kablolar incelendi.

Kabloların fiber optik olmadığı, yeraltı elektrik nakil hattında kullanılmak üzere üretildiği görülünce TIR'lar serbest bırakıldı.

Peki bu kablolar fiber optik olsaydı ne yapılacaktı?

Gümrük mevzuatına göre hiçbir şey... Çünkü ihracatı yasak değil.

LİSTE UYARISI

Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler dün şöyle dedi:

‘‘Irak'a ihraç edilecek ürünler, BM Yaptırımlar Komitesi'nden alınan izin doğrultusunda gönderiliyor. BM, listesini gözden geçirmeli...’’

Nitekim ABD yönetimine, ‘‘BM Yaptırımlar Komitesi'ni bu ürünleri ihraç listesinden çıkarması için uyarın’’ tavsiyesinde bulunulmuş.

Gümrük Muhafaza da bu ürünleri ihraç etmek isteyenlere, ‘‘BM ile bir daha temasa geçin’’ tavsiyesinde bulunma kararı almış.

Başbakan'ın ABD gezisine de katılan Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Tunca Toskay da dün ‘‘İhracatı yapan firmamızı da, bu ürünleri Irak'a göndermemeleri konusunda uyardık’’ dedi.

Toskay'ın verdiği bilgiye göre; Irak ile 1999'da 247 milyon olan ticaret hacmi, 2000 yılında 379 milyon, geçen yıl da 844 milyon dolara ulaşmış. Bunun yüzde 80'i de sanayi ürünü.

ABD güvenlik birimleriyle, Gümrük Muhafaza Genel Müdürlüğü arasındaki istihbarat alışverişi son dönemde bununla da kalmamış.

Uyuşturucu yapımında kullanılan 10.7 ton asit anhidridin önceki gün Bursa'da ele geçirilmesi de bu sayede olmuş.

Bu iki olay da gösteriyor ki, Türkiye Irak ile ticaretini sürdürürken, ABD ile temasını koparmama niyetinde.

NOT: TBMM Başkanı Ömer İzgi, önceki gün bu köşede çıkan AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ile ilgili sözlerinin yanlış anlaşıldığını bildirdi. Erdoğan'ın cezasının 312'nin ceza artırıcı sebebinin, düzenleme ile yasanın unsuru haline getirilmesi halinde ortadan kalkacağını söyledi.
Yazının Devamını Oku

İzgi: 312 değişikliği Erdoğan'ı kurtarır

29 Ocak 2002
<B>‘TCK'nın 312'nci maddesindeki değişiklik, bu haliyle bile kalsa Tayyip Erdoğan'ın cezasının kalkması için yeterlidir...’ </B> Bu görüş TBMM Başkanı Ömer İzgi'ye ait.

İzgi'ye göre, sadece Tayyip Erdoğan değil, 312'nci maddeden ceza almış, halen hapis yatmakta olanlar da bu değişiklik yasalaşırsa yeniden yargılanma talebinde bulunma hakkına sahip olacak.

Bir şartla; 312'nci maddenin ikinci fıkrasının son bendinde yer alan artırım çerçevesinde cezaya mahkûm olmamışlarsa.

Yani, ‘‘Bu tahrik umumun emniyeti için tehlikeli olabilecek bir şekilde yapıldığı takdirde faile verilecek ceza üçte bir oranında artırılır’’ hükmüne göre ceza almamışlarsa...

TBMM Başkanı İzgi dünkü sohbetimize, ‘‘Bazı yargı çevreleri bana katılmayacaklar ama, ben de onlardan farklı düşünüyorum’’ diyerek söze başladı.

MECLİS'TE DÜZELİR

Başkan'ın üzerinde durduğu konu, koalisyondaki tartışmanın ötesinde.

Öncelikle, 312'deki değişikliğin mevcut yasayı daha geriye götürdüğüne inanmadığını belirtip ekledi:

‘‘Mevcut yasada 'din, dil ırk' vardı, şimdi 'kamu düzenini bozma olasılığı' diyor. Daha önce kamu düzenini bozma olasılığı dahi yokken ceza veriliyordu. Şimdi kamu düzenini bozma var mı, yok mu ona bakılacak.’’

Tartışma konusu olan ‘‘olasılık’’ kelimesi yerine ANAP'ın da istediği şekilde‘‘tehlike’’ denilmesine de İzgi'nin bir itirazı yok:

‘‘Önemli değil, o da olur. Her ikisi de ihtimal değil mi? Tehlike veya olasılık bunlardan hangisi olursa olsun maddenin özünde hiçbir değişiklik olmaz. Bunlar farklı anlamlara gelmez.’’

ERDOĞAN KURTULUR

Hemen ardından konuyu 312'den ceza almış kişilerin durumuna getirdi.

İzgi'ye göre, 312 bu haliyle değişse bile Tayyip Erdoğan için yeniden yargılanma ve beraat etme yolu açılacak.

Nedenini ise şöyle özetledi:

‘‘312'nin mevcut halinde; 'Bu tahrik umumun emniyeti için tehlikeli olabilecek bir şekilde yapıldığı takdirde faile verilecek ceza üçte bir oranında artırılır' diyor. Bu bakımdan 312'nin bu fıkrasından bir kişi hakkında ceza artırımına gidilmemişse, yapılacak değişiklikle ceza yok olacak. O bakımdan 312'den aldığı cezası artırılmamış olanlar için ceza ortadan kalkacak.’’

Tayyip Erdoğan
312'den ceza aldı, ancak, ‘‘umumun emniyeti için tehlikeli olduğundan dolayı’’ cezasında bir artırıma gidilmedi.

Hukukçu İzgi'nin ceza hukuku açısından yorumu şöyle:

‘‘Nasıl cezaevindekiler bundan yararlanacaksa, hapis gibi siyasi yasaklılık da bir cezadır. Dolayısıyla değişiklik olursa Erdoğan da bu cezasının kaldırılmasını isteme hakkına sahiptir. Tabii yerel mahkemeler buna karar verecektir.’’

İzgi, Terörle Mücadele Yasası'nda geçmişte yapılan bir düzenleme sonucunda, cezaevinde bulunanların tahliye edildiğini de anımsattı.

ÇİNGENELİK YAPMA SÖZÜ SUÇ MU?

Bu aşamada İzgi'ye ‘‘Karadeniz fıkralarını anlatmak düzenleme ile suç değil’’ sözünü anımsatıp, toplumda kullanılan diğer sözleri hatırlattık.

Örneğin birine ‘‘Çingenelik yapma’’ denildiğinde ne olacak.

Kendisi bir başka örnek vererek devam etti:

‘‘Veya 'Seni gidi Arap uşağı seni' dersek ne olacak?’’

Bu aşamada noktayı da koydu:

‘‘Bu değişikliklerin eleştirilen bölümleri Meclis'te değişikliğe uğrayabilir...’’
Yazının Devamını Oku

Bu nasıl ihale?..

27 Ocak 2002
<B>ANKARA </B>Büyükşehir Belediye Başkanı <B>Melih Gökçek,</B> doğalgaz fiyatlarının aşağı indirilmesine en fazla direnen kişi oldu. İl genelinde toplanan vergilerden büyükşehir belediye paylarının düşürülmesine de yine en fazla tepki gösteren kişiydi.

Bu tepkileri verirken gerekçesi aynıydı:

‘‘Belediye gelirleri düşüyor, ben bu düşüş karşısında yatırım yapamam.’’

Oysa, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın son açtığı ihale Gökçek'in bu sözlerini tekzip ediyor.

ANKARA'NIN YARISINA YEMEK

Anadolu Ajansı'nın dünkü haberine göre, Büyükşehir Belediye Başkanlığı sadece ramazan süresince kurduğu çadırda yemek dağıtımını, bir yıl boyunca devam etirme kararı almış.

Kurulacak 6 çadırda yemek dağıtımı için 5 Şubat'ta ihale açılacak.

Çadırda yemek ihalesinin tahmini bedeline gelince...

Tam 3 trilyon 940 milyar 200 milyon lira...

Ankara'nın en ünlü hazır yemek fabrikalarından Sampi, dün bize birinci sınıf 4 kap tabldot sıcak yemek için 2 milyon lira fiyat verdi.

Bu fiyata personel ve yerinde sıcak servis giderleri de dahil.

İhale bedeli bu rakama bölündüğünde; 1 milyon 970 bin 100 kişinin, çadırda birinci sınıf 4 kap sıcak yemek yiyeceği anlamına geliyor.

Yani, Ankara nüfusunun yarısı...

Gökçek'e dün ‘‘siyasi bir çalışma’’ için gittiği Çankırı'dan telefonla ulaşıp bunun doğru olup olmadığını sorduk. Yanıtı aynen şöyleydi:

‘‘Evet, biz de 1 milyon 800 bin liradan tahmini tabldot hesabıyla söylediğiniz rakamdan ihale açıyoruz.’’

Gökçek'
in rakamından gidildiğinde, 2 milyon 189 bin adet tabldot yemek dağıtılacak.

Yani, memur kenti Ankara'da her gün 6 bin kişi çadırda birinci sınıf 4 kap sıcak yemek yiyecek!..

Tabii yerlerse...

430 MİLYARLIK TOP

İhale sadece yemekle sınırlı da değil.

İhale ile tahmini bedeli 431 milyar lira tutan voleybol, basketbol ve futbol topu da alınacak.

Gökçek, telefonda tanesi 2.5 milyondan 150 bin adet top dağıtacağını söyledi.

Ankara'da ilköğretime devam eden çocuk sayısı 593 bin...

Bu da, her 3 çocuktan birine top hediye edileceği anlamına geliyor!

4-7 yaş arası çocuklar da katıldığında her 4 çocuktan birine top hediye edilecek...

Tabii oynarlarsa...

YA DİĞERLERİ

Büyükşehir Belediyesi'nin ihaleleri bununla da sınırlı değil. İşte diğerleri:

3 kalem araç kiralanması 798 milyar 600 milyon, 2 kalem binek tipi araç kiralanması 283 milyar, 2 kalem 100 adet bilgisayar ve 100 adet yazıcı 170 milyar, 35 kalem bilgisayar ve yan üniteleri 128 milyar, 250 adet sırt pulvarizatörü (baharat değirmeni) 100 milyar, 2 kalem tekerlekli sandalye 90 milyar, 20 takım oyun grubu 60 milyar, 2 kalem Fan Coil ve yedek motor malzemeleri 13 milyar.

Gökçek'
e dün yatırımlarının siyasi rant hedefli olup olmadığını sorduk, şu yanıtı verdi:

‘‘Paralar kesildiği için sosyal yardımdan vazgeçmem. Halk için doğru olanı yaptım. Bunların paraları da geçen yıldan kaldı.’’

Tabii inanılırsa...
Yazının Devamını Oku

‘Anayasa Mahkemesi şov yeri değil’

24 Ocak 2002
<B>ANAYASA </B>Mahkemesi Başkanı <B>Mustafa Bumin</B>, son günlerde oldukça sıkıntılı ve sinirli. ABD Büyükelçisi'nin önceki akşam Martin Luter King'i anmak için verdiği resepsiyonda 15 dakika boyunca hiç susmadan dert yandı.

Bu kadar sinirli olmasının nedeni ise siyasiler.

Önce Anayasa Mahkemesi'nde son bir yıl içinde biriken dava dosyası sayısıyla söze başladı:

‘‘560 dosya geldi, daha da yağıyor.’’

Başkan Bumin, davaların büyük bölümünün Meclis'ten son dönemde çıkan yasalardan kaynaklandığını belirtip ekledi:

‘‘Meclis belki de tarihinin en fazla yasasını bu dönemde çıkardı. Bu sevindirici. Ama, bir de çıkardıkları yasaların Anayasa veya diğer temel yasalarla çelişip çelişmediğine baksalar...’’

Yaptığı incelemeye göre yasaların Anayasa'ya aykırılığı çoğunlukla son anda verilen önergelerden kaynaklanıyor.

Bir yasa komisyonlarda görüşülüp kabul ediliyor. Genel Kurul'a geldiğinde bir maddesi üzerinde son anda yapılan bir pazarlıkla önerge veriliyor. Tabii, yasanın diğer maddelerine uygunluğuna, Anayasa'ya aykırı olup olmadığına bakılmıyor.

Başkan Mustafa Bumin, bunun önlenmesi için Meclis'e şu çağrıda bulundu:

‘‘Genel Kurul'da bir madde önerge ile değişmişse bunun komisyona alınıp diğer maddelerine veya Anayasa'ya uygunluğuna tekrar bakılmalı.’’

MUHALEFETTEN

AĞIR ELEŞTİRİ

Başkan Bumin, uzun süredir yakınma konusu yaptığı Af Yasası'nın sıkıntısını da üstünden atamamış:

‘‘Aceleyle bir af çıkartıldı. Yasanın Anayasa'ya da yasa mantığına da uygun bir tarafı yoktu iptal ettik. Yükünü hálá biz çekiyoruz.’’

Af Yasası'nın iptali doğrultusunda yeniden çıkarılması için hükümete süre tanıdıklarını da anımsatıp imalı bir şekilde ekledi:

‘‘Hálá bir ses yok...’’

Başkan Bumin'in yakındığı sadece iktidar kanadı olmadı.

Daha ağır eleştiriyi muhalefet partilerine getirdi.

Verdiği örnek, Tütün Yasası'nın iptali için DYP'nin Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı başvuru ile ilgili.

‘‘Usulüne uygun yapılmadığı’’ gerekçesiyle DYP'nin başvurusunu reddettiklerini hatırlatıp ekledi:

‘‘Bir yasa Meclis'te görüşülürken bunun Anayasa'ya ve temel yasalara aykırılığı üzerinde durulmuyor, konuşulmuyor bile. Yasa çıktığı zaman hemen Anayasa Mahkemesi'ne dava açılma yönüne gidiliyor. Davayı da prosedürüne göre açsalar bari...’’

Anayasa Mahkemesi'ne ana muhalefet partisinin dava açması için grup kararı alınması gerekiyor. Oysa DYP Grubu yetkisini yönetime devretmiş.

Başkan Bumin, ‘‘Grubun yetki devri söz konusu olamaz’’ deyip ekledi:

‘‘Bunun usulü, yöntemi belli. Önce yasanın hangi maddelerinin Anayasa'ya aykırı olduğunun tespiti gerekiyor. Partinin Meclis Grubu'nda tartışılıp karara bağlanması gerekiyor. Burada öyle bir şey yok. Grubun yetkisini yönetime devrettiğine ilişkin bir metin, altında da Anayasa'ya aykırı diye bir cümle... Al Anayasa Mahkemesi sen incele. Böyle bir anlayış olamaz.’’

Başkan Bumin, eleştirisine çekinmeden devam etti:

‘‘Usulüne göre başvuru yapmadıkları için dosyalarını iade ediyoruz. Bekliyoruz ki usulüne uygun olarak yeniden başvuru yapsınlar. Gelmiyor. Anlaşılıyor ki o tarihte konjonktüre göre popülizm yapmak için dava açılmış. Sonrası yok. Yüksek Mahkeme şov yeri değildir.’’

Tartışma yaratacak şu cümle ile sözlerine noktayı koyuyor:

‘‘Herkes bilmeli ki Anayasa Mahkemesi şov yeri değil...’’
Yazının Devamını Oku

Bu vergi Thatcher'ı devirdi

22 Ocak 2002
<B>EMLAK </B>Vergisi'nin hesaplanmasında en önemli kriter olan metrekare birim fiyatlarının 30-40 kat artırılmasının sorumluluğunu kimse almıyor. Vergiye baz olan birim fiyatlarını fahiş bir şekilde artıran Takdir Komisyonu'nda yer alan her kurum, sorumluluğu bir diğerine atıyor.

Oysa, her mahalle, hatta sokak için Emlak Vergisi'ne baz alınacak metrekare birim fiyatlarını belirleyen Takdir Komisyonu'nda, Maliye ve Bayındırlık bakanlıkları ile o ilin ticaret odasından ve ilçe belediyesinden birer kişi ile muhtarlar görev alıyor.

Artışın en fazla gerçekleştiği yerlerden biri olan Ankara Çankaya'nın Belediye Başkanı Haydar Yılmaz'a göre, artışın sorumlusu kendileri değil.

Nedeni ise komisyonda tek kişi ile temsil edilmeleri.

Maliye Bakanı Sümer Oral da dün aynı yaklaşımda bulundu.

Oral, rahatsızlığını gizlemezken, şöyle dedi:

‘‘Bu oranlar kendi kanunu muvacehesinde belirleniyor. Bakan olarak müdahale hakkım yok. Komisyonlar tekrar toplanıp oranları belirleyebilir.’’

BAŞKANLAR İYİ DÜŞÜNSÜN

Oral
, 18 milyon Emlak Vergisi mükellefine ağır yük getiren uygulama ile ilgili olarak belediye başkanlarına çağrıda bulundu:

‘‘Belediye başkanları bu artışın kendilerine getireceği sıkıntıyı iyi görmeli. Vergisini artırdığı kişinin seçmeni olduğunu düşünmeli.’’

Bakanlık olarak ‘‘konuyu incelediklerini ve bir çıkış yolu aradıklarını’’ belirtti.

Takdir Komisyonu'nun bir vergiyi 30-40 kat artırma yetkisinin olup olmadığı sorusuna ise Oral şu yanıtı verdi:

‘‘Tabii olmaması lazım. ‘Bu kadar artırdım, böyle yapacağım' diyememesi lazım. Zaten onun için de vatandaşa itiraz hakkı verilmiş.’’

Bakan Oral’ın sözünü ettiği takdir komisyonlarının fiyatlarına itiraz süresi geçen yılın temmuz ayında son buldu.

İtiraz, birim fiyatlar 4 yılda bir belirlendiği için bir sonraki dönem, yani 2006'daki fiyatlar için olabilecek.

İtiraz da soruna çözüm getirmeyecek, dava açılması gerekecek.

Dava sonuçlanıncaya kadar da Takdir Komisyonu'nun belirlediği rayiç üzerinden vergiler ödenecek.

Ankara'da 1994 yılında açılmış olan davaların büyük bölümü ise hálá sonuçlanmış değil...

DEMİR LADY'NİN YIKILIŞI

Takdir Komisyonu'nda temsilcisi bulunan Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün de bu duruma dikkat çekti.

Aygün, takdir komisyonlarının fiyatlarına her dönem itiraz edip, dava açtıklarını açıkladı.

Davalar Keçiören, Altındağ ve Yenimahalle ilçeleri için sonuçlanmış. Çankaya için açtıkları dava da sonuçlanmak üzereymiş.

Aygün mahkemeden aldıkları kararın ‘‘emsal’’ niteliğinde olduğunu anımsattı ve yeni oranlarla ilgili de dava açacaklarını açıkladı.

Ellerindeki emsal karar dolayısıyla davaların daha kısa süreceğine inandığını vurguladı ve hemşerilerine şu çağrıda bulundu:

‘‘Mart ayında beyanname vermekte ve vergi ödemekte acele etmeyin. Gerekirse bu yüksek oranlı vergiyi ödemeyin.’’

Aygün
'ün bu sözleri hafızamızda 1990'ın yaz aylarında İngiltere'de yaşananları canlandırdı.

Thatcher hükümeti o tarihte, benzer bir vergiyi ‘‘Pool Tax- Kelle Vergisi’’ adı altında belediye vergisi olarak çıkardı.

Bu vergi, İngilizleri bilinen sakin tavırlarından çıkarıp, sokaklara döktü. Kasım 1990'da Demir Lady Thatcher hükümetinin yıkılış nedeni oldu.

Kelle Vergisi de daha ılımlı olan Yerel İdare Vergisi'ne (Councıl Tax) dönüştü.
Yazının Devamını Oku

Köprü geçişi ‘bedava olsun’ tartışması

20 Ocak 2002
‘İKTİDARA gelirsek Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin geçişlerini bedava yapacağız.’ Bu söz, son 10 yıldır hemen her seçim döneminde siyasi partilerin vaatleri arasında yer aldı. Seçim sonrasında da unutuldu.

Köprülerden ücretsiz geçişin sağlanması konusu şimdi Meclis gündemine geliyor.

Köprülerdeki gişelerin kaldırılması için teklifi hazırlayan kişi de İstanbul Milletvekili Celal Adan.

Adan, İstanbul Teknik Üniversitesi ve İstanbul Ticaret Odası'nın köprülerde yaptıkları çalışmalardan yola çıkmış.

Teklifi ile 3 Haziran 1977 tarihinde çıkan ve bugüne kadar hiç değişmeyen İstanbul Boğaziçi Köprü İşletme Yönetmeliği'nin değiştirilmesini hedefliyor.

İTÜ ve İTO'nun çalışmasına göre köprüden tek yönlü olarak günde 178 bin araç geçiyor. Bu, yılda 64 milyon araç ediyor.

Bu araçların 570 bini ise İstanbul plakalı değil.

Çalışmaya göre, akşam saatlerinde Mecidiyeköy'den Boğaziçi Köprüsü'ne kadar varan araç kuyruğunun uzunluğu bazı günler 10 km'yi buluyor.

Bir aracın bu trafik yoğunluğunda köprüden geçişi de 30-40 dakikayı buluyor.

Bu sürede bir aracın yaktığı benzinin yanı sıra, motor, debriyaj balatalarındaki yıpranma maliyetleri de çıkarılmış.

Adan, ‘‘Gişeler kalktığında trafik yoğunluğunun biteceğine’’ inanıyor.

Nitekim, geçen bayramda köprü geçişi bedava olduğunda, daha fazla araç geçmesine karşın, trafikte kuyruk oluşmamış.

YILLIK ÜCRET OLSUN

Adan,
gişelerin kaldırılması için hazırladığı teklifle getirilmesini istediği sistemi de anlattı.

Verdiği bilgiye göre, köprü geçişlerinden yılda 180.5 trilyon gelir elde ediliyor.

‘‘Gişelerin kaldırılması halinde bu gelir nereden sağlanacak?’’

Adan'
ın soruya yanıtı şöyle oldu:

‘‘İstanbul'da 1 milyon 250 bin özel, 1 milyon 50 bin ticari araç var. Her araçtan yılda bir defa olmak üzere 35 milyon lira üç taksit halinde alınır. Gebze ve Büyekçekmece girişlerinde de İstanbul plakalı olmayan araçlardan ‘şehir giriş ücreti' adında ayrı bir ücret alınır. Böylece gişelerden elde edilen gelirin karşılığı rahatlıkla bulunur. Ayrıca gişe görevlileri başka yerde istihdam edilir. Daha az petrol harcanır, araç motorlarının yıpranma payı düşer. Bunlar da milli gelirdir.’’

Köprüyü her gün kullanan ile yılda birkaç kez kullanan açısından bu bir haksızlık yaratmaz mı?

Adan’ın buna yanıtı, ‘‘Bir kişi yılda 20 kez karşıya geçse ödediği paranın karşılığını alıyor’’ oldu.

VURAL: EŞİTSİZLİK OLUR

Konuyu dün Ulaştırma Bakanı Oktay Vural ile de konuştuk.

Vural Batı'daki birçok ülkede de köprü geçiş ücretinin olmadığını belirterek, ‘‘Ancak o ülkelerde de şehir vergisi (city tax) var. Bizde ise yok’’ dedi

Vural, Adan'ın teklifine ise olumlu bakmayıp şöyle devam etti:

‘‘Köprüyü her gün kullanan ile yılda bir kez kullanan kişiye aynı ücreti ödeyeceksin dersen ikisi arasında eşitsizlik yaratmış oluruz.’’

Vural
da köprü üzerindeki trafik yoğunluğunun gişelerden kaynaklandığına inanıyor. Bakanın önerisi, gişeleri devreden çıkaran Otomatik Geçiş Sistemi'nin (OGS) daha yaygın hale getirilmesi.

Konu önümüzdeki günlerde Meclis gündeminde tartışılacak.

Sevindirici tarafı ise ilk kez seçimin olmadığı bir dönemde konunun gündeme gelip tartışılacak olması.
Yazının Devamını Oku