17 Ocak 2002
<B>EMLAK</B> Vergisi oranı yüzde yüz artarken, mayıs ayında vergisini ödemeye gidenler daha büyük bir şokla karşılaşacak. Emlak Vergisi'nin hesaplanmasında esas kabul edilen ve her 4 yılda bir yenilenen ‘‘mektekare birim fiyatları’’ İstanbul, Ankara'nın bazı semtlerinde 30-40 kat arttı.
Böylece 1998'den, geçen yıla kadar bir konutun metrekare birim fiyatı 10 milyon liradan hesaplanırken, bu yıl 400 milyon lira olacak.
Örneğin, 100 metrekarelik bir konutun, metrekaresi 10 milyon lira üzerinden vergiye tabi arsa değer payı 1 milyar lira oluyordu.
Bu rakamın 0.01'i (binde biri) olan 1 milyon lira, Emlak Vergisi'nin arsa payı olarak hesaplanıyordu.
Çıkan bu tutarın üzerine, asgari inşaat maliyet bedeli de eklenip ödenecek Emlak Vergisi miktarı bulunuyordu. Sonuçta bu konut sahibinin ödeyeceği Emlak Vergisi 1.5 milyon lira civarında oluyordu.
80 KATLIK ARTIŞ
Şimdi ise bu kişinin ödeyeceği Emlak Vergisi 80 milyon lirayı aşacak.
Çünkü, daha önce 100 metrekarelik konutu için arsa payı olarak 1 milyar lira baz alınırken, miktar bu yıl 40 milyar lira oldu.
Emlak Vergisi binde birden binde ikiye yükseltildiğinden arsa payı 80 milyon liraya yükseldi.
Buna asgari inşaat maliyet bedeli de eklendiğinde ödenmesi gereken Emlak Vergisi 80 milyon lirayı aşacak.
ÇARPIKLIK
Verginin hesabında baz oluşturan metrekare birim maliyet fiyatlarında, fahiş artış ile birlikte, tam anlamıyla çarpıklık da yaşanıyor.
Sokaklara kadar ayrı ayrı tespit edilen birim metrekare fiyatları, mahalle muhtarıyla birlikte, ilçe belediyesi, ticaret odası, Maliye ve Bayındırlık bakanlıklarından birer temsilcinin görev aldığı komisyon tarafından belirleniyor.
Komisyonda daha çok muhtarların ve ilçe belediyelerin masaya koyduğu rakamlar kabul görüyor.
Çarpıklık da bu aşamada ortaya çıkıyor.
Örneğin, Ankara'nın alışveriş merkezi Tunalı Hilmi Caddesi'ndeki bir arazi ve arsanın metrekare birim fiyatı bu yıl 350 milyon lira oldu.
Buna karşılık, Ulus Konya Sokak'taki bir taşınmazın birim metrekare fiyatı 510 milyon lira.
Aynı şekilde, Köşk'ün önünden Atakule'ye kadar uzanan Başkent'in en pahalı konutlarının bulunduğu Çankaya Caddesi'nin birim metrekare fiyatı 500 milyon lira. Devamındaki Hoşdere Caddesi 750, Piyade Sokak ise 300 milyon lira...
Samanpazarı'ndan Ulus'a kadar uzanan Anafartalar Caddesi'ndeki bir taşınmazın metrekare maliyeti ise 510 milyon lira iken, Köroğlu Caddesi'nde (Uğur Mumcu) 400 milyon lira.
En çarpıcı örnek de İstanbul'da yaşanıyor.
DYP lideri Tansu Çiller'in de yalısının bulunduğu Yeniköy'deki bölgenin metrekare birim fiyatı 250 milyon lira.
Buna karşılık Ataköy 11'inci kısımın metrekare birim fiyatı tam 1 milyar 440 milyon lira.
Yani, Ataköy'de evi bulunan bir kişi, Yeniköy'deki yalı sahibinden neredeyse beş kat fazla Emlak Vergisi ödeyecek.
Faturanın en acısı da alım satımda ortaya çıkacak.
Geçen yıl 10 milyar rayiç bedelli iken, bu yıl 400 milyara çıkarılan bir dairenin alım satımından 12 milyar lira harç kesilecek.
Ankara'nın ünlü emlakçısı Salim Taşçı, adaletsizliğin giderilmesi için Cumhurbaşkanı ve Başbakan'a mektup göndermiş. İstanbul Emlakçılar Odası Başkanı Sabri Ateş ile birlikte dava açmaya hazırlanıyorlar.
Bu rakamlar şu soruyu gündeme getiriyor:
‘‘Vergi eşit ve adil olduğunda kutsaldır’’ tabelaları vergi dairelerinde asılı kalmaya devam edecek mi?
Yazının Devamını Oku 
15 Ocak 2002
<B>BÜYÜKŞEHİR</B> belediye başkanları arasında bir haftadır Çankaya savaşı yaşanıyor. 17 büyükşehir belediyesinden İstanbul ve Ankara cephenin bir tarafında yer alırken, Kocaeli tarafsız bölgede bulunuyor.
Diğer 14'ü; Adana, Adapazarı, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, Eskişehir, G.Antep, İçel, İzmir, Kayseri, Konya, Samsun ve Ş.Urfa ise karşı cephede.
Büyükler kendi aralarında Çankaya savaşı yaparken, sınırları dahilinde çıkan iç çatışmaları da bastırmaya çalışıyor.
Savaşa ve beraberinde gelen iç çatışmalara 8 Ocak tarihinde TBMM'de yasalaşan ve 11 kanunda birden değişiklik yapan kanun neden oldu.
VERGİ KAVGASI
Kanunla, Büyükşehir Belediyeleri Kanunu'nda da değişiklik yapıldı.
Daha önce büyükşehir belediyeleri, illerinde toplanan vergilerin yüzde 5'inin tamamını alıyorlardı.
Yeni düzenleme ile bu oran yüzde 3'e indirilirken (Bakanlar Kurulu'nun iki katına çıkarma yetkisi var) büyükşehir belediyelerinin indirilen bu oranın tamamını elde etmeleri de engellendi. Düzenleme ile büyükşehir belediyeleri yüzde 3'lük gelirin ancak yüzde 40'ını alabilecekler.
Geri kalan yüzde 60'lık bölüm ise İller Bankası nezdindeki büyükşehir belediyeleri hesabına aktarılacak. Bu para, büyükşehir belediyeleri arasında nüfuslarına göre dağıtılacak.
İşte, büyükşehir belediyeleri arasında 10 yıldır soğuk şekilde devam eden ve iktidara mensup üç partinin grup başkanvekillerinin önergesiyle değişikliğe uğrayan yasanın, TBMM'de kabulüyle sıcak savaşa dönüşen çatışmanın nedeni de bu maddede yatıyor.
İstanbul düzenleme sonucu gelirinde 300 trilyon, Ankara ise 150 trilyon lira düşüş olacağı gerekçesiyle kanundaki düzenlemeye karşı.
Nitekim, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna, dün ilçe belediye başkanlarıyla birlikte TBMM'ye anahtar gönderme eyleminde bulundu.
İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanları Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'den kanunun ilgili maddesini veto etmesini sağlamak için randevu talebinde bulunmuş. Bunu öğrenen diğer 14 büyükşehir belediye başkanı da karşı atağa geçip Sezer'den randevu talep etmiş.
Sezer ise ‘‘Karar aşamasında etki altında kalmak istemiyorum’’ diyerek her iki tarafın talebine de şu ana kadar bir yanıt vermemiş.
KÜLFET-NİMET
İstanbul ve Ankara kanun onaylanırsa yatırımların duracağını belirtiyor.
Diğer 14 büyükşehir belediye başkanı ‘‘Yıllardır külfetini biz çekiyoruz, nemasını siz yiyorsunuz, şimdi paylaşacağız’’ diyerek kanunun onayını istiyor.
Düzenlemeyi savunan Belediyeler Birliği Başkanı da olan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak dün şunları söyledi:
‘‘Holdinglerin, bankaların ve kamu kuruluşlarının merkezleri İstanbul ve Ankara'da olduğu için vergilerini de bu illerde yatırıyorlar. Oysa fabrikaları Anadolu'da. İşyerlerinin kirliliğine, külfetine biz katlanıyoruz, nimetini İstanbul ve Ankara yiyor.’’
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Celal Doğan'ın görüşü de aynı:
‘‘Fabrikaları Anadolu'da bulunan 250 firmanın genel merkezi İstanbul'da. 12 yıldır üretimin olduğu yerde vergi kesilsin diyorum. Fabrikaların kirini, ceremesini ben çekiyorum, vergisini Ankara, İstanbul alıyor. İstanbul'un nüfusu G.Antep'in 11 katı, vergiden aldığı pay ise 283 katı.’’
İç savaşa gelince; kanundaki düzenleme ile ilçe belediye başkanları topladıkları emlak vergisinin yarısını anında büyükşehirlere aktarmakla yükümlü olacaklar.
Aktarmadıkları takdirde, topladıkları verginin yüzde 10'u kadar faizini bizzat ilçe belediye başkanı ödeyecek.
Büyükşehir ilçe belediye başkanları faizin bizzat kendilerine uygulanmasına tepki gösterip, kanunun bu maddesinin vetosunu istiyor.
Sezer'in yasayı incelemesi için 10 günlük süresi daha bulunuyor.
Öyle gözüküyor ki Sezer kanunla ilgili kararını verene kadar belediye başkanlarının Çankaya savaşı da şiddetini artırarak sürecek.
Yazının Devamını Oku 
13 Ocak 2002
<B>DOĞALGAZDA </B>olduğu gibi elektrik de son dönemde gelen fahiş faturalarla her evi çarpar oldu. Daha bir yıl önce 35-50 bin lira arasında satılan bir kilovatsaat elektriğin bedeli, bugün illere göre 80 ile 100 bin liraya ulaşmış durumda.
Hatta birkaç ilde 100 bin lirayı da aştı.
Üç kişilik bir ailenin elektrik faturası geçen yıl 20-50 milyon lira arasındayken, bugün 50-100 milyon liraya ulaştı.
Enerji Bakanı Zeki Çakan'a göre elektrik fiyatlarındaki artışın nedeni, barajlardaki su seviyesinin düşmesi sonucu termik santralların devreye sokulmuş olmasından.
Çünkü, elektriğin satış bedeli, üretim şirketinden satın alınan elektrik bedelinin üzerine dağıtım giderleri eklenerek tespit ediliyor.
Elektrik faturalarının bu kadar yükselmesindeki bir diğer etken de ‘‘kayıp-kaçaklar’’...
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu'nun TEDAŞ ile ilgili 2000 Raporu, kayıp-kaçak oranının ne duruma geldiğini de açıkça gösteriyor.
Rapora göre, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Hakkári, Muş, Tunceli, Van, Aksaray, Bayburt, Ardahan ve Iğdır'da toplanan enerji bedelinin satış maliyeti içindeki payı yüzde 50'nin altına inmiş.
Dağıtım giderleri payı ise yüzde 50 oranında artmış.
Buna ilave verilen enerjinin yarısı da kayıp-kaçak olmuş.
YÜZDE 80'İ KAÇAK
Rapordaki verilere göre en büyük kayıp-kaçağın yaşandığı il Hakkári.
Hakkári'ye bir yıl öncesine göre yüzde 20.6 oranında daha fazla elektrik verilmiş.
Bunun karşılığında toplanan para, elektriğe yüzde 100 oranında zam gelmiş olmasına rağmen, tam yüzde 22.8 oranında azalmış.
Yani, bir yıl öncesine göre yüzde 20.6 fazla verilen elektriğin tamamından fazlası kayıp ve kaçak olmuş.
Daha da ilginci, verilen elektriğin ancak yüzde 18.8'i müşterilere fatura edilebilmiş.
Kayıp-kaçaklar bir yılda 11.1 puan artarak yüzde 80.2'ye çıkmış.
Yani Hakkári'de kamu kuruluşları dışında, neredeyse herkes kaçak elektrik kullanır olmuş.
BU DA HORTUM
Bir diğer çarpıcı örnek ise Şanlıurfa.
Şanlıurfa'da bir yıl içindeki kayıp-kaçak oranı, yani devletten yapılan hırsızlık yüzde 14.9 oranında artmış.
Verilen elektriğin yüzde 50'sinden fazlasını çalan 11 il şunlar olmuş:
Kayıp-kaçak Yıllık artış
Ardahan 52.5 - 2.1
Van 59.2 - 5.1
Iğdır 59.5 - 6.6
Bitlis 60.0 - 6.2
Batman 64.7 - 6.5
Şırnak 66.6 - 0.0
Şanlıurfa 67.3 + 14.9
Muş 70.3 - 0,8
Mardin 73.1 - 4.7
Diyarbakır 74.4 - 3.1
Hakkári 80.2 + 11.1
Son günlerde hemen herkes, moda olan ‘‘devleti hortumladılar’’ cümlesini kullanıyor.
Yukarıdaki tabloya bakıldığında, devleti hortumlamanın sadece bankalarda olmadığı anlaşılıyor.
Bunun faturasını da yine dürüst vatandaş ödüyor.
Yazının Devamını Oku 
10 Ocak 2002
<B>MHP'</B>de bir süredir gizliden hummalı bir çalışma yürütülüyor. <br><br>Çalışma, <B>‘‘bakanlık sayısının azaltılması ve kamunun küçültülmesi’’</B> başlığını taşıyor. Çalışma grubu, 5 kişiyi geçmeyen çok dar bir kadrodan oluşuyor.
Bir ayı aşkın süredir yapılan çalışma tamamlanmış.
İlgi ve sorumluluk alanları aynı olan kuruluşlar bir araya toplanmış.
Bakanlıklar için de aynı şey yapılmış.
MHP Lideri, Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli, ‘‘Birileri istedi diye bakanlık sayısında azaltma yapamayız’’ demişti.
Sivil toplum örgütlerinden son dönemde bu yönde bir baskı gelmemesi çalışmayı rahatlatmış.
Aktarıldığına göre çalışma grubu, ‘‘Devlet bakanlarının sayısının icracı bakanlık sayısının ancak yarısı kadar olması gerektiği’’ görüşünde.
Bu durumda, kabine 22 bakan ve Başbakan'dan oluşacak.
Yani, 15 icracı, 7 devlet bakanlığıyla sınırlı kalacak.
DOĞAL DENGE BAKANLIĞI
MHP'nin çalışmasında, icracı bakanlıkların birleştirilmesi de öngörülüyor.
Örneğin, Orman ve Çevre bakanlıkları tek çatı altına alınıyor.
İki bakanlığın bir araya gelmesi sonucu oluşacak bakanlığa da isim bulunmuş; Doğal Denge Bakanlığı...
Kültür ve Turizm bakanlıklarının da eskiden olduğu gibi birleştirilmesi hedefleniyor.
Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kur'un da uzun süredir dile getirildiği gibi tek bir sosyal güvenlik çatısı altına alınması gerektiği vurgulanıyor.
KABİNE GENEL SEKRETERİ
Çalışmada, dikkat çeken bir diğer öneri de yıllar önce uygulamadan kaldırılan Bakanlar Kurulu Genel Sekreterliği'nin kurulmasına dönük.
Genel Sekreterliğin kurulmasıyla, bakanlıklar arasındaki iletişim ve koordinasyonun eksikliğinin önüne geçileceği de belirtiliyor.
KURULLAR BİRLEŞİYOR
MHP'nin çalışmasındaki bir önemli nokta da, bazı kurulların görevlerine son verilip, bunların tek çatı altında toplanmasına dönük.
Örneğin, Kültür ve Tabiat Varlıkları ve Anıtlar Yüksek kurullarının tek çatı altında toplanması amaçlanıyor.
İki kurulun birleşmesi sonucu oluşacak kurula destek olmak amacıyla bir Arkeoloji Enstitüsü kurulması gerektiği vurgulanıyor.
Enstitünün kurula akademik desteğinin yanı sıra, açık hava müzesi olan Türkiye'nin arkeolojik haritasının detayıyla çıkarılıp bundan böyle, ‘‘nereye, neyin ne kadar yapılabileceği’’nin önceden tespit edilmesi gereği üzerinde duruluyor.
Çalışma ile ilgili olarak dün MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır ile konuşuyoruz.
Kamunun yeniden yapılandırması ile ilgili hazırlığın duyulmasından rahatsız olmuş tavır sergiliyor.
HAZIR OLALIM İSTEDİK
Hazırlıklarının ‘‘ev ödevi’’ niteliğinde olduğunu belirterek, ‘‘Biz, şu şöyle olmalı diye kamuoyuna bir açıklama yapmak istemiyoruz’’ diyerek ortağı ANAP'a gönderme yapıyor.
Başbakanlık Müsteşarlığı'nda da bir hazırlığın devam ettiğini anımsatıp ekliyor:
‘‘Sadece bakanlık sayısının azaltılması değil, mevcut birimlerin bir araya getirilip yeniden oluşturulmasına dönük bir hazırlık yaptık. Yarın mesele gündeme geldiğinde, bizim hazırlığımız da bu deyip masaya koymak istiyoruz.’’
Bu hazırlık gösteriyor ki, ANAP'ın ardından bakanlıklar ile birlikte kamunun yeniden yapılanmasına MHP de yol veriyor.
Yazının Devamını Oku 
8 Ocak 2002
<B>YÜKSEK </B>Seçim Kurulu Başkanı <B>Tufan Algan'</B>ın, 1999 seçimlerinde <B>‘‘hile’’</B> yapıldığına ilişkin demecini okuyunca, hafızamız bizi 1996 yılına götürdü. 1995 seçimleri yeni tamamlanmıştı.
Aynen bugün gibi, nüfus sayımının ve seçmen kütüklerinin doğru tespit edilmediği iddiaları dolaşıyordu.
DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, bir daha ‘‘hile’’ olmaması için bir yasa teklifi hazırlamak üzere beş arkadaşını görevlendirdi.
Amacı, nüfus ve seçmen kütüklerinde ortaya çıkan ‘‘hilelerin’’ önüne geçmenin yanı sıra, devletin savurganlığına son vermekti.
Oluşturduğu heyet, Devlet İstatistik Enstitüsü, İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü (MERNİS Projesi), Yüksek Seçim Kurulu ile görüşmelerde bulundu.
Hikmet Sami Türk, Metin Bostancıoğlu ve Ziya Aktaş'tan oluşan DSP heyeti üç kuruma şu öneriyi götürdü:
‘‘DİE ve YSK, nüfus sayımı ve seçmen kütüğünü belirlemek üzere birbirinin aynı sorularla vatandaşın kapısını çalıyor. MERNİS Projesi de herkesin bilgilerini toplayıp bunları tek kimlik numarasında bütünleştirmek için uğraşıyor. Hepsinin hedefi aynı. Bir bilgi/veri bankası kurulsun. Her üç kurum buradan yararlansın.’’
Her üç kurum da ‘‘DİE'nin koordinatörlüğünde’’ genel nüfus tespiti ve seçmen kütüklerinin yenilenmesinin birlikte yapılması, toplanan verilerin de MERNİS'e aktarılmasını hedefleyen teklife destek veriyor.
Buna göre; sonuçlar bir veri/bilgi bankasında toplanacaktı. On yıllardır sürüncemede kalan MERNİS işlerlik kazanırken, doğumdan ölüme, kan grubuna, 18 yaşına gelip oy kullanma hakkını elde etmesinden ehliyetine, parmak izine, askerlik durumuna, kanuni engeli olup olmadığına, tapu kaydına, medeni durumuna kadar, kişi ile ilgili her bilgi bir düğmeye basıldığında anında bilgisayardan alınabilecekti.
Batılı ülkelerdeki gibi, nüfus cüzdanından ehliyetine, vergi numarasından sosyal güvenliğine kadar herkes tek numara kullanacaktı.
GİZLİ GÜÇ DEVREDE
Üç kurumun da hararetle savunduğu ve bazı bölümlerine katkıda bulunduğu yasa teklifi, Ecevit ve beş arkadaşının imzası ile Meclis'e sunuldu.
Teklif, komisyonlarda görüşülürken ‘‘gizli bir güç’’ devreye girdi.
Kavga, teklifin şu iki maddesinde yoğunlaşıyordu:
1- DİE'nin eşgüdümünde üç kurum ortak çalışma yapar...
2- Bu yasa gereğince yapılacak işlemler için DİE'ye 3 trilyon, YSK'ya 1.5 trilyon, İçişleri'ne de 1.5 trilyon lira aktarılır...
Teklif 30 Temmuz 1997'de yasalaştığında, bu iki madde şu şekle dönüştü:
1- YSK'nın eşgüdümünde üç kurum ortak çalışma yapar...
2- Yeteri miktarda ödenek aktarılır.
KİM YAPTI?
Teklifin amacından uzaklaşan yasa ile 1997 nüfus tespiti ve seçmen kütükleri yenilendi.
DİE ve YSK'dan, ayrı ayrı görevli evlere gitti, vatandaşa aynı soruları sordu. Üç yıl sonra vatandaş yine evlere kapatıldı ve nüfus sayımı yapıldı.
1996'da da YSK Başkanı olan Tufan Algan, şimdi ‘‘hile’’ yapıldı diyor.
YSK'nın kendi bilgi işlem merkezini kuracağını söylüyor.
DİE ise bir daha evlere hapis işlemini yaşatmayacağına söz veremiyor.
MERNİS ise yüzde 95 oranında tamamlanmış bulunuyor.
Vatandaşın cebindeki kimliklere her yıl eklenen numaraların yarattığı enflasyon, devletin ise kaynak israfı devam ediyor.
Bir de şu sorunun yanıtı açıkta duruyor: ‘‘Hileye kim neden oldu?’’
Bugün, Ecevit Başbakan, Türk ve Bostancıoğlu bakan, Aktaş ise milletvekili.
Herhalde bu sorunun yanıtını onlar biliyordur...
Yazının Devamını Oku 
6 Ocak 2002
Gecenin karanlığını bir ıslık gibi delip, insanın içine huzur katan ‘‘bekçi babanın düdük sesi’’ on yıllar sonra tekrar duyulacak. Mahalle bekçileri dönüş yapıyor.
Orta yaş grubundaki birçok kişinin nostaljisinde kalan ‘‘bekçi baba’’, sinemalara konu olan ‘‘Bekçi Murtaza’’, nohutlu düdüğü ile mahalleye tekrar taşınıyor.
Mahalle bekçilerinin dönüşüne karar verilmesindeki neden, ekonomik krizle patlama gösteren kapkaç, hırsızlık ve gasp olayları...
İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, suç ve suçlulukla mücadelede yeni yöntemler geliştirilirken, ‘‘Türkiye'ye özgü sistemlerden de yararlanılması gerektiği’’ görüşünde.
Yücelen sohbetimizde mahalle bekçisi sisteminine dönüş yapılması kararını açıklarken, şu örnekten yola çıktı:
‘‘İstanbul'da kapkaç olayları artış gösterince yaya devriye sistemine ağırlık verdik. Pilot bir bölgede mahalle bekçiliği sisteminde olduğu gibi yaya devriyeler dolaşmaya başladı. Kapkaç olayları bıçak gibi kesildi.’’
Hatta, pilot uygulamanın yapıldığı bölgeyi, sadece kapkaççılar değil, evlere dadanan hırsızlar da terk etmiş.
KALİTEYİ AZALTAN KABAHATLER
Yücelen, buradan yola çıkarak şunları söyledi:
‘‘Suç ve suçlularla mücadelede önleyici anlayışı benimseyen yaklaşımların ortak özellikleri ve uygulamalarını koymamız gerekiyor. Bunun için yaya devriye sistemine ağırlık verilmeli. Sivil inisiyatif ve sivil örgütlenmelerle işbirliğine gidilmeli. Tüm devlet kuruluşları suçun önlenmesi bakımından yasal sorumluluğa ve işbirliğine sevk edilmeli. Suçlu, mağdur ve suç mahallinin özelliğini dikkate alan stratejiler uygulanmalı.’’
Bunları sıraladıktan sonra, ‘‘belki de en önemlisi’’ deyip ekledi:
‘‘Hayatın kalitesini azaltan 'kabahatler' türünden suçların önlenmesine özel önem verilmesi lazım...’’
Yücelen, bunun ‘‘birçok sosyal problemin çözümü ile doğrudan ilişkili’’ olduğunu da kaydetti.
SUÇ ENSTİTÜSÜ
Mücadelenin fonksiyonel bir sistem ve strateji içinde yapılması gerektiğini belirtti.
Bu amaçla, ileride üniversite haline geleceğine inandığı Polis Akademisi bünyesinde bilimsel bir çalışma yapılması için hazırlık başlatmış.
Çalışma, suçla mücadele stratejilerinin üretilmesi sırasında veri olarak kullanılacak bilgilerin elde edilmesini hedefliyor.
Yücelen bu çalışmayı, ülke çapında tüm sosyal kesimlerin, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel dokularını da dikkate alan, bakanlık- üniversite işbirliği çerçevesinde, kapsamlı bir bilimsel araştırmanın ilk adımı olarak görüyor.
Hatta, bir üniversite bünyesinde Suç Enstitüsü kurulmasını istiyor.
Yücelen, Suç Enstitüsü'nün görev tanımını ise şöyle yaptı:
‘‘Genel faktörlere ilave olarak bölgesel, yöresel özelliklerin ve geleneklerin etkileri de dikkate alınarak suç tipi, işleniş sıklığı, suç algılaması, uyandırdığı infial, suçlu-mağdur-suç mahalli profillerini gösteren suç haritaları ve diyagramlarının çıkarılması. Kanunların suçla mücadelede görevli ve yetkili kıldığı mercilerin, etkinlik ve verimlilik düzeylerinin belirlenmesi. İnsanların devamlı yaşadıkları ve çalıştıkları çevreyi en iyi kendilerinin değerlendireceği dikkate alınarak, suçla mücadelede belirlenecek toplumsal odaklı stratejilere halkın katılımını sağlayacak yol ve yöntemlerin belirlenmesi.’’
Yücelen'in, bu sözlerinden yola çıkıldığında şu söylenebilir:
Bekçi Murtaza, mahalleye akademik kariyerle dönüyor.
Yazının Devamını Oku 
3 Ocak 2002
<B>DOĞALGAZ</B> ilk geldiğinde <B>‘‘hem temiz hem ucuz’’</B> olacak denilmişti. Hiç de öyle olmadı. Son aylardaki astronomik faturalar karşısında, vatandaş doğalgazdan kaçıp kömüre dönüş yaptı.
Doğalgaz fiyatlarındaki yükselmeye gerekçe olarak doların ani yükselişi gösterilebilir.
Ancak, Ankara Elektrik Gaz Otobüs Müdürlüğü'nün (EGO) son 4 yıllık rakamları masaya konulduğunda doların bir suçunun olmadığı da anlaşılıyor.
Öncelikle EGO, sattığı gazdan yüzde 45 kár ediyor.
Belediye Başkanı Melih Gökçek'e göre yüzde 45 gibi bir farkın alınmasının gerekçeleri, doların ani yükselişinden kaynaklanan kur farkının kapatılması, Murat Karayalçın'ın belediye başkanlığı döneminden kalan borç (-ki Karayalçın'ın belediye başkanlığı 1994'te bitti. Gökçek 7 yıldır Başkan), gazın peşin verilip, parasının sonradan alınması, yüzde 18 KDV.
Bu dört iddiası rakamlar dolar bazına çevrilip ortaya konulunca gerçekçi olmuyor.
İŞTE RAKAMLAR
Örneğin Botaş, 1997 şubat ayında bin metreküp doğalgazı EGO'ya 182 dolara satmış. EGO ise 14.54 dolar kár koyup 196.54 dolardan satmış.
Yani % 7.99 kazanç elde etmiş.
Botaş, 1998 Martı'nda petrol fiyatlarındaki düşüşle birlikte EGO'ya sattığı gazın fiyatını 23.28 dolar düşürüp, 158.72 dolara vermiş.
EGO ise sanki fiyat indirimi olmamış gibi, üzerine 45.15 dolar daha koyup doğalgazı vatandaşa 203.82 dolara satmış.
Kárını bir yılda yüzde 7.99'dan yüzde 28.45'e çıkarmış.
Bir yıl sonraki durum daha ilginç.
1999 Temmuzu'nda Botaş fiyatını bir daha düşürüp 145.98 dolardan satmış.
Belediye de fiyat indirimi yapıp, 196.76 dolardan satışa başlamış.
Her ne kadar fiyat indirimi yapılıyor gibi gözükse de EGO'nun aldığı kár, dolar bazında yüzde 4.51 puan artıp, yüzde 32.96'ya çıkmış.
2000 Martı'nda belediye kárını bir daha katlamış.
Botaş'tan 157.50 dolara aldığı gazı, 71.29 dolar kár koyup 228.79 dolara satmaya başlamış.
Yani yüzde 45.26 kárla...
Geçen yıl da durum değişmemiş.
2001 Kasımı'nda Botaş'tan 152.66 dolara aldığı doğalgazı 68.70 dolar fark koyup 221.36 dolardan satmış.
Kár oranı yüzde 45...
HERKESTEN PAHALI
Türk Lirası olarak hesaplandığında da durum farklı değil.
Her ne kadar dünden itibaren yüzde 5 oranında fiyat indirimi olsa da Ankara doğalgaz kullanan 5 ilin en pahalısı.
EGO doğalgazın metreküpünü 353 bin 78 TL'den satarken, İstanbul 338 bin 500 TL'ye, İzmit 341 bin 800 TL'ye, Bursa ve Eskişehir ise 307 bin 800 TL'ye satıyor.
Ayrıca Gökçek'in iddia ettiği gibi yüzde 45'lik kárın içinde KDV de bulunmuyor. Vatandaş bunu ayrıca ödüyor.
Daha da önemlisi kár oranı % 45'te kalması gerekirken, EGO bu oranı aşıp metreküp başına 352 bin 721 TL de fazladan para alıyor.
Ankara'nın bir ay içinde tükettiği 490 milyar metreküp ile bu rakam çarpıldığında ortaya çıkan sonuç da ürkütücü oluyor.
Rakamlara bakıldığında Gökçek hangi iddiaya sığınırsa sığınsın gerçekçi olamıyor.
Astronomik faturaların neden olduğu doğalgazdan kaçış ile başkent hızla 1980'lerin başındaki isli günlere doğru yol alıyor.
Büyükşehir Belediyesi popülizm yatırımlarıyla uğraşırken, başkent 15 yıl sonra yeniden kömür kokuyor.
Yazının Devamını Oku 
1 Ocak 2002
<B>BAZI</B> olaylar, dönemler vardır ki namı diğerdir... <br><br>Tanımlamak için uzun cümlelere gerek duyulmaz. Dört rakamın sıralanması yeterlidir:
1917, 1923, 1945, 1946, 1950, 1960, 1968, 1971, 1980...
Ve 2001...
Yüzyıl sonra da, ikiz kulelerden, Afganistan'dan, Arjantin'den, dünya ekonomisinin içine girdiği bunalımdan söz ederken, uzun uzadıya izaha gerek duyulmayacak.
‘‘2001...’’ denilmesi yeterli olacak.
Bir dönüm, bir milat olarak tarihe geçecek, 365 günü de olaylarla dolu bir yıl...
Türkiye'de ve dünyada birçok kurumu, kişiyi, binayı, hatta ülkeyi hallaç pamuğuna çevirdi.
Türkiye'yi daha ilk günlerinde vurmaya başladı.
Ekonomik krizler, suikastlar, operasyonlar ve doğal afetlerle, insanları buldozer gibi ezip geçti.
Her şeyi önüne katıp, kökünden söküp savuran tayfun gibiydi...
Bu kadar büyük kábustan, hafif yara bereyle kurtulmayı başaranlar da vardı; Türk siyasetçisi...
Sağlam bir binanın tayfundan etkilenmesi kadar zararla atlattı.
Camı, çerçevesi kırıldı, kiremitleri uçtu.
‘‘Yıkılmadım ayaktayım’’ şarkısında olduğu gibi yerini korumayı başardı.
2002'DE SEÇİM YOK
İktidarıyla, muhalefetiyle, seçmen desteği en düşük olmasına rağmen, uzun ömürlü olabilmenin yöntemini kriz içinde buldu.
2001'deki bu direncine bakıldığında, 2002'de, doğal nedenlerle gelen zorunluluk haricinde siyasette büyük bir değişim beklenemez.
Öncelikle, 2002'de bir seçim olasılığı görülmüyor.
Kamuoyu yoklamalarından yola çıkıldığında, muhalefetin seçimi hararetle istediğini söylemek zor.
İktidar ise başlatılan reformlarının semeresini toplamadan seçime gitme taraftarı değil.
Dolayısıyla 2003'ün baharından önce bir seçime Ankara'nın siyasi kulisleri olasılık dahilinde görmüyor.
İKTİDAR İLİŞKİLERİ
Üst üste gelen krizler, koalisyonda Katolik evliliğine neden olduğundan, hükümetin dağılması ihtimali de az.
Falcı veya ekonomi yorumcusu deyimiyle; koalisyon içindeki dengeler açısından bakıldığında 2002'nin son aylarına kadar çatışmaya neden olabilecek bir gelişme gözükmüyor.
Buna rağmen, koalisyonu bekleyen en büyük tehlike, üç partiden birinin kamuoyunda yıldızının parlamasıyla ortaya çıkacak.
Bu durumda bile, bir partinin ayrılıp, muhalefetteki bir diğeriyle aynı programla kalındığı yerden hükümetin devamı olasılığı da bulunuyor.
Her ne kadar seçim gözükmese de son aylarda yaşananlar gösteriyor ki, iktidar partilerinin iç işlerinde sıkıntılarla karşılaşılacak.
Bu sıkıntıların aşılma yöntemi de bulunmuş durumda:
Anayasa'da bugüne kadar çok az başvurulmasına karşın, 2001'de sıkça kullanılan ‘‘bakanlıktan azil’’ veya partiden atılma...
Dolayısıyla, 2002'de bağımsız milletvekillerinin sayısında bir artış olduğunda kimse şaşırmamalı.
Sonuç olarak, her alanda büyük tayfunun yaşandığı 2001'de yıkılmadan ayakta durmayı başaran siyaset dengesinin, 2002'de doğal nedenler haricinde bozulması ihtimali görülmüyor.
Nice mutlu yıllara...
Yazının Devamını Oku 