14 Mart 2002
<B>ANAP'</B>ın dün yapılan grup toplantısı salonunun önü tıklım tıklım. İçlerinden biri, grup toplantısına gelme gerekçesini şöyle açıklıyor: ‘‘Seçimin önü gözüktü, biz de kendimizi bir gösterelim dedik...’’
Toplantı bitiminde bir grup seçmen ANAP Genel Başkanvekili Erkan Mumcu'nun etrafını sarıyor.
Mumcu, uzun süre onlara bir şeyler anlatıyor ve sözünü şöyle tamamlıyor:
‘‘Başbakan'ın burada yaptığı sorumsuzluk örneğinin ta kendisidir...’’
Yanından geçerken duyduğumuz bu sözü üzerine göz göze geldiğimizde, ‘‘İstersen yazabilirsin’’ diyor.
KARTLARINI KAYBETTİ
Sohbete Meclis bahçesinde devam ediyoruz. Bu yılın sonuna kadar kısa ve orta vadeli vaatlerin tamamlanması gerektiğini anlatıyor.
Ardından, Genel Başkanvekili olduğu partisinin de ortağı bulunduğu koalisyonun tutumunu eleştiriyor.
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) ve Kıbrıs konusunda hükümetin aldığı iki karara işaret ediyor.
AGSP'de Türkiye'nin NATO'daki veto hakkının kaybettiğini, Kıbrıs'ta da Rauf Denktaş'ın masaya oturmaya zorlandığını belirtip ekliyor:
‘‘İki konuda da AB ile bir pazarlık yapılıp, karşılığında bir şey alınmadı. İki önemli kartını, pazarlık yapmadan teslim etti. Şimdi ulusal program çerçevesinde yapması gerekenleri bir tarafa bırakmanın yolunu arıyor.’’
SORUMSUZ-TUTARSIZ
Bir süre öncesinde tartışılan demecinde de olduğu gibi Başbakan Bülent Ecevit'e ağır eleştirileri getiriyor:
‘‘Türkiye zamanın stratejik baskısı altında bulunurken, Başbakan ‘Biz işimize bakalım bunlar AB konusundaki kısa vadeli önceliklerimiz arasında yok' diyor. Bir hükümetin işi bürokrasinin rutin işlerini imzalamak değildir. Bakanlıklar kendi işlerini ekonomide olduğu gibi zaten siyasilere rağmen yürütüyor. Hükümetin işi ülke çıkarları için politika belirlemektir. Başbakan ise hükümet ortaklarının parti içi politik sorunlarından kaynaklanan birtakım tıkanıklardan yola çıkıp, hükümetin AB konusunda alacağı karardan uzaklaşıp, koalisyonun 2004'e kadar uzamasının hesabını yapıyor. Bu mu Başbakan'ın sorumluluğu? Nedir bu? Sorumlu davranmıyor.’’
Bu aşamada, ‘‘Başbakan'ı sorumsuzlukla suçluyorsunuz’’ hatırlatmasında bulunuyoruz, ‘‘Yorumu sana bırakıyorum’’ deyip devam ediyor:
‘‘Ulusal çıkarı bir yana bırakıp, siyasi çıkarı düşünüyor. Bunları koalisyonda sanki istikrarsızlık unsuruymuş gibi görüp üstünü örtüyor. Bu tutarsızlıktır.’’
AB konusunda hemen referanduma gidilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
KILINÇ PAŞA HAKLI
Mumcu, MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç’ın tartışma yaratan sözlerine de destek veriyor.
‘‘Kılınç Paşa'ya haksızlık yapılıyor’’ deyip ekliyor:
‘‘Kılınç Paşa'nın sözleri doğru. Türkiye komşularıyla ticari ilişkisi en düşük ülke. Almanya Türkiye'nin komşularıyla ilişkisini geliştirirken, Türkiye komşularına arkasını dönemez. Türkiye'nin AB'ye girmesinde jeopolitik ağırlığının büyük payı olacak. Bunu anlamayanlar Tuncer Kılınç Paşa'nın sözlerini algılamaktan öte olanlardır. Kılınç Paşa'nın da söylediği gibi, ya o ya o değil; hem o hem o...’’
Sohbetin sonunda, ‘‘Başbakan'ı eleştirirken, hükümetin devamı için gösterdiği çabayı da hesaba kattınız mı?’’ diye sorumuza şöyle yanıt veriyor:
‘‘Bir çözüm bulunamıyorsa, referanduma gidilir. Bu iç politikaya malzeme olamayacak, hükümetin ömrü ile ölçülemeyecek kadar önemlidir.’’
Mumcu, koalisyonda sıkıntı yaratan bir önceki demecinde de olduğu gibi aynı noktada duruyor.
Yazının Devamını Oku 
12 Mart 2002
<B>EN </B>geç 2003 sonbaharında yapılacağı muhtemel seçimde uygulanacak kampanyanın odağı belli oldu: <B>Avrupa Birliği...</B> Öyle gözüküyor ki, önümüzdeki bir yılı aşkın süre boyunca AB, Türkiye'nin bir numaralı gündem maddesi olmaya devam edecek.
Geçmişte hep ekonomi üzerine kurulan kampanyaların, bu dönemde tutmayacağından kaynaklanıyor.
IMF endeksli ekonomide verilecek vaatlerin yerine gelemeyeceğini seçmen de biliyor.
Seçim kampanyalarını ekonomik vaatler üzerine kurmalarının, kendilerine fazla bir oy getirmeyeceğini siyasi partiler de görüyor.
Bununla birlikte, umutlu bir ekonomik ufkun kısa vadede ortaya çıkmayacağını koalisyonu oluşturan partiler de görmüş durumda.
YILMAZ'IN PLANI
Dolayısıyla geriye Avrupa Birliği'ne kısa sürde girip girmemek kalıyor.
‘‘Avrupa Birliği'ne girmek için refah seviyemizi yükseltmeliyiz’’ görüşü rafa kalkarken, ‘‘AB'ye girersek refah seviyemiz artar’’ tezi öne çıkıyor.
AB üzerindeki tartışmaların bu noktaya gelmesini ANAP Lideri, Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz uzun süredir istiyordu.
Son yaşananlar, ANAP liderinin olayı bu noktaya doğru sürekleme çabasının bir sonucu olarak görülebilir.
Şöyle ki, Yılmaz, 2001 Şubat ayından bu tarafa demokratikleşme, Kürtçe ve insan haklarına ilişkin yeni açılımlarda bulunuyor. Her ne kadar mehter yürüyüşü gibi olsa da bunda da mesafe almayı bildi.
Son yaşanan tartışmalar da Yılmaz'ın, ‘‘AB konusunda kutuplaşma yaratma’’ politakasında başarılı oldu.
Yılmaz, ayrıca yeniden yapılanma ve oluşum mücadelesi içine girmiş olan soldaki partilerde ortaya çıkan boşluğu da doldurma uğraşısında.
Yılmaz, özellikle büyük şehirde yaşayan sol seçmen ile Doğu ve Güneydoğu halkının hoşuna gidecek demokratikleşme ve insan haklarına ilişkin söylemleriyle de bu kesimlerin sempatisini toplama çabasında.
Nitekim, daha 3-4 ay öncesinde bizzat yöneticilerinin dahi baraj sorunu tartışmasında bulunduğu ANAP için bugün bu durum unutulmuş gözüküyor.
KUTUPLAR
Seçim kampanyasının odağına oturan AB konusunda da kamplar yavaş yavaş belirginleşiyor.
Bir yanda MHP bulunuyor.
MHP her ne kadar, ‘‘Biz AB'ye taraftarız’’ yaklaşımında bulunsa da ‘‘Kendi kimliğimizle ve pazarlık kozunu elden bırakmadan bunu gerçekleştirmeliyiz’’ diyerek Yılmaz'dan farklı bir düzleme kendisini oturtuyor.
Nitekim, ‘‘Bu konularda partinin konuşma yasağından dolayı’’ adının yazılmasını istemeyen MHP yöneticisinin dünkü şu sözleri dikkat çekici:
‘‘Bir yıldan önce olmayacak bir seçimde, kampanyanın AB üzerine oturacağını biz de gördük. Biz MHP olarak bu tartışmada daha yerli ve milli bir noktaya oturduk. ANAP ise daha AB yanlısı bir noktada. Burada ilginç olan diğer partilerin durumu. Çünkü onlara oturacak yer kalmadı.’’
Yaptırdıkları anketlerde katılanların yüzde 90'ının AB yanlısı olduğunun altını çizdi ve devam etti:
‘‘AB'ye kesinlikle evet diyenlere bir de şu soruyu yöneltiyoruz; ‘Apo'yu asılmaktan kurtararak, Kürtçe eğitim ve öğretime evet diyerek AB'ye girmeyi ister misin?' Bu soru karşısında aldığımız cevap ise tam tersi oluyor. Bu durumda, pazarlık yaparak, kendi kimliğimizi ve içinde bulunduğumuz şartları da gözeterek AB'ye girmemiz gerektiği yanıtını alıyoruz.’’
Öyle gözüküyor ki, AB tartışması bundan sonra da devam edecek.
Kimin sabrının nereye kadar dayanacağı da kamuoyundan gelen tepkilere göre şekillenecek.
Yazının Devamını Oku 
10 Mart 2002
<B>BAYANLARIN </B>dahi şapka rengi olarak seçmekte zorlanacağı pembe, bu kentte çatıların rengi. Kremit, bu kentte adını verdiği rengini unutmuş...
Ormanın içinden geçip tepeye ulaştığımızda, dar vadinin içinde akan nehrin iki yakasında uzanan kent seyredilmeye doyulmuyor.
Üç asırlık binalar kır çiçekleri gibi.
Pembe, açık kırmızı, gök-çivit mavisi, sarı, yeşil ve hatta lila birbiriyle yan yana...
Çatılardaki renk cümbüşü, bina cepheleri için de geçerli.
Hemen hepsinin renavasyonu tamamlanmış binaların freskleri, cumbaları, saçak işlemeleri üzerlerine konulmuş kremalar gibi duruyor...
Kentin içinde bulunan ünlü Moser cam fabrikasından kristal veya porselen fabrikasından mükemmel işli bir vazo olarak yapılıp konulmuş gibiler.
Birbirine diklenmeyen mimarileri ve renk uyumuyla, nehrin kenarına bayram çocukları gibi yan yana sıralanmışlar.
KARLOVY VARY
Ohre Nehri'ndeki yeşil başlı ördekler de bu renk cümbüşüne uymuş.
Nehrin akışının tersi yönünde kısa mesafe uçuşlar yapıp çığlıklar atarak suyun üzerine yeniden konuyorlar.
Bizimkiler de olmasa hiç otomobil sesi duyulmayacak. Bir film setinde gibiyiz. Tarih bu kentte, 300 yıl önce donup kalmış.
Bohemya'dayız...
Çek Cumhuriyeti'nin Almanya sınırındaki kenti Karlovy Vary...
Aslında kent 300 yıl önce kurulduğunda dönemine sanat merkezliği yapmış.
O dönemden kalma en büyük tiyatro binası ilk günkü güzelliğiyle ayakta.
Sanat merkezi olma özelliğini, adını verdiği film festivali ile bugün de korurken, ünlü kaplıcaları da şifa dağıtmaya devam ediyor.
Kaplıcası ve kaynak sularıyla şifa vermek için konuk ettiği isimlerden bazılarına bakıldığında kentin güzelliğinin asırlardır devam ettiği görülüyor:
Bach, Mozart, Paganini, Geothe, Beethoven, Freud, Schopen, Schindler...
Ve Mustafa Kemal Paşa...
Dünyanın en tanınmış isimlerini ağırlayan Karlovy Vary'yi Atatürk'ün seçmesindeki neden ise kentin tarihçisinin aktardığına göre mide ve bağırsaklarındaki hastalığından.
Çanakkale Savaşı'nın ardından yaveri ile bir ay geçirdiği Florencie Sanatoryumu'nda kendisine bakan doktorun yazdığı raporda, Atatürk'ün rahatsızlığının nedeni ‘‘yorgunluk ve hazımsızlık’’ olarak yer almış.
Aslında sanatoryuma uzun süreli kalmak için gitmiş.
İstanbul'daki gelişmeler üzerine bir ay kalabilmiş, tedavisini yarım bırakıp İstanbul'a dönmüş.
VALİNİN ESPRİSİ
Karlovy Vary bölgesinin valisi bugün, ‘‘Bizim burada topladığımız o kadarlık güç bile koca padişahı devirmesine yetti’’ esprisini yapıyor.
Mustafa Kemal'in kaldığı sanatoryum, alışılageldiği gibi öyle ormanın içinde dev bir bina falan da değil.
Nehrin kenarındaki sokak içinde yan yana sıralanmış binalar arasına sıkışmış 10 metre kadar eninde, beş katlı bir apartman görünümünde.
İlk giriş katının ortasında yer alan, içten küçük bir kemer ile ikiye ayrılmış suit odada kalmış.
İlk odada bir masa ve çevresinde 4 sandalye ile duvar tarafında cam bardak ve porselen tabakların yer aldığı iki komodin duruyor.
Diğer bölmede de yatağı varmış. Binayı restore eden şehrin tarihçisi ve mimarı, Mustafa Kemal'in o gün odasında yer alan eşyaların korunduğunu, binanın renavasyonu tamamlandığında aynen yerine konulacağı sözünü verdiler.
Dinlenmek ve şifa bulmak için seçtiği Karlovy Vary'yi görünce, O'nun tarih, sanat ve kültürel birikiminin düzeyini daha iyi anlıyoruz.
Yazının Devamını Oku 
7 Mart 2002
<B><I>PRAG</I><br><br>TÜRKİYE'</B>de,<B> ‘‘Girelim mi girmeyelim mi?’’</B> tartışması devam ederken, Cumhurbaşkanı <B>Ahmet Necdet Sezer</B>'in resmi ziyaretini sürdürdüğü Çek Cumhuriyeti ve Slovakya, Avrupa Birliği kapısının eşiğine gelmiş bulunuyor. Barış içinde 10 yıl önce ayrılan iki ülke, şimdi AB çatısı altında bir araya gelmek için çabalıyor.
Her iki ülke de 31 maddelik AB müzakerelerinin büyük bölümünü tamamlamış durumda.
Her ikisi de bu yılın sonunda Danimarka'da yapılacak olan AB zirvesinde, muhtemelen diğer 10 ülke ile birlikte AB eşiğinden içeri gireceği tarihi alacak.
Görünen o ki, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya 2004'te AB'nin yeni üyeleri olacak.
Geriye kalan Türkiye, Bulgaristan ve Romanya için de bu yıl sonu kritik.
Öyle görünüyor ki Bulgaristan ve Romanya için bu zirvede tam üyelik müzakerelerini daha da hızlandırma kararı çıkacak ve 2007'de tam üye olarak AB'ye girebilecekler.
Türkiye şu an tartışma konusu yaptığı orta vadeli vaatlerini gerçekleştirmediği takdirde bu treni kaçıracak. Bir daha AB kapısının ne zaman açılacağı da belli değil.
KİŞİ BAŞINA ÇÖP MİKTARI
Oysa 10 yıl önce barış içinde ayrılan Çek Cumhuriyeti ve Slovakya'nın AB mücadelesi Türkiye gibi öyle çok eski bir tarihe de dayanmıyor.
Daha 5 yıl öncesine kadar mali sıkıntı içinde olan Çek Cumhuriyeti ve Slovakya bugün AB adayı 13 ülke arasında ekonomik göstergeleri en iyi durumdaki iki ülke.
Sezer'in dün geldiği 10 milyon nüfuslu Çek Cumhuriyeti'nde yıllık enflasyon, Türkiye'nin aylık enflasyonu kadar; yüzde 4...
AB verilerine göre canlı doğumda bebek ölüm oranı Çek Cumhuriyeti'nde binde 4 iken, Türkiye'de bu oran binde 35.3...
İşsizlik oranı Çek Cumhuriyeti'nde yüzde 8.8 iken, son iki krizin ardından Türkiye'de bu oran yüzde 20'leri geçti.
Kişi başına düşen milli gelirde de Çek Cumhuriyeti Türkiye'yi 4'e katlamış; 14 bin Euro...
AB verilerinde ilginç ayrıntılar da var.
Örneğin kişi başına düşen çöp miktarı; Çek Cumhuriyeti'nde bu oran 327 kilogram olarak gösteriliyor. Türkiye'nin kişi başına düşen çöp miktarı ise bilinmediğinden göstergelerde çizgi olarak yer alıyor.
Çek Cumhuriyeti'nin bugünkü seviyesine ulaşmasındaki en önemli etken ise turizm.
Açık bir müze olan ve her sokağında ayrı bir detayın yakalandığı Prag'a geçen yıl 40 milyon turist gelmiş. Bu yıl koydukları hedef ise 70 milyon...
Türkiye ise 15 milyon hedefine ulaşmak için vade koyuyor.
Geçen yıl Türkiye'den Prag'a gelen turist sayısı 40 bine ulaşmış. Çek Cumhuriyeti'nden giden turist sayısı ise 30 bin civarında.
TÜRKİYE NEREDEYDİ
Uzun yıllardır Prag'da turizm işiyle uğraşan Ergin Tuncel'in aktardığına göre Çekler Türkiye'yi yeni yeni tanımaya başlamış.
Tuncel ve kalabalık bir grup Türk turizmci arkadaşlarıyla birlikte Solıdni Nejistota isimli pub'da sohbet ederken yaşadıklarımız da bunu doğrular nitelikteydi.
Yan masada oturan ve konuştuğumuz dili çözmeye uğraşan bir çift yanımıza yaklaşarak nereli olduğumuzu sordu.
‘‘Türkiye’’ yanıtını verdiğimizde bayanın sorusu, ‘‘Siz kadınlara eziyet edilen ülkedensiniz değil mi? Sizin de 4 eşiniz var mı?’’ idi.
Yanındaki erkek arkadaşının yaklaşımı ise daha farklıydı:
‘‘Türkiye'nin yeri neresiydi, Arabistan'ın oralarda bir yerde değil mi? Yok yok yanlış hatırlıyorum eski Sovyetler içinde bir yerlerde Rusya'ya yakın olması gerek...’’
Yazının Devamını Oku 
5 Mart 2002
<B>CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer'</B>in, 10 yıl ayrılıktan sonra bir başka çatı altında birleşmek için uğraşan Slovakya ve Çek cumhuriyetlerine yapacağı resmi ziyareti bugün başlıyor. Gezi, 30 Eylül 1992'de ayrılmalarının ardından bu iki cumhuriyete cumhurbaşkanı düzeyinde yapılacak ilk resmi ziyaret olma özelliğinde.
Bundan önceki ziyaret, iki ülke Çekoslovakya adıyla bir arada iken 1991 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından gerçekleştirildi.
HAVEL'İN SÖZLERİ
Özal'ın ziyaretine Çek Cumhuriyeti'nden karşılık Ekim 2000'de geldi.
Ziyaret Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Havel'in, Türkiye'den ayrılmadan önce Kürtlere ilişkin sözleriye gölgelendi.
Havel, o gün basın toplantısında öğle yemeğinde birlikte olacağı kişilerden söz ederken şunları söyledi:
‘‘Bir kısmı Kürt azınlığından olan insan hakları savaşçılarından daha fazla bilgi alacağım...’’
Havel sözlerini, ‘‘Türkiye çapında Kürtlere kendi dillerini kullanmasına izin verilmesini istiyorum’’ diye tamamlayınca tepkilerle karşılaştı.
BANES KARARNAMELERİ
Kürtçe, AB yolundaki Türkiye'nin bugün yine gündeminde.
Havel'in ülkesinin de AB yolunda benzer bir sıkıntısı var.
Sıkıntının temeli 2. Dünya Savaşı'nın hemen sonrasına rastlıyor.
O dönemde Çekoslovakya'da yaşayan Sudet Almanları ile Macar asıllılar, ‘‘Savaşta Alman Nazileri ile işbirliği yaptınız’’ diye suçlanıyor.
Dönemin Cumhurbaşkanı Edward Banes, daha sonra kendi adını alacak olan kararnameler çıkarıp bu kişileri tehcire uğratıyor.
AB'ye verdiği vaatlerin yüzde 85'ini tamamlayan ve tam üyelik müzakereleri çoktan başlayan Çek Cumhuriyeti'nin karşısına 50 yıl önceki bu sorun dikilmiş durumda.
Almanya ve Avusturya, Banes kararnamelerinin kaldırılmasını istiyor.
Hatta, kararnameler kalkmazsa bunun Çek Cumhuriyeti'nin AB'ye tam üyeliğinde engel oluşturacağını bildirdi.
Çek hükümeti ise, ‘‘Onlar vatan hainliği yaptı. Bu benim iç işim’’ diyerek kararnamelerin kaldırılmayacağını açıkladı. Almanya Başbakanı Gerhard Schröder de kısa bir süre önce Prag'a yapacağı resmi geziyi bunun üzerine iptal etti.
ATATÜRK'ÜN KAPLICASI
Sezer'in AB kapısına daha yakın olan bu iki ülkeye yapacağı gezinin ana teması ise bunların ötesinde.
Sezer'in gezisindeki hedef, son 2 yıl içinde büyük bir gelişme sağlayan ve 150 milyondan 300 milyon dolara ulaşan ticaret hacmini artırmak.
Askeri alandaki olumlu işbirliğinin diğer alanlarda da gelişimini sağlama konusunda atılmış olan temelleri sağlamlaştırmak.
Sezer'in ele alacağı diğer konular; terörizm, insan ve uyuşturucu kaçakçılığının önlenmesi konularında işbirliğini artırmak, Afganistan, Ortadoğu ve Balkanlar'daki gelişmeleri gözden geçirmek olarak özetleniyor.
Cumhurbaşkanı'nın gezisinin son durağında Çek Cumhuriyeti'nde ilginç bir gezi de var.
Sezer, Atatürk'ün 1918 yılında yaverini de yanına alıp bir ay dinlendiği Karlavi Vari kaplıcalarını gezecek.
Karlavi Vari kaplıcaları dünyanın birçok ünlüsünün gelip dinlendiği ve şifa aradığı yer olarak biliniyor.
Kaplıca bugüne kadar Bach, Mozart'ın da arasında bulunduğu dünyanın ünlü sanat, bilim ve devlet adamlarını ağırlamış. Cumhurbaşkanı Sezer, Atatürk'ün Karlavi Vari'de kaldığı oteli de görecek.
Sezer, 10 yıl önce ayrılıp, şimdi AB çatısı altında birleşmek için çaba gösteren ve ev ödevinin birçoğunu tamamlayan bu iki ülkeye gezisiyle bugüne kadar sürdürdüğü Doğu Avrupa ülkelerine ziyaretlerini de tamamlamış olacak.
Yazının Devamını Oku 
3 Mart 2002
<B>MİLLİ </B>Güvenlik Kurulu'nun çarşamba günü yapılan toplantısında idam cezasıyla birlikte Kürtçe yayın serbestisi de masaya yatırılıyor. İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'den gelen şu öneriye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de destek veriyor:
‘‘Kürtçe yayın TRT'nin GAP kanalından yapılsın...’’
Aslında, TRT-GAP kanalının Kürtçe yayın yapması fikri yeni değil.
İlk kez 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından dile getirilmişti.
Özal, 1991 yılında TRT-GAP kanalı kurulduğunda, birkaç saatlik Kürtçe yayın yapılması düşüncesini açıkladığında sert eleştirilere uğramış ve konuyu kapatmak zorunda kalmıştı.
SONRA YÜCELEN
Aradan 8 yıl geçtikten sonra aynı düşünce bu kez, insan haklarından sorumlu Devlet Bakanlığı döneminde İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen tarafından dile getirildi.
Yücelen, 10 Ağustos 2000'de Sedat Ergin'e verdiği demeçte şöyle demişti:
‘‘Şahıs olarak Kürtçe eğitim almak isteyen bir vatandaş varsa, ben buna karşı değilim. Kürtçe öğretilmesi için, özel olmak kaydıyla dershaneler açılabilir. Ancak ben Kürtçe matematik, Kürtçe biyoloji öğrenmek gibi bir ihtiyacın olduğunu zannetmiyorum.’’
Bakan, Kürtçe TV yayınlarına bakışını da şöyle dile getirmişti:
‘‘Kürtçe yayın ihtiyacı varsa, bunu da engelleyemezsiniz. Teknolojideki gelişmeleri dikkate aldığınızda da bu böyledir. Ancak böyle bir ihtiyaç olduğu kanaatinde değilim.’’
Yücelen bu düşüncesini açıkladığında, partisi ANAP'taki bazı milletvekilleri de dahil sert eleştirilere uğradı.
Yücelen de Özal gibi o dönemde konuyu kapatmak zorunda kaldı.
YÜZDE 15 ANLAMIYOR
Çarşamba günü yapılan MGK toplantısında konu bir kez daha açılıyor.
Toplantıda GAP TV ve terör örgütü desteğindeki yurtdışından yapılan televizyon yayınları da gündeme geliyor.
Bu konuda yapılan takdimde GAP TV'yi izleyen bölge halkının yüzde 15'inin Türkçe bilmediği için verilen yayınları anlamakta zorluk çektiğinin altı çiziliyor.
Terör örgütü yandaşı yurtdışı yayın yapan MED TV ise evlerin çatılarındaki çanak antenlerle rahatça izlenebiliyor.
İlginç olan, MED TV'nin yayınlarının yüzde 80'inin Türkçe yapılıyor olması.
Kürtçe yayınları ise daha çok şarkı-türkü ve ezgiler niteliğinde.
Takdim sonrası İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, Devlet Bakanlığı dönemindekine benzer görüşlerini dile getiriyor.
Kürtçe yayını savunuyor.
ÖZEL TV OLMAZ
Devletin zirvesinde şu endişe hákim oluyor:
‘‘Özel TV'ler de dahil bütün televizyonlara Kürtçe yayın serbestisi getirildiğinde bölgede dış kaynaktan beslenen bazı kişiler bunu kötü amaçla kullanabilir.’’
Bu aşamada Sezer'in şu önerisi geliyor:
‘‘TRT'nin GAP kanalından Kürtçe yayın yapılsın...’’
Sezer'in önerisine önemli bir itiraz gelmiyor.
Önemli olan ise Kürtçe yayına ne zaman başlanabileceği konusunda bir tarihin belirlenememesi.
Nitekim, Başbakan Bülent Ecevit de dünkü basın toplantısında ‘‘Bu konuda hükümette bir karar almadık’’ diyerek konuyu zamana bırakıyor.
Yazının Devamını Oku 
28 Şubat 2002
<B>AVRUPA </B>Birliği bu yılın sonunda Danimarka Zirvesi'nde geleceği ile ilgili önemli kararlar alacak. AB, muhtemelen bu zirvede aralarında Baltık ülkeleri ile Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya ile belki de Kıbrıs Rum Kesimi'nin de bulunduğu 10 ülkeyi, 2004 yılı başında tam üyeliğe alacağını açıklayacak.
Sırada bekleyen diğer üç ülke; Türkiye, Bulgaristan ve Romanya hakkında da karar verilecek.
Öyle gözüküyor ki, ev ödevlerini tamamlama aşamasına gelen Bulgaristan ve Romanya'ya bu zirvede hızlandırılmış yol haritası verilecek.
Bulgaristan ve Romanya'nın tam üyeliğe kabulü bu yol haritasıyla 2007 yılında gerçekleşebilecek.
Peki, AB bu zirvesinde Türkiye ile ilgili bir karar alacak mı?
Bir süre önce Ankara'yı ziyaret eden AB'nin genişlemeden sorumlu Yşksek Komiseri Günter Verheugen'in verdiği mesaj şöyle özetlenebilir:
‘‘Türkiye idam cezası ve ana dilde yayın ve öğrenim, işkenceye ağır ceza getirilmesi konularında iç hukukunda düzenleme yaparsa tam üyelik müzakerelerini başlatabiliriz.’’
Türkiye, ev ödevi olarak da isimlendirilen AB katılım ortaklığı belgesindeki siyasi ölçütleri karşılarsa, 2004'te kalkacak ve 2007'de AB istasyonuna yanaşacak tren için biletini bu yılın sonunda ayırtabilecek.
SEÇİM SÜRECİ
Son günlerde koalisyon içinde de sıkıntı yaratan ve şimdilik buzluğa alınan idam cezasının kaldırılması tartışmasının gerisinde de AB takviminden kaynaklanan bu süreç yatıyor.
Sürecin yakalanıp yakalanmayacağı, Türkiye'de genel seçimin ne zaman yapılacağıyla da eş orantılı olacağa benziyor.
Koalisyondaki sıkıntı da bu noktada ortaya çıkıyor.
ANAP sürecin yakalanmasını ve 2004'te AB ile tam üyelik müzakerelerini başlatacak biletin bu yılın sonunda alınmasını istiyor.
ANAP'ın, 20 ay içinde yapılacağı artık kesinleşen genel seçimde propagandasını bu bilet üzerine oturtacağı görülüyor.
DSP'deki ağırlıklı eğilim de aynı yönde.
MHP ise tabanı ile AB arasına sıkışmış durumda;
Bir yanda 1999 seçimlerinde kendisinin çok yüksek bir oy oranına ulaşmasını sağlayan seçmenine verdiği vaatler...
Diğer yanda AB treninin kaçmasına neden olan taraf yaftasının üzerine yapıştırılacağı kaygısı.
Buna, yaşadığı güven bunalımını da eklemek gerekiyor.
SONBAHAR BAŞI
IMF ile yapılan görüşmelerde, ‘‘Bunları Derviş istiyor da IMF'ye mi söyletiyor’’ ikilemine düşen MHP, AB ile yaşanan süreçte de aynı güven bunalımını ANAP'a karşı yaşıyor:
‘‘Bunları Yılmaz istiyor da AB'ye mi söyletiyor...’’
MHP'de sıkça konuşulan bu sorunun açılımı şöyle:
‘‘Yılmaz Doğu ve Güneydoğu oylarına göz dikti, seçimde bu bölgeden oy almak için bu girişimleri yapıyor. Milli bir mesele üzerine oy avcılığı peşinde koşuyor.’’
Adının yazılmasını istemeyen MHP'nin etkin milletvekilinin dünkü şu sözleri de bu açıdan dikkat çekici:
‘‘Hükümetin kritik eşiği bu sonbahar başıdır. Bu eşiği aşarsa seçim 2003 Kasımı'na kalır. Eğer aşamazsa bu yılın kasım ayında bir seçime gidilirse şaşmamak lazım.’’
Açıkça söylemese de eşik, AB'ye orta vadede gerçekleşeceği sözü verilen idam cezasının terör suçlarında da kasım ayına kadar kalkıp kalkmayacağı.
MHP tabanını göz ardı edeceğe benzemiyor.
Bu durumda, Danimarka Zirvesi öncesi yapılacak bir genel seçimde, henüz Türkiye hakkında bir karar bulunmadığından, ‘‘AB yoluna taş koydu’’ suçlamasıyla da karşılaşmayacağını hesap ediyor.
Yazının Devamını Oku 
26 Şubat 2002
<B>MHP </B>Genel Başkanı, Başbakan Yardımcısı <B>Devlet Bahçeli'</B>nin Başbakanlık'taki makamının geçen hafta sürpriz bir ziyaretçisi vardı: Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk...
MHP'den aktarıldığına göre, aslında randevu çok kısa süreli ayarlanmış. Bahçeli-Selçuk arasındaki görüşme, o kadar koyu bir sohbete dönüşmüş ki, tahmin edilenin çok ötesine geçmiş, saatler sürmüş.
Konu, Cumhuriyet'in içinde bulunduğu mali sıkıntıdan çıkıp, Türkiye'nin bugünü ve geleceğine ilişkin görüş alışverişine dönüşmüş.
Ağırlıklı olarak da Türkiye'nin Avrupa Birliği süreci üzerinde durulmuş.
Bahçeli-Selçuk buluşmasının MHP'deki yorumu şöyle:
‘‘Başbakan Yardımcısı ile bir Gazete İmtiyaz Sahibi'nin görüşmesinin ötesine geçti. Kuvayı Milliye ruhu canlandı diyebiliriz. Birçok konuda Sayın İlhan Selçuk ile aynı düşündüğümüzü gördük. Bundan memnunuz.’’
ONLAR BENİM GİBİ
Görüşmeyi dün İlhan Selçuk'a sorduk; Bahçeli'yi ziyaretini doğruladı. Görüşmesinin gerekçesini şöyle açıkladı:
‘‘Görüşmem Cumhuriyet Gazetesi'nin kişiliği ve kimliğini yaşatma çabasından kaynaklanıyor. Sadece Sayın Bahçeli ile değil, Sayın Ecevit ve Cumhurbaşkanı ile de görüştüm.’’
Selçuk'a MHP'den yayılan şu sözleri aktardık:
‘‘İlhan Selçuk ile ağırlıklı olarak AB konuştuk. Bizimle aynı düşünüyor. En küçük bir görüş ayrılığımız yok. Aramızda ittifak oluştu.’’
Selçuk, bu haberlerin özüne itiraz etmedi, ‘‘Bizim düşüncemiz de Fransa, İtalya, İspanya gibi AB'ye kendi kişiliğimizle girelim yönünde’’ dedi.
İlhan Selçuk'un itirazı tek bir noktaya oldu:
‘‘Ben onların İlhan Selçuk gibi düşünmeye başladığını gördüm...’’
KUVAYI MİLLİYE RUHU
MHP'nin geçmişteki itici gücünun ‘‘kahrolsun komünizm’’, ‘‘kızıl elma’’, ‘‘Orta Asya’’ olduğunu anımsattı. Komünizmin kalmadığını, Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlığına kavuştuğunu, Doğu-Batı blokunun kalktığını anımsattı ve ekledi:
‘‘MHP'nin yeniden yapılanması, milliyetçiliği ulusal kimlik üzerine yapmaları gerekiyordu. Şimdi onu yapıyorlar.’’
MHP'nin, İlhan Selçuk görüşmesinden memnuniyeti, AB sürecinde kendileri gibi düşünen başka kesimlerin de olduğunu kamuoyuna göstermek. Türk Ceza Kanunu değişiklikleri, idam cezası, Kürtçe yayın ve eğitim konularında, ‘‘MHP tek başına direnen taraf’’ imajını silmek.
Bunun için, geçmişte en sert, hatta acımasız çatışma içinde bulunduğu, bugün ise aynı noktada buluştuğu taraflarla ittifak oluşturmak. Kendi deyimleriyle ‘‘Kuvayı Milliye ruhunu canlandırmak’’...
MHP'nin koalisyonda bundan böyle tutumunun ne olacağına gelince.
Başbakan Bülent Ecevit'in önceki gün Sedat Ergin'e, ‘‘Yolun yarısına geldik’’ diyerek start verdiği seçim süreci, MHP'de başlamış.
MHP, bu süreçte kendi kimliğini hafızalarda canlandırma, ‘‘uysal çocuk’’ görüntüsünden kurtulma kararlılığında.
Bir yandan, ‘‘AB'ye girmeye karşı değiliz, hatta destekliyoruz’’ derken, ‘‘ama’’ diye başlayan bir diğer cümle ile de ihmal etmiş gözüktüğü tabanına sahip çıkacak.
Seçim sürecinde ANAP'a AB kozunu kullandırmamak için gayret edecek.
Muhalefet partileri tarafından da sıkça vurgulanan, ‘‘MHP teslim oldu’’ imajını silmek için çabalayacak.
Ortaklarına, ‘‘hükümette anlaşamadık, isterseniz gidin muhalefetle anlaşın’’ da demeyecek.
Koalisyonda vuruşarak kalacak.
Hükümette işler eskisi gibi olmayacak.
Yazının Devamını Oku 