18 Nisan 2002
<I>Vilnius</I><br><B>NATO</B>'nun en büyük ordularından birisine sahip olan Türkiye,<B> </B>Avrupa ordusuyla ilgili tartışma tam olarak bitmeden, şimdi yeni bir tartışmanın içine girdi. Tartışmanın konusu ise kısaca şöyle özetlenebilir:
‘‘Rusya, İttifak'a tam üye olmadan NATO'nun karar mekanizmasında veto hakkına sahip olabilir mi?’’
Yani, NATO'nun gerçekleştireceği operasyonlarda veya tatbikatlarda veto hakkı elde edebilir mi?
Bu konu aslında NATO içinde alttan alta tartışılıyordu.
ABD'nin eski başkanı Bill Clinton ile, Rusya eski başkanı Boris Yeltsin arasında gerçekleşen zirvede de konu gündeme gelmişti.
O dönemde, NATO içinde, Rusya'nın da katılımıyla oluşturulacak komisyon aracılığıyla danışma mekanizmasının kurulması düşüncesi hayata geçirilmişti.
NATO'nun Kosova'ya gerçekleştirdiği bombardıman sonrasında Rusya bu mekanizmanın çalışmadığını öne sürerek geri çekildi.
Putin'in işbaşına gelmesiyle konu tekrar gündeme taşındı.
Putin, NATO içinde oluşturulan komisyonun işlerlik kazanması için kendilerinin de operasyon kararlarına katılması gerektiğini bildirdi.
Nitekim, ABD'nin yeni başkanı Bush ile Putin arasında gerçekleşen görüşmelerde bu düşünce tekrar ön plana çıktı. Buna göre, Rusya NATO'nun üyesi olmayacak, ancak karar mekanizmasında oy hakkı bulunacak.
Putin'in bu yaklaşımına İngiltere Başbakanı Tony Blair de destek verdi.
Böylece, NATO'nun 19 asli üyesinin yanı sıra, Rusya da karar alma ve kararların uygulama mekanizmasında bulunma yetkisine sahip olacak.
SEZER'İN KARŞI ÇIKIŞI
Yani, tam üye olmadan tam üyeymiş gibi söz hakkını elde edecek. Bir anlamda bir zamanlar Varşova Paktı'nın önderi olarak mücadele ettiği NATO'ya hiçbir yükümlülük almadan arka kapıdan girmiş olacak.
Bu konu, Türk kamuoyunun gündeminde bugüne kadar öne çıkmadı. Türkiye'nin konuya yaklaşımı ilk kez dün Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından açıkça dile getirildi.
Sezer, Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta Cumhurbaşkanı Valdas Adamkus ile yaptığı görüşme sonrası düzenlenen basın toplantısında Türkiye'nin görüşünü net bir dille ortaya koydu.
Rusya'nın bu daimi ortaklık komisyonu dışında 20. üyeymiş gibi davranmak istediğini kaydetti. Sezer, Rusya'nın bu talebini Türkiye'nin veto edeceği sinyalini şu sözlerle verdi:
‘‘Rusya'nın, NATO'da hiçbir yükümlülük almadan NATO'nun tam üyesiymiş gibi davranmasını ihtiyatla karşılıyoruz. Çünkü bu takdirde tam üye olmayan bir ülkeye veto hakkının verilmesi sözkonusu olacaktır.’’
Sezer, sorunun ileride çözüme kavuşturulacağını düşündüğünü de vurguladı.
BALTIK'TAN TSK'YA DAVET
Sezer'in üç Baltık ülkesindeki gezisinde de ağırlıklı konu NATO oldu. Letonya, Litvanya ve Estonya, kasım ayında Prag'da yapılacak NATO zirvesinde İttifaka tam üye olmak istiyor.
Sezer de bu konuda Türkiye'nin desteğini açıkça dile getirdi.
Askerlerinin eğitimini Türkiye'de gerçekleştiren üç Baltık ülkesinden biri olan Litvanya'nın Türkiye'den bir de talebi oldu.
Cumhurbaşkanı Adamkus, 3,5 milyon nüfuslu ülkesinin silahlı kuvvetlerinin modernizasyonun Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilmesi ve ortak tatbikat yapılması önerisini Sezer'e iletti.
Öyle gözüküyor ki, mayısta Rejkjavik'te yapılacak Dışişleri Bakanları toplantısı sonrasında NATO konusu kasım ayında Prag'daki zirveye kadar Türkiye'nin gündemine yeniden oturacak.
Yazının Devamını Oku 
16 Nisan 2002
<I> RİGA </I><br><B>CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer</B>, yılbaşından bu tarafa ilginç bir dış gezi programı uyguluyor. Bu yılın sonunda yapılacak Danimarka zirvesinde, 2004'ten itibaren Avrupa Birliği'ne tam üye olarak kabul edilmesi beklenen ülkeleri sırasıyla ziyaret ediyor.
Bir ay önce Slovakya ve Çek cumhuriyetlerindeydi, bugün de Baltık'ta...
Sezer'in bu hafta sonuna kadar dolaşacağı üç ülke; Letonya, Litvanya ve Estonya...
Her üçü de 2004'ten itibaren AB'ye tam üye olacak 10 ülke arasında bulunuyor.
Aslında Türkiye'nin bu üç ülke ile yoğun ticari ve diplomatik ilişkisi yok.
Hatta yakın zamana kadar bu üç ülke ile diplomatik ilişkiler Türkiye'nin Litvanya Büyükelçiliği aracılığıyla yürütülüyordu.
137ASKER NEREDE?
Estonya'nın Ankara'da büyükelçilik açması sonucu, Türkiye de bu ülkede büyükelçilik açtı.
Türkiye ve Letonya'nın ise hala birbirlerinde büyükelçilikleri bulunmuyor.
Bundan dolayı, bu ülkeye gelmek isteyen bir kişinin pasaportu İstanbul- Helsinki arasında mekik dokuyor.
Oysa, Letonya ve Türk halkı birbirini 1877-78 Rus savaşından bu tarafa tanıyor.
Rusya Plevne Savaşı'nda esir aldığı 163 Türk askerini Başkent Riga'ya bir saat kadar uzaklıktaki Cesis iline göndermiş.
Cesis halkı Türk askerlerini çok sevmiş.
İçlerinden 26'sı kısa sürede vefat etmiş.
Cesis halkı onlar için bir şehitlik yapmış.
Sezer de bugün bu şehitliği ziyaret edecek.
Geri kalan 137 asker için ise Cesis halkı şöyle diyor:
‘‘İçimize kaynaşıp gittiler...’’
Bu üç ülkenin toplam nüfusuna bakıldığında ortaya çıkan tablo da ilginç.
İSTANBUL'UN YARISI
Her üçünün toplam nüfusu İstanbul'un neredeyse yarısı.
Örneğin, Sezer'in dün geldiği Letonya'nın nüfusu 2,5 milyon.
Bugün gideceği Litvanya ise 3.7 milyon nüfusa sahip.
Estonya ise içlerinde en küçüğü; 1.4 milyon nüfus.
Ancak, 2004'ten itibaren her üçü de nüfuslarına bakılmadan AB'nin tam üyesi olacaklar.
Tam üye olduklarında, diğer AB üyesi ülkelerle oyları eşit sayılacak.
Türkiye'nin tam üyeliği ile ilgili karar verici konumda olacaklar.
Oysa, her üç ülke bağımsızlığına 10 yıl önce Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla kavuştu.
Bugün ulaştıkları nokta 10 yıl öncekinin çok ötesinde.
Letonya'nın parasının değeri bugün doların neredeyse iki katı.
Kişi başına düşen milli gelir ise 5 bin dolara yaklaşmış bulunuyor. Diğerlerinin durumu da farklı değil.
AB'ye başvuru tarihleri de Türkiye'den neredeyse 30 yıl sonra.
Oysa bugün her üçü 31 başlık altında toplanmış tam üyelik müzakerelerinden 29'unu tamamlamış.
Sezer'in gezdiği diğer AB adayı ülkelerin olduğu gibi bu üç ülkenin Türkiye'den de beklentisi var.
Hepsi de NATO üyesi olmak için Türkiye'nin desteğini istiyor.
Sezer'in dünkü sohbetimizde de vurguladığı gibi bu üç ülkenin gelecekte Türkiye'nin AB adaylığında önemli bir rol alması kaçınılmaz. Dolayısıyla onlar aday olmadan önce ilişkileri geliştirmek Türkiye'nin tam üyelik süreci açısından da önemli bir durum arzediyor.
Yazının Devamını Oku 
16 Nisan 2002
RİGA CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer, yılbaşından bu tarafa ilginç bir dış gezi programı uyguluyor.Bu yılın sonunda yapılacak Danimarka zirvesinde, 2004'ten itibaren Avrupa Birliği'ne tam üye olarak kabul edilmesi beklenen ülkeleri sırasıyla ziyaret ediyor.Bir ay önce Slovakya ve Çek cumhuriyetlerindeydi, bugün de Baltık'ta... Sezer'in bu hafta sonuna kadar dolaşacağı üç ülke; Letonya, Litvanya ve Estonya...Her üçü de 2004'ten itibaren AB'ye tam üye olacak 10 ülke arasında bulunuyor. Aslında Türkiye'nin bu üç ülke ile yoğun ticari ve diplomatik ilişkisi yok.Hatta yakın zamana kadar bu üç ülke ile diplomatik ilişkiler Türkiye'nin Litvanya Büyükelçiliği aracılığıyla yürütülüyordu.137ASKER NEREDE?Estonya'nın Ankara'da büyükelçilik açması sonucu, Türkiye de bu ülkede büyükelçilik açtı. Türkiye ve Letonya'nın ise hala birbirlerinde büyükelçilikleri bulunmuyor. Bundan dolayı, bu ülkeye gelmek isteyen bir kişinin pasaportu İstanbul- Helsinki arasında mekik dokuyor.Oysa, Letonya ve Türk halkı birbirini 1877-78 Rus savaşından bu tarafa tanıyor.Rusya Plevne Savaşı'nda esir aldığı 163 Türk askerini Başkent Riga'ya bir saat kadar uzaklıktaki Cesis iline göndermiş. Cesis halkı Türk askerlerini çok sevmiş. İçlerinden 26'sı kısa sürede vefat etmiş. Cesis halkı onlar için bir şehitlik yapmış. Sezer de bugün bu şehitliği ziyaret edecek. Geri kalan 137 asker için ise Cesis halkı şöyle diyor: ‘‘İçimize kaynaşıp gittiler...’’Bu üç ülkenin toplam nüfusuna bakıldığında ortaya çıkan tablo da ilginç. İSTANBUL'UN YARISIHer üçünün toplam nüfusu İstanbul'un neredeyse yarısı. Örneğin, Sezer'in dün geldiği Letonya'nın nüfusu 2,5 milyon. Bugün gideceği Litvanya ise 3.7 milyon nüfusa sahip.Estonya ise içlerinde en küçüğü; 1.4 milyon nüfus.Ancak, 2004'ten itibaren her üçü de nüfuslarına bakılmadan AB'nin tam üyesi olacaklar.Tam üye olduklarında, diğer AB üyesi ülkelerle oyları eşit sayılacak.Türkiye'nin tam üyeliği ile ilgili karar verici konumda olacaklar. Oysa, her üç ülke bağımsızlığına 10 yıl önce Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla kavuştu.Bugün ulaştıkları nokta 10 yıl öncekinin çok ötesinde. Letonya'nın parasının değeri bugün doların neredeyse iki katı. Kişi başına düşen milli gelir ise 5 bin dolara yaklaşmış bulunuyor. Diğerlerinin durumu da farklı değil. AB'ye başvuru tarihleri de Türkiye'den neredeyse 30 yıl sonra.Oysa bugün her üçü 31 başlık altında toplanmış tam üyelik müzakerelerinden 29'unu tamamlamış.Sezer'in gezdiği diğer AB adayı ülkelerin olduğu gibi bu üç ülkenin Türkiye'den de beklentisi var.Hepsi de NATO üyesi olmak için Türkiye'nin desteğini istiyor. Sezer'in dünkü sohbetimizde de vurguladığı gibi bu üç ülkenin gelecekte Türkiye'nin AB adaylığında önemli bir rol alması kaçınılmaz. Dolayısıyla onlar aday olmadan önce ilişkileri geliştirmek Türkiye'nin tam üyelik süreci açısından da önemli bir durum arzediyor.
button
Yazının Devamını Oku 
14 Nisan 2002
<B>DÜNYANIN</B> en iyi klasiği sayılan bir filmi kaç kez izleyebiliriz? Veya bir tiyatro oyununu.
Ya da bir ürünün tanıtıldığı reklam filmini...
Hem de oyuncuları ve sahnelerinde hiç değişiklik olmadan.
Gösterimde en uzun süre Miserables (Sefiller) müzikali kaldı.
Oysa, Miserables'ta bile kaç kez ekip ve sahne yenilendi.
Klasik sahne yapıtları; Toska, Turandot, Romeo Juliet, Rigoletto, Faust dahi günümüze uyarlandı.
Hatta Hamlet...
Bilgisayarın film sanayiine girmesiyle yepyeni teknikler ortaya çıktı.
REKOR KIRDI
Peki, Türkiye'nin yurtdışından turist çekmek için kullandığı tanıtım filmi kaç yıldır vizyonda?
Sıkı durun...
Tam tamına 10 yıldır...
Bakanlık 1992 yılında uzun metrajlı tanıtım filmi çektirmiş.
O günden bu yana, Türkiye'nin yurtdışındaki tanıtımlarında bu filmin içinden alınan bölümler kullanılmış.
Hatta özel sektörün kısa metrajlı reklam filmlerine de kaynakça olmuş.
Türkiye'yi tanıtan afiş ve posterlerde de durum farklı değil.
Nemrut'taki kral başı, Efes veya Ölü Deniz...
Bu posterler de 1987'de, yani 15 yıl önce hazırlanmış.
Bütün bunları, Ankara'da bugün sona erecek olan 2. Turizm Şûrası'ndaki konuşmalardan öğreniyoruz.
Şûranın yapıldığı salona girerken, zihniyet değişikliğine karar verildiğinin ilk işaretlerini görüyoruz.
Bilgisayar teknolojisi kullanılarak yepyeni afişler hazırlanmış.
Örneğin, Nemrut'taki kral başı ve Efes, denizin kenarına indirilmiş.
Hazırlanan kısa metrajlı reklam filmi de kıpır kıpır.
Tarkan'ın Hüp parçası eşliğinde, bütün güzellikleri ve mis gibi havasıyla Türkiye'yi 40 saniyede içinize çekiyorsunuz.
Turizm Bakanı Mustafa Taşar, vizyonda kalma rekoru kıran uzun metrajlı filmin yerine yenisinin çekilmesi için hazırlıklara başladıklarını bildirdi.
VERİLMEYEN HİZMET
Taşar hedefini, ‘‘Türkiye markası yaratmak’’ diye açıkladı.
Bir ülkenin tanıtımının, sadece film ve afişle olmayacağı bir gerçek.
Turisti getirecek uçak şirketleri, tur operatörleri, rehberlik hizmeti ve tesisler de bir o kadar önemli.
Ancak, Türkiye son 10 yılda tam 23 havayolu şirketini kaybetti.
Bir elin parmağını geçmeyen sayıdaki uluslararası tur operatörlerine yenilerini ekleyemedi. Uluslararası ortaklıklara katılamadı.
Yabancı havayolu ve tur operatörlerine bağımlı kaldı.
Bundan dolayı Akdeniz çanağının en yeni ve modern tesislerini hak ettiği fiyattan satamadı.
Buna karşın, gelen turistten de vermediği hizmetin parasını istedi.
Örneğin, liman veremediği kruvaziyerden liman ücreti, sağlık hizmeti veremediği yattan da sağlık parası aldı.
Özel sektör, kendi otelinin reklamını yapma görevini devletten bekledi.
Şûrada bütün bunlar masaya yatırıldı, çözüm önerileri getirildi.
Avrupa'nın Euro'ya geçmesi, 11 Eylül, Afganistan ve Ortadoğu'daki gelişmelerden dolayı belki bu yıl da turizmde beklenen olmayacak.
Ancak şûrada alınacak kararların hayata geçirilmesi halinde gelecek yıllarda turist sayısında da, gelirinde de patlama yaratılabilir.
Bunlardan önemlisi, tanıtımın önce kendimizi daha iyi tanımaktan geçtiğini de kavramak gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 
11 Nisan 2002
<B>MİLLİ</B> Eğitim Bakanı <B>Metin Bostancıoğlu </B>hakkında soruşturma açılmasına karar verilen oylamanın yapılmasına bir saat kalmıştı.Bostancıoğlu'nun yanına gelen MHP yöneticisinin mesajı aynen şöyle oldu:
‘‘Kaygı duyma, her şey tamam, bunu da aşacağız inşallah...’’
Oysa birkaç grup ilerde oturan MHP milletvekillerinin sohbeti farklıydı:
‘‘Yarın camiye, kahveye gittiğimizde ‘Türbanı yasaklayan bakan hakkında soruşturma açtırdık' diyebilelim artık.
Milli Eğitim'deki atamalarda bir gün istediğimizi yapmadı.
Kabul oyu vereceğim arkadaş...’’
Buna, MHP’li eski Bayındırlık Bakanı Koray Aydın'ın soruşturma komisyonuna gönderilmesinin rövanşı da ekleniyordu.
MHP'ye hákim olan bu hava, sonucu da belirliyordu.
MADALYONUN DİĞER YÜZÜ
Oysa, soruşturma açılması yönünde oy kullanan MHP milletvekilleri madalyonun diğer tarafını görmek istemiyordu.
Bu yüzü özetlemek gerekirse;
Oylama sonucu, bugüne kadar koalisyondan ilgi görmeyen radikal türban eylemcilerini cesaretlendirecek.
Bundan böyle eylem yaparken, iktidar içinde 125 milletvekilinin arkalarında olduğunu varsayarak hareket edecekler.
Bostancıoğlu'na tayin yaptıramamanın hıncı hiçbir zaman bu hesabın içinde olmayacak.
Sokaktaki eylemcinin kapısını en fazla çalacağı parti de MHP olacak.
Türban yasağını neden kaldırmıyorsunuz sorusuna yanıt da en çok onlardan istenecek.
Koalisyonun bundan sonraki sürecinde, DSP'nin ılımlı havasını teneffüs etmekte zorlanacaklar.
Muhalefetten, MHP'li bir bakan hakkında verilecek soruşturma önergesinde DSP'den ricada bulunmaları da zorlaşacak.
Bu açılardan sıkıntıya düşen MHP...
TAYİN TERFİ
ANAP'a gelince...
Oylamaya 18 milletvekili katılmadı.
Parti yönetiminde yapılan hesaplar, Bostancıoğlu aleyhine kendilerinden giden oy sayısının 7-8'i geçmediği yönünde.
Aleyhte oy kullananların gerekçeleri de aynı:
‘‘Hiçbir istediğimizi yerine getirmedi, bildiğini okudu...’’
YA DSP
DSP cephesinde durum daha dikkat çekici...
Bostancıoğlu'nun, diğer partilerin milletvekillerine yaptığı gibi kendi arkadaşlarının tayin-terfi ricalarını yerine getirmediği bir gerçek.
Hatta bu yönde taleple karşısına gelenleri azarlamaktan kötü ettiği de Meclis kulisinde sık rastlanılan bir durum.
Aleyhte oylarının nedeni de bundan.
Bunu yaparken, üzerinde durdukları, kendilerini iktidara taşıyan zemini siyasi hınç uğruna pas geçtikleri ise bir başka gerçek.
Partilerde yaşanan parodoks, Bostancıoğlu Komisyonu'nun yapacağı soruşturmada da ortaya çıkacak.
Soruşturma Komisyonu'nun kurulmasını sağlayan önerge aynen şöyle:
Keyfi ve ideolojik uygulamalarıyla eğitim ve öğretimde huzursuzluğa yol açtığı, görevini kötüye kullanması.
Oysa, partizanlık yapmadığı için en çok kendi partisi tarafından eleştirilen kişi Bostancıoğlu...
‘‘İdeolojik uygulama’’ dedikleri ise ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin değiştirilemez politikası...’’
Bu açıdan bakıldığında, üç ay sonra komisyon görevini tamamladığında bu işten galip çıkacak belli: Bostancıoğlu...
Yazının Devamını Oku 
9 Nisan 2002
<B>HÜKÜMETİN, </B>bu haftaki Meclis maratonunda üç önemli eşik bulunuyor. Bunlardan birincisiyle bugün karşılaşılacak:
DSP'li Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkında AKP tarafından verilen soruşturma önergesi.
Önerge verildiği günden bu yana DSP'de sıkıntıya yol açtı.
Nedeni de MHP'li eski Bayındırlık Bakanı Koray Aydın hakkında verilen soruşturma önergesine geçmişte DSP'nin sağladığı destek...
DSP, dün şu sorunun yanıtını aradı:
‘‘MHP de şimdi Aydın'ın rövanşını Bostancıoğlu'ndan çıkarır mı?’’
Grup başkanvekilleri aracılığıyla MHP'nin nabzı tutuldu.
DSP Grup Başkanvekili Aydın Tümen, aldıkları mesajı şöyle aktardı:
‘‘MHP Grup Başkanvekili Koray Aydın, oylama gizli de yapılsa kendi cephelerinden bir sorunla karşılaşmayacağımızı bana iletti.’’
Tümen bunları söylerken yine de oylamada risk bulunduğunu gizlemedi.
MHP'li Meclis Başkanvekili Murat Sökmenoğlu'nun şu sözleri ise DSP'deki kaygıyı giderecek nitelikteydi:
‘‘Genel Başkanımız, eski Enerji Bakanı Cumhur Ersümer oylamasında 'MHP ortaklarını arkadan hançerlemez' demişti. Bu söz bugün de geçerlidir.’’
ANAP Grup Başkanvekili Nihat Gökbulut da Bostancıoğlu önergesinin reddi konusunda partide görüş birliği olduğunu açıkladı.
Buna rağmen, Bostancıoğlu'na kendi partisi içinde de tepkinin bulunmasından olsa gerek DSP yönetiminin huzursuzluğu sürüyordu.
İKİNCİ EŞİK
Hükümetin önündeki 2. eşik, Cumhurbaşkanı'nın veto ettiği RTÜK Yasası.
DSP ve MHP, yasayı virgülüne bile dokunmadan aynen çıkarıp, Cumhurbaşkanı'nın elinden ikinci veto hakkını almak istiyor.
Ancak, ANAP'taki görüş biraz farklı.
Yasanın ‘‘evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasına katkısı olan yabancı diller dışında’’ radyo-televizyon yayınlarının Türkçe yapılmasına ilişkin hükmünün kaldırılmasını istiyor.
Anayasa ve yasalarda çok önceden kaldırılmış olan yasağın, RTÜK'ten de çıkarılıp AB sürecine katkıda bulunulmasını hedefliyor.
Nitekim Grup Başkanvekili Gökbulut, ‘‘MHP dışında bütün partiler bunu istiyor’’ diye söze başladı ve ekledi:
‘‘Hükümetteki görüş, vetolu yasanın aynen çıkması yönünde. Ancak anadilde yayınla ilgili bir önerge gelirse ne olur bilemem...’’
ANAP'lı Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun yaklaşımı ise şöyle:
‘‘Buna liderler karar vermeli...’’
Bu yönde bir önergenin verileceği mesajı ise dün DYP'den geldi.
Grup Başkanvekili Turan Güven, TRT-INT üzerinden Kürtçe yayın yapılması konusundaki görüşlerini defalarca açıkladıklarını belirtip ekledi:
‘‘Bu yönde bir önergemiz olabilir.’’
Bu durumda Meclis'te nasıl bir tablonun çıkacağı ise bilinmiyor.
ÜÇÜNCÜ EŞİK
Son eşik ise, 17 aydır Meclis gündeminde bekleyen, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanların imza yetkisini azaltan tasarı.
Cumhurbaşkanı'nın imza yetkilerinde yapılan kısıtlamalardan bazıları, koalisyon ortakları tarafından da doğru bulunmuyor.
Nitekim ANAP'lı Gökbulut kaygılarını şöyle dile getirdi:
‘‘Uluslararası anlaşmalarda Cumhurbaşkanı'nın imza yetkisini alıyoruz. Ancak diğer ülkelerde milletlerarası anlaşmalarda cumhurbaşkanlarının imzası bulunuyor. Dolayısıyla bir muhatap boşluğu yaratıyoruz. Ayrıca üst kurullarla ilgili atamalarda Bakanlar Kurulu yetkili. Bu yasada yetki ilgili bakana bırakılıyor. O zaman iki yasa birbiriyle çelişecek.’’
Hükümet bu üç eşiği de aşma konusunda kararlı.
Ancak, bir ayı aşkın süredir Meclis'te çoğunluğu sağlayamadığı için istediği performansı gösteremediği de dikkate alınmalı.
Yazının Devamını Oku 
7 Nisan 2002
<B>HÜKÜMET, </B>anadilde yayın yapılması ve idam cezasının kaldırılmasını, Meclis'in bu yasama gündeminden çıkardı. Her iki konuyu da ekim ayında başlayacak yeni yasama döneminde gündeme getirmeyi amaçlıyor.
İdam cezasının tamamen kaldırılması söz konusu olmasa dahi, anadilde yayın ve öğrenim hakkına ilişkin düzenlemenin ekim ayı sonrasında çıkarılması hedefleniyor.
Bunun nedenlerine gelince:
Koalisyonun, MHP dışındaki iki partisi, haziran ayında Sevilla'da yapılacak olan AB zirvesini görmek istiyor.
Bu zirveden, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin başlangıcına ilişkin bir takvimin çıkma ihtimali söz konusu değil.
Beklenilen, Akdeniz dayanışması içinde İspanya'nın da desteğiyle sonuç bildirgesine Türkiye ile ilgili şu çerçevede bir yaklaşımın çıkması:
‘‘Türkiye, Anayasa ve yasalarında çok önemli değişiklikleri yaptı. Yapması gereken değişiklikler ise az kaldı. Bunları da tamamlarsa aralık ayında Kopenhag'da yapılacak zirvede tam üyelik müzakerelerine dönük bir takvim gündeme gelebilir.’’
Sevilla Zirve Sonuç Bildirgesi'nde yer alacak bu yönde bir yaklaşımın, hükümetin elini güçlendireceğine inanılıyor.
Yaz boyunca, özellikle de ANAP, düzenleyeceği miting ve toplantılarla, AB karşıtlığını kırmak için kamuoyu baskısı oluşturmayı hedefliyor.
EKİM EŞİĞİ
Türkiye'nin aralıktaki AB'ye yeni şeklinin verileceği Kopenhag zirvesi öncesinde önünde bir eşik daha bulunuyor.
Bu da ekim ayının sonlarına doğru Türkiye hakkında çıkacak olan ‘‘İlerleme Raporu’’...
Ekim ayı sonuna kadar, anadilde yayın ve öğrenimle ilgili düzenleme yapıldığında, ‘‘İlerleme Raporu’’nun olumlu çıkması ihtimali çok yüksek.
Diyelim ki, bu değişiklik ekim ayı sonuna kadar gerçekleşmedi.
Bu durumda ‘‘İlerleme Raporu’’nun olumsuz çıkması da kaçınılmaz.
Buna rağmen, aralık ortasındaki zirveye kadar Türkiye'nin önünde değerlendirebileceği 2,5 aylık bir zaman dilimi bulunuyor.
Yani, aralık ortasındaki Kopenhag zirvesinden hemen önce, anadilde yayın ve öğrenimle ilgili düzenleme gerçekleştiği anda, İlerleme Raporu'ndaki olumsuzluğun ortadan kalkma ihtimali bulunuyor.
İdam konusuna gelince; Türkiye üç yıl içinde kaldıracağı taahhüdünde bulundu, AB de bunu kabul etti.
Dolayısıyla moratoryumuna devam etmesi halinde bir engel görünmüyor.
AĞUSTOS BEKLENTİSİ
Şimdi şu soruya yanıt almak gerekiyor:
‘‘Sezer, Ecevit ve MHP dışındaki partilerin desteği varken, anadilde yayın ve öğrenime ilişkin düzenleme neden bu dönemde çıkmıyor?..’’
Soruya, ‘‘Ağustos sonrasına kalması yararlı’’ yanıtı veriliyor.
Çok ilginçtir, işaret edilen tarih, Silahlı Kuvvetler'in, Genelkurmay Başkanı dahil, komuta kademesindeki devir teslim törenine denk düşüyor.
O zaman, ‘‘Komutan değişir, anlayış değişmez’’ yaklaşımının 30 Ağustos'tan sonra değişeceği iddia edilebilir mi?
Not: Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Safter Necioğlu, ANAP Lideri Yılmaz'ın, 1987 yılındaki bir MGK toplantısında yaşadıklarıyla ilgili bu sütunda yer alan sözleri üzerine aradı. Yılmaz'ın iddia ettiği gibi, Viyana Konvansiyonu'nu imzaladığı için kendisine ‘‘Kime sordun da imza attın’’ tepkisini gösterdiklerine ilişkin bir gelişmeyi anımsamadığını söyledi. Necioğlu, ‘‘Viyana'da imzalanan o metin azınlıklarla ilgili. Lozan'da azınlıkların tarifi yapılmıştır. Bunun Kürtçe ile ilgisi yok, iddia ettiği gibi, bugünkü Kopenhag Kriterleri ile bire bir benzerliği yok’’ dedi.
Yazının Devamını Oku 
4 Nisan 2002
<B>ANAP</B> Lideri, Başbakan Yardımcısı <B>Mesut Yılmaz,</B> Kürtçe konusunda askerden ilk ültimatomu aldığı günü detayıyla anımsıyor. Üzerinden tam 13 yıl geçmiş...
Ankara Büromuzdaki sohbetimize o günü anlatarak başlıyor.
1987 seçimlerinden sonra Dışişleri Bakanlığı görevine geldiğinde ilk ziyareti Viyana'ya olmuş.
Bugün ‘‘Topluluk’’ adını alan, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı'nın 15 Ocak 1989 tarihindeki toplantısına katılmış.
Viyana Konvansiyeli olarak da isimlendirilen, AGİT Sözleşmesi ikinci protokolünü Dışişleri Bakanı olarak imzalamış.
Kendisine, seyahati öncesinde verilen bilgide, Viyana İzleme Konferansı'nın beş yıldır devam ettiği, Türkiye'nin belgeyi imzalamaya karar verdiği aktarılmış.
‘‘Her şey tamamdır, siz sadece imza koyacaksınız’’ demişler.
Diğer dışişleri bakanları ile birlikte Yılmaz da belgeyi imzalamış.
Belgeyi imzalayıp Türkiye'ye dönmüş.
Birkaç gün sonra, İstanbul'da Huber Köşkü'nde yapılan Milli Güvenlik Kurulu'na (MGK) katılmış.
Başbakan Turgut Özal'ın Kürtçe yasağını kaldırmak için ilk atağı yaptığı MGK...
KİME SORDUN?
Yılmaz, o günü şöyle anlattı:
‘‘Evren Cumhurbaşkanı, Özal Başbakan, Genelkurmay Başkanı Torumtay, askerler var, tüm üyeler var. Toplantıda, ‘Viyana'da böyle bir şey imzaladım, böyle böyle yükümlüklere girdik, haberiniz var mı?' dedim’’
Başta Evren ve askerler olmak üzere hepsi kendisine yüklenmeye başlamışlar.
‘‘Sen kime sordun da imzaladın?’’ soruları peş peşe gelmiş.
Askerden aldığı ilk ültimatom karşısında ne diyeceğini şaşırmış.
O gün toplantıda içinden geçirdiği cümleyi gülerek şöyle aktardı:
‘‘Devletin bir eksikliği var ya, olacak iş değil...’’
AB KRİTERLERİNİN AYNI
Yılmaz, 13 yıl önce altına imza koyduğu belgenin bugün AB kriterlerinden daha ileri olduğunu vurguladı.
Yılmaz’ın altına imza koyunca, askerden ültimatom aldığı belgeyi dün bulup bir kez daha okuduk.
Aynen şöyle:
- Katılan devletler, toprakları üzerindeki azınlıklara mensup şahısların, insan hakları ve temel özgürlüklerinin korunmasını sağlamak üzere, gerekli tüm yasal, idari, yargısal ve diğer önlemleri alacaklar ve bağlı oldukları ilgili uluslararası anlaşmaları uygulayacaklardır. Söz konusu şahıslara karşı herhangi bir ayrımcı muameleden kaşınacaklardır.
- Katılan devletler, ülkelerindeki azınlıkların etnik, kültürel, dil ve din kimliklerinin geliştirilmesi için gerekli şartları koruyacaklar ve yaratacaklardır.
ÖZÜRLÜ ÜLKEYİZ
Yılmaz, 13 yıl önce altına imza koyduğu bu belgenin, bugün tartışma konusu yapılan AB kriterlerinin aynı olduğunu vurguladı ve ekledi:
‘‘AB Kopenhag kriterlerinde, AGİT'e ilave önemli hiçbir şey yok, ne varsa hepsi var, hepsini orada imzaladık. Etnik gruplar bile var...’’
Yılmaz'ın şu son cümlesi ise çok daha dikkat çekiciydi:
‘‘O konvansiyeli imzalayan ülkeler içerisinde taahhütlerini tam yerine getirmesi beklenmeyen, ne kadar yerine getirirse onunla yetinilen özürlü bir ülke konumundayız. Bizi imzanın arkasında durmayan, gereğini yapmayan ülke olarak gördüklerini ben her uluslararası toplantıda algılıyorum.’’
Yazının Devamını Oku 