26 Mayıs 2002
<B>DSP'</B>li bir bakan, odasında partisinin bir ilçe başkanını dinliyor. İlçe başkanı, <B>‘‘Öyle sonradan olma değil, babadan Ecevitçiyim’’</B> diyor. Sadece Bülent Ecevit'e değil, Rahşan Ecevit'e de o derece bağlı...
Bakan, ‘‘Biz seni tanıyoruz, söylemene gerek yok arkadaş’’ diyor.
O ise, bu sözleri kayda geçirmekte kararlı.
İlçe başkanının ısrarının nedeni, şu cümlesiyle ortaya çıkıyor:
‘‘DSP seçime Bülent Ecevit liderliğinde girerse ben oy vermem...’’
ZORUMA GİDİYOR
Bakanın yüzü asılıyor.
‘‘Sen bu partinin ilçe başkanısın. Ne biçim laf öyle?’’ diye çıkışıyor.
Bakanın tepkisine, ilçe başkanının karşılığı şöyle oluyor:
‘‘Bakanım, benim Ecevit'e sevgimde bir nebze azalma yok, olamaz da. Ben her zaman onlara bağlıyım. Bu sözü Ecevit'i sevdiğim için söylüyorum. Karaoğlan'ı televizyonlarda bu şekilde görmek zoruma gidiyor...’’
Bakan susuyor, ilçe başkanı devam ediyor:
‘‘Bu görüntüyle seçime gidersek baraj altında kalırız. Tulum çıkardığımız bizim ilçede bile sonuncu oluruz. Partide yenilenme şart.’’
Eskiden DSP'de bu sözleri kimse söylemezdi.
Bırakın bir bakan odasını, kulislerde dahi bu yönde sözler söylemeyi kimse düşünmezdi.
Nedeni, Ecevit'e olan ‘‘saygı ve sevgiden’’ kaynaklanıyordu.
Ancak, son dönemde DSP'liler ister kulislerde olsun, ister odalarda, bürolarda, ilçe başkanının sözlerine benzer konuşmalar yapıyor.
DSP kültürü zorlanıyor.
İlçe başkanı bir yana, bakanları dahi, ‘‘parti bu haliyle seçime girerse baraj altında kalır’’ diyor.
Öyle görünüyor ki DSP'de, şu an kendi içinde yapılan bu konuşmalar, yakında kamuoyuyla da paylaşılır hale gelecek.
İKİLİ FORMÜL
Hangi kanattan olursa olsun, milletvekilleri, hatta bakanların geleceğe ilişkin senaryoları da benzer:
‘‘2003 sonbaharında seçim yapacağımızı kamuoyuna açıklayalım. Bu süre içinde kurultayı toplayalım, yeni genel başkanı seçelim. Ecevit Başbakanlığa seçime kadar devam etsin. Seçilen genel başkan da her hafta sonu bir ilde olacak şekilde Anadolu'yu dolaşsın.’’
Öngörülerine göre, bu dönemde yapılacak bir DSP kurultayından genel başkan olarak çıkma şansı en yüksek isim İsmail Cem...
Cem'e soğuk bakanlar dahi bu tespite katılıyor.
Tartışmayı yapanlar; Cem'in seçimden başarılı çıkması için yanına Hüsamettin Özkan, Kemal Derviş, Prof. Şükrü Sina Gürel, Prof. Nami Çağan ve İstemihan Talay'ı alması gerektiğine işaret ediyorlar.
DSP'de, karizmatik lider döneminden, ekip hareketine geçişin böyle sağlanabileceğine inanıyorlar.
HATIR GÖNÜL KIRILIR
DSP'de öngörülen bu senaryo gerçekleşmezse ne olur?
Partide sevilen, yılların siyasetçisi bakanın yanıtını aynen aktaralım:
‘‘Milletvekillerimiz işini gücünü bırakıp Ankara'ya geldi. En büyük istekleri yeniden milletvekili seçilmek. Bir süre sonra partinin baraj altında kalacağına inanan milletvekilleri kendine yer aramaya başlar. Seçim yaklaştıkça partide hatır görül kıranların sayısı çoğalır.’’
Bu senaryoların içinde ve kurgusunda, yılların deneyimli politikacısı Bülent Ecevit yok.
Ecevit, yarın veya ertesi gün taburcu olduğunda karşısında bu senaryoları bulucak.
Onun ne yapacağını ise bugünden kestirebilen yok.
Yazının Devamını Oku 23 Mayıs 2002
<B>TÜRKİYE'</B>de kurulu parti sayısı dünkü verilere göre 47'ydi. <B>Murat Karayalçın </B>önderliğindeki oluşumla sol ve sağdaki yeni oluşumların da eklenmesiyle, bu sayı iki ay içinde 50'yi geçecek. 1999 seçimlerini 20 partiyle tamamlayan Türkiye, eğer mevcut kanunlarla giderse ilk kez 50 partinin katılacağı bir seçimi gerçekleştirecek.
Bu kadar çok partinin katılacağı seçimin tarihi konusunda Meclis'teki partilerin de kafası karışık.
Muhalefet ‘‘hemen seçim’’ istiyor gözükse de, Seçim ve Siyasi Partiler yasalarında değişiklik yapılmadan hiçbirinin seçime gitmeye gönlü yok.
Bu durumda seçimin tarihi ne olur?
Koalisyon partilerinin söylemleri ve düşünceleri farklı.
19 EKİM 2003
Önceki gün yapılan liderler zirvesinde ANAP Lideri Mesut Yılmaz'ın 19 Ekim 2003'te seçimin yapılması önerisine, ortakları ret yanıtını vermişti.
Ancak dün, özellikle DSP'deki bazı etkin isimlerin 19 Ekim 2003 tarihine olumlu yaklaştıkları görüldü.
Aynı yaklaşım MHP'li bazı milletvekillerinde de vardı.
Nedeni ise; 18 Nisan 2003 tarihinden sonra genel seçimin gerçekleşmesi halinde, yerel seçimle birleştirilmesi zorunluluğu.
Oysa koalisyonun üç ortağı da, iki seçimin ayrılmasını istiyor.
Bunun için 2003 sonbaharında genel seçimin, 18 Nisan 2004'te de yerel seçimin yapılmasının yararlı olacağına inanıyorlar.
Koalisyon partileri, iki seçimin yapılmasını zorunlu kılan Anayasa'nın 127'nci maddesini değiştirmek için hazırlıklarını tamamlamış durumda.
Ana muhalefet partisi DYP Lideri Tansu Çiller'in görüşü de iki seçimin ayrılması yönünde.
2003 İLKBAHARI
Çiller, Anayasa değişikliğine gidilmeden, 18 Nisan 2003'ten önce, ancak ilkbaharda yapılmasının yararlı olacağına inanıyor.
Dolayısıyla, parlamentodaki 4 parti; DSP, MHP, DYP ve ANAP bu yıl sonuna kadar yapılacak bir seçime olumlu bakmıyor.
Her ne kadar ‘‘hemen seçim’’ deseler de AKP, SP ile parlamento dışı muhalefetin seçime yaklaşımı da farklı değil.
Dolayısıyla, Başbakan Bülent Ecevit'in her geçen gün iyiye gittiği belirtilen sağlık sorununda, yeni bir durumun ortaya çıkmaması halinde, bu yıl sonuna kadar bir seçim zor görülüyor.
METRELİK OY PUSULASI
19 Ekim 2003 veya gelecek yılın ilkbaharında yapılsın, partiler açısından asıl sorun seçimin yönteminde ortaya çıkacak.
Eğer, Seçim Yasası'nda bir düzenleme yapılmazsa, 50 partinin katıldığı bir seçim gerçekleşecek.
Partilerin sıralandığı oy pusulasının uzunluğu bir metreyi aşacak.
Partilerin alacağı oy oranına gelince:
1999 seçim sonuçlarından yola çıkıldığında, yüzde 10 Türkiye barajını aşamayan partilerin aldığı oy oranı yüzde 20'yi buluyordu.
Barajı geçen partilerden FP, ikiye bölündü. AKP'nin oy oranı kamuoyu yoklamalarında yüzde 15'in altına düşmüyor.
CHP ise yoklamalarda barajı geçiyor.
Aynı durum, başta liderini yenileyen DTP olmak üzere barajı geçemeyen diğer partiler için de geçerli.
Bu durumda DSP, MHP, ANAP ve DYP dışındaki partilerin toplam oy oranı yüzde 50'yi geçecek.
Geriye kalan yüzde 50'yi ise 4 parti paylaşacak.
Bu durum, merkez partilerin önlerindeki en büyük sorun.
Dolayısıyla Türkiye iki turlu seçime gitmediği sürece, temsilde adelet ve yönetimde istikrarı yakalamak zor olacak.
Yazının Devamını Oku 21 Mayıs 2002
<B>ORMAN</B> Bakanı <B>Nami Çağan, Bülent Ecevit'</B>in yerine vekálete ne diyor? <B>Çağan,</B> dün bu yöndeki yorumlara, <B>‘‘Senaryo teorisyenleri işbaşında’’</B> diye tepki göstererek başladı.Çağan'ın sohbetimizdeki cümlelerini şöyle sıralayabiliriz:
‘‘Başbakan koltuğunda otururken, benim herhangi bir şeye soyunmam düşünülemez. Bırakın bugünü, gelecek için de böyle bir niyet, arzu, plan peşinde değilim. Varsayımlar üzerinde konuşmam. Bu senaryolara tepkiliyim. Hükümette Başbakan, DSP'de de Genel Başkan arayışı yoktur.’’
Çağan, bunları söylese de, DSP kulislerinde Ecevit sonrasına dönük kavga başlamış, hatta kılıçlar da çekilmiş durumda.
Cephenin bir tarafında Rahşan Ecevit var. Bu cephedeki görüşler şöyle:
1- Hüsamettin Özkan ve arkadaşlarının hedefi partiyi ele geçirmek.
2- Uzun süredir gizli bir oyun planı içinde. Ecevit'i uzaklaştırıp, vekáleti almak istiyor. Ama yanılıyor.
3- Özkan, parti içinde ‘‘siyaset bankası’’ olarak bilinir. DSP banka değil, Özkan ve arkadaşlarına teslim edilecek bir yer hiç değil.
İHANETİ GÖRDÜ
4- Bülent Bey, Özkan'ın oyun planını geç fark etti. Sağlığı dönemine ilişkin Rahşan Hanım hakkında çıkan haberlerin odağına işaret ederken gösterdiği adres Özkan'dır. İhanete o da sessiz kalmadı.
5- Bülent Bey, Özkan'ı bugüne kadar yanından uzaklaştırmadıysa bu yapısından kaynaklanan bir durum. Bugüne kadar geldiği görev yerlerinde kimi bulduysa onlarla devam etti. Özel kalemini bile değiştirmedi.
6- DSP içinde, geride kalmayı tercih ettiği için kendisini tanıtamamış çok değerli isimler var. Partiyi daha ileri götürecekler bu isimlerdir.
7- Ecevit, seçimlere kadar bütün görevlerini yürütecek. Vekálet bırakma kesinlikle yok. Seçime de partinin başında ekibini öne çıkararak girecek. Partideki yarışı da seçim sonrası başlatacak.
KİMSEYİ SATMADI
Diğer cephede gösterilen Özkan ve arkadaşlarının görüşleri ise şöyle:
1- Özkan hiçbir zaman Ecevit aleyhine konuşmadı, konuşturmadı. Aksine ‘‘Ben Ecevit ile geldim onunla gederim’’ sözünü hiç ağzından eksik etmedi. Özkan bulunduğu yerde hiç kimseyi satmadı.
2- Özkan olmasaydı koalisyon çoktan bitmişti. Ecevit ailesi ve parti bugün hükümetin birinci ortağı olarak kalmayı Özkan'a borçludur.
3- Ecevit Başbakanlığa vekil arıyorsa bu Özkan'dan başkası olamaz. Koalisyon ortakları Özkan dışında DSP'den bir başka isme onay vermez. Ama bu da imkánsız, çünkü protokole göre vekáletin sahibi Devlet Bahçeli'dir. Böyle bir vekálete de DSP'de kimse razı olmaz. Unutun bunları.
4- Özkan bugüne kadar Ecevit ve hükümet aleyhine olabilecek hiçbir girişimin içinde bulunmadı. Aksine engelleyici rol oynadı.
5- Genel Başkan'ın sağlığı döneminde Rahşan Ecevit aleyhine çıkan haberlerin kaynağının Özkan olduğu iddiaları da tam bir palavradır. Üzüntümüz Genel Başkan'ın da rahatsızlığı döneminde bu palavralara inandırılmış olmasıdır. ‘‘Evet bunları Özkan aktardı’’ diyen bir gazeteci varsa ortaya çıksın.
6- Ancak, daha önce Özkan aleyhine milletvekillerine dağıtılan mektubun kaynağı Rahşan Ecevit'ti. Özkan bulunduğu yerden giderse, asıl o zaman partinin sıkıntıya gireceğini herkes görmeli.
7- Özkan, hastanede gerçekleşecek liderler zirvesine katılacak. Genel Başkan'a karşı saygısında bir nebze kusur da etmez. Bir iki güne kadar her şey açığa çıkar, yoluna girer. Ondan sonra Özkan için ‘‘ihanet içinde’’ diyenler düşünsün.
DSP'de hal ve durum yukarıda sıralananlar gibi...
Yazının Devamını Oku 19 Mayıs 2002
<B>KONGRE</B> salonunun en önünde eşiyle birlikte oturuyor. Salona girenler hemen herkes yanına gidip tokalaşıp, sarılıp öpüşüyor. Hepsini, çocukları, eşleriyle birlikte isim isim tanıyor.
Onlara sarılıp öpüşürken kulaklarına hep aynı cümleyi söylüyor:
‘Mehmet Ali’nin arkasında durun, desteğinizi esirgemeyin...’
Bu sözlerin sahibi Hüsamettin Cindoruk...
Kuruculuğunu yaptığı, ‘kendi isteğiyle liderliğini bıraktığı’ partisi Demokrat Türkiye’nin 2. Olağan Kongresi’nde, konuştuğu partililere verdiği nasihat yukarıdaki sözler oluyor...
HEPİMİZ ÇEKİLMELİYİZ
Partililerle öpüşme trafiğinden fırsat buldukça sohbet ediyoruz.
Siyasette yenilerin önünü açmak gerektiğini vurgulayıp ekledi:
‘Şimdi genç bir insan geldi. Dinamik, sağlam, bilgili. Mehmet Ali Bayar, sadece beni, İsmet Sezgin’i değil, Süleyman Demirel’den başlayarak biz eski siyasetçilerin hepsini tasfiye etmeli. Yeniliği açmanın yolu da buradan geçiyor. Ben de bunun için kendisine gereken desteği vereceğim.’
‘Tasfiye işleminde Bayar’a destek olmak için’ uzun süredir ayrı kaldığı Ankara’ya bundan böyle sık sık geleceğini belirtti.
YA SALON
Cindoruk, en ön sırada bunları söylerken, arkasında, salonun tam ortasına oturmuş olan delegelere bakıyoruz.
Yaş ortalaması 55 civarında.
Kısa süre sonra İsmet Sezgin ve Mehmet Ali Bayar halef-selef olarak el ele salona giriyorlar.
Tribünler heyecanlı, coşkulu.
Salonun üç tarafına yerleşmiş gençler sloganlar atıyor. Dev davulları çalıp futbol maçındaymış gibi tezahürat yapıyor.
Tam ortadaki delegeler ise tribünlerin ötesinde.
Politbüro üyesi gibiler.
Kurumuş ağacın görüntüsü gibi, sallanan tek yaprakları, bir tek mimikleri yok.
Kürsüde önce, Cindoruk gibi genel başkanlıktan kendi isteğiyle ayrılmayı başaran İsmet Sezgin veda ediyor...
Ardından siyasetin yeni filizi Mehmet Ali Bayar geliyor.
Doğaçlama konuşuyor. Donuk oturan delegeyi dahi hareketlendiriyor.
Sonra yazılı metne dönüyor. İşte o andan itibaren konuşmasının armonisi tekliyor.
Oysa konuşmasının içeriği önemli.
Dayandığı kökenin bugüne kadar sözünü dahi etmekten çekindiği, birçok konuda cesur sözler söylüyor.
Dokuz sayfalık konuşma metninin ortalarına geldiğinde, delege başlangıçtaki pozisyonuna dönerken, tribünler de boşalıyor.
ZORUN BAŞLANGICI
Bayar değişimden, yenilenmekten söz ediyor, ‘Değişmeyen bir toplum ancak yozlaşır’ diyor.
Kuliste ise yaşı 60’ı geçkin delege, Bayar’ın yönetim listesinde adının yer almamasına hayıflanıyor.
Bir yandan partisinin mevcut yapısıyla bir yere gidemeyeceğini kabul ediyor.
Diğer taraftan ‘ben olmazsam olmaz’ anlayışını sürdürüyor.
Bu görüntüden yola çıkarak, DTP Genel Başkanlığı’na seçilen Mehmet Ali Bayar’ın kısa vadedeki en zor işinin, aşılandığı ağacı yeşertmek olacağı söylenebilir.
Yazının Devamını Oku 16 Mayıs 2002
<B>BAŞBAKAN Bülent Ecevit </B>ve eşi <B>Rahşan</B> <B>Ecevit</B>'in on yıldır aile doktoru. İki yıla yakın zamandır da Başbakanlığın kadrolu doktorluğunu yapıyor. Bugüne kadar kendisi için söylenen cümle hep şöyle oldu:
‘‘Kendi vücudunun durumunu dahi Ecevit'in vücudu kadar bilmez...’’
Dr. Arif Abacı, Ecevit'in sağlık durumu konuşulduğunda susan, Hipokrat yeminine sadık kalan kara kutu olarak bilinir.
Yurtiçi ve yurtdışı gezilerde Ecevit'i bir gün olsun yalnız bırakmadı.
Sadece bunlar değil, son 7 yıldır Ecevit ailesinin tüm tetkiklerine bizzat nezaret eden kişiydi.
Hindistan gezisi dönüşü Ecevit rahatsızlandığında, çalıştığı Çankaya Hastanesi'ne gizlice götürüp tetkiklerini gerçekleştirdi.
O dönemde günde üç kez Ecevit'i evinde ziyaretine tanıklık ettik.
Hatta, o dönemde Başbakan'ın evinde bir hemşire bile bekledi.
DR. ABACI NEREDE?
Ecevit'in son rahatsızlığından bu yana Dr. Abacı hiç görülmüyor, adı da duyulmuyor.
Hafızamızı zorladık, Başbakan'ın evinin önünde günlerdir nöbet tutan arkadaşlarla da konuştuk.
‘‘Dr. Abacı, son günlerde Ecevit'i evinde ziyaret etti mi?’’
Aldığımız yanıt aynı oldu; ‘‘Hayır, gelmedi...’’
Başbakan önceki gün Sedat Ergin ile yaptığı görüşmede de bunu doğruluyordu.
Sadece yıllardır doktorluğunu yapan Abacı ile değil, son rahatsızlığında tedavisini üstlenen Prof. Turgut Zileli ile yüz yüze görüşmediğini açıklıyordu.
NEDEN ABACI DEĞİL
Şimdi şu sorulara yanıt bulmak gerekiyor;
Ecevit'i bu kadar yakından tanıyan, tüm rahatsızlıklarında yanında bulunan ve tetkiklerine bizzat nezaret eden doktoru Arif Abacı nerede?
Günlerdir evinde dinlenmesine neden olan son rahatsızlığında Abacı neden Ecevit'in yanında değil?
Bunlar bir yana, en küçük bir olayda dahi doktorlar hastanın sağlık hikáyesine ihtiyaç duyar.
Başbakan için bu gerekmiyor muydu?
Sorulara yanıt bulmak için Dr. Abacı'yı aradık.
Sekreteri, Abacı'nın Başbakan'ın sağlık durumu ile ilgili olarak öteden beri devam eden tavrını koruduğunu, konuşmayacağını söylemekle yetindi.
Oysa, Başbakanlığın kadrolu doktoru olarak görevine devam ediyordu.
Bu sorularımıza yanıt yine Başbakanlık koridorlarından geldi:
‘‘Bunlara neden Sayın Abacı değil...’’
Daha da ilginci Başbakan'ın rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldığını Abacı sıradan bir vatandaş gibi televizyon ve radyo haberlerinden öğrenmiş.
Ecevit'e ulaşmak istemiş, engelle karşılaşmış.
Yıllardır doktorluğunu yaptığı Ecevit'in son rahatsızlığında uygulanan tedavi ve tetkikler konusunda da bilgi sahibi edilmemiş.
Tabii, başta da söylediğimiz gibi bunlar Başbakanlık'ta konuşulanlar...
HAKKI VAR MI?
Sadece Türkiye'ye değil, dünya siyasi tarihine damgasını vurmuş bir şahsiyet olarak Bülent Ecevit'in, hatta Rahşan Ecevit'in sağlığı herkesi ilgilendirir.
Kaygı duyulacak bir durum olmasa da, en küçük bir rahatsızlığında dahi doktor kontrolünü ret yoluna gidemez.
Evinde dinlenip kendi başına iyileşme yöntemini de uygulayamaz.
Daha da ötesi, hiçbir doktor Başbakan'ın tedavisini telefonla yapamaz.
Yazının Devamını Oku 14 Mayıs 2002
<B>‘UZLAŞMACI davranması lazım’</B> dediği KKTC Cumhurbaşkanı <B>Rauf Denktaş'</B>ın sitemiyle karşılaşan ANAP Lideri <B>Mesut Yılmaz </B>da dün aynı ölçüde sitemkárdı. ANAP Genel Merkezi'ndeki makamında Denktaş'a dönük sözleri ve ardından gelen tepkiler üzerinde konuşurken geçen haftaki sözlerinin arkasındaydı.
Başbakan Bülent Ecevit ve koalisyon ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin kendisine dönük sert tepkilerine ise yanıt vermek istemedi.
Bunun yerine, geçen haftaki sözlerini açmayı yeğledi.
Kelimelerini tane tane seçerek şöyle dedi:
‘‘Kıbrıs'ta Türkiye'nin vazgeçilmezleri bellidir. Hiç kimse de bizden bunlardan geri adım atmamızı isteyemez...’’
Ortaklık devletinin yapısı ve toprak konusunda iki tarafın müzakere ederek belirli bir sonuca varabileceğini vurgulayıp ekledi:
‘‘Türkiye açısından bu vazgeçilmezlerin sonuca bağlanması lazım.’’
DENKTAŞ AÇILIM YAPTI
Denktaş'ın Kıbrıs'ta şartsız yüz yüze müzakereleri başlatarak ve daha sonra da ‘‘dışa karşı ortak temsil ilkesini kabul ederek büyük bir açılım yaptığının’’ altını çizdi.
Rum tarafının bu açılıma gerektiği şekilde karşılık vermediğini, AB'nin kendisine haksız olarak vaat ettiği tam üyelik perspektifini istismar etmeye çalıştığını belirtti.
AB yetkilileriyle yaptığı temaslarda, bu durumu aktardığında aldığı yanıtı şöyle açıkladı:
‘‘Onlar bana, Kıbrıs Rum yönetiminin tam üyeliğinin otomatik olmadığını, eğer Kıbrıs'ta bir çözümün Rum tarafınca engellendiği değerlendirmesi ağır basarsa bunun ertelenebileceğini dile getiriyorlar.’’
AB'nın Dışişleri ve Savunmadan Sorumlu Yüksek Komiseri Javier Solana'nın benzer açıklamasına, Rumlardan ve Yunanistan'dan gelen tepkileri anımsattı.
Ardından, geçen haftaki konuşmasına dönüp ekledi:
‘‘Dolayısıyla AB bağlamında düşündüğümüzde, Kıbrıs konusunda olumsuz bir konjonktürle karşı karşıya olduğumuzu görmek durumundayız. Bu oyunu bozmanın yolu, Rum tarafından karşılık gelmese dahi, uzlaşma yolunda atabileceğimiz adımları şimdiden atmak ve Avrupa'da hakim olan 'Kıbrıs'ta çözümü Türk tarafının engellediği' imajını yıkmaktır. Onun için ben Sayın Denktaş'ın başlattığı bu atağın sürdürülmesi gerektiğine inanıyorum. Bu konuda inisiyatif alması, zamanı daha iyi kullanması gereken tarafın da Türk tarafı olduğunu düşünüyorum.’’
Denktaş'ın sitemini hatırlattığımızda da yanıtı aynen şöyleydi:
‘‘Sayın Denktaş'ın benimle yüz yüze görüşme olanağı bulamadığı için aceleyle sitemkár bir tepki göstermesini de anlayışla karşılıyorum. Benim kendisine hem saygım hem sevgim vardır.’’
DİPLOMATİK BİLEK GÜREŞİ
Yılmaz, bütün zorlayıcı sorularımıza rağmen, bu açıklamasına bir kelime dahi eklemek istemedi, ‘‘Bu kadar’’ demekle yetindi.
Peki, Yılmaz'ı tartışma yaratan konuşmaya iten nedenler nelerdi?
Yakınlarına göre, Yılmaz'ın çıkışının nedeni BM Genel Sekreteri'nin 2 Mayıs'ta yapmış olduğu şu açıklamaya dayanıyor:
‘‘Kıbrıs sorununun çözümü için iki tarafın da, ama özellikle Türk tarafının daha fazla fedakárlık göstermesi lazım.’’
İkinci neden AB'den gelen, ‘‘Türkler uzlaşmaya yanaşmazsa Rum tarafını tek başına AB üyesi yaparız’’ açıklaması.
Bu durumda AB sınırı Kıbrıs'ta Rum kesiminden başlayacak.
Kıbrıs sorunu Türk tarafı açısından içinden çıkılmaz bir görüntü kazanacak.
Bu noktada, bütün gözler BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın bu gün adaya yapacağı ziyareti sonrasındaki açıklamasına odaklanmış durumda.
Yazının Devamını Oku 12 Mayıs 2002
TUNCELİ<br><br><B>ELİNDE </B>oklava benzeri sopa bulunan pos bıyıklı kişi, sağ elini kalbinin üzerine koyup başını hafifçe eğerek bizi karşılıyor. İkinci kattaki geniş salona giriyoruz.
Kadınlar, erkekler, çocuklar duvar çevresine sıralanmışlar.
Kapının tam karşısında, minderlerle seki haline getirilmiş uzun postta, pos bıyıklı iki kişi ve bir genç oturuyor.
Önlerinde de iki saz.
Hacıbektaş Veli üzerine bilimsel çalışmalar yapan Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Alemdar Yalçın, bu kişileri tanımlıyor:
‘‘Sağda, pir makamında oturan Mahmut Dede. Solda mürşit makamında oturan Uzun Mehmet Dede. Genç olan zakir; deyişleri sazla çalıp söyleyecek.
Bizi karşılayan faraşçıydı, diğeri gözcü, ortada duran da meydancı..’’
ALLAH ZEVAL VERMESİN
Selam verip biz de duvarın köşesindeki minderlere ilişiyoruz.
Yeniçeri bıyıklı iki dede gelip yanımıza oturuyor.
Biri salonu gözüyle tararken, hizamızda sıralanmış kısa saç kesimli erkek gruba odaklanıp kalıyor.
Kolunu dirsek hizasından kaldırıp uzun bıyıklarını sıvazlarken, o kişileri salonda görmüş olmanın sevincini yanındaki dedeyle paylaşıyor:
‘‘Bak komutanlarımız da gelmiş, sağolsunlar. Allah zeval vermesin.’’
Merak edip, işaret ettiği kişilerin kim olduğunu soruyoruz.
Göğsünü hafiçe ileri doğru itip şöyle diyor:
‘‘Genelkurmay Kurmay Başkanımız ve emrindeki komutanları...’’
Doğan Haber Ajansı muhabiri arkadaşımız Ferit Demir düzeltiyor:
‘‘4. Komando Tugayı Kurmay Başkanımız Yarbay Fatih Musa Çınar. Yanındakinin biri binbaşı, diğerleri yüzbaşı.’’
VALİ DE CEMDE
Bu sırada Tunceli Valisi Mustafa Erkal ve eşi Gülhan Erkal kapıda görünüyor. Alçakgönüllü bir tavırla kenara geçip oturuyorlar.
Bakıyorum, salonun yarısını biz doldurmuşuz.
Biz derken; Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü'nün düzenlediği Yerel Medya semineri dolayısıyla Tunceli'de bulunan gazeteciler, üniversite öğretim üyeleri ve Basın Yayın Genel Müdürlüğü bürokratları.
Pir makamındaki Mahmut Dede, şu cümlelerle söze giriyor:
‘‘Cemimiz başlayacak. Eğer aramızda küskünler ve dargılar varsa cem başlamaz. Küskünlüğünü, dargınlığını gizleyenler bir daha ceme alınmaz, koyunu koyunumuza, sütü sütümüze katıştırılmaz. Varsa çıksın söylesin.’’
DARGIN, KÜSKÜN VAR MI?
Hepimiz birbirimize bakıyoruz. Faraşçı ve meydancı çevreyi tarıyor, bir kez de onlar çağrı yapıyor... Kimse çıkmıyor.
Mahmut Dede, Bektaşi-Alevi deyişleri ‘‘Gülbang’’larla ceme başlıyor.
Ardından çırağa geliyor ve üzerindeki üç mum törenle yakılıyor.
Mahmut Dede, ‘‘İşte yıllardır üzerinde yalan koparılan mum olayı budur’’ diye açıklama getiriyor...
Gülbanglar ve Kuran'dan ayetleri saz çalarak Türkçe söylüyor.
Ağzından çıkan her ‘‘Allah, Muhammed Mustafa, Ali, Hüseyin, Hasan’’ kelimesinden sonra salondan ‘‘Allah, Allah’’ sesleri yükseliyor.
Zakirin başlangıçtaki sinirli hali geçiyor, sazı eline alıp yanık sesiyle ‘‘turnalar’’ deyişine başlayınca salondakiler coşuyor.
Önce ihtiyarlar, ardından gençler semah dönmeye başlıyor.
Süpürgecinin duaları toplaması ve ‘‘lokma’’ dağıtımıyla cem son buluyor.
Dışarı çıkarken vali ve komutanlar salondakilerle sarılıp vedalaşıyor.
Yaşlılar ise onların sırtlarını sıvazlayıp, arkalarından dualar ediyor.
Tunceli'de iki yıla yakın zamandır tek olay olmamış.
Şehir içindeki polis kontrolleri kaldırılmış.
93 bin olan nüfusunun 40 bini asker, polis ve kamu görevlilerinden oluşan kentte, toplumsal barış yerleşmeye başlanmış.
Yöre halkının değerleriyle bütünleşilmesi, huzuru ve sükûneti de getirmiş.
Yazının Devamını Oku 9 Mayıs 2002
<B>SIVAS </B>Divriği Hekimhan Madenleri Sanayi (Div-Han) ve Ticaret A.Ş, uzun süredir özelleştirme kapsamında. Div-Han'da, 6 aydır ilginç bir ihale olayı yaşanıyor.
Kurum aralık ayında açtığı ihaleyle, yüzde 25 artırma ve eksiltmesi olan, 24 bin ton 6 No'lu fuel oil satın almak istiyor.
Bunun için de 10 trilyon lira bedel belirlemiş.
İhaleyle ilgili duyuru, 11 Aralık 2001 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanmış. 8 Ocak tarihinde de gerçekleşmiş.
İlginç gelişmeler de bu tarihten sonra başlamış.
İhaleye katılan 5 firmanın fiyat indirim oranı; bir diğer adıyla ‘‘kırım’’ oranı, yüzde 2 ile yüzde 3.70 arasında kalmış.
İHBAR GELİYOR
İşletme, pazarlık yapmak üzere 25 Ocak'ta firmaları davet ettiğinde 4 firma gelmiş. Biri fiyatında daha fazla indirim yapmak istememiş.
Firmaların fiyatları pazarlıkta daha da düşmüş.
İhale yüzde 5.40 ile en yüksek indirimi yapan K. firmasına verilmiş.
Buraya kadar her şey normal...
Divriği Yönetim Kurulu, tam ihaleyi onaylamak üzereyken Özelleştirmeden Sorumlu Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'ya bir ihbar gelmiş.
İhbarı yapan kişi, ihaleyle ilgili çok önemli ayrıntılar aktarmış.
Firmaların aralarında anlaştığını, hangi firmanın ihaleyi alacağını önceden belirlediklerini ve buna göre teklif verdiklerini iddia etmiş.
İhbarcının anlattıkları bir süre önce Bayındırlık Bakanlığı'nda Vurgun Operasyonu'na neden olan gelişmelere benziyormuş.
İHALEYE İNCELEME
Karakoyunlu, Danışmanı Osman Yazıcı'yı ihbarla ilgili araştırma yapması için görevlendirmiş.
Yazıcı, diğer kamu kurumlarının açtıkları fuel-oil alımıyla ilgili ihale sonuçlarını incelemiş.
Elde ettiği bilgileri Divriği Yönetim Kurulu'na da aktarmış.
Yönetim Kurulu, 6 Mart tarihinde ihaleyi iptal etmiş ve aynı şartnameyle yeni bir ihale açmaya karar vermiş.
Bu kez ihale ilanı, tirajı daha yüksek bir gazetede yayınlanmış.
11 Nisan'da gerçekleşen ihaleye, ilkinde de bulunan 3 firmayla birlikte toplam 10 firma katılıp teklif vermiş.
İlginç olan ise ocak ayında en yüksek yüzde 5.40 indirim yapan firmalar, bu kez fiyat indirim oranını yüzde 11.70'e yükseltmiş.
En yüksek fiyat indirimi ise yüzde 13.30 olmuş.
Kurum, 17 Nisan'da firmaları pazarlığa davet etmiş.
Pazarlıkta indirim oranı daha da yükselmiş.
Sonuçta ihale yüzde 16.17 indirim yapan firmada kalmış.
YANITSIZ SORULAR
Şimdi şu sorulara yanıt bulmak gerekiyor:
1- Bakanlığa ihbar gelmeseydi, bu ihale sonuçlanacak ve devlet de 1.5-2 trilyon lira zarar edecekti. Bunun sorumluluğu kime ait olacaktı?
2- Altı No'lu fuel-oilin rafineri çıkış fiyatı 337 bin lira. Piyasa satış fiyatı ise illere göre 370 ile 375 bin lira arasında değişiyor.
Yani bir firmanın elde edeceği kár oranı en fazla yüzde 9 ile yüzde 10 arasında.
Şimdi, yüzde 16.17 ile fiyat veren bu firma, fuel-oili Div-Han'a zararına mı satacak? Yoksa yurtdışından başka bir yolla mı getirecek?
3- Div-Han'a gelen fuel-oil nasıl denetlenecek?
Bu soruları dün Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'ya yönelttik.
Karakoyunlu, ‘‘İhalenin kanuni şartları yerine geldi. Devlet 1.5-2 trilyon zarardan kurtuldu. Bundan sonrası beni ilgilendirmez’’ dedi.
Dileriz, Div-Han Yönetimi, Karakoyunlu'nun vermek istemediği yanıtları biliyordur...
Yazının Devamını Oku