Muharrem Sarıkaya

Çin modeli

11 Haziran 2002
<B>BAKANLAR </B>Kurulu, dünkü toplantısında % 3 büyüme hızını yakalamayı tartışırken, Asya'nın öbür ucundaki Çin, 10 yıldır devam eden % 8'lik büyüme hızının bir puan aşağı inmesinden korkuyordu. Korkularının nedeni, birden fazla çocuk sahibi olmanın yasaklanmasına rağmen, 1.3 milyara ulaşan nüfusuna yetecek iş yaratamamak.

Oysa, planlı ekonomiyle 1990'lı yılları çok iyi değerlendiren Çin, büyümenin ve modernleşmenin en hızlı olduğu dönemini yaşıyor.

Özellikle de Şanghay'da...

Çin Gazeteciler Cemiyeti'nin davet programı çerçevesinde gittiğimiz kentin daha girişinde karşılaştığımız manzara bizi şoka uğratıyor.

Şehrin her yanını sarmış çok katlı otobanlar, dünyanın üçüncü yüksek yapısının da arasında bulunduğu gökdelenlerle kent, uzay üssünü andırıyor.

BATAKLIKTAN TEKNO KENTE

Kentin Pudong bölgesinde ise hayretimiz hayranlığa dönüşüyor.

Pu Nehri'nin etrafını sardığı 520 hektarlık bu bölge, 10 yıl önce küçük köylerin yer aldığı bataklıkmış.

Nehri aşıp karşıdaki şehre geçebilecek köprü dahi yokmuş.

Şimdi ise dünyanın en yüksek üçüncü binasının da içinde bulunduğu ‘‘yüksek teknoloji’’ kenti yaratılmış.

Tenkoloji parkları, akıllı konutları, havaalanı, müzeleri, spor-oyun alanları, parkları ve alışveriş merkezleriyle, modern şehrin bir ileri aşaması: ‘‘Tekno kent...’’

Dünyanın 500 büyük şirketinden 101'i bu bölgede temsilcilik açmış.

Bölgede faaliyet gösteren yabancı firma sayısı bugün itibarıyla 8 bin...

Geçmişte de önemli ticaret limanı olan Şanghay'ın 1990 başında milli gelire katkısı 6 milyar dolar iken, bugün 125 milyar dolara ulaşmış.

Çin'in toplam ticaret hacminin 1/4'ü geçen yıl bu kentte yaratılmış.

Şanghay'daki 4 televizyon kanalı ve 10 radyonun yıllık reklam geliri 2.5 milyar Yuen (304 milyon dolar).

Bu kentte kişi başına düşen milli gelir ise 14 bin dolar.

HIZLI BÜYÜMENİN BEDELİ

On yıl içindeki hızlı değişim, bazı sıkıntıları da beraberinde getirmiş.

Çin, petrol ihtiyacındaki kritik 100 milyon ton sınırını ilk kez aşmış.

Petrol üreten ülkelerden ihracat bağlantıları yapmaya başlamış.

Petroldeki en büyük korkusu, büyük bir uçak gemisi gibi Çin denizinin boğazına yerleşmiş olan Tayvan...

Yıllardır arasındaki sorununu çözemediği Tayvan'ın, petrol taşıyan tankerlerin Çin denizine girişini tıkaması halinde enerji açığıyla burun buruna geleceklerini kendileri de kabul ediyor.

Modern hayata hızlı adaptasyon tutkusu ve Batılılaşma özentisi, geleneksel değerlerle birlikte, bir zamanlar sıkı sıkıya bağlı oldukları yasaları uygulanmaz hale getirmiş.

Fuhuş, ağır cezasına rağmen, rüşvetin döndüğü en önemli sektör olmuş.

Barlar Caddesi Hang Za Lu'da, polisin önünde, dil bilmediği için elinde káğıt kalemle yabancılarla müşteri pazarlığı yapan fahişeler fink atıyor.

Kumar ise hızla en büyük tutku.

68 DOLARA TÜRKİYE

Vatandaşının hangi ülkeye turist olarak gideceğini bu ülkede hükümet belirliyor.

Turizm Bakanı Mustafa Taşar'ın da katkısıyla Çin hükümeti, Türkiye'yi turist olarak gidilecek ülke ilan edince, turist sayısında patlama olmuş.

Bu da turizm acenteleri arasında rekabeti patlatmış. İstanbul'un gidiş-dönüş uçak bileti de dahil, üç günlüğü 68 dolara kadar inmiş.

KKTC'ye 3 günlük ‘‘kumar turu’’nun bedeli, uçak dahil 19 dolar...

THY uyguladığı politikasıyla en fazla koltuk satan havayolu şirketi.

Bütün bunlara rağmen, 500 milyar dolarlık toplam ticaret hacminden binde bir pay alan Türkiye'yi Çinlilerin, Çin'i de Türklerin tanıdığı söylenemez.
Yazının Devamını Oku

Mal varlığını açıklayamayan valiye idam

9 Haziran 2002
<B>ŞAN-Sİ</B> eyaletinin başkenti Şi'an'dayız (Xi'an). Dünyanın en eski toprak askerlerinden oluşan Terra Cotta Ordusu'nun topraklarındayız. Çin Seddi'ni de yaptıran İmparator Qin Shihuang'ın (Çin Şihuang) Milattan Önce 247 yılında, 13 yaşında iken kurduğu ilk Çin imparatorluğunun merkezine hareket etmek üzereyiz.

Mihmandarımız Sincan-Uygur bölgesinden Ahmet Can'a, sabah aldığımız çin gazetelerini otobüste bize tercüme etmesi için uzatıyoruz.

Gazetenin manşet haberini okuyor, bize tercüme etmek yerine merakla devamını okumaya başlıyor.

Haberi okuyup bitirdiğinde bize tercümeye başlıyor:

‘‘Guangxi Zhuangzu diye bir bölge var. Bu bölgenin valisinin çok yüksek miktarda mal varlığı ortaya çıkmış. Yanında çalışan, Çin Komünist Partisi'nin diğer 10 üyesiyle birlikte 3 milyon Yuen (363 bin dolar) rüşvet aldıkları tespit edilmiş. Vali idama mahkûm olmuş. Başına bir kurşun sıkılıp öldürülecek. Yanındakiler de 15 ile 11 yıl arasında ağır hapis cezasına çarptırılmış.’’

TOPRAK ASKERLER

Yol boyunca, Türkiye'de idam cezası ve haksız mal edinme konusunun tartışıldığı bir günde gelen bu haber bizi de etkiliyor.

Heyetteki Çin yetkilileri ise ülkelerinde, ‘‘temiz toplumu’’ yaratmak için aralarında vali, belediye başkanları ve parti yöneticilerinin de bulunduğu yılda yaklaşık 2 bin 500 kişinin idam edilmesinden olsa gerek olaya bizim kadar aldırış etmiyor.

Terra Cotta Ordusu'nun müze kapısının önündeki hareketlilik bizi kendimize getiriyor.

Her sokak başında olduğu gibi yine bozuk İngilizceli satıcılar, her adımda bir ‘‘Bak, bak, çok ucuz’’ deyip, 10-20 kat fazla fiyat verdikleri malları üzerinde pazarlık yapmamız için kollarımızdan çekiştiriyorlar.

Kendimizi müzenin içine zor atıyoruz.

Su bulmak amacıyla 1974 yılında 4 çiftçinin kazdıkları kuyuda rastladıkları ve bugün dünyanın kültür mirası olan Terra Cotta Ordusu karşımızda duruyor.

İmparator Qin Shihuang'in, 13 yaşında ölen babasının yerine tahta geçtiğinde yaptırmaya başladığı ordusu 2200 yıl önceki nizamını koruyor.

49 yaşında ölen Qin Shihuang, öbür dünyada da yaşamının aynen devam edeceğine inanmış.

Bunun için ordusunu da beraberinde götürmek istemiş.

Her askerinin topraktan benzer bir heykelini tam 720 bin kişi çalıştırarak yaptırmış.

Sonra da toprak altına gömdürmüş. Askerlerin arkasına da öldüğünde konulacağı mezarını yaptırmış.

Heykeller ve mezarının yapımı 36 yıllık imparatorluğu süresince devam etmiş.

Bu sürede kendi ideolojisine karşı çıkan öğrencilerden 400'ünü Wei Nehri'nde boğdururken, 700'ünü de diri diri yaktırmış.

öldüğünde, yerine geçen oğlu, babasına öbür dünyada yardımcı olsun diye 3 bin kadını diri diri mozolenin içine hapsedip ölmelerini sağlamış.

ÇÖZÜLEN SIR

Terra Cotta Ordusu, 2200 yıl sonra gün yüzüne çıkarıldığında arkeologlar ilginç bir olayla karşılaşmış.

Toprak askerlerin üzerindeki renkler yer altından çıkarıldıktan kısa süre sonra uçup gitmeye başlamış.

Bunu engellemek için çıkarılan askerlerden bir kısmı, renkleri kaybolmasın diye yeniden toprağa gömülmüş.

15 gün önce toprak askerlerin üzerindeki elbiselerin renklerinin uçup gitmesinin sırrı çözülmüş. Çözülen sır ile korunan iki asker bir cam fanusun içinde renkli elbiseleriyle canlı gibi duruyor.

İmparatorun mozolesinin bulunduğu kümbetin içinden ve Terra Cotta Ordusu'nun üzerinden çıkan ve müzede sergilenen eşyalar ise 2200 yıl önce teknolojinin ulaştığı boyutu bize gösteriyor.

Müze önüne çıktığımızda aynı kader yine bizi bekliyor.Satıcılar her bir yanımızdan çekiştirip öğrendikleri birkaç İngilizce kelimeyi sıralarken adım attırmıyor.

Birinin elinde en ünlü marka saatler, diğerinde ise Terra Cotta heykeller, küçük el içui malzemeler.

Her şeyin taklidinin en mükemmel yapıldığı bu ülkede, hepsi birer özel sektör girişimcisi haline gelmiş olan satıcılar ile devlet mağazaları arasındaki fiyat farkı, burada bile karşımıza çıkıyor.

Çin, piyasa sosyalizmine tam adapte olmuş görünüyor.
Yazının Devamını Oku

Çin, eskiyi temizliyor

6 Haziran 2002
<B>YABANCISI</B> da yerlisi de aynı düşüncede: <B>‘‘Çin, 10 yıl içinde Asya'da ticaretin merkezi olacak...’’</B> Çin yönetimi, küresel dünyanın önüne koyduğu bu hedefe ulaşabilmek için verdiği çabada, değişimin sancısını yaşıyor.

Öncelikle, yakın geçmişte adını anmadan güne başlayamadığı ‘‘Önder Mao’’ hafızalardan silinmiş.

Türkiye'de hálá peşinden koşturanların bulunduğu ‘‘Mao ideolojisi’’ kendi vatanında ölmüş.

Pekin'de fotoğrafının asılı olduğu tek yer, Tiananmen Meydanı'nın ortasında yer alan kabrinin karşısında bulunan Yasak Şehir'in giriş kapısının üstü.

Ayrıca, ülkenin en değerli parası olan 100 Yuen'lerde ve turistlere satılan demir madalyonlarda da varlığını koruyor.

Ardından ‘‘Uzun Yürüyüş’’ün yapıldığı Kırmızı Kitap ise sokak satıcılarının elinde turistik eşya olmuş.

Bir zamanlar herkesin tek tip giydiği, dik yakalı, yeşil renkli Mao'nun ünlü giysisi Zhong Shanfu'yu bırakın giyeni bulmayı, satan mağaza dahi kalmamış.

ÖNCE EKONOMİ

Globalizmin getirdiği yenilik ve diğer sosyalist ülkelerdeki değişimi aslında Çin 1978'de yakalamış.

Değişimden en fazla nasibini de ekonomi almış.

Uygulanan yönetimin adı, Çin yöneticilerinin deyimiyle; piyasa sosyalizmi...

‘‘İstikrar için önce ekonomi’’ ilkesi, liberalizmin, sosyalizme ağır basmasına neden olmuş.

İşadamları da ülke idaresinde söz sahibi olan parti yönetimine ilk kez girmeye başlamış.

Liberalizmin getirdiği en büyük sorun, özelleştirmeyle birlikte ortaya çıkan işsizlik ve sosyal güvenlik.

Değişimin yüzünü en fazla gösterdiği bir diğer alan ise kentleşme.

Başkent Pekin'de 2008'de yapılacak olan olimpiyatlara kadar bir tek eski yapının kalmaması, hepsinin yıkılıp yerine yüksek binaların yapılması kararlaştırılmış.

Bugüne kadar 30 milyon metrekarelik yeni yapı inşa edilmiş.

Planlamaya göre, 2008 yılında Pekin'de bir tek eski yapı kalmayacak, hepsi yenileriyle değiştirilecek.

TAKLİT ŞEKER

Ekonomiye büyük yük getiren bu değişimin karşılığı, 1.3 milyar nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin'e yabancı sermayenin getirdiği yatırım olanaklarıyla bulunmaya sağlanmış.

Çin'e, Batılı ülkelerin yatırım atağında geri kalan ülkelerden biri ise Türkiye...

Çin Dışişleri Bakanı'nın 4 yardımcısından biri olan Yang Wenchang'ın aktardığına göre, Türkiye ile ticaret, siyasi ilişki oranında gelişim gösteremiyor.

Yang Wenchang, Çin'in Deng liderliğinde başlattığı değişimin 20 yıldır devam ettiğini hatırlatarak Türk işadamlarının kendilerine uzak kalmasından hayıflandı.

Oysa Dışişleri Müsteşarı, Türkiye'nin, ‘‘Bizim kardeşimizdir’’ dediği AB ile aralarında ekonomik ve politik köprü olacağına inanıyor.

Müsteşar Yang Wenchang bunları söylese de Türk işadamları Çin pazarına girmek için çaba sarf etmiş. Ancak, sabırları yetmemiş.

Bunun da iki nedeni var: 1- Piyasa sosyalizminde hálá yıkılamayan bürokrasi, 2- Ürünlerin, piyasaya çıktığı günün ardından taklit edilmiş olması.

En ilginç örneği de Kent Şekerleme yaşamış.

Çin'de uzun uğraş ve yatırım sonrasında şekerleme ürünlerini piyasaya sürmüş. Çok da beğenilmiş.

Fazla geçmemiş, moda olan hemen her ürünün başına geldiği gibi, Kent Şekerleme ürünlerinin taklidi de hemen piyasaya çıkmış.

GÖRMEK EVLADIR

Temiz toplumu yaratmak için idama kadar varan ağır cezaların verildiği Çin'de, ‘‘korsan şekercilerle’’ uğraşlarında, Türk yatırımcıların önüne büyük takozlar çıkmış. Onlar da pes ederken, diğerleri de bu örnek karşısında çekingen davranmaya başlamışlar.

Ancak yine de Çin'de Türk işadamlarına yatırım olanağı bulunduğunu Çinli yöneticiler kayda geçiriyorlar.

Hatta, hangi alanlarda yatırım olanaklarının sağlanabileceğini tespit için Çin'den bir heyet bu ay içinde Türkiye'ye gelecek.

Çinli yetkililer, uzun yıllardır ticari alanda işbirliği olanağı bulamadığı Türk yatırımcılara şu atasözüyle sesleniyor:

‘‘Bin kere duymaktan, bir kere görmek daha evladır...’’
Yazının Devamını Oku

Sözde Uygur sorunu

4 Haziran 2002
<B>ASYA'</B>nın biri batısına, diğeri doğusuna asırlarca hükmetmiş...<br><br>Ticaretin damarı; İpek Yolu'nun başlangıç ve bitiş noktaları; Türkiye ve Çin... Asırlar boyu süren ikili ilişki, 60 yıllık aradan sonra bugün yeniden canlanmanın yöntemini arıyor.

Çin yetkililerine göre, ‘‘Türkiye, asırlardır yakından tanıdığı Çin'i, son 40 yıldır Batı basınının gözü ve ağzıyla’’ dinleyip anlamaya çalışmış.

Fakat aynı durum Türkiye'den bakınca da geçerli.

Çin de Türkiye'yi Moskova üzerinden okuyup anlamayı tercih etmiş.

BÜYÜKELÇİNİN YAKINMASI

Her iki devletin bu noktaya gelmesinin temel nedeni, iki ülke arasındaki yakınlaşmanın daha iyi noktaya gelmesi için büyük çaba gösteren, Çin'in Ankara Büyükelçisi Yao Kuangyi'ye göre ‘‘sözde Sincan-Uygur’’ sorunu.

Türkçe konuşan nüfusun yaşadığı Sincan-Uygur özerk bölgesi, geçmişte iki ülke arasındaki en önemli sorun olmuş.

Türkiye'de aşırı milliyetçi bir grup, bu bölgenin Çin'den ayrılıp özgürlüğüne kavuşması için Çin devletine karşı verilen mücadelenin önderliğini yapmış.

Bu durum Çin'in Türkiye'ye karşı soğukluğunu da beraberinde getirmiş.

Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü aracılığıyla Çin Gazeteciler Cemiyeti'nin davetlisi olarak bulunduğumuz Pekin'de yaptığımız görüşmelerde, bir şekilde Pekin hükümeti konuyu Sincan-Uygur özerk bölgesine getiriyor.

Sincan-Uygur bölgesinde iddia edildiği gibi bir soykırım veya asimilasyon uygulaması içinde olmadıklarını ispat etmek için çaba gösteriyor.

Bu nedenle Çin ziyaretimiz sırasında bize mihmandarlık etmek üzere Sincan-Uygur özerk bölgesinden Ahmet Can'ı görevlendirmişler.

MHP Lideri, Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin de önceki gün tamamladığı Çin gezisinde ziyaret şartını koştuğu Sincan-Uygur Bölgesi ile ilgili olarak, Büyükelçi Kuangyi'nin yaklaşımı aynen şöyle:

‘‘Ben Çin'in bir cennet olduğunu iddia etmiyorum. Ama bir cehennem de değil. Herkes gerçeği kendi görüp değerlendirmeli.’’

ÖDE PARASINI YAP ÇOCUĞU

Her Çinli aile, en fazla bir çocuk yapma hakkına sahip.

Ancak Pekin gibi büyük kentlerde yaşamıyorsa durum farklı. Bu zorunluluk, Sincan-Uygur'un da içinde yer aldığı beş özerk bölgede yaşayanlar için geçerli değil.

Onlar, yaşadıkları yerlere göre 2-3 çocuk yapma hakkına sahip.

Bir aile daha fazla çocuk yapmak istiyorsa, 20 bin Yuen'e (Yaklaşık 2500 dolar) kadar çıkan cezayı ödemek zorunda.

Ülkenin 1 milyar 300 milyon ile dünyanın en kalabalık nüfusunu kontrol altına almak için getirilen uygulama, daha önce hapis cezasına kadar giderken, bugün para cezasıyla çocuk sahibi olmak olası.

Bu da Çin'in katı sosyalizmden, piyasa ekonomisine doğru yönelişin bir göstergesi olarak kabul ediliyor.

Nitekim değişim sadece bu uygulamada değil, birçok alanda devlet katı tutumunu yumuşatmaya başlamış.

Bunda bugün 12. yılını dolduracak olan ünlü Tiananmen olaylarının da büyük etkisini herkes kabul ediyor.

Batı'nın 10 yıldır ticaretinde yer kapmak için çaba gösterdiği Çin'i Türkiye yeni tanıyor.
Yazının Devamını Oku

Öfkenin adresi

2 Haziran 2002
<B>DSP</B> Genel Merkez yöneticileri tarafından yapılan açıklamaların merkezi olarak bugüne kadar tek kişi gösterilirdi: Rahşan Ecevit...

Genel Merkez yöneticilerinin dünkü açıklamasının merkezi bu kez tek başına Rahşan Ecevit değildi.

Her ne kadar parti yöneticileri, ‘‘Biz bu açıklamayı kendimiz hazırladık, Genel Başkan'ın katkısı yok’’ dese de, kelimelerin seçiminden akışına, üslubuna kadar Bülent Ecevit damgası vardı.

Açıklamanın bütünü içinse şu söylenebilir:

‘‘Ecevit, Başbakanlık'tan çekilmesini isteyenlere öfkeli...’’

Nitekim, yazılı açıklamayı okuyan Genel Başkan Yardımcısı Tayfun İçli de ‘‘Öfkeye, öfkeyle yanıt veriyoruz’’ diyerek bunu kayda geçirdi.

ADRES KİM?

Açıklamada, ‘‘öfkenin’’ adresi de belliydi; basın ve muhalefet...

Hükümet ortaklarına ve parti içine ise doğrudan bir mesaj yoktu.

Oysa, bir aydır sadece ortakları değil, DSP'li milletvekilleri ve bakanları da özel sohbetlerinde Ecevit'in çekilmesi gerektiğini söylemekten kaçınmıyor.

Hatta, Ecevit sonrasında partinin başına kimin geleceğine ilişkin senaryolar, tahminler de DSP'li bakan ve milletvekilleri tarafından yapılıyor.

Daha da ilginci, bu senaryolar, Genel Merkez yönetimi tarafından parti içindeki ‘‘odak-tek merkez’’ olarak gösterilen partili kişi veya kişiler tarafından yazılmıyor.

Bu kişilerin dışındaki partililerce de kayda geçiriliyor.

Parti içinde bunlar söyleniyor olsa bile açıklamada da vurgulandığı gibi Ecevit, başbakanlığı bırakmayı tartışmak dahi istemiyor.

DSP'den yansıyan bilgilere göre ise hedefi, kendisini fazla yormadan bu ayın sonuna kadar bugünkü tempoda işleri yürütmek.

Haziran sonuna kadar Kopenhag kriterleriyle ilgili yasalar başta olmak üzere öncelikli bazı ekonomik yasaların Meclis'ten çıkarılmasını sağlamak.

En geç temmuzun ilk haftasında da Meclis'i tatile sokmak.

Dolayısıyla, araya girecek yaz tatiliyle siyasetin ısısının düşmesinden yararlanmak.

DSP'de, ekim ayından önce parti içinde yeniden yapılanmaya dönük bir girişimi başlatması Ecevit'ten beklenmiyor.

Hatta, sağlığıyla ilgili gelişmeler bu kadar erken ortaya çıkmasaydı, Ecevit'in seçime DSP'nin başında girip, seçim sonrasında yeniden yapılanmayı düşündüğü iddiasında bulunanlar da var.

BİZ KİRACIYIZ

Tabii bütün bunlar, DSP kulislerinde yazılan senaryolar.

Nitekim, dün DSP'li bir bakan da bu durumu kayda geçirdikten sonra şunu söyledi:

‘‘Bu senaryolar kaç kez yazıldı bozuldu. Asıl önemli olan Ecevit'in kafasının içinde ne olduğudur. Çünkü, biz ne dersek diyelim sonuçta partide kiracıyız. Mal sahibi Bülent ve Rahşan Ecevit'tir...’’

DSP'li bakan bunu söylerken Ecevit'in sağlık durumunun ciddiyetini de inkár etmiyor.

Dolayısıyla, bir miras kavgasına neden vermemek için partinin geleceğinin bugünden belirlenmesi gerektiğini kayda geçirenler de yine DSP'liler...
Yazının Devamını Oku

Türk: Ben karşıyım

30 Mayıs 2002
<B>ASKERİN </B>de istediği <B>‘‘Müebbet ağır hapis cezasına af yasağının Anayasa'ya girmesine’’</B> Adalet Bakanı <B>Hikmet Sami Türk</B> karşı. Türk, dünkü sohbetimizde karşı olmasının nedenini şöyle dile getirdi:

‘‘Bunlar çözüm değil, istisnai şeyler. Bir meseleyi çözüme kavuşturalım derken, yeni bir mesele yaratırız.’’

Hukukta ‘‘kişiye özel bir düzenlemenin yapılamayacağının’’ altını çizdi.

Önerinin parlamentoda neredeyse bütün siyasi partilerin desteğini aldığını anımsattığımızda, kapsamlı gerekçesini şöyle açıkladı:

‘‘AB'ye girmeyi istiyorsak idam cezasını tamamen kaldırmamız gerekir. Bunu yaparken Anayasa'da bir düzenleme getirdiğimiz zaman, Öcalan için yapmışız gibi bir durum ortaya çıkar. Anayasa'ya Öcalan'ı sokarız. Bu kez Öcalan'ın idam edilmemesi için uğraşanların mücadelesini Anayasa'ya kaydırırız ki bu doğru olmaz.’’

Karşı önerisi ise Türk Ceza Yasası'nda yapılacak değişiklik.

TBMM'ye sunulan değişiklik tasarısıyla, ‘‘müebbet ağır hapis’’ cezasının getirildiğini anımsattı.

Bu düzenlemeyle ‘‘terör örgütünün başının hiçbir af düzenlemesiyle hapisten çıkmasının olanaksız hale geleceğini’’ anımsattı.

Türk sözlerinin sonunda aynı noktaya işaret etti:

‘‘Öcalan için af söz konusu dahi olamaz. Bir sorunu çözerken daha büyük bir sorunu kimse yaratmasın.’’

ZİYARETGÁH OLUR

Adalet Bakanı, MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin, ‘‘Öcalan F tipi cezaevine konulsun’’ önerisine de karşı.

Bunun nedenini de şöyle dile getirdi:

‘‘F tipi cezaevlerimizin güvenliği konusunda hiçbir şüphe yok. İmralı askeri bölge olduğu için kimse yaklaşamıyor. Öcalan'ı koyduğunuz F tipi cezaevi ziyaretgáh haline gelirse ne olacak?’’

Türk,
idamın tamamen yasalardan çıkarılıp, 40 yıllık AB sürecinin tam üyelik yolunun açılmasıyla rahat bir mecraya doğru gitmesinden yana.

MHP'DE BAKIŞ FARKLI

Türk,
karşı olduğunu belirtirken, dün parlamentoda siyasi parti temsilcileri, askerden de gelen öneriye sıcaktı.

Özellikle partisi DSP'nin temsilcileri, ‘‘Akla mantığa yatkın bulduklarını’’ açıkladılar. Koalisyon ortakları ANAP'tan gelen görüşler de aynı yönde oldu.

Muhalefet partileri DYP, AKP ve SP de öneriye olumlu yaklaştı.

Bir tek idamın kaldırılmasına sıcak yaklaşmayan MHP'de durum farklıydı.

Dolayısıyla, öneriye desteğini açıklayan partilerin Meclis'teki sandalye sayısı 400'ü buluyor.

Yani Anayasa'da değişiklik yapacak çoğunluk fazlasıyla bulunuyor.

MHP'deki görüş farklılığına gelince.

MHP Grup Başkanvekili İsmail Köse, askerin de desteğindeki öneriye kapalı, hatta öneride bulunanlara da tepkili.

Diğer Grup Başkanvekili Mehmet Şandır'ın görüşü ise şöyle:

‘‘İdam çağdışıdır, ceza değil intikamdır, işlevsel fonksiyonunu kaybetmiştir. Ancak terör de ödüllendirilmemeli. Biz gelen önerileri tartışmaya açığız.’’

Parlamentoda dün bu tartışmalar olurken Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 8 ay önce Anayasa değişikliği sırasında hükümete yaptığı şu uyarı hafızalarda canlanıyor:

‘‘İdam konusunu Anayasa'ya koymayın. Yarın yeni bir sıkıntının başlangıcı olursunuz.’’

O gün ‘‘uyumu’’ için atılamayan adım, bugün ‘‘uyumsuzluğun’’ başlangıcı.
Yazının Devamını Oku

Badireler hükümeti

28 Mayıs 2002
<B>‘HER haftası bir badireyle geçti...’ <br><br></B>Hükümetin etkin bir bakanı, koalisyonun üç yılını dün bu sözlerle değerlendirdi. Geçmiş üç yıla dönüp bakıldığında, etkin bakanın sözlerinin gerçekliği de ortaya çıkıyor.

İki deprem, cumhurbaşkanı seçimi, iki ekonomik kriz, ardından Telekom krizi, 10 bakan değişimi, operasyonlar, siyasi çekişmeler, insan hakları, demokratikleşme yasaları, ekonomi ve kamunun yeniden yapılandırılmasına ilişkin yasalar ve Anayasa değişiklikleri.

PAZARLAMASINI YAPAMADIK

Üç farklı görüşü temsil eden koalisyon yapısı içinde, aslında koalisyonun üç yıl içinde çıkardığı performans da azımsanmayacak boyutta.

Bu noktaya gelişte, bugün koalisyonun üçüncü yılı ile birlikte, 77'nci yaşını tamamlayacak olan Başbakan Bülent Ecevit'in katkısı yadsınamaz.

Nitekim, dün konuştuğumuz altı bakan da bunu özellikle vurguladı.

Tabii bir de Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın hükümet uyumunun sağlanmasında gösterdiği çaba...

Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler'e göre ise bu kadar iş yapmalarına rağmen, bir tek eksiklikleri var.

Kendi ifadesiyle; ‘‘yaptıklarını pazarlayamamak’’...

MHP'li TBMM Başkanvekili Murat Sökmenoğlu'nun, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in, İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'in de yaklaşımı aynıydı.

SEÇİMİN TARİHİ

Hükümetin üçüncü yılı dolarken, geleceği de dün hastaneden taburcu olan Başbakan Bülent Ecevit'in bundan sonraki performansına bağlanmış durumda.

Koalisyonun önündeki bir diğer eşik ise AB yolunda, idam cezasının kaldırılması, ana dilde yayın ve öğrenme hakkı ile ilgili düzenleme olarak görülüyor.

Bakanlar, bu düzenlemelerin koalisyonun ömrünü etkilemeyeceğine inanıyor.

Bu yıl sonuna kadar bir seçim öngörmüyorlar.

Seçim için öngördükleri en erken tarih ise; 2003'ün sonbaharı.

Bakanlar bunu söylese de partilerinde, 18 Nisan 2003 tarihinden önce, muhtemelen de 2003 Mart'ında seçim olacakmış gibi hazırlık yapılıyor.

Hazırlıklara, Devlet Bakanı Kemal Derviş'in seçim tarihinin bir an önce belirlenmesi gerektiği yönündeki sözleri de hız katmış.

Derviş'in seçim isteğinin ‘‘uluslararası boyutta gelen telkinlere de dayalı’’ olduğuna inanıyorlar.

Genel seçimin 18 Nisan 2003 tarihinden önce yapılması halinde, Anayasa gereği yerel seçimle birlikte gerçekleşmesi zorunluluğu da kalkacak.

ANAYASA ENGELİ

Seçimin ilkbahar mı, yoksa sonbaharda mı olacağının bir diğer göstergesi olarak da Anayasa değişikliği gösteriliyor.

Meclis Uyum Komisyonu Başkanı Yüksel Yalova, iki seçimin ayrılmasına ilişkin Anayasa değişikliğinin haziranda çıkacağına inanıyor.

Böylece 18 Nisan 2003'ten sonra gerçekleşecek bir genel seçimde, iki seçimin birlikte yapılması zorunluluğu ortadan kalkmış olacak.

Dolayısıyla, Anayasa engeli aşıldığı için sonbaharda genel seçimi, zamanında yani 18 Nisan 2004'te de yerel seçimi yapma olanağı ortaya çıkacak.

Bu da hükümetin ömrüne 6 ay daha katacak.

Her ne olursa olsun, başta da etkin bakanın vurguladığı gibi, bundan sonraki süreç hükümet için yine badirelerle dolu geçecek.
Yazının Devamını Oku

Badireler hükümeti

28 Mayıs 2002
‘HER haftası bir badireyle geçti...’ Hükümetin etkin bir bakanı, koalisyonun üç yılını dün bu sözlerle değerlendirdi. Geçmiş üç yıla dönüp bakıldığında, etkin bakanın sözlerinin gerçekliği de ortaya çıkıyor. İki deprem, cumhurbaşkanı seçimi, iki ekonomik kriz, ardından Telekom krizi, 10 bakan değişimi, operasyonlar, siyasi çekişmeler, insan hakları, demokratikleşme yasaları, ekonomi ve kamunun yeniden yapılandırılmasına ilişkin yasalar ve Anayasa değişiklikleri.PAZARLAMASINI YAPAMADIKÜç farklı görüşü temsil eden koalisyon yapısı içinde, aslında koalisyonun üç yıl içinde çıkardığı performans da azımsanmayacak boyutta. Bu noktaya gelişte, bugün koalisyonun üçüncü yılı ile birlikte, 77'nci yaşını tamamlayacak olan Başbakan Bülent Ecevit'in katkısı yadsınamaz.Nitekim, dün konuştuğumuz altı bakan da bunu özellikle vurguladı. Tabii bir de Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın hükümet uyumunun sağlanmasında gösterdiği çaba... Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler'e göre ise bu kadar iş yapmalarına rağmen, bir tek eksiklikleri var.Kendi ifadesiyle; ‘‘yaptıklarını pazarlayamamak’’...MHP'li TBMM Başkanvekili Murat Sökmenoğlu'nun, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in, İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'in de yaklaşımı aynıydı. SEÇİMİN TARİHİHükümetin üçüncü yılı dolarken, geleceği de dün hastaneden taburcu olan Başbakan Bülent Ecevit'in bundan sonraki performansına bağlanmış durumda.Koalisyonun önündeki bir diğer eşik ise AB yolunda, idam cezasının kaldırılması, ana dilde yayın ve öğrenme hakkı ile ilgili düzenleme olarak görülüyor. Bakanlar, bu düzenlemelerin koalisyonun ömrünü etkilemeyeceğine inanıyor. Bu yıl sonuna kadar bir seçim öngörmüyorlar. Seçim için öngördükleri en erken tarih ise; 2003'ün sonbaharı.Bakanlar bunu söylese de partilerinde, 18 Nisan 2003 tarihinden önce, muhtemelen de 2003 Mart'ında seçim olacakmış gibi hazırlık yapılıyor. Hazırlıklara, Devlet Bakanı Kemal Derviş'in seçim tarihinin bir an önce belirlenmesi gerektiği yönündeki sözleri de hız katmış. Derviş'in seçim isteğinin ‘‘uluslararası boyutta gelen telkinlere de dayalı’’ olduğuna inanıyorlar. Genel seçimin 18 Nisan 2003 tarihinden önce yapılması halinde, Anayasa gereği yerel seçimle birlikte gerçekleşmesi zorunluluğu da kalkacak. ANAYASA ENGELİSeçimin ilkbahar mı, yoksa sonbaharda mı olacağının bir diğer göstergesi olarak da Anayasa değişikliği gösteriliyor.Meclis Uyum Komisyonu Başkanı Yüksel Yalova, iki seçimin ayrılmasına ilişkin Anayasa değişikliğinin haziranda çıkacağına inanıyor. Böylece 18 Nisan 2003'ten sonra gerçekleşecek bir genel seçimde, iki seçimin birlikte yapılması zorunluluğu ortadan kalkmış olacak. Dolayısıyla, Anayasa engeli aşıldığı için sonbaharda genel seçimi, zamanında yani 18 Nisan 2004'te de yerel seçimi yapma olanağı ortaya çıkacak.Bu da hükümetin ömrüne 6 ay daha katacak. Her ne olursa olsun, başta da etkin bakanın vurguladığı gibi, bundan sonraki süreç hükümet için yine badirelerle dolu geçecek.
Yazının Devamını Oku