7 Mayıs 2002
<B>HÜKÜMETİN</B>, 28 Mayıs'taki üçüncü kuruluş yıldönümü yaklaştıkça, kabinede revizyon beklentisi de artıyor. Beklentinin ateşi son iki haftadır MHP ve ANAP'ta daha yüksek.
Nedeni ise liderlerinin bir süre önce yaptıkları açıklamalar.
MHP lideri Devlet Bahçeli daha önce sıcak yaklaşmadığı bakan sayısının azaltılmasına, üç hafta önce partisinin Kızılcahamam'daki toplantısında yeşil ışık yakmıştı.
MHP yönetimi de bundan kaynaklansa gerek, değişim bekletisi içinde.
Parti yöneticilerinden biri dün sorumuz üzerine, hükümetin üç yılını doldurduğunu anımsattı ve ekledi:
‘‘Sadece kabinede bakan sayısının azaltılmasını değil, devletin yeniden yapılandırılmasını da istiyoruz. Tabii, bunun ilk adımını da hükümet kendi içinde bakan sayısını azaltarak atmalı.’’
MHP bu değişimi, üç partinin ortaklaşa yapması gerektiğine inanıyor.
Yoksa, MHP tek başına bir değişimden yana değil.
DSP İSTERSE OLUR
ANAP ise bakan sayısının azaltılmasını gündeme getiren ilk parti.
ANAP lideri Mesut Yılmaz geçen hafta sorumuz üzerine ortaklarının da olumlu yaklaşması halinde, kendilerinin hazır olduğunu açıklamıştı.
Nitekim, ANAP Grup Başkanvekili Nihat Gökbulut da dün aynı görüşü şu sözlerle dile getirdi:
‘‘Bakan değişimi yerine toplumun da beklentisi göz önüne alınarak bakan sayısında indirime gidilmeli. Her parti devlet bakanlarının sayısında üçer indirim yapar. Böylece kabinede 9 bakan azalmış olur.’’
ANAP da MHP gibi kabine revizyonunu tek başına yapma eğiliminde değil.
Bu konuda ANAP'lı bir bakanın yaklaşımı ise şöyleydi:
‘‘Bugüne kadar kabinede değişikliği MHP ve biz yaptık. Dolayısıyla hükümetteki olumsuzluklar biz ve MHP'den kaynaklı da onun için değişime gidiyoruz gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bu kez DSP de değiştirirse olur.’’
İlginç olan ise DSP'de bakan sayısında azalma ve kabinede revizyon konusundaki beklentinin son dönemde yükselmesi.
Geçen hafta sonu konuştuğumuz DSP'nin etkin isimlerinden birinin yaklaşımı şöyleydi:
DSP'DEKİ DEĞİŞİM
‘‘Hükümetin DSP kanadında yer alan bakanlara baktığınızda en yenisi 56'ncı hükümetten kalma. Diğerleri ise 1997'den beri bakanlık yapıyor. Bu kadar uzun süreli bakanlık olmaz. Bir kan değişimine ihtiyaç var.’’
Ancak, Ecevit'in geçici rahatsızlığı sürerken dün gündeme getirilen, ‘‘Ecevit Meclis başkanı, Bahçeli başbakan olsun’’ yaklaşımı, DSP'deki bu olumlu havayı dağıtmış.
DSP'de dün ortaya çıkan görüş şöyle özetlenebilir:
‘‘Kabinede revizyon ve sayı azaltımı, ortaklarımız ısrarlı olursa belki Meclis kapandıktan sonra gerçekleşir. Şu kısa sürede biraz zor.’’
Kabinenin DSP kanadındaki etkin bakanının yaklaşımı da aynı yönde oldu.
28 Mayıs'ta hükümetin üçüncü yılını değerlendireceklerini anımsattı.
Aynı gün hükümetin ileriye dönük programının yapılacağı Yüksek Planlama Kurulu'nun toplanacağını bildirdi.
Kabine revizyonu ve bakan sayısının azaltılması konusundaki görüşü ise Başbakan Bülent Ecevit'in 15 Ağustos 2001'deki yaklaşımıyla aynıydı:
‘‘Bakan sayısındaki indirim kararını, seçim sonrasında uygulanmak üzere bu dönemde alırız...’’
Bu sözlerden yola çıkıldığında, 28 Mayıs'taki hükümetin üçüncü yıl dönümünün hemen akabinde kabinede bir değişim şu aşamada görülmüyor.
Görünen o ki; değişimi önce kamu yönetiminde başlayacak, ardından kabineye gelecek.
Yazının Devamını Oku 
5 Mayıs 2002
<B>TOBB'</B>un 57'nci Genel Kurulu'nun başladığı dakikalar. İçişleri Bakanı <B>Rüştü Kazım Yücelen</B>, salonun önünde Genel Kurul Başkanı <B>Kemal Çolakoğlu</B>'nun konuşmasını dinliyor. Saat 10.40...
Bu sırada Yücelen, çalan cep telefonunu açıp kısa bir süre konuşuyor.
Telefonu kapattıktan sonra yanında oturan Devlet Bakanı Edip Safter Gaydalı'ya bir şeyler söylüyor.
Gaydalı'nın her zamanki neşeli yüz ifadesi kayboluyor.
Hemen arkalarından bu tabloyu izliyoruz.
Yücelen, yerinden kalkarken, bir Çeçen direnişçinin The Marmara Oteli'ni bastığı ve bazı kişileri rehin aldığı haberi bizlere de ulaşıyor.
Yücelen, salon kapısında gazetecilere ‘‘Bir kişinin eylemi’’ diyor.
Bahçeye çıktığında cep telefonundan karşısındakine şu talimatı veriyor:
‘‘Hiçbir pazarlık ve taviz yok. Bir saat içinde bu iş bitmiş olacak. Hukuki şartlar oluştuğunda silah kullanabilirsiniz. Talimatımı bekleyin.’’
TALİMATINIZ EFENDİM
Otomobiline bindiğinde Başbakan Bülent Ecevit'i arayıp olayı aktarıyor.
Emniyet güçlerine, ‘‘Hiçbir pazarlık yapmayacaksınız’’ talimatını verdiğini aktarıyor.
Yücelen ‘‘vurun’’ anlamına gelen ‘‘Hukuki şartlar oluştuğunda silah kullanın’’ talimatını yürürlüğe koymak için Başbakan'dan onay istiyor.
Turizm mevsimi başlarken böyle bir olayın meydana gelmiş olmasına üzülüyor.
Ecevit, önceki akşam TOBB kokteylinde herkesin önünde, ‘‘Son 20 yılın ilk olaysız 1 Mayıs'ınızı bize kutlattığınız için size teşekkür ediyorum’’ dediği Yücelen'in bu isteği karşısında kısa bir süre duraklıyor.
Ancak, ‘‘vur emrini’’ yürürlüğe koyabileceğini söylüyor.
Yücelen, İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir’e talimatını tekrar ediyor:
‘‘Pazarlık, taviz yok. Hukuki şartlar oluştuğunda silah kullanın...’’
Özdemir, eylemi gerçekleştiren Mustafa Yıldırım'ın basına bir bildiri okuduktan sonra teslim olmak istediğini söylüyor.
Yücelen, karşı çıkıyor:
‘‘Hayır. Ya hamen teslim olur veya sonucuna katlanır. 20 dakikası kaldı. Bunu kendisine aktarın...’’
AĞRI BAŞLIYOR
Ecevit, Yücelen ile konuşmasının hemen ardından saat 11.00'de Madencilik Sektörü Başbakanlar Konseyi heyetini kabul ediyor.
Ecevit'in stresi her halinden belli oluyor.
Sırtındaki ağrı da bu sırada başlıyor.
Madencilerle yarım saat kadar süren görüşmesinden sonra sırtındaki ağrı midesine doğru yayılıyor.
Hemen özel kalemine ve eşi Rahşan Ecevit'e haber veriyor.
Rahşan Ecevit, süratle Başbakanlığa gelip kendisini hastaneye götürüyor.
MR ve Bilgisayarlı Tomogrofi'den olumsuz bir sonuç çıkmayınca doktorlarının ilk tıbbi yorumu rahatsızlığın ‘‘Stres ve yorgunlukla’’ tetiklenmiş olabileceği şeklinde oluyor.
TÜRKİYE İLE OYNATMAM
Bu gelişmeleri dün, günün yoğunluğu içinde konuşma fırsatı bulabildiğimiz Yücelen'e aktardık. Önce, ‘‘Arkadaşlara anlatmıştım, onlar size aktardı sanırım. Madem duymuşsunuz, ben bir şey söylemeyeyim’’ dedi.
Yücelen'in devamında söylediği şu sözler, gemi ve bir önceki otel baskınlarından sonra, eylemi yapanların ‘‘turist’’ muamelesi görmeyeceğinin en güzel işaretiydi:
‘‘Türkiye'nin geleceğiyle kimseyi oynatmam, bu kişilerle hiçbir pazarlık da yapmam. Bu tür eylemi kim yaparsa yapsın, sonucuna katlanır...’’
Yazının Devamını Oku 
2 Mayıs 2002
<B>TÜRK </B>siyasi hayatına gelecek hafta yeni bir parti daha katılıyor. Partinin kurucularına baktığımızda ilginç bir tablo ortaya çıkıyor.
Kurucuların birçoğu Turgut Özal'ın başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı döneminde kendisine ‘‘teknokratlık’’ yapmış kişilerden oluşuyor.
Partinin kuruluş çalışmalarında motor görevini, Özal'ın halasının oğlu, eski bakan Hüsnü Doğan yürütüyor.
Doğan'ın Özal döneminde partideki işlevine bakıldığında, teknokrat özelliğinin her zaman önde olduğu bilinen bir gerçek.
Çarşamba günü İçişleri Bakanlığı'na kuruluş dilekçesi verilmesi planlanan partinin diğer kurucularına gelince...
Özal döneminin Yabancı Sermaye Başkanlığı ve Hazine Dış Ticaret Müsteşarlığı görevlerinde bulunan Namık Kemal Kılıç başta geliyor.
Bir diğer isim eski TÜPRAŞ Genel Müdürü Mehmet Savran...
Sürpriz sayılabilecek isim ise Meclis Genel Sekreteri Vahit Erdem...
Erdem, kurucular arasında yer alması için teklif geldiğini doğruladı.
Ancak henüz kararını vermediğini söyledi.
Erdem her ne kadar bunu söylese de bir zamanlar teknokrat olarak birlikte olduğu arkadaşlarını bugün de yalnız bırakmak istemediğini gördük.
SİYASİLER
Çetin Emeç Caddesi üzerinde binası tutulan partinin çekirdek kadrosunda eski siyasiler de yer alıyor.
Eski siyasilerin ortak özelliği ise geçmişte ANAP ve DYP'de milletvekili olarak görev almış olmaları.
Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e yakınlığı ile tanınan, DYP eski milletvekili İrfan Köksalan çekirdek kadroda yer alıyor.
Diğer isimler eski ANAP'lı Hasan Korkmazcan ve Ahmet Alkan...
Hüsnü Doğan dünkü sohbetimizde bu isimler dışında kendilerine katılacak olanların bulunduğunu bildirdi. Ancak, isim vermekten kaçındı.
Gelecek hafta ortasında partinin kuruluş dilekçesi İçişleri Bakanlığı'na verildiğinde sürpriz isimlerle karşılaşabileceğimizi söylemekle yetindi.
Doğan'a merkez sağ ve solda, son dönemde birçok partinin kurulduğunu veya kurulma aşamasında olduğunu anımsatarak şu soruyu yönelttik:
‘‘Bu kadar parçalanmışlık içinde sizin başarı şansınız ne olacak?’’
Doğan, ‘‘Bunu ben öteden beri savunuyorum. Ama bütünleşme için de formülümüz var’’ dedi ve şöyle devam etti:
‘‘Beyler kolaylıkla beyliğinden vazgeçmez. Onun için sistem bütünleşmeyi sağlamalı.’’
İKİ TURLU TOPARLAR
Bunun için iki turlu seçim sistemine geçilmesi gerektiğini vurgulayan Doğan şunları söyledi:
‘‘İki turlu seçim sistemi merkez sağ ve solun toparlanmasını sağlar. Ancak ikinci tura üç parti kalacak bir sistem gelmeli. Ben bunu daha önce de söyledim, şimdi görüşümü paylaşanların olduğunu görmekten memnunum.’’
Hüsnü Doğan, ilk tura bütün partilerin katılmasından yana.
İlk turda gücünü gösteremeyeceğini hisseden partilerin kendisine en yakın olan partiyle daha seçime girmeden bütünleşeceğini düşünüyor.
İkinci turun bütünleşmeyi daha da sağlamlaştıracağına inanıyor.
Doğan, ‘‘Bu sisteme geçilirse koalisyonlar bir tam bir çeyrek parti ile oluşur, öyle 3'lü 4'lü koalisyonların çıkmasından kurtuluruz’’ dedi.
Partinin kuruluş çalışmasında bulunun eski Hazine Müsteşarı Namık Kemal Kılıç da aynı görüşleri dile getirdi.
Özal döneminde siyasetten uzak durup bugün politikaya soyunmalarının gerekçesini ise şöyle dedi:
‘‘Vatandaş devleti tanıyan, dürüst, tecrübeli kadrolar istiyor.’’
Başarı şanslarının ne olacağına ise kendisi de bugünden karar veremiyor.
Yazının Devamını Oku 
30 Nisan 2002
<B>YASAYI </B>hazırlayan hukuk profesörü Adalet Bakanı <B>Hikmet Sami Türk...<br><br></B>Bakanlar Kurulu'nda yasa tasarısı üzerinde çalışan ve olgunlaştırıp Meclis'e gönderen, kabinenin hukukçu bakanları. Meclis'te son şeklini veren, çoğunluğu hukukçulardan oluşan Adalet Komisyonu'nu üyeleri.
Yasayı Anayasa'ya aykırı bulup Anayasa Mahkemesi'nde dava açan, hukukçu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer...
Sezer'in gerekçelerini haklı bulup, yasanın 6 ay içinde düzenlenerek kendilerine gönderilmesini isteyen, Anayasa Mahkemesi...
Zirvedeki hukukçular, 21 Aralık 2000 tarihinden bu yana kamuoyunda ‘‘Af Yasası’’ olarak isimlendirilen Şartla Salıverme Yasası'nı tartışıyor.
Yasa, 15 aydır pingpong topu gibi seyir izliyor.
ÇÖZÜMSÜZLÜK
Düne kadar da bir çözüm bulunmuş değildi...
İlginç olan, devletin zirvesi tartışırken, mahkûmların salıverilmiş olması.
Ceza hukuku ise, mahkûm bir yasal düzenlemeyle dışarı çıktıysa, aleyhine yeni bir düzenleme yapıp yeniden içeri alma şansını tanımıyor.
Anayasa Mahkemesi'nin, düzeltilmesi için Meclis'e tanıdığı 6 aylık sürenin bitmesine 4 gün kaldığını hükümet, son anda hukukçu Meclis Bakanı Ömer İzgi'nin uyarısı üzerine öğreniyor.
Alelacele çıkan yasa Çankaya'dan yine ‘‘tartışmalı’’ veto yiyor.
AYNEN GÖNDEREMEZ
Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanı'nın son vetosu çerçevesinde bu hafta içinde yasayı ‘‘virgülüne dokunmadan’’ aynen çıkarma kararı aldı.
Bundaki amaç Cumhurbaşkanı'nın ikinci veto hakkını elinden almak.
Ancak ortada, şu soruyla gelen ilginç durum var.
Sezer'in veto ettiği yasayı Meclis'in aynen kabul edip Çankaya'ya tekrar gönderme hakkı var mı?
Bazı hukukçulara göre yok.
Nedeni ise Anayasa Mahkemesi'nin yasayı iptal gerekçeleri doğrultusunda düzenlemesi için Meclis'e tanıdığı süre 27 Nisan Cumartesi günü doldu.
Anayasa Mahkemesi'nin iptal ettiği maddeler dışındaki hükümler bağlayıcı hale geldi.
Ortada yürürlüğe giren bağlayıcı bir düzenleme var.
ANAP Grup Başkanvekili Nihat Gökbulut ve MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır ile dün bu durum üzerinde konuştuk.
Gökbulut, şu görüşü dile getirdi:
‘‘Eğer biz veto edilen yasayı aynen çıkarıp gönderirsek, şartları 27 Nisan'da ortadan kalktığı için Cumhurbaşkanı yeniden kabul ettiğimiz bu yasayı yok sayar. İşleme bile koymaz. Çünkü Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararı yürürlüğe girdi. Anayasa'ya göre bağlayıcıdır. Şimdi, vetolu yasayı çıkarmak değil, yeni bir yasa yapma zorunluluğumuz var.’’
DSP'li Meclis Başkanvekili Ali Ilıksoy'un şu sözü ise daha dikkat çekici:
‘‘Düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi'nin verdiği sürenin dolmasına 20 gün kala, önceden yapmalıydık. Kabahatliyiz, hatta suçluyuz.’’
Yukarıdaki görüşler dikkate alınırsa, tartışma bitmeyecek, yeni bir af yasası kapıya dayanacak.
Cezaevinden çıkacaklara da yenileri eklenecek.
Yazının Devamını Oku 
28 Nisan 2002
<B>YER</B> İstanbul'un son dönemdeki en popüler semti:<br><br>Beykoz Konakları... Ormana cepheli evin salonuna üç basamakla iniliyor.
Salonun duvarları hat sanatının çerçevelenmiş özgün örnekleriyle donalı.
Bahse konu mekán, ANAP Lideri, Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın Beykoz Konakları'nda yeni taşındığı evi.
Akşam yemeği için hazırlanan masanın etrafındaki konuklardan biri hariç, diğerleri evin müdavimleri arasında sayılabilir.
Yılmaz'a yakınlığı ile bilinen THY Yönetim Kurulu Başkanı Cem Kozlu ve eşi Anne Kozlu...
Diğer aile, ünlü işadamı Şarık Tara ve eşi Lale Tara...
Üçüncü isim Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş...
DAVET BERNA HANIM'DAN
Yemek randevusunun ayarlanması da buluşma kadar dikkat çekici.
Derviş'i yemeğe bizzat Berna Yılmaz davet ediyor.
Eşi Catherine Derviş'in de gelmesini istiyor.
Ancak, Catherine Derviş, ABD'de olduğu için katılamıyor.
Yemek yendikten sonra bayanlar salonun diğer bölümüne geçiyor, erkekleri baş başa bırakıyor.
Bir ay önce gerçekleşen bu buluşma, Ankara'da iki haftadır kulaktan kulağa fısıldanıyor.
YILMAZ: SOHBET ETTİK, YEMEK YEDİK
Derviş'in siyasete girmeye karar verdiği haberlerinin yayıldığı bir dönemde Yılmaz'ın evindeki yemekte ne konuşuldu?
Hafta başında Ağrı'dan birlikte özel uçakla dönüşümüzde Yılmaz'a bu soruyu sorma olanağı bulduk.
‘‘Önemli bir şey değil. Memleket meseleleri üzerinde sohbet edip yemek yedik’’ diye söze başladı.
Hemen ardından şu cümlenin altını çizdi:
‘‘Senin anlayacağın, konuşmamızın siyasi bir yönü yoktu...’’
Derviş'in yakın çevresinin yanıtı da Yılmaz'ın sözlerine benzerdi.
Yemekte, AB ve ekonominin geleceği üzerinde ufuk turu yapılmış.
Derviş, ulusal birliğin AB'ye girmekle sağlamlaşacağını söylemiş.
Bu yıl sonunda AB'nin Türkiye'ye tam üyelik müzakeresi için bir tarih verilmesi halinde ekonominin daha da güçleneceğini vurgulamış.
Siyaseti hangi partide yapacağına ilişkin hiçbir görüş belirtmemiş.
Davet sahibi ve konukları da kendisine bu yönde bir soru yöneltmemiş.
KENDİSİ KARAR VERMELİ
Yılmaz'a, Derviş'i ANAP'a davet etmeyi düşünüp düşünmediğini de sorduk.
‘‘Bu dönemde olmaz’’ dedi.
Gerekçesini şöyle açıkladı:
‘‘Sayın Derviş, kabinede DSP kontenjanından, bağımsız bir bakan olarak görev yapıyor. Şimdiki pozisyonunun böyle olmasında da yarar var.’’
İlerde bir çağrısının olup olmayacağı sorumuza ise şu yanıtı verdi:
‘‘Seçim dönemi yaklaştığında oalbilir, buna kendisi karar vermeli...’’
Yılmaz, Derviş'e kapıyı açık bırakmakla yetindi.
Derviş ise hafta içinde ABD'de Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Johannes Lynn ile görüşmesi sonrası siyasete gireceğinin sinyalini şöyle vermişti:
‘‘Bugünkü durumum kriz aşamasında dışardan atanan teknokrat olarak doğal karşılanıyordu. Krizin akut kısmı, kötü günler geride kalınca, bu pek de normal olmayan durumu normalleştirmek lazım.’’
Derviş'in ‘‘normalleştirmek’’ sözünün anlamı siyaset.
Ancak ‘‘normalleşmenin’’ ANAP'ta mı, DSP'de mi yoksa CHP'de mi olacağına bugün en yakınındakiler dahi yanıt veremiyor.
Yazının Devamını Oku 
25 Nisan 2002
<B>GENELKURMAY </B>Başkanı Org. <B>Hüseyin Kıvrıkoğlu</B>'nun <B>‘‘iki turlu seçim’’</B> önerisi aslında Meclis'te uzun süredir bekliyor. Koalisyon ortaklarının yanı sıra DYP de bu sisteme destek veriyor.
Hatta, teklifleri de hazır.
Anayasa Komisyonu'nda, Seçim Kanunu değişikliklerine ilişkin tam 13 teklif bulunuyor.
Anayasa Komisyonu'nun ANAP'lı Başkanı Turhan Tayan, Seçim ve Siyasi Partiler ve Siyasi Ahlak yasalarının, toplu olarak bir haftada Meclis'te yasalaşacağına inanıyor.
Tayan, yasaların ‘‘seçime beş kala’’ değil, bugün ele alınması gerektiğini söyledi.
GENİŞLETİLMİŞ OLSUN
Koalisyonun diğer ortağı MHP de öneriye sıcak.
Ancak, MHP'nin iki turlu sisteme yaklaşımı biraz farklı.
MHP, ikinci tura, iki parti veya aday yerine, 3-4 aday veya parti ile gidilmesinden yana.
Bu sisteme göre birinci tura bütün partiler katılacak.
İkinci tura ise en yüksek oy alan 3 parti katılma hakkını elde edecek.
Böylece, parçalanmışlıktan yararlanan bir parti veya kişinin yüzde 15-20 gibi bir oyla iktidarı ele geçirmesinin önü kesilecek.
MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır, önerilerinin gerekçesini dün şöyle dile getirdi:
‘‘Yönetimde istikrarı temin edeceğiz diye temsilde adaleti bir kenara bırakamayız. İkinci tura 3-4 partinin katılımını sağlarsak temsilde adaleti de getirmiş oluruz. Bu şekliyle iki turlu sisteme varız.’’
Şandır'ın görüşünü Tayan'a da aktardık.
Şunları söyledi:
‘‘İkinci tura nasıl gidileceğinin yöntemini Uzlaşma veya Anayasa komisyonlarında buluruz. MHP'nin önerdiği gibi genişletilmiş iki turlu da olur. Önemli olan bunu bugün ele alınıp sağlıklı bir şekilde sonuca bağlamaktır. Seçime beş kala çıkan yasaların kalıcı olmadığı ortada.’’
DSP: ÖNCE BELEDİYEDE
İki turlu seçim sistemine DSP de sıcak bakıyor.
Bunun önce belediye başkanlığı seçiminde uygulanmasını istiyor.
DSP Grup Başkanvekili Aydın Tümen, Anayasa Komisyonu'na arkadaşlarının sunduğu teklifte de iki turlu sistemi belediye başkanlığı için istediklerini söyledi.
Milletvekili seçimi için ise kapıyı da açık bıraktı:
‘‘Parti yönetimi karar verirse, milletvekili seçimi için de olur...’’
Ana muhalefet partisi DYP'nin lideri Tansu Çiller de dün ‘‘iki turluya varız’’ dedi.
İKİ SEÇİM AYRILIYOR
Üzerinde uzlaşı sağlanan diğer konu da, mahalli seçimlere bir yıl kala genel seçimin yapılması halinde, iki seçimin birleştirilmesine dönük Anayasa hükmünü değiştirmek.
DSP, MHP, ANAP ve DYP aralarında uzlaşıyı sağlamış bulunuyor.
Değişikliğin gerekçesi de, iki seçimin birlikte yapılması halinde, teşkilatın genel seçimden çok mahalli seçim için çalışıyor olması.
Üzerinde bu kadar uzlaşı varken, seçim ve siyasi partiler yasa tekliflerinin uzun süredir komisyonda beklemesinin nedeni ise Başbakan Bülent Ecevit'in ‘‘Bunlar değişirse beraberinde seçimi getirir’’ kaygısı.
Ancak koalisyon ortaklarının ‘‘Seçim zamanında olacak’’ açıklaması bu kaygıyı bir nebze azaltmış bulunuyor.
Buna Fransa seçiminde yaşananlar ve Genelkurmay Başkanı'nın önceki günkü çağrısı eklenince Seçim, Siyasi Partiler ve Siyasi Ahlak Yasasaları'nın yakın zamanda Meclis'te ele alınması kaçınılmaz görünüyor.
Yazının Devamını Oku 
23 Nisan 2002
<B>‘BURASI tam bir sefalet yeriymiş.’ </B>Bu sözün sahibi Başbakan Yardımcısı <B>Mesut Yılmaz...</B> Sefalet olarak nitelendirdiği yer ise, Türkiye'nin Doğu'ya açılan en büyük kapısı Gürbulak...
Her taraf çamur içinde. Binalar ise artık ayakta durmakta zorlanıyor.
Gümrük kapısı 1937 yılında Atatürk'ün talimatıyla yaptırıldığı gibi kalmış.
Aradan geçen 65 yılda bazı eklemeler olmuş. Ancak, o günden bu yana köklü bir değişiklik yapılamamış.
Oysa kapının İran tarafındaki gümrük binalarını da o dönemde Atatürk bizzat inşa ettirmiş. Bunu İran'a bir jest olarak gerçekleştirmiş.
İran, aradan geçen zaman içinde gümrük kapısını tamamen yenilemiş.
YAP-İŞLET-DEVRET
Gürbulak gümrük kapısının yenilenmesi için dün ilk harç atıldı.
Gümrüklerde Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler'in başlattığı yeni yöntemle, bir anlamda özelleştiriliyor.
İpsala'nın ardından Gürbulak gümrük kapısının işletmeciliği özel sektör tarafından gerçekleştirilecek.
Gürbulak sınır kapısı, Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND) tarafından 14 ay içerisinde yepyeni bir hale getirilecek.
UND, gümrük kapısını 15 yıl boyunca işletecek. Bürokrasi ise yine devlet tarafından yürütülecek.
Türkiye'nin Orta Asya'ya açılan en büyük kapısı böylece 65 yıl sonra ilk kez yeni bir yapıya kavuşacak.
TERSİNE DÖNÜŞ
Yılda 220 bin araç ve 330 bin kadar yolcu geçişinin gerçekleştiği Gürbulak sınır kapısı sadece binalarıyla değil, ticari faaliyetiyle de kaderine terk edilmiş durumda.
Bölge halkının aktardığına göre, 5 yıl öncesine kadar hayvan ve sebze ticareti Türkiye tarafından İran'a doğru yapılırmış.
Aradan geçen zaman içinde ticaret tam tersine dönmüş.
Şimdi, hayvan ve sebze İran'dan Türkiye'ye doğru geliyor.
Bunun da belirli nedenleri var.
Öncelikle devlet Ağrı'ya bugüne kadar bir çivi çakmamış. Gürbulak gibi onu da yalnız bırakmış.
Vatandaşın en büyük istihdam kaynağı Et-Balık ise özelleştirildikten sonra kapatılmış.
Şimdi ise, çıkan kanun çerçevesinde Şeker Fabrikası özelleştirme kapsamında.
Yılmaz, dün Ağrı'da vilayeti ziyaret ettikten sonra kapıda toplanan vatandaşların kendisine gösterdiği tepki de yukarıda sıraladığımız nedenlerdendi. Herkes parmağıyla dizlerine kadar çıkmış çamuru gösteriyor, bir yandan da ‘‘Yuh’’ diye bağırıyordu.
Protesto gösterilerinin bir diğer nedeni de yoksulluk ve işsizlikti.
Tabii bu arada, siyasi nedenle de protesto yok değildi. HADEP'ten belediye başkanı seçilip, siyasi davası nedeniyle tutuklanan Hüseyin Yılmaz, şimdi beraat etmiş. Belediye başkanının tekrar görevine iadesi isteniyor. Yılmaz da bu durumu bildiğini belirterek, ‘‘Cezası affa uğramış, ama görevine iade edilmiyor’’ demekle yetindi.
Ağrı'da dün devletin karşılaştığı en önemli görüntü ‘‘Çamur içindeki yollar, aç insanlar ve çaresiz işsizler’’di.
Her ne kadar Yılmaz bütün bu sorunların giderileceği yönünde söz verdiyse de, yılların birikimiyle oluşan sorunlar öyle çabuk çözüleceğe benzemiyor.
Bunun en basit göstergesi de, vilayet kapısından adım attığınızda ayak bileğinize kadar battığınız çamurdu.
Yazının Devamını Oku 
21 Nisan 2002
<B><I>TALLİNN<br><br></I>GÖRÜNÜMÜ </B>bir hastanenin ameliyathanesi gibi temiz. Bir ucu açık masa ve üzerinde yan yana dizilmiş 14 bilgisayar. Karşıda büyük bir sinevizyon ekranı.
Salonun bir ucunda ise üzerine altı bilgisayarın yerleştirildiği bir başka masa.
Kamunun bütün kuruluşları bu salondaki bilgisayara doğrudan bağlantılı.
Herhangi bir evrakın kaybolması, sumen altı edilmesi, yanması, su baskınında yok olması, SEKA’ya káğıt olması için yanlışlıkla yollanması gibi bir durumun söz konusu olmadığı elektronik ortam...
BAKANSIZ TOPLANTI
Bakanlar Kurulu’nun çalışması da buna uygun.
Burası kısaca ‘e-devlet’ diye isimlendirilen ‘elektronik devletin’ sanal bakanlar kurulu salonu.
Bakanların kabine toplantısında hazır bulunması gibi bir zorunluluk da yok.
Eğer yurtiçi veya yurtdışı gezide ise bulunduğu yerden dizüstü bilgisayarıyla internet üzerinden bağlanıp kanun tasarılarının son durumunu görmesi olanaklı.
Dünyanın bir diğer noktasından, hazırlıkları tamamlanan bir tasarı hakkında bilgisayarı aracılığıyla bilgi alıp, bununla ilgili görüşünü bildirmesi de mümkün.
Yani, tasarı metninin bulunduğu dosyanın günlerce ilgili bakanlıklar arasında gidip gelmesi gibi bir durum yok.
Önce kabul edip, daha sonra politik nedenler dolayısıyla askıya alınması da söz konusu değil.
Bürokrasinin ayak oyununa uğraması gibi bir şanssızlıkla karşılaşması da olanaksız.
Bakanlardan birinin veya koalisyon ortağı liderinin, ‘Bu tasarı bizim için sürpriz oldu. Bir inceleyip bakalım, ondan sonra görüşümüzü söyleyelim’ diye sitem etmesini gerektirecek bir durum da yok.
Çünkü çok önceden sanal ortamda her bakanlığın bilgisine sunulmuş.
Tartışmaları sanal ortamda yapılıp, düzenlemeleriyle birlikte her bakanın ekranına çoktan düşmüş.
GELECEĞİN SALONU
Burası geleceğin bakanlar kurulu salonu...
Estonya hükümetinin, ülkesine gelen devlet büyüklerine göstermekten kıvanç duyduğu salon.
Estonya Başbakanı Siim Kallas’ın, önceki gün Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Devlet Bakanı Faruk Bal’a başkanlık ettiği sanal bakanlar kurulunun çalışmasını anlatırken yüzündeki mutluluk hemen fark ediliyor.
Birçok gelişmiş ülkenin dahi henüz tam anlamıyla başlatamadığı e-devlet uygulamasına geçmiş olmanın sevincini yaşıyor.
Sezer, Bakanlar Kurulu toplantısı gündeminin nasıl belirlendiğini soruyor.
Kallas, bilgisayar faresini avucunun içinde sağa-sola oynatarak tıklıyor, ekrana anında gündem beliriyor. Kallas şunları söylüyor:
‘Bir gündem maddesi bakanlıklar arasında tartışılmış ve sonuca bağlanmışsa ekranın üzerinde bunlar görünür. Ben de tokmağımı masaya vurup, bilgisayarın üzerinden o maddenin üzerini tıklayarak sanal imzamı atıp tasarıyı parlamentoya bilgisayar ortamı üzerinden yollarım.’
Yani 3-4 hafta boyunca gündemi olmayan bakanlar kurulu toplantısı yapmaları söz konusu değil.
Kallas’ın anlattıklarını dikkatle dinleyen Devlet Bakanı Bal’a, Başbakanlık’tan çıkışında ‘Ne düşündüğünü’ soruyoruz.
Başını iki yana sallayıp derin bir iç çekiyor ve ‘Sonra konuşalım’ diyerek yürüyor.
Yazının Devamını Oku 