Memet Eser

1 Ekim 2008 öncesi hesap hatası yapmayın

8 Eylül 2008
SOSYAL Güvenlik Reform Yasası’nın 1 Ekim 2008’de yürürlüğe girecek olan sosyal sigorta hükümleri uyarınca hak kayıplarına uğramamak için dikkat edilmesi gereken hususlar var. Son günlerde bize ulaşan ortak sorunlar bu haftaki yazımızın da konusunu oluşturuyor. A.Ş. kurucu ortakları artık sigortalı değil

Eski Bağ-Kur Kanunu uygulamasında anonim şirketlerin kurucu ortakları da zorunlu olarak Bağ-Kur sigortalısı sayılıyordu. Bu zorunluluk 1 Ekim 2008 itibariyle kalkıyor. Yani artık sigortalı sayılmayacaklar.

Bu durumda, ortaya şöyle bir sorun çıkıyor: Öteden beri A.Ş. kurucu ortağı olması sebebiyle Bağ-Kur sigortalısı olanlar ne olacak? Bunların da sigortalılıkları sona erecek mi?

Bunlar, sigortalılıklarını devam ettirmek istiyorlar ise 1 Ekim 2008’den itibaren altı ay içinde yazılı talepte bulunmaları halinde sigortalılıkları aynen devam ettirilecektir. Aksi halde, altı ay içerisinde talepte bulunmayanların sigortalılıkları ise 1 Ekim 2008 tarihi itibariyle sona erecektir.

Ortağı olduğu şirkette SSK sigortalısı olanlar

Geçmiş dönemde, birden fazla sosyal sigorta kurumu ve uygulama kanunun olması sebebiyle çalışma statülerinin faklılığına rağmen sigortalı olma halleri karıştırılmaktaydı. Diyelim, şirket ortağı olanlar Bağ-Kur sigortalısı olmaları gerektiği halde, SSK sigortalısı olarak bildirilmişlerdir. Benzer durumda olanların hak kaybı yaşamamaları için de bu fiili durum bir SSK genelgesi ile "yasallık" kazanmıştır.

Ancak, bu süreç artık sona ermektedir. 1 Ekim 2008 itibariyle vergi mükellefi veya şirket ortağı olarak bağımsız çalışanlar, kendilerine ait veya ortak oldukları işyerlerinden dolayı, yeni 5510 sayılı Kanunun 4. maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında(SSK sigortalısı gibi) sigortalı bildirilemeyeceklerdir.

Dahası evvelden beri bu durumda olanlar için kanunda bir geçiş süresi de verilmemiştir. Yani, öteden beri bir Ltd. şirketi ortağı olmasına rağmen kendini işyerinden SSK’lı olarak bildirenler artık 1 Ekim 2008 itibariyle buna son vereceklerdir. Statülerine uygun olarak, yeni 5510 sayılı Kanunun 4. maddenin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında (eski Bağ-Kur sigortalısı gibi) kendilerini sigortalı bildireceklerdir.

Bu durumda olanlar için geçiş süresi öngörülmemiş olması dikkatli olunmaz ise önemli hak kayıplarına da sebep olabilir. Şöyle; şirket ortağı oldukları halde kendi işyerlerinden kendilerini SSK sigortalısı olarak bildirenler, emeklilik için aranan şartları da SSK Kanununa göre hesaplamışken, 1 Ekim 2008’den sonra ödeyecekleri primler yeni Kanunun 4/b. maddesi kapsamında sayılacağından ve bu süre 3,5 yıldan da fazla olur ise, emeklilik koşulları eski Bağ-Kur Kanununa göre hesaplanacaktır. Diyelim bu durumda olan birisi, 5700 gün sayısı ile emekli olabilecekken, birden 9000 gün sürprizi ile karşılaşabilecektir.

Önerimiz, ya hisse devri yaparak mevcut işyerinden sigortalı (4/a) bildirimleri devam ettirilmeli, ya da şirket ortaklığından çıkıp başka bir işyerinde çalışarak sigortalı (4/a) gösterilmeli.

İsteğe bağlı sigortanın emekliliğe etkisi!

Yeni Kanundaki düzenlemeye göre; isteğe bağlı sigorta primi ödenmiş süreler, malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları ile genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulamasında dikkate alınacak ve bu süreler 5510 sayılı Kanunun 4. maddesi birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında sigortalılık süresi olarak kabul edilecektir.

Bu hüküm birçok isteğe bağlı sigortalının emeklilik planlarını etkileyecektir. Çoğunlukla da olumsuz yönde!

Şöyle; isteğe bağlı sigorta primlerinin Kanunun 4. maddesi birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında sigortalılık süresi olarak kabul edilmesinden kasıt, eski deyimiyle Bağ-Kur Kanununa tabi sigortalılık süresi demektir. Evvelden beri Bağ-Kur’lu sayılanların emeklilik haklarını düzenleyen ve 5510 sayılı Kanun ile de yürürlükten kaldırılmayan, yani daha yıllarca uygulanacak olan 1479 sayılı Bağ-Kur Kanununun geçici 10. maddesine göre ise kadın sigortalılar 20 tam yıl, erkek sigortalılar ise 25 tam yıl ile emekli olabileceklerdir.

İşte, evvelden beri SSK isteğe bağlı sigortasına girmiş ve eski SSK Kanununa göre diyelim, 5500 gün ile emekli olacağını hesap eden bir isteğe bağlı sigortalı, 1 Ekim 2008’den itibaren ödeyeceği isteğe bağlı sigorta primleri eski Bağ-Kur Kanunu kapsamında sayılacağından, bu tarihten itibaren 3,5 yıldan daha fazla süre isteğe bağlı sigortada kalır ise 7200 ya da 9000 gün sayısı ile emekli olma zorunluluğu ile karşı karşıya kalabilir.

Dolayısıyla, 1 Ekim 2008’den sonra da isteğe bağlı sigortalılıklarını devam ettirecek olanların, herhangi bir sürprizle karşılaşmamaları için durumlarını gözden geçirmeleri ve ona göre hareket etmekleri yararlarına olacaktır.

SSK isteğe bağlı sigortalısı olduğu halde vergi mükellefi olanlar

Eski Bağ-Kur uygulaması buna imkan tanıyordu. Yani, isteğe bağlı sigortası olanlar vergi mükellefi olsalar bile Bağ-Kur sigortalısı sayılmıyordu. Bu husus zorunlu sigorta ile isteğe bağlı sigorta çatışır ise öncelik zorunlu sigortaya verilir ilkesi ile de uyumlu değildi.

SSK isteğe bağlı sigorta primi ödeyen, sonrada serbest meslek kazancı sebebiyle vergi mükellefi olan bir SM, SMMM Bağ-Kur’a girmiyordu. Bunlar için de 1 Ekim 2008 tarihi önemli.

Bu tarihten itibaren, yeni Kanunun 4/b maddesi kapsamında sigortalı sayılanlar, kendilerine ait veya ortak oldukları işyerlerinden dolayı, 4/a maddesi kapsamında sigortalı bildirilemeyeceklerdir.

Dolayısıyla bu durumda olanlar da, 1 Ekim 2008 sonrasında emeklilik hesaplamalarında sürprizle karşılaşmamak için, bu tarihten sonra 4/b statüsünde ödeyecekleri primlerin 3,5 yıldan fazla olmamasına dikkat etmeliler. Aksi halde, diyelim 5400 SSK sigorta günü ile emekli olmayı planlamışlarken, eski Bağ-Kur kanuna göre 7200 ya da 9000 gün sayısı ile emekli olma zorunluluğu ile karşı karşıya kalabilirler.
Yazının Devamını Oku

Engelli işçinin maliyeti düştü

1 Eylül 2008
YILLARDAN bu yana istihdamın üzerindeki vergi ve sigorta yüklerinden bahsedilir. İstihdamın artmamasında bu tür yüklerin de etkili olduğu iddia edilir. Bu sebeple de son birkaç yıldır iddia edilen bu maliyetleri düşürmeye dönük yasal değişiklikler yapıldı/yapılıyor. İstihdam da artış oluyor mu? Bu daha çok tartışılacak gibi görülüyor. İşverenlerin bazı koşullar altında engelli, eski hükümlü ve terör mağduru istihdam etme yükümlülükleri de bulunuyordu. Özel sektör işverenleri için eski hükümlü ve terör mağduru istihdam etme zorunluluğuna son verildi. Ancak engelli çalıştırma zorunluluğu devam ediyor. Bununla birlikte engelli çalıştırma teşvik ediliyor.

Kimler engelli çalıştıracak

5763 sayılı Kanun ile İş Kanununda yapılan değişiklik sonrasında, işverenler, elli veya daha fazla işçi çalıştırdıkları özel sektör işyerlerinde %3 engelli işçiyi meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun işlerde çalıştırmakla yükümlü kılınmışlardır. Anlaşılacağı üzere özel sektör işverenlerinin 50’nin üzerinde işçileri var ise %3 engelli işçi çalıştırma zorunlulukları doğacak.

İşyerindeki 50 işçinin hesabında ise, aynı il sınırları içinde birden fazla işyeri bulunan işverenin bu kapsamda çalıştırmakla yükümlü olduğu işçi sayısı, toplam işçi sayısına göre hesaplanacaktır.

Belirtelim ki; işverenler çalıştırmakla yükümlü oldukları işçileri İŞKUR aracılığı ile sağlamak zorundadırlar.

Engelli işçinin primini Hazine ödeyecek

İşyerlerinde özel sektör işverenlerince çalıştırılan hem kontenjan kapsamındaki (%3 kapsamındaki) hem de korumalı işyerlerinde çalıştırılan engelli sigortalıların, asgari ücret üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin tamamı Hazine tarafından karşılanacaktır.

Öte yandan, işverenler zorunluluk kapsamında olmadıkları halde de engelli çalıştırabilirler. Bunlar için bile prim teşviği bulunmaktadır. Şöyle ki; kontenjan fazlası engelli çalıştıran, yükümlü olmadıkları halde engelli çalıştıran özel sektör işverenlerinin bu şekilde çalıştırdıkları her bir kişi için ise asgari ücret üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin %50’si Hazine tarafından ödenecektir.

Engelli prim teşviğinden yararlanmanın temel şartı?

Çalıştırılan engellilere ait işveren hissesine ait primlerin Hazinece karşılanabilmesi için işverenlerin çalıştırdıkları sigortalılarla ilgili olarak aylık prim ve hizmet belgelerinin yasal süresi içerisinde SGK’ya verilmesi gerekmektedir. Ayrıca, sigortalıların tamamına ait sigorta primlerinin sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile Hazinece karşılanmayan işveren hissesine ait tutarın ödenmiş olması şarttır.

İşveren kendi payına düşen primi ödemez ise

Hazinece karşılanan tutarın dışındaki, işveren tarafından ödenmesi gereken primlerin geç ödenmesi halinde, Hazine tarafından Sosyal Güvenlik Kurumu’na yapılacak ödemenin gecikmesinden kaynaklanan gecikme zammı, işverenden tahsil edilir. Öte yandan, Hazinece karşılanan prim tutarları gelir ve kurumlar vergisi uygulamalarında gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınmaz.

Korumalı işyeri nedir?

Korumalı işyeri; normal işgücü piyasasına kazandırılmaları güç olan engelliler için mesleki rehabilitasyon ve istihdam oluşturmak amacıyla, Devlet tarafından ilgili mevzuatta teknik donanımın sağlandığı ve mali yönden desteklendiği, çalışma ortamının özel olarak düzenlendiği işyerini ifade etmektedir.

Bu işyerleri, çalışan sayısının büyükşehir belediye sınırları içinde en çok 30, büyükşehir belediye sınırları dışında en az 15 olduğu ve çalışanlarının %75’ini, 15 yaşından büyük ve İŞKUR’a kayıtlı olup en az %40 oranında zihinsel, ruhsal-duyusal ve davranışsal engelli veya diğer engelli gruplarından ise %60 ve üzeri kişilerden oluşturduğu işyerlerdir.

Bu nitelikteki işyerlerinin il valiliklerinden Korumalı İşyeri Statüsü Belgesi almaları gerekmektedir.

İşte bu işyerlerinde çalıştırılan engellilerin sigorta primi işveren paylarının tamamını Hazine karşılamaktadır.
Yazının Devamını Oku

Doktor çalıştırılmasına da Sağlık Bakanlığı karışırsa

25 Ağustos 2008
GEÇEN hafta, Sağlık Bakanlığı’nca yapılan kimi düzenlemelerin kanuni dayanaktan yoksun olduğuna değindik. Özellikle herhangi bir kanunda hüküm bulunmadığı halde ya da özel bir "sağlık kanunu" bulunmadığı halde, birçok özel sağlık tesisine kapatma/faaliyet cezaları öngörülmektedir. Oysa, söz konusu faaliyet durdurma cezaları uygulanamaz, çünkü kanuni dayanaktan yoksundur. Sağlık Bakanlığı bu yaklaşımdan vazgeçmeli, ceza hukukunun temel prensibi olan "kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesine uygun hareket etmelidir.

Bu yazımızda ise, hekim ve diğer sağlık çalışanı istihdamına ilişkin Sağlık Bakanlığı düzenlemelerine yer vereceğiz.

15 Şubat 2008 tarihli yönetmeliklerinin getirdiği sınırlamalar

Özel sağlık sektörünü düzenleyen temel düzenlemeler olan "Özel Hastaneler Yönetmeliği"nde önemli değişiklikler yapıldı, "Ayakta Teşhis Ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Yönetmeliği" ise aynı adla tamamen değiştirildi.

Özel tıp merkezlerini ve özel poliklinikleri düzenleyen Ayakta Teşhis Ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Yönetmeliği ile getirilen önemli sınırlamalardan birisi de, Yönetmeliğin 38. maddesi ile birçok hususun Sağlık Bakanlığı’nca çıkarılacak bir Tebliğ ile düzenlenecek olmasıdır.

Tebliğ hangi hususları düzenleyecek?

Sağlık Bakanlığı’nca çıkarılacak Tebliğ ile,

a) Sağlık kuruluşlarının zorunlu tıbbi hizmet birimleri; bu birimlerin ve diğer mekanların fizik özellikleri; ısıtma, havalandırma ile aydınlatma özellikleri ve gerekli diğer hususlar,

b) Sağlık kuruluşunda gerçekleştirilebilecek cerrahi müdahaleler,

c) Temel laboratuvar ve radyolojik tetkikler,

ç) Bulundurulması zorunlu asgari tıbbi cihaz, araç gereçler ve ilaçlar,

d) Hasta tıbbi kayıt formları,

e) Ekonomik ve mali yeterliliğe ilişkin belgeler.

Esasen, Danıştay 10.Dairesi 03.07.2008 tarihli ve 2008/2416 esas sayılı yürütmeyi durdurma kararıyla Sağlık Bakanlığı’nın birçok konuyu Tebliğ ile düzenlemesini hukuka uygun bulmamıştır. Ve Yönetmeliğin 38.maddesinin yürütmesini durdurmuştur.

Tıp Merkezi personeline sınırlama

Yönetmeliğin geçici 2. maddesi, bu yönetmelikten önce açılmış bulunan sağlık kuruluşlarının faaliyetlerine devamını ve belli bir süre içinde yönetmelikle getirilen yeni düzenlemelere uyumunu öngörüp, kazanılmış hakların korunmasını amaçlamasına rağmen, anılan sağlık kuruluşlarında yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren tabip sayısında meydana gelebilecek eksilmelerin giderilmesine olanak sağlamak yerine, yönetmeliğin hukuka aykırı bulunan 38. maddesine, henüz çıkmamış tebliğ hükmüne, yine henüz Bakanlıkça yapılmamış olan planlamaya yollamada bulunmaktadır. Danıştay 10. Dairesi, bu haliyle anılan yönetmeliğin geçici 2. maddesinin 2. fıkrasınin, hukuka aykırı bulunan 38’inci maddeye yollamada bulunmasının yanı sıra daha önce ruhsat alıp, faaliyete geçmiş sağlık kuruluşlarında tabip sayılarındaki eksilmeleri gidermeye olanak tanımaması yönünden de hukuka aykırı bulmuş ve yürütmesini durdurmuştur.

Sağlık Bakanlığı yönetmelikleri değiştiriyor

Sağlık Bakanlığı kamuoyundan gelen itirazları ve yargı kararlarını da dikkate alarak yukarıda sözü edilen yönetmeliklerde 23.07.2008 tarihi itibariyle değişikliklere gitti. Dahası Bakanlık, yayınladığı 2008/47 sayılı genelge ile kendi yarattığı sorunu çözme yoluna gitmiştir.

Sağlık Bakanlığı, 15 Şubat 2008 tarihine kadar açılmış tıp merkezi ve polikliniklere ilave hekim alınmasını 2008/Ekim ayında ilan edilecek planlamaya kadar durdurmuş bulunmaktadır. Bu sebeple de hasta sayılarında artış olsa bile sözü edilen sağlık kurum ve kuruluşları çalışma belgesi alamadıkları için ilave hekim istihdam edememektedirler.

Bununla birlikte soruna çözüm arayan Bakanlık, söz konusu genelge ile yürürlükten kaldırılan Yönetmeliğe göre açılan sağlık kuruluşlarından ayrılan sağlık çalışanın yerine aynı nitelikteki elemanın istihdamını olanaklı kılmıştır. Ayrıca, uygunluk belgesine esas uzmanlık dalında asgari sayıdan fazla olan tabipler ile uygunluk belgesine esas olmayan tabiplerden tam zamanlı olanların sağlık kuruluşundan ayrılması halinde, bu tabiplerin yerine istenilir ise kısmi zamanlı bir tabip istihdam edilebileceğini belirtmiştir.

Öte yandan, 2008 yılı Ekim ayında ilan edilecek planlama kapsamına, sadece tabip ve uzman tabiplerin alınması yönünde prensip kararı alındığını ifade ederek, diş hekimi ve diğer sağlık çalışanı istihdamında herhangi bir sınırlamaya gitmeyeceğini duyurmuştur.

Bir hekim

kaç sağlık tesisinde çalışabilir?

Sağlık Bakanlığı 23 Temmuz 2008 tarihli Yönetmelik değişiklikleri ile hekimlerin çalışabileceği özel sağlık tesislerini sayısal olarak da sınırlandırmıştır. Buna göre, hekimler, muayene ve tedavilerini üstlendikleri hastaları gerektiği gibi takip edebilmeleri, kaliteli ve verimli hizmet sunabilmeleri için en fazla iki sağlık kurum ve/veya kuruluşunda; yan dallarda uzman olan hekimler ise en fazla üç sağlık kurum ve/veya kuruluşunda çalışabilirler. Ruhsata esas olmamak kaydıyla hekim harici sağlık çalışanı yani hemşire, ebe, diş hekimi vb. en fazla iki sağlık kurum ve/veya kuruluşunda çalışabilir.
Yazının Devamını Oku

Sağlık alanında karmaşa sürüyor

18 Ağustos 2008
SOSYAL güvenlik ve sağlık alanında yapılan çalışmalar sürekli kamuoyu gündeminde. Son beş yıldır sağlıkta dönüşüm programı kapsamında Sağlık Bakanlığı’nca yapılan düzenlemeler ise daha da dikkat çekici.

Sağlık alanında özel sektörün teşvik edilmesi son yılların temel tercihlerinden birisi. Sağlık kapasitesinin artırılması ve bu kapasiteden tüm yurttaşların yararlanması amaçların başında geliyor. Genel sağlık sigortası uygulaması ile de özel-kamu ayrımı olmaksızın tüm yurttaşların sözleşmeli sağlık kurum ve kuruluşlarından hizmet alması hedefleniyor. Kaldı ki, bu süreç geçtiğimiz yıl başladı bile.

Bizim üzerinde duracağımız husus, özel sektöre sağlık sistemi içerisinde önemli rol tanınırken sağlam bir hukuki alt yapının kurulmamış olmasıdır.

Denetim alt yapısı yok

Kimi zaman yazılı ve görsel basına da yansıyor:

"Özel tıp merkezine başvuran çocuk kabul edilmedi", "acilden geri çevrildiler"..vs.

Hatta bu uygulamalara kızan siyasilerin söz konusu özel sağlık tesislerini birkaç günlüğüne kapattıkları da basına yansıyan haberlerden.

Sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim.

Sağlık Bakanlığı, özel tıp merkezlerini, özel poliklinikleri, özel diyaliz merkezlerini "hukuken" kapatamaz! Ne 3 günlüğüne, ne 10 günlüğüne ne de süresiz.

Şaşırtıcı gelebilir, ama hukuken durum budur.

Sebebi de özel hastaneler dışında açılan birçok sağlık tesisini düzenleyen bir kanunun bulunmamasıdır. Denilebilir ki; Sağlık Bakanlığı 181 sayılı KHK ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’ndaki yetkilerine dayalı olarak Yönetmelikler çıkarmak suretiyle adı geçen özel sağlık tesislerini düzenleyebiliyor.

Burada sorun yok, Sağlık Bakanlığı bu yetkisini kullanabilir. Ama, Yönetmeliklerde ne SUÇLARI ne de CEZALARI düzenleyemez. Ancak Bakanlık, özel tıp merkezlerini, özel poliklinikleri ve diğer özel sağlık kuruluşlarının açılması ile işletilmesini düzenlediği Yönetmeliklerde suçlar tanımlayıp bunlar için çoğunlukla da kapatma cezaları öngörmektedir.

Oysa bu durum, ceza hukukunun temel prensibi olan "kanunsuz suç ve ceza olmaz" prensibine aykırıdır. Yani, suç ve cezanın KANUN ile düzenlenmesi gerekir. Yönetmeliklerle değil.

Kaldı ki, bu husus Anayasamızın 138. maddesinde ve bağlı olarak TCK. md.2’de de hüküm altına alınmıştır.

ÖRNEKLER:

Acil hizmetler uygun şekilde yürütülmediğinde mesul müdür uyarılıp 10 günlük süre verilmekte ve uygunluk sağlanıncaya kadar da sağlık kuruluşunun tamamında faaliyet durdurulmaktadır.

Ameliyathanede atıklar ve çöpler uygun şekilde toplanmadığında mesul müdür uyarılmakta ve 5 günlük süre verilmekte, uygunsuzluğun devamı halinde de cerrahi uzmanlık dallarında faaliyet 3 gün süre ile durdurulmaktadır.

Örnekleri çoğaltmamız mümkün. Ancak tekrar söyleyelim ki, Sağlık Bakanlığı sözü edilen cezaları, özel sağlık kuruluşları için uygulayamaz. Keza cezalar ve suçlar kanunda değil yönetmeliklerde düzenlenmiştir.

NE YAPMALI?

Özel sağlık kuruluşlarında sistem içerisinde önemli roller tanınıp sayılarının artması teşvik edilirken hem sağlık hizmeti alan yurttaşların hakları hem de sağlık tesisi işletenlerin haklarının korunabilmesi için hukuki alt yapının da iyi oluşturulması gerekmektedir.

Sosyal güvencesi yok diye acile hasta kabul etmeyen, ehliyeti olmadığı halde ambulans şoförü çalıştıran, devlet hizmet yükümlülüğünü yerine getirmemiş olan hekimi ya da çalışması yasak olan yabancı hekimi işletmesinde çalıştıran sağlık kuruluşlarının bizce de bir yaptırıma muhatap olmaları gerekmektedir.

Ancak bu kapsamdaki suçların ve cezaların mutlaka bir kanunda olması gerekmektedir.

SON SÖZ OLARAK

Özel sağlık kuruluşlarının açılması ve işletilmesinin, kimlerin açmaya ehil olduklarının, görev ve sorumluluklarının, denetlenmelerinin ve nihayet yükümlülüklerinin nelerden ibaret olduğunun, bunların ihlali halinde hangi yaptırımların uygulanacağının bir kanun ile düzenlenmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Adını da koyalım, bu kanun "Özel Sağlık Kurum Ve Kuruluşları Kanunu" olabilir.
Yazının Devamını Oku

Sigorta primlerinin İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanması

11 Ağustos 2008
SOSYAL güvenlik sistemimizde ’istihdamı teşvik’ etmeye dönük çok sayıda destek unsuru bulunmakta. Bunların bir bölümü belli bölgelerde yatırım ve istihdamı teşvik etmeye çalışmakta, bir bölümü özürlüler gibi toplumda korunması gereken kimselerin çalıştırılmasını özendirmeye çalışmaktadır. 1 Temmuz 2008’den itibaren uygulamaya başlanan ve yazımız konusu olan teşvik ise, 18-29 yaş arasındaki erkek ve 18 yaşından büyük kadın sigortalılardan yeni işe alınanların sigorta primlerinin işveren paylarının, yıllara göre değişen oranlarda İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanmasına ilişkindir.

İşe alınacaklarda aranacak şartlar

5763 sayılı kanun ile yapılan düzenlemeye göre bu kapsama; 18 yaşından büyük, 29 yaşından küçük olan erkek ve 18 yaşından büyük olan kadınlardan, 1/1/2008 ila 30/6/2008 dönemine ilişkin kuruma verilen aylık prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı bulunmayıp, 1/7/2008 ila 30/6/2009 tarihleri arasında işe alınan ve fiilen çalıştırılanlar girmektedir. İşe alınacak sigortalının kesinlikle 1/1/2008 ila 30/6/2008 devresinde SGK’ye verilen prim belgelerinde kayıtlı olmaması gerekiyor. Bu altı aylık prim ve hizmet belgesinin birinde ister bir gün ister on gün sigortalı bildirilmiş olsun bu işçi için teşvikten yararlanılamayacak. Hatta, bu altı aya ilişkin aylık prim belgelerinde işçinin adı-soyadı olmakla birlikte ücretsiz izinli olması, raporlu olması gibi sebeplerle kazancı ve sigorta gün sayısının sıfır olması halinde bile teşvikten yararlandırılmayacaktır.

İşyerleri açısından aranan şartlar

İşe alınacak sigortalılar için yukarıdaki şartlardan başka işyeri ile de ’ilave istihdam’ yaratmalarına ilişkin şartın gerçekleşmesi gerekmektedir. İlave istihdam ise 1/7/2008 ile 30/6/2009 tarihleri arasında işe alınan sigortalıların, 2007/Temmuz ile 2008/Haziran aylarında SGK’ye bildirilmiş toplam sigortalı sayısının, aynı dönem aralığında kuruma bildirim yapılmış ay sayısına bölünmesi suretiyle bulunacak olan ortalama sigortalı sayısına, ilave olarak işe alınmış olmaları halinde gerçekleşmiş olacaktır. Bu hesaplama yapılırken emekli çalışanlar hesaplamaya dahil edilecek fakat çıraklar dahil edilmeyecektir. Ay içinde işe giren ve çıkanlar da hesaplamaya dahil edilecek fakat mükerrer hesaplanmayacaklar. Yine, prim belgelerinde kayıtlı fakat sıfır gün ve kazanç görünenler de dikkate alınacaktır.

Teşvikten yararlanabilmek için dikkat edilecek diğer hususlar

Belirtelim ki; işveren hissesine ait primlerin İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanabilmesi için işverenlerin çalıştırdıkları sigortalılarla ilgili olarak aylık prim ve hizmet belgelerinin yasal süresi içerisinde SGK ye verilmesi ve sigortalıların tamamına ait sigorta primlerinin sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanmayan işveren hissesine ait tutarın ödenmiş olması şarttır. İşveren tarafından ödenmesi gereken primlerin geç ödenmesi halinde, İşsizlik Sigortası Fonundan SGK’ye yapılacak ödemenin gecikmesinden kaynaklanan gecikme zammı, işverenden tahsil edilir. Öte yandan; SGK tarafından yapılan kontrol ve denetimler sonucunda çalıştırdığı kişileri sigortalı olarak bildirmediği tespit edilen işyerleri hakkında bir yıl süreyle uygulanmaz. Sosyal güvenlik destek primine tabi çalışanlar ile yurt dışında çalışan sigortalılar hakkında ise sözkonusu teşvik hükümleri uygulanmaz.

İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanacak tutarlar

Yukarıda belirtilen şartlara haiz sigortalıların işe başladığı tarihten itibaren prime esas kazanç alt sınırı (asgari ücret) üzerinden tahakkuk eden işveren hissesi sigorta priminin;

Birinci yıl için yüzde yüzü, İkinci yıl için yüzde  sekseni, Üçüncü yıl için yüzde altmışı, Dördüncü yıl için yüzde kırkı, Beşinci yıl için yüzde yirmisi, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanacaktır.

Başvuru şekli

İşveren hissesi sigorta prim teşvikinden faydalanılabilmesi için, işverenlerin, anılan maddede öngörülen niteliklere sahip sigortalıların işe alındığına ve işyeri yönünden gerekli şartların taşındığına ilişkin dilekçe ile işyerinin bağlı bulunduğu Sosyal Güvenlik İl/ Devredilen SSK Sigorta Müdürlüğüne müracaat etmeleri gerekmektedir. Yapılan yazılı müracaatlar üzerine, kapsama giren sigortalılara ilişkin aylık prim ve hizmet belgelerinin, (4447 sayılı Kanun çeşidi) seçilmek suretiyle gönderilebilmesi amacıyla sistem üzerinde gerekli kodlama yapılacaktır.

Özürlü çocukların eğitim giderlerinin MEB’nca karşılanması uygulaması değişti

BU husus 3797 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un ek 3. maddesinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Buradaki düzenleme 6 Ağustos 2008 tarihli RG’de yayımlanan 5793 sayılı Kanun ile önemli değişikliğe uğramış bulunmakta. Buna göre; özürlü sağlık kurulu raporu düzenlemeye yetkili sağlık kurum veya kuruluşlarınca verilen sağlık kurulu raporuyla asgari % 20 özürlü olduğu tespit edilen ve özel eğitim değerlendirme kurulları tarafından da eğitsel değerlendirme ve tanılamaları yapılarak 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu kapsamında açılan özel eğitim okulları ile özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde verilen destek eğitimini almaları uygun görülen;

Görme, işitme, dil-konuşma, spastik, zihinsel, ortopedik veya ruhsal özürlü bireylerin; eğitim giderlerinin her yıl Maliye Bakanlığı’nca belirlenen tutarı, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesine bu amaçla konulan ödenekten karşılanacaktır.

Bu özürlü bireylerin, özür grupları ve dereceleri ile özür niteliğine göre eğitim programlarının kapsamı ve eğitim süreleri, Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın görüşü alınmak suretiyle MEB’nca hazırlanacak yönetmelikle belirlenecektir.

Öte yandan, haksız yararlanmaları önlemek için; söz konusu eğitim hizmetini sunan veya yararlananların, gerçek dışı beyanda bulunmak suretiyle fazladan ödemeye sebebiyet vermeleri durumunda bu tutarlar, iki katı ve kanuni faiziyle birlikte ilgililerden müteselsilen geri tahsil edilecektir. Bu fiillerin özel eğitim okulları ile özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri tarafından tekrarı hálinde, ayrıca kurum açma izinleri iptal edilecektir.
Yazının Devamını Oku