Gila Benmayor

Carla Bruni neo-İslamcılara nasıl alet oldu?

27 Nisan 2003
<B>KEDİ </B>gözlü top manken <B>Carla Bruni.<br><br></B>İtalya'da aristokrat bir aileden dünyaya gelmiş, şatolarda büyümüş, İsviçre'de okumuş ve 20'li yaşlarında dünyanın en çok kazanan mankenleri arasına girmiş. Çapkın mı çapkın.

Rolling Stones'un solisti Mick Jagger'ı bir zamanlar karısı Jerry Hall'ün elinden kapmış.

Derken mankenlikten sıkılmış şarkıcılığa soyunmuş.

Peki neo-İslamcılarla ilgisi nereden?

Hikayeyi Fransız L'Express Dergisi'nden öğreniyoruz.

Ancak manken-şarkıcı ile kendilerine ‘‘Veni, vidi, vici’’ adını takan neo-İslamcı grup arasındaki ilişkiye değinmeden önce genel bir çerçeve çizmekte yarar var.

Yaklaşık 6 milyon Müslüman’ın yaşadığı Fransa, kimi zaman laiklik ilkelerine ters düşen durumlarla karşı karşıya kalıyor.

Bizim yakından bildiğimiz ‘‘türban krizlerini’’ pek sık yaşıyor.

Meselá 23 Nisan krizinden birkaç gün önce, Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy, Fransız İslam Örgütleri Birliği'nin toplantısında kimlik kartlarında ‘‘türbanlı’’ fotoğraf kullanılamayacağını söyleyince kıyamet kopuyor.

Sarkozy, salondan yükselen protestolara rağmen ‘‘Kusura bakmayın’’ diyor ‘‘rahibeler kimlik kartları için başları açık fotoğraf çektirirken Müslüman kadınlar için bir ayırım yapamayız.’’

Carla Bruni
meselesine dönersek...

Meğer Fransa'daki neo-İslamcılar, iktidarın, siyasi partilerin, üniversitelerin kilit noktalarına sızmak için oluşturdukları bir nevi ‘‘yol haritasını’’, taktikleri, Carla Bruni'nin ‘‘Birisi Bana Söylemişti’’ albümünün korsan CD-Rom'larına gizlemişler.

CD-Rom'daki bilgilere ancak bazı kodlarla ulaşmak mümkün.

Peki şu meşhur CD-Rom'larda neler var?

Anlaşılan ciddi şeyler var zira L'Express şöyle bir başlık atmış: ‘‘Neo-İslamcıların cumhuriyete çöreklenerek, parçalama stratejisi.’’

Veni, vidi, vici'
nin elindeki en önemli koz, katı bir din eğitiminden geçireceği, bir anlamda ‘‘yeniden İslamlaştıracağı’’Fransa'daki genç Müslüman nüfus.

Fransız toplumuna entegre olan laikleri saf dışı bırakmak, devleti Müslümanlara ayırımcılık uygulayan bir kurum olarak göstermek taktiklerden bazıları. Bir diğeri politik yaşamı tamamıyla gruba bağımlı olacak adayları desteklemek.

Fransız İslam Örgütleri Birliği ve Fransız Müslüman Öğrenciler Hareketi'yle de sıkı bir ilişki içinde olduğu anlaşılan Veni, vidi, vici grubunun referans aldıkları kişi, neo-İslamcıların önde gelen ismi Tarık Ramadan.

Carla Bruni
'nin korsan CD-Rom'undaki gizli ‘‘yol haritası’’nda Ramadan'ın yedi kitabının okunması tavsiye edilmiş.

Tavsiye edilen başka kitaplar Sun Zi'nin ‘‘Savaş Sanatı’’ Makyavel'in ‘‘Prensi.’’

Mısır'da Müslüman Kardeşler Örgütü'nun kurucusu Hassan el-Benna'nın torunu olan ve İsviçre'de yaşayan Tarık Ramadan ‘‘takıyye’’ ustası olarak biliniyor.

Cenevre'deki ‘‘İslam Merkezi’’nin başında olan kardeşi Hani Ramadan ise bir keresinde zina suçu işleyen kadınların taşlanmasından yana olduklarını beyan etmiş.

Böyle düşünenlerin Carla Bruni'nin CD-Rom'unun ardına gizlenmelerinde bir tuhaflık yok mu?
Yazının Devamını Oku

Hem Türkiye, hem Avrupa kimlik krizinde

25 Nisan 2003
<B>FRANSA </B>Dışişleri Bakanı <B>Dominique de Villepin</B> Ankara'ya geldiği günün ertesi sabahı Fransız Elçiliği'nde bazı politikacılar ve akademisyenlerle biraraya geliyor. Gündemdeki konular Irak, Türkiye'nın AB üyeliği, Kıbrıs.

Fransa ile ABD arasında ilişkiler gergin.

Washington, Irak Savaşı'na karşı çıkmakla kalmayıp yanına başka ülkeleri çekmeye çalıştığı için fena halde diş biliyor Fransa'ya.

Ticari boykot bir yana bazı NATO kararlarından Fransa'ya dışlamak bile söz konusu.

Dominique de Villepin işte böyle bir ortamda Türkiye, Ürdün ve İran gezisinde.

Washington ile sancılı ilişkiler döneminde olan Ankara, dümen suyundaki Amman ve bir süre sonra ‘‘sıranın kendisine geleceği’’ söylenen Tahran.

Elçilikteki kahvaltıya dönersek, Fransa Dışişleri Bakanı, Türkiye'nin AB üyeliği üzerinde önemle duruyor.

‘‘Hem Avrupa, hem Türkiye kimlik krizinde’’ diyor.

Bakan'a göre, Avrupa'nın kimlik krizi, Irak Savaşı nedeniyle üyeler arasında çıkan görüş ayrılıklarından kaynaklanıyor.

Türkiye ise Avrupa'nın kendisine kucak açmaktaki gönülsüzlüğünden, ‘‘Batı'ya ait mi, değil mi’’ tartışmalarından ötürü kimlik krizinde.

Dominique de Villepin, ‘‘Türkiye'yi yalnız bırakmamak gerekiyor’’ diyor.

Fransa'nın AB üyeliği için Türkiye ile daha sıkı bir işbirliği içersinde çalışacağını söylüyor.

‘‘Sadece Fransa değil Avrupa'nın büyük ülkeleri Türkiye ile daha yakından ilgilenmek zorunda’’ diyor.

‘‘Türkiye de reformlarları hızlandırmak için acele etsin’’ diye ilave ediyor.

Avrupa Birliği, Türkiye için 2004'te karar alacak.

Ancak 2004, AB Komisyonu üyelerinin de yenileneceği bir yıl.

Dolayısıyla Türkiye'nin yeni üyelerle işi daha da zorlaşabilir.

İşte Fransa Dışişleri Bakanı buna da dikkat çekiyor.‘‘Acele edin, bu kez treni kaçırmayın’’ demeye getiriyor.

Avrupa Birliği Bechtel'in Irak kontratını inceleyecek

IRAK'ın yeniden yapılanmasında meydanı ‘‘zoraki’’ bir şekilde ABD'ye bırakan Avrupa, Washington'un görevlendirdiği Amerikan şirketlerini mercek altına almaya hazırlanıyor.

680 milyon dolarlık bir kontrat imzalayan Bechtel bunlardan bir tanesi.

AB Komisyonu, Bechtel'in kaptığı kontratın uluslararası ticari yasalara uygun olup olmadığını incelemeye karar vermiş.

Irak'ın yeniden yapılanması için Bush Yönetimi'nin imzalamış olduğu sekiz kontrat arasında bildiğiniz gibi en önemlisi Bechtel'inki.

Bunun Dünya Ticaret Örgütü kurallarına uyup uymadığını kontrol etmeye kalkan AB sanırım akıntıya karşı kürek çekiyor.

Zira ta başından beri bildiğini okuyan Washington'un AB Komisyonu'ndan aksi bir karar çıksa dahi geri adım atacağı düşünülemez.

Irak'ın yeniden yapılandırılmasında ABD'nin kendisine bırakacağı ‘‘kırıntılarla’’ idare etmek zorunda kalan Avrupa Birliği bu arada boş durmuyor.

Le Monde Gazetesi'nin önceki günkü sayısında, ekonomi ekinde çıkan habere göre, AB İran ile bir serbest ticaret anlaşması imzalamanın yollarını araştırıyor.

Ancak anlaşmanın imzalanmasından önce AB'nin bazı talepleri var: İran'ın insan hakları karnesini düzeltmesi ve ekonomik reformlara girişmesi.

Bir yanda Dominique de Villepin'in bölgeye ziyareti, diğer yanda AB'nin İran'a ilgisi bence yakından izlenmesi gereken ilginç bir tablo.

AB rekabetini öğrenmek 53.8 milyar dolarmış

OKURLARIMDAN Mustafa Kovalık, MESS Başkanı Tuğrul Kudatgobilik'in Gümrük Birliği anlaşmasının imzalanmasından sonra ortaya çıkan ve kendisinin ‘‘Avrupa ile rekabet etmeyi öğrenmenin bedeli’’ olarak tanımladığı 52 milyar dolara itiraz etmiş.

İtirazını Tuğrul Kudatgobilik'e ilettim.

MESS Başkanı gönderdiği mail'de, Gümrük Birliğinin 5 yıllık maliyetini (1996 ile 2000) DİE rakamlarından çıkarttığını belirterek ‘‘Rakamlara tekrar bakınca yalnız AB üyeleriyle dış ticaret açığının 52 milyar dolar değil, 53.8 milyar dolar olduğunu gördüm’’ diyor.

DÜZELTME: Salı günü bu sütunlarda yayınlanan İKEA yazısında, şirketin yıllık cirosu 12 milyon Euro olarak belirtilmiştir. Birçok okurumun dikkat çektiği gibi milyon ile milyar karışıklığı oldu. İKEA'nın yıllık cirosu 12 milyar Euro'dur.
Yazının Devamını Oku

İKEA Türkiye’ye neden gelmiyor?

22 Nisan 2003
<B>GEÇTİĞİMİZ</B> günlerde hem Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan</B>, hem Hazine'den sorumlu Devlet Bakanı <B>Ali Babacan </B>yabancı sermayeyle ilgili umutlu mesajlar verdiler. Erdoğan, ‘‘Güven gelecek, yatırımlar patlayacak’’ derken, Babacan Türkiye'de yıllardan beri tartışılmakta olan ‘‘Yatırım Promosyon Ajansları’’nın kurulacağını söyledi.

Mersin ilimizin neredeyse iki yıldan beri üzerinde çalıştığı İrlanda modelinden söz etti. Kısaca her ikisi yabancı sermayeyle ilgili bir önceki hükümetten de sıkça duyduğumuz vaatleri yinelediler.

YASED Genel Sekreteri Abdurrahman Arıman yatırım ortamını iyileştirmeye yönelik reformların bu ay sonunda, en geç mayıs ayının ilk haftalarında yürürlüğe gireceği beklentisinde.

Göreceğiz.

Ben bu arada işadamı İshak Alaton'un geçen hafta, İzmir'deki Kal-Der toplantısında Türkiye'den vazgeçmek zorunda kalan yabancı şirketlerle ilgili verdiği örneklere değinmek istiyorum.

Örneklerden bir tanesi dünyanın belki de en büyük ev dekorasyon mağazası İKEA.

Suudi Arabistan, Rusya, Polonya, Çin dahil 33 ülkede mağazası olan İKEA bir İsveç kuruluşu, 2002 cirosu 12 milyon Euro ve 75 bine yakın çalışanı var. Hem ucuz, hem son derece modern ve kullanışlı tasarımları olan İKEA'nın müşterisi olarak bu mağazanın ne zaman Türkiye'de açılacağını merak eder dururdum. Anladığım kadarıyla yakın tarihlerde Türkiye'de İKEA'dan alışveriş olanağı yok.

İsveç Ticaret Merkezi’den aldığım bilgiye göre, İKEA'nın Türkiye ile ilgili iki ayrı hazırlığı varmış.

Türkiye’den Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'ya mal sevkıyatı için 150 milyon ila 200 milyon dolarlık bir lojistik merkez ve bir satış mağazası.

Franchising için Sabancı dahil bazı gruplarla görüşmeler sürüyormuş.

Ancak Türkiye için esas önemli olan lojistik merkez meselesi askıda.

Önemli diyorum zira, İKEA günde yaklaşık 50 TIR'ın giriş yapacağı bu merkez için bizzat bir demiryolu döşemeyi bile planlıyormuş.

TCDD yılda 6 bin vagon kullanırken, İKEA'nın kullanacağı vagon sayısı 2 bin.

Böylesine önemli bir yatırım fırsatını kaçırmamızın nedeni serbest bölgelerle ilgili düzenlemelerde yapılması beklenen değişiklikler.

Yani yeni düzenlemelerle serbest bölgeler yabancı yatırımcılar için cazibesini kaybedecek.

YASED Başkanı Şaban Erdikler'e göre, AKP Hükümeti’nin serbest bölgelerle ilgili düzenlemelerin ne olacağını net bir şekilde ortaya koymaması yabancı sermayenin gözünü korkutuyor.

Korkutan diğer bir mesele de ‘‘kazanılmış hakların geri alınması...’’

Diyelim ki, İKEA bugün yatırımını yaptı. Yarın çıkacak bir yasayla beklemediği bir durumla karşılaşmayacağının hiçbir garantisi yok...

İrtibat büroları da dertli


MADEM konu yabancı sermayeden açıldı, İsveç Ticaret Merkezi'nin verdiği diğer bir örnekten de söz etmem yerinde olur.

HM, Lindex, Kappahl gibi İsveç'in önde gelen tekstil şirketlerinin Türkiye'de irtibat büroları var. Bunlar aracılığıyla buradan tekstil ürünleri alınıyor.

Şimdi bu şirketler de Cumhurbaşkanı Sezer'in onayını bekleyen vergi yasası nedeniyle diken üzerinde.

Yeni yasaya göre bu şirketlerin irtibat bürolarında çalışanlardan gelir vergisi alınacak. Bu da kazanılmış hakların geri alınmasına bir örnek.

Vergi alındığı takdirde şirketlerin Türkiye'deki işletme masrafları artıyor.

Oysa buraya bazı şeyleri hesap ederek gelmişler, büro açmışlar.

İsveç Ticaret Merkezi Cumhurbaşkanlığı'na yazmış, uygulamanın haksızlığına işaret etmiş.

Bir yandan yabancı yatırımcı gelsin diyoruz, öte yandan önlerine akıl almaz engeller çıkartıyoruz.

TÜSİAD'ın dünkü açıklamasına göre, 2002 yılı yabancı yatırım son 14 yılın en düşük seviyesinde. Hazine Müsteşarlığı 2002’de yabancı yatırımı 0,6 milyar dolar olarak açıklamış.

Erdoğan ile Babacan’ın değindiği önlemler hemen alınmadığı takdirde durum gerçekten vahim.

Sevim Gökyıldız'dan mektup


SEVİM Gökyıldız ‘‘Mutfak Dostları Derneği’’nin 2. Başkanı, ‘‘Akdeniz Mutfakları Konservatuvarı’’ kurucu üyesi, ‘‘Union Europeenne de Gourmet’’nin Türkiye kurucu üyesi. Pazar günü aldığım ve beni pek mutlu eden mail'i şöyle:

‘‘20 yıldır çeşitli dergi ve gazetelerde yemek yazıları yazarım. Misyonum Türk mutfağını yaban ellerde tanıtmak. Türk mutfağı modası yaratmak. İstanbul'a aşık bir otel müdürünün beni bulması sonucunda Fransa'da tam 15 gün süreyle mutfağımızı tanıtmak fırsatını elime geçirdim.

Annecy'deki ‘‘L'İmperial Palace’’ düzenlenen ‘‘Afiyet Olsun'
günlerinde 2 bin 500 ziyaretçiye elimde lokum ‘‘hoşgeldiniz’’dedim. Çay, kahve, salep, baklava, leblebi, fıstık ikram ettim. Tam 160 kez helvayı, 150 kez hünkar beğendiyi, bir o kadar da aşure, karnıyarık ve su böreğini anlattım.

Fransız kadınlarla yaprak sarması ve sigara böreğini birlikte yaptık. Tarihçi yazar Gonzague Saint Bris benimle televizyon röportajı yaptı.

Turizm Bakanlığı'nın para vererek bile yapamayacağı bir tanıtım filmi çekildi ve bir hafta her gün televizyonda verildi. Maksadım böylesine heyecan verici bir Türk mutfağı tanıtımını başkalarıyla paylaşmak.’’

Sevgili Sevim Gökyıldız'un mail'inden çıkan sonuç... Keşke Ankara'dakiler Türkiye için böylesine özveriyle çalışanlar kadar duyarlı olsalar...
Yazının Devamını Oku

Hazineleri bekleyen tehlike meğer gökte değil yerdeymiş

20 Nisan 2003
Chicago Üniversitesi profesörlerinden McGuire Gibson, mart başında Science Dergisi'ndeki makalesinde, Irak'taki 10 bin arkeolojik alanı nasıl bir tehlikenin beklediğini, müzelerin de yağmacıların tehdidi altında olduğunu yazmıştı. O da Pentagon'a ‘‘Müzelere dikkat’’ uyarısı göndermişti. ‘‘Askerlerin öncelikleri başkaydı’’ diyor bugün. Müzeler yerine Petrol Bakanlığı'nın önünde nöbet tutmak gibi.

İki hafta önce bu sütunlarda Mezopotamya'nın hazinelerine füzelerin isabet edebileceğini yazmıştım.

Fena halde yanılmışım.

Zira en büyük tehlike gökten değil yerden geldi.

Bağdatlı haramileri aratmayan yağmacılar, bir an önce ABD'ye dönmekten başka bir şey düşünmeyen kayıtsız Amerikalı askerlerle elbirliğiyle dünyanın en eski medeniyetlerinin eserlerini dağıttılar, parçaladılar, yok ettiler.

Bağdat Arkeoloji Müzesi'ndeki ve Irak'ın diğer müzelerindeki yağmalama engellenemez miydi?

Elbette engellenebilirdi.

UNESCO Pentagon'u uyarmıştı.

Chicago Üniversitesi profesörlerinden McGuire Gibson, mart ayı başlarında Science Dergisi'ndeki makalesinde, Irak'taki 10 bine yakın arkeolojik alanı nasıl bir tehlikenin beklediğini, ayrıca müzelerin de yağmacıların tehdidi altında olduğunu yazmıştı.

O da Pentagon sakinlerine ‘‘Müzelere dikkat’’ uyarısı göndermişti.

‘‘Askerlerin öncelikleri başkaydı’’ diyor bugün.

Müzeler yerine Petrol Bakanlığı'nın önünde nöbet tutmak gibi.

Başkan Bush'un kültür politikalarından sorumlu danışmanı Martin Sullivan ‘‘Bağdat Arkeoloji Müzesi'nin yağmalanması önlenebilirdi’’ gerekçesiyle istifa etmiş.

Bush Yönetimi'nin, Babil, Sümer, Asur ve daha nice uygarlığın darmadağın edilmesindeki sorumluluğunu daha fazla kaldıramamış.

Başkan olmadan önce Bağdat'ın haritadaki yerini dahi bilmeyen oğul Bush'un Mezopotamya kültürlerine duyarlı olmasını zaten kimse beklemiyordu.

‘‘Savaş zamanlarında yağmalama normal’’ türünden sözler sarf eden Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, ya da Dışişleri Bakanı Colin Powell, yerine bir daha asla getirilmeyecek eserler karşısında üzüntülerini dile getirecek değillerdi.

Peki ya sokaktaki Amerikalı?

‘‘Her şeyimiz var ama tarihimiz yok’’ diye biraz da kıskançlıkla hayıflanan, yolu İtalya'ya ya da Türkiye'ye düştüğünde günlerce müzelerden çıkmayan Amerikalı, Irak'ta tarihin, kültürün hoyratça savrulmasına ne diyor?

Mezopotamya uygarlıklarının dünyadaki en önemli koleksiyonlarını barındıran Bağdat Arkeoloji Müzesi'ndeki yağmalamaya gelince; UNESCO tahribatın ne olduğunu daha tam olarak saptamış değil.

Ancak müze yağmacılarının iki çeşit olduğu açıklığa kavuşmuş durumda: Bir yanda müzedeki heykelcik ile klima arasında bir ayırım yapmayan yoksul, öfkeli insanlar, diğer yanda eski eser kaçaklığı yapan çeteler.

Ünlü Fransız antropolog Claude Levi-Strauss şöyle der: ‘‘Dünya uygarlığı, her biri kendi özgünlüğünü koruyan kültürlerin, dünya çapında bir koalisyonundan başka bir şey değildir.’’

Irak'ta Anglosakson koalisyonun elinden derin yara alan esasında dünya uygarlığıydı.
Yazının Devamını Oku

Avrupa ile rekabet etmeyi öğrenmenin maliyeti 52 milyar dolar

18 Nisan 2003
<B>İSTANBUL</B>'a pek nazlanan bahar İzmir'e çoktan gelmiş.<br><br> Türkiye Kalite Derneği KalDer'in İzmir Şubesi'nin düzenlediği iki günlük ‘‘Mükemmeliği Arayış’’ Sempozyumu için yarım günlüğüne geldiğim şehirde farklı bir pırıltı, farklı bir canlılık var.

Ankara'nın dayanılmaz ağırlığı İstanbul'da daha fazla mı hissediliyor nedir?

Sempozyumun konusu ‘‘Küresel Değişim ve Rekabetçi Kalite.’’

Atina'da Avrupa Birliği'ne 10 yeni üyenin resmen katıldığı, Türkiye'nin ise çekilen fotoğrafta yer almadığı bir günde oldukça iddialı bir konu bu.

Kıbrıs meselesinin çözümsüzlüğü nedeniyle Avrupa Birliği vizyonumuzun ağır darbe aldığı gün, ‘‘küresel değişimin acaba neresindeyiz’’i sorgulamaktan daha doğru ne olabilirdi zaten.

İlk konuşmacı MESS Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgobilik.

‘‘Türkiye'yi idare edenler mükemmeli bulamamışlar’’ diye giriyor konuşmasına.

Öyle ya, 40 yıl AB'nin kapısında bekleyip, bizden çok sonra başvuran eski Doğu Bloku ülkeleri üye olabiliyorsa bizi yönetenlerde bir eksiklik olduğu kesin.

Kudatgobilik devam ediyor: ‘‘1977 yılında Yunanistan ile birlikte Avrupa Birliği'nin davetini kabul etseydik şimdi kişi başına düşen gelir 2 bin dolar değil 20 bin dolar olurdu. Bunun hesabını kimse sormadı...’’

KalDer'in Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Ege Sanayicileri ve İşadamları Derneği, Ege Genç İşadamları Derneği ile birlikte düzenlediği sempozyumun yüzde 20'si üniversite öğrencisi, yüzde 40'ı genç işadamları.

Hesabı sorulmadan bugün geldiğimiz noktaya belki de en fazla üzülenler onlar.

Avrupalı olmayı ıskalayan genç kuşak.

Kudatgobilik, ‘‘Politikacılar bizi Avrupa'ya taşımayı başaramadı ama özel sektör mükemmeli yaratıp Avrupa'nın yolunu tuttu’’ diyor.

Vestel, Arçelik, Ford Otosan, Beko örneklerini veriyor.

‘‘Gümrük Birliği’ne girdiğimiz gün Avrupa ile rekabet edemeyeceğimizi iddia ettiler. Benim hesaplarıma göre ilk beş yılda 52 milyar dolar kaybettik. İthalat-ihracat dengesinde 52 milyar doları Avrupa'ya transfer ettik. Bence bu Avrupa ile rekabeti öğrenmenin fiyatı..’’

Özal'ın sırt çevirdiği İzmir ekonomisini nasıl canlandıracak

İZMİR'deki KalDer toplantısının konuşmacılarından ‘‘Ege Ekonomiyi Geliştirme Vakfı’’ Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Yüce ile öğle yemeği sırasında sohbet ediyoruz.

Vakfın ne yaptığını merak ediyorum.

Uğur Yüce'nin sözleriyle önce bölgenin ekonomisine bir kuş bakışı.

İzmir, uzun yıllar bereketli topraklarının tadını çıkartmış, üzüm, incir, tütün ile zenginleşmiş. Ancak Türkiye'nin sanayileşmeye ağırlık vermesiyle ekonomisi sarsılmış.

Tarım ürünlerinin ihracattaki payı yüzde 25 iken, yüzde 8,5'a düşmesinden en fazla İzmir ve Ege bölgesinin etkilendiği gerçeği ortada.

Ne var ki İzmir'in adı zengine çıkmış bir kere. Ankara bu yüzden fazla kaynak ayırmıyor bu şehre.

Yüce'ye göre, İzmir en fazla Özal döneminde ihmal edilmiş.

‘‘Özal ile İzmir'in yıldızları bir tür barışmadı. Ekonomi Özal döneminden sonra iyice krize girdi’’ diye anlatıyor.

İzmir'in belli başlı kuruluşları 1992 yılında ‘‘Ege Ekonomiyi Geliştirme Vakfı’’nı kuruyor.

Başlarda bu sadece İzmir'e ait bir vakıf. Vakfın yaptığı arama konferansında şehrin en büyük sorunlarından bir tanesinin de çevre illerden göçün olduğu ortaya çıkıyor.

Göçü önlemek mümkün olmadığına göre tek çare, göç veren şehirlerin de vakfa dahil edilerek İzmir ile birlikte onların da ekonomilerini kalkındırmanın yollarını araştırmak.

1997 yılında yani beş yıl önce vakfa Ayfon, Aydın, Balıkesir, Çanakkale, Denizli, Kütahya, Manisa, Muğla, Uşak katılıyor.

Vakıf beş yıldan beri ‘‘Ege Bölgesi için uygun bir kalkınma modeli’’ için çalışmalar yapıyor.

Şehirlerle ilgili sağlıklı bilgiler biraraya getiriliyor.

Bilgilerin toplanmasına 14 üniversite yardımcı oluyor.

www.egev.org. sitesinde bu bilgiler sürekli güncelleştiriliyor.

Eldeki bilgilerin de yardımıyla her şehirde arama konferansı yapılmış.

Artılar, eksiler ortaya çıkarılmış.

Karar konferanslarında hedefler somutlaştırılmış.

Mesela Muğla turizmde iyi ise turizme ağırlık verecek gibi.

İşin en ilginç yanı vakfın temmuz ayından itibaren başlatacağı ‘‘diyalog konferansları.’’

Zira bu konferanslarda 10 şehir oluşturdukları vizyonlarda birbirlerini nasıl destekleyeceklerini, nasıl güç birliği yapacaklarını konuşacaklar.

İşin içinde DPT ile TOBB da var.

Uğur Yüce, ‘‘Bu tamamıyla özgün bir kalkınma modeli..’’ diyor. Biliyorsunuz Mersin de yaklaşık 2 yıl önce kurduğu ‘‘Kalkınma Ajansı’yla bazı arayışların içersinde.

Bakalım önce kim başaracak?

Türkiye'nin batısı mı, yoksa doğusu mu...
Yazının Devamını Oku

CHP'nin İstanbul atağı İYEM

15 Nisan 2003
<B>GEÇEN</B> hafta Kadıköy Belediye Başkanı <B>Selami Öztürk </B>ile 2004 nisan seçimlerini konuşurken daha fazla Kadıköy'deki çalışmalar üzerinde durmuştuk. CHP İstanbul İl Başkanı Şinasi Öktem ve Başkan Yardımcısı Emine Altıoklar'dan aldığım farklı bilgiler alyorum.

CHP İstanbul belediye seçimlerine hayli iddialı hazırlanıyor.

Öktem'e göre, CHP, 20 belediye başkanlığını rahatlıkla alacak.

Parti çalışmalarını İYEM üzerinde yoğunlaştırmış.

İl Başkan Yardımcısı Emine Altıoklar'ın koordinasyonu altında, akademisyen, STK temsilcileri, eski ve yeni belediye başkanlarının katılımıyla ‘‘İstanbul Yerel Yönetim Merkezi’’ kısaca İYEM oluşturulmuş.

Ressam Nuri İyem'den akılda kalacak çok kolay bir isim olan İYEM, CHP'nin Şişli ilçe merkezindeki binasına yerleşmiş.

Peki İYEM ne yapacak?

Şinasi Öktem bu konuda, ‘‘İYEM İstanbul ile ilgili sürekli projeler üretecek. Hem çeşitli araştırmalar yürütecek, partinin yerel politikalarını belirleyecek, takipcisi olacak, hem belediye meclis adaylarını yetiştirecek’’ diyor.

Belediye meclis üyelerinin eğitimi için kurslar 3 Mayıs'ta başlıyor.

50 kişilik sınıflarda üçer aylık dönemlerde 500 kişinin eğitilmesi planlanıyor.

Şinasi Öktem'in aktardığına göre, bundan böyle belediye meclislerine girecek kişiler yerel yönetim mevzuatı, yönetim teknikleri gibi konularda donanımlı olacak.

İYEM, CHP'nın İstanbul belediye seçimlerinde başarıya

imza atması için kuşkusuz önemli ancak bunun dışında partinin ne gibi çalışmaları var?

Bu soruyu Öktem'e yöneltiyorum.

İstanbul İl Başkanı'nın meğer bir yarasına parmak basmışım.

Zira Öktem basının partinin çalışmalarına yer vermemesinden şikayetçi.

CHP'nin tabanından kopuk olduğu iddialarını da haklı bulmuyor.

‘‘Seçmenle yüzyüze çalışmalar yapıyoruz. Geçtiğimiz cuma günü Bahçelievler'de CHP milletvekileriyle halkı karşı karşıya getirdik. Sorunlar konuşuldu’’ diyor.

Seçmen listelerinin yüzde 85'i bilgisayara yüklenmiş, alan çalışmaları için elde oldukça zengin veriler var.

CHP cephesinde durum bu.

Benim naçizane önerim, belediye seçimlerinde, özellikle İstanbul'da bir AKP ya da Genç Parti

sürpriziyle karşılaşmak istemeyenlere. CHP'yi

‘‘siz ne yapıyorsunuz, seçimlere nasıl hazırlanıyorsunuz’’ diye sıkı takibe alsınlar.

Yakın olduğu partinin ne yaptığını öğrenmek her vatandaşın hakkı.

Hiç üşenmeyin, telefonla arayın, sorun.

CHP İstanbul İl Başkanlığı'nın telefonu şöyle: 212 293 87 86

100 yılda nüfus 3.6 kat ekonomi 19 kat büyürse


DÜN sabah Sabancı Center'da, daha önce bu sütunlarda sıklıkla değindiğim GOSB (Gebze Organize Sanayi Bölgesi) Teknoparkı'nın kuruluş toplantısına katıldık.

Teknoparkın ortaklarından Stef Wertheimer'in, Sakıp Sabancı'nın neler söylediklerini Cüneyt Uzunoğulları'nın haberinde okuyacaksınız.

Bana çok anlamlı gelen konuşmalardan bir tanesini de GOSB ile yakın bir çalışma içersinde olan Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tosun Terzioğlu yaptı.

Terzioğlu ‘Teknolojinin Ağırlığı’ üzerinde önemle durdu. Bu konuda verdiği örnekler oldukça çarpıcı.

Mesela Amerikan Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan 100 yıl zarfında Amerikan ekonomisinin nasıl bir çizgi izlediği belirlemek üzere bir araştırma yaptırmış.

Ve ortaya çıkmış ki 1900 ile 2000 arasında ABD'nin nüfusu 3.6 kat büyürken, ekonomi 19 kat büyümüş.

Malın, hizmetin ağırlığı artmamış, farkı yaratan teknoloji.

Bir örnek daha.

1 kilo kumun bedeli 0.07 dolar.

Kumdan bir kilo cam üretince 1.03 dolar elde ediyorsunuz.

Yine kumdan bilgisayarlarda kullanılan, 1 kilo Pentium III çipi ürettiğiniz takdirde 17 bin 778 dolar kazanıyorsunuz.

Kumdan mikro çipe geçmenin bir anahtarı teknolojide ise, diğer anahtarı yaratıcı ve yenilikçi girişimcide kuşkusuz.

GOSP Teknoparkı bunu da düşünmüş ve teknolojiyi daha iyi kullanabilecek girişimcileri eğitmek için bir proje başlatmış.

Projenin adı ‘‘Girişimci Geliştirme Programı’’.

Haziran ayında başlayacak eğitim programları ücretsiz.

Projeyle ilgilenenler 0 216 483 91 10 numaralı telefondan bilgi alabilirler.

Görüyorsunuz, bir yanda politik partiler, diğer yanda üniversiteler daha fazla eğitim için kolları sıvamış durumdalar.

İş öğrenmek ve hem kendinin, hem ülkenin ufkunu genişletmek isteyenlere kalmış.

Richard Perle mayısta İstanbul'a geliyor


GEÇTİĞİMİZ günlerde Ulusal Savunma Konseyi'nden istifa eden Amerikan Yönetimi'nin şahinlerinden, ‘‘Karanlıklar Prensi’’ Richard Perle mayıs ayının ilk haftası İstanbul'a geliyor.

Perle, ilki geçen yıl yapılan ‘‘Forum İstanbul-Yüzyıl Konferansları’’nın ikincisine davetli.

Görevinden beklenmedik bir şekilde istifa eden Perle'nin şaibeli ilişkileri hálá konuşuluyor. İddialara göre, ‘‘Karanlıklar Prensi’’ Hong Kong'lu işadamı Li Ka-shing'e ait Hutchinson Whampoa şirketinin Amerikan telekom şirketi Global Crossing'i alması için aracılık etmiş. Başka bir iddiaya göre ocak ayında Suudi Arabistanlı silah taciri Adnan Kaşıkcı ile gizlice biraraya gelmiş.
Yazının Devamını Oku

Heykel devrildi, iş bitti mi

13 Nisan 2003
<B>BAĞDAT</B>'ın Firdevs Meydanı'ndaki dev <B>Saddam </B>heykelinin kaidesini önce balyozlar dövdü. Balyoz darbelerini indiren iri kıyım Iraklı heykeli yerinden sarsmayı başaramayınca Amerikalı askerler imdada yetişti.

Ayaklar koptu, demir çubuklar göründü.

Heykel paldır küldür aşağıya indi.

Daha iki, üç gün önce ‘‘Irak'ı kanımızın son damlasına kadar savunacağız’’ diyenlerde bir sevinç.

İşgalcilerle kucaklaşma, heykeli terlikle dövme...

Daha sonra televizyonda başka bir kare...

Yaşlı Iraklı'nın biri kocaman heykelin kafasını üç tekerlekli arabasına koymuş yıkıntı halinde bir mahalleden geçiyor:

‘‘Saddam iki oğlumu aldı, ben de onun başını kopardım.’’

Doğru mu?

Yoksa, heykelin başını az ilerdeki hurdacıya satıp, günlerden beri bir lokmanın girmediği ağzına bir şeyler mi atma derdinde.

O heykelin kafasını kapmış, diğerleri Saddam'ın kayıp bürokratlarının evlerinden yağmaladıkları eşyalarla yollarda.

Koltuklar, dolaplar, vazolar.

Tarihçi Andre Miquel'in, ‘‘yeryüzü Bağdat saatine göre döner’’ dediği şehir gerçekten burası mı?

Binbir Gecelerin Bağdat'ı, Halife Harun el Reşit'in Bağdat'ı kaos ve anarşinin kucağına düşmüş.

Firdevs Meydanı'ndaki dev heykelin devrilmesiyle simgeleşen Saddam rejiminin sonu aslında bir belirsizliğin başlangıcı.

Bölgenin istikrara kavuşması uzun yıllar sürebilir.

Unutmayın Stalin'in heykeli ilk Budapeşte'de devrildiğinde yıl 1956 idi.

Sovyet sisteminin çökmesi yıllar sonra başka heykellerin devrilmesiyle gerçekleşti.

1990'ların başlarında Çavuşesku'nun, eski Sovyet Cumhuriyetleri'nde Lenin'in heykeli devrildi devrilmesine ama taşlar daha yeni yeni yerlerine oturuyor.

Firdevs Meydanı'ndaki heykelin devrilmesini Hafız Esad'ın heykelinin de devrilmesi izleyecek mi?

Washington'da yönetimdeki ‘‘yeni muhafazakarların’’ gündeminde iddia edildiği gibi Suriye, Suudi Arabistan, İran var mı?

Ve bir soru daha.

Arap Dünyası'nı ‘‘sil baştan’’ değiştirmek o kadar kolay mı?

Taliban geri döndü


IRAK Savaşı nedeniyle unutulmuş görünen Afganistan ile ilgili bir haber vardı geçenlerde Le Monde Gazetesi'nde.

Başlık şöyleydi: ‘‘Taliban Afganistan'ın güneydoğusuna döndü.’’

Talibanın beşiği gözüyle bakılan Kandehar'da Uluslararası Kızılhaç Örgütü'nün bir yetkilisinin öldürülmesi üzerine buradaki sivil toplum kuruluşları tası tarağı toplamaya başlamışlar.

Talibanın başka bir hedefi de Devlet Başkanı Karzai'ye yakın bir din adamı, Molla Ceylani olmuş.

Belli ki oralarda hareketlenmeler var.

Oysa 18 ay önce Talibanı iktidardan uzaklaştıran Başkan Bush ve ekibi ülkenin en kısa sürede normalleşeceğini söylememiş miydi?
Yazının Devamını Oku

Turizme darbe sadece Irak Savaşı’ndan mı?

11 Nisan 2003
<B>BAĞDAT </B>düşer düşmez<B> ‘‘turizm kurtuldu’’ </B>haberlerinin ne derece gerçeği yansıttığını Turizm Müsteşarı <B>İsmail Kökbulut</B>'a soruyorum. Kökbulut dün sabahtan itibaren özellikle tur operatörlerinden iyi haberler geldiğini doğruluyor.

‘‘Her şey yolunda giderse kaybımız fazla olmaz’’ diyor.

Avrupa'da gazetelerde önümüzdeki günlerde hem Türkiye ekleri verilecek, hem Türkiye ile ilgili haberlerin çıkması sağlanacak.

Bu arada Avrupa'daki Türkler boş durmuyor.

Uzakta olsalar da gönülleri burada.

Deprem felaketinde de öyle değil miydi?

Avrupa Parlamentosu milletvekili Ozan Ceyhun bir kampanya başlatmış.

Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenli Avrupalılara yaz tatillerini Ege ve Akdeniz'de geçirmesi çağrısında bulunuyor.

Almanya'daki Türkiye Araştırmalar Merkezi TAM da ‘‘Her Türk ailesi yazın Türkiye'de’’ diye benzer bir kampanyaya girişmiş.

Müsteşar İsmail Kökbulut, bu çalışmalardan haberdar elbet.

Önümüzdeki 24 Nisan tarihinde Brüksel'de Ozan Ceyhun'un Avrupa Parlamentosu'ndaki Alman milletvekilleriyle düzenleyeceği toplantıya katılacağını söylüyor.

Irak Savaşı'nın neden olduğu kara bulutlar dağılsa dahi turizm sektöründeki dertlerin bitmediğinin kanıtı Alman Uçak Şirketleri Birliği Türkiye temsilcisi Süha Hiçyorulmaz'ın gönderdiği faks.

Ne diyor Hiçyorulmaz?

UÇAK ŞİRKETLERİNİN BOYKOTU

Faksında, Devlet Hava Meydanları İşletmesi'nin yabancı her yolcudan aldığı ve uçak biletine yansıyan ‘‘ayakbastı’’ parasının çok yüksek olduğunu, faturalar dolardan euroya çevrilince maliyet hesaplarının altüst olduğunu yazıyor.

‘‘Türkiye'ye gelen turistin yüzde 65'ini taşıyan yabancı uçak şirketleri Devlet Hava Meydanları'nın uygulamaları neticesinde Türkiye'yi boykot etme durumuna gelmiştir’’ diyor.

Ulaştırma Bakanlığı'nın acil önlem almasını istiyor

Aldığım fakstan söz açınca, Turizm Müsteşarı Kökbulut, 15 dolarlık ‘‘ayakbastı’’ parasının yüksek olduğu görüşünde. Meselá bu İspanya'da sadece 3.87 Euro.

Yine Kökbulut'un verdiği bilgiye göre, Avrupa'nın hiçbir havalimanında bu ücret 7 doları geçmiyor.

Devlet Hava Meydanları İşletmesi İstanbul Başmüdürü Memal Ünlü ise aldıkları ücretin normal olduğu görüşünde.

Gel de çık işin içinden.

Limanların aldıkları yüksek ücret de Turizm Bakanlığı için ayrı bir dert kaynağı.

İsmail Kökbulut dün kendilerine başvuran 663 kamaralı Aida isimli Alman bir kruvazörü örnek veriyor.

Aida, önümüzdeki yıl uçakla İstanbul'a gelecek Alman turistleri Antalya'ya kadar götürecek ama liman ücretlerinin düşürülmesi koşuluyla.

Yine rakamlara geçiyoruz.

Rodos Limanı'nın gemilerden aldığı ücret 3 bin 800 dolar.

Barcelona 9 bin, Selanik5 bin dolar alıyor.

Antalya limanının talep ettiği ücret 25 bin 978 dolar, İstanbul limanının talebi ise 32 bin dolar.

Kökbulut, Aida meselesini Hazine ve Ulaştırma Bakanlıkları'yla görüşmüş, sorunu çözme umudunda.

Dediğim gibi Irak Savaşı'nın turizm üzerindeki tehdidi kalkmış gibi görünse de (henüz tam olarak belli değil) ‘‘kendi kalemize gol atma’’ alışkanlığımızdevam ediyor.

Alman Dışişleri Bakanı Fischer doğru söylemiyor

ARAFAT'ı Ramallah'ta ziyaret eden Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer iki gün önce Hürriyet'in manşetinde yer alan ‘‘Türkiye'yi uyutalım’’ haberini yalanlamış.

‘‘İddia tamamen saçma’’ demiş.

Bence Fischer doğru söylemiyor.

Zira geçen kasım ayında Berlin'de Dışişleri Bakanlığı'nın üst düzey iki yetkilisinin, dahil olduğum bir uluslararası gazeteciler grubuna verdikleri brifing beni dehşete düşürmüştü.

Grupta Türkiye’den bir gazetecinin de olduğunu öncelikle fark etmeyen İki yetkiliye Türkiye'nin AB üyeliği sorulunca cevap oldukça muğlaktı.

Türkiye'nin Müslüman kimliğinden tutun, AB'nin coğrafi sınırları içerisinde sayılıp sayılmayacağına kadar bir sürü gerekçe gösterilmişti.

Brifingden sonra Alman Dışişleri Bakanlığı'nın üyeliğimize karşı olduğu kafamda kesinleşmişti.

Nitekim ortaya çıkartılan belgesel de bunu doğruladı.
Yazının Devamını Oku