Gila Benmayor

Bakalım Berlusconi sözlerini tutacak mı

16 Mayıs 2003
<B>ÇIRAĞAN </B>Sarayı'nda DEİK'in onuruna verdiği davette <B>Berlusconi</B> konuşmasını şöyle bitiriyor: <B>‘‘Viva İtalia, Viva La Turquia.’’ Başbakan'ın ağzından bal damlıyor.

ABD karşısında güçlü, ‘‘Büyük Avrupa’’ ancak Türkiye'nin katılımıyla gerçekleşecek.

Üyelik derseniz o da 2007'de tamam.

Başta Almanya, diğer üyelerin kanını donduracak sözleri de duyuyoruz Berlusconi'den: ‘‘Günün birinde Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya da katılacaklar Avrupa Birliği'ne.’’

Masaları tek tek dolaşarak davetlilerin ellerini sıkan Berlusconi ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında sıcak bir iletişim olduğu besbelli.

Birbirlerine kanları kaynamış. Bu yakınlaşma ikisinin de marjinalliğinden kaynaklanıyor olmasın?

Biri kendisine ‘‘Siyah Türk’’ yakıştırması yapmış, diğeri İtalya'nın gelmiş geçmiş en tartışmalı başbakanı. Zaten konuyu da buraya getirmek istiyorum.

Berlusconi'nin rüşvet davaları devam ediyor. Türkiye'ye gelmeden birkaç gün önce Milano'da bizzat mahkemeye çıkan Berlusconi, hakimleri demokrasiyi sarsmakla, muhaliflerini de komünistlikle suçlamış.

Başbakanlığına dil uzatanlar hakkında hemen dava açacağı tehditlerini savurmuş.

İtalya hop oturuyor, hop kalkıyor.

‘‘Diktatörlüğe doğru gidiyoruz’’ diye feryat edenler bile var.

Ama en fazla diken üzerinde olan Brüksel. İtalya'nın haziran ayında Avrupa Birliği'nin dönem başkanlığını devralacak olması kara kara düşündürüyor bazı çevreleri.

Avrupa Politika Merkezi Direktörü John Palmer diyor ki, ‘‘Genişlemenin gündemde olduğu bu önemli zaman diliminde bu tuhaf başbakanın dizginleri eline alacak olması hiç de iyi olmayacak.’’

Berlusconi
'nin kendisine en yakın rakibi gözüyle bakılan Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi'yi ‘‘rüşvet aldı’’ diye karalamaya kalkışması da ayrıca Brüksel'dekilerin canını sıkmış.

Gayri ciddi buluyorlar onu.

Anlayacağınız Türkiye'de bol keseden vaatler dağıtan Berlusconi'nin arkasına Brüksel'in desteğini alamayacağı ortada.

Zaten Avrupa'nın genişlemeden sorumlu yetkilisi Günter Verheugen de 2007 yılını fazla iddialı bulmuş.

Ayrıca Berlusconi'nin tam AB Başkanlığını devralacağı zaman sona ermesi beklenen Milano'daki rüşvet davası meselesi var. Mafyaya savaş açmasıyla ünlü savcı İlda Boccassini, Berlusconi'yi hapse tıkmaya yeminli.

Berlusconi'nin AB bayrağını devralmadan hapsi boylaması bile mümkün.

İşte o zaman Türkiye'ye

vaatlere ne olacak?

Atatürk Havalimanı ve ‘cep’ olmasa yanmıştık

DÜNYA Ekonomik Forumu 2002 rekabet raporunu göndermiş.

650 sayfalık raporu hazırlayanlardan biri de Ali Koç'un CAT projesi için esinlendiği Harvard Üniversitesi'nden Profesör Michael Porter.

80 ülkenin bir nevi rekabet karnesi olan rapora katkıda bulunanlar, Dünya Bankası, OECD, Türkiye'den TESEV.

Çevreden teknolojiye, kredi kullanmaktan altyapıya, enerjiye aklınıza ne gelirse bu raporda mevcut.

Sizleri fazla sayıya boğmak istemiyorum ancak sıralamada ilginç gelen bazı noktalara değineceğim.

Bir kere genel olarak baktığınızda Türkiye, ne yazık ki büyük oranda alt sıralarda. 80 ülke olduğuna göre 40. sıra ortalarda bir yerde, Türkiye ise hep aşağılarda.

Kayıt dışı sektörde meselá 76. sıradayız. Adaletin bağımsızlığında 60. sıradayız ama Avrupa Birliği'ne önümüzdeki yıl alınacak olan Romanya ve Bulgaristan bizim de altımızda.

Zaten bu iki ülke çoğu kalemde bizden geride.

Meselá sağlık hizmetlerinde.

Biz 47. sıradayız onlar daha gerilerde.

Beyin göçü de onlarda bizden fazla.

Kamu kaynaklarının eşe dosta dağıtılmasında tahmin edebileceğiniz gibi ilk sıralardayız.

Şirketlerin etik davranışlarında 61. sıradayız. Yani özel sektör sınavı geçememiş.

‘‘Çağ atlamamız’’ için pek gerekli sanayi-üniversite işbirliği derseniz o da en altlarda, 71. sırada.

‘‘Rüşvet verdiğiniz işin yapılacağından emin misiniz’’ gibi ilginç bir soruda Türkiye barajı geçmiş.

Rüşveti verdiğinizde gözünüz arkada kalmasın, işin yapılacağı kesin.

Basın özgürlüğü derseniz en altlardayız yine. Çevre ise tam bir felaket.

Kimyasal atık, hava, su kirliliği yönetmelikleri delik deşik.

Peki şu raporda iyi bir şeyler yok mu?

Doğrusunu isterseniz hepsini tam olarak inceleyemedim.

Görebildiğim kadarıyla cep telefonları kullanımında ortalamanın üzerindeyiz, yani 35. sıradayız.

Havalimanı altyapı kalitesinde 37. sıradayız. Sanıyorum bunda Atatürk Havalimanı'nı yapan TAV'ın katkısı büyük. Türkiye'nin tüm havalimanları değil sadece İstanbul dikkate alınmış olsaydı daha üst sıralarda da olabilirdik.

Ne diyeyim?

İyi ki cep telefonları ve Atatürk Havalimanımız varmış.
Yazının Devamını Oku

Yılmaz'ı dinlemek isteyen Almanya'ya gidecek

13 Mayıs 2003
<B>İLKİ</B> geçtiğimiz yıl yapılan Forum İstanbul-Hedef 2023 konferansının son günü, sondan bir önceki oturum: <B>‘‘Avrupa Yolunda Türkiye.’’</B> Oturum başkanı Ercan Kumcu, beş konuşmacıdan biri Türkiye Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof Faruk Şen, Göttingen Üniversitesi'nden İslam uzmanı Prof. Bassam Tibi, Focus Dergisi'nden Michael Jach, Frankfurter Allgemei'den Wolfgang Günter Lerch ve ANAP eski Genel Başkanı Mesut Yılmaz.

Salondakilerin çoğu, siyasi yaşamına nokta koyduktan sonra Almanya'da AB üyeliğimizle ilgili konferanslar veren Yılmaz'ı merak ediyor.

Hükümette iken Avrupa Birliği üyeliği için sarfettiği çabalar herkesçe bilinen Yılmaz neler anlatacak?

Avrupalıları ikna etmek için nasıl bir yol izliyor?

Konuşmacılar yerlerine oturuyor ama aralarında Mesut Yılmaz yok. Anladığım kadarıyla gelmeyeceğini Forum İstanbul organizatörlerine de bildirmemiş.

Mesut Yılmaz son konuşmasını 29 Nisan tarihinde Bavyera Katolik Akademisi'nde yapmış.

Konuşmasının başlığı ‘‘Geleceğin Avrupa'sını Türkiye'nin üyeliği şekillendirecek.’’

Oldukça kapsamlı konuşma metni elimin altında.

Belli ki, Yılmaz, AKP Hükümeti iktidara geldiğinden beri, hem Türkiye'de, hem Avrupa'da Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili tartışmaları izlemiş.

Ama gelin görün ki, Bavyera Katolik Akademisi'nde dinleyicilerin karşısına çıkıyor ama İstanbul'da ismi programda olduğu halde davetli olduğu panele katılmıyor.

Yılmaz'ı dinlemek istiyorsanız çaresiz Almanya'ya gideceksiniz.

Mesut Yılmaz hüsranıyla sona eren Forum İstanbul- Yarının Kurulması Hedef 2023 Konferansı'na yönelik bir, iki eleştirim olacak izninizle.

Ceylan İnter-Continental Oteli'nde üç gün boyunca duyduğumuz konuşmaların benzerleri geçen yıl da yapılmıştı.

Bu yıl konferans başladığında, 2023 hedefine doğru Forum İstanbul'un bir yılda nasıl somut adımlar attığını duymak isterdim.

Forum-İstanbul ‘‘Türk Davos’’u olarak tanımlanıyor ama gerçek Davos'ta her yıl bazı hedefler belirlenir, bunlar izlenir, raporlar vs. yayınlanır.

Konferansın moderatörlerinden OECD'de Uluslararası Yatırım Küresel Forumu Başkanı Mehmet Öğütçü'nun de dediği gibi, Türkiye'nin vizyonunun tartışılacağı bu tür toplantılar sonrası mutlaka harekete geçilmesi gerek.

Öğütçü, konuşulanların havada kalmaması, hem geleceğe daha umutla bakmak için meselá, Türkiye'nin herhangi bir yerinde, pilot bir köy veya kasabada örnek altyapısıyla, yönetim sistemiyle ‘‘gelecekteki Türkiye'nin küçük bir modeli''nin yaratılabileceğini söylüyor.

Forum-İstanbul'a yönelik diğer bir eleştiri de, konuşulanların doğru adrese gitmemesi.

Yine örnek vermek gerekirse, konferansın yine son günü ‘‘Türkiye'nin geleceğine yatırım’’ panelinde dinlediğim Lancaster Üniversitesi'nden, Hintli Profesör V.N. Balasubramanyam'ın söyledikleri gerçekten ilginçti.

Ne yazık ki salonda, söylediklerini not alacak ne bir hükümet yetkilisi, ne bir siyasi parti temsilcisi vardı.

AB Genel Sekreterliği'nin eylem planı geliyor


AB için maraton başladı.

Aralık 2004'e kadar tüm reformları tamamlayıp, uygulamalara geçtiğimiz takdirde 2005 yılında müzakere sürecine başlayacağız.

AB Komisyonu genişlemeden sorumlu komiseri Günter Verheugen'in onayı da tamam.

Ne demişti Verheugen?

‘‘Türkiye siyasi koşulları yerine getirdiği takdirde müzakereler 2005 yılının ilk yarısında başlayabilir.’’

Dün sabah konuştuğum Avrupa Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Büyükelçi Ahmet Acet, Dışişleri Bakanlığı'yla birlikte hazırlanmakta olan‘‘Eylem Planı’’nın önümüzdeki haftadan itibaren devreye gireceğini söylüyor.

‘‘Eylem Planı’’nın tarafları sivil toplum kuruluşları, özel sektör, üniversiteler kısaca toplumun tüm katmanları olacak.

AB Genel Sekreterliği'nin ‘‘orkestra şefliğinde’’ AB'ye üyelik seferberliği başlıyor bir anlamda.

‘‘Eylem Planı’’ iki aşamalı olacak. İlkinde hedef Ekim 2003'te yayınlanacak İlerleme Raporu'nda olumlu ifadelerin yer almasını sağlamak.

İkincisinde ise Aralık 2004'e kadar dış kamuoyunu harekete geçirmek. Şimdi en acil mesele 6. uyum paketinin bir an önce Meclis’ten geçmesi.

AB projelerinin ‘piri’ Sean McCarthy İstanbul'da


TÜRKİYE'nin bu yıl 6. Çerçeve Programına dahil olmasıyla, Türk şirketleri Ar-Ge çalışmalarını finanse etmek için 17.5 milyar Euro'luk havuzdan pay alma imkanına kavuştular.

Kavuştular ancak herkesin bildiği gibi pay almak için proje hazırlamak gerekli ve bu hiç de kolay bir iş değil.

Yol yordam bilinmediği takdirde hem projeleri hazırlamak zor, hem fonlara ulaşmak.

İrlandalı Dr. Sean McCarthy bu konunun uzmanlarından.

Finlandiya Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'ndan İrlanda Ulusal Mikroelektrik Araştırma Merkezi'ne kadar çalıştığı sayısız kuruma AB fonlarının yollarını açmış.

Sean McCarthy önümüzdeki 27 Mayıs ve 28 Mayıs tarihlerinde iki günlük bir seminer için İstanbul'a geliyor.

Ayrıntılı bilgiyi MK Danışmanlık, 0212 2621605 numaralı telefondan almak mümkün.
Yazının Devamını Oku

İki Amerikalı İstanbul’da kapıştı

11 Mayıs 2003
<B>KUŞKU </B>yok ki, Irak Savaşı insanları, ülkeleri herkesi birbirine düşürdü. Washington ile Ankara'ya bakın.

İki başkent arasında esmekte olan elektrik yüklü hava günlerdir basına nasıl da bol malzeme sağlıyor.

Washington'dan peş peşe kükreyen sesler karşında buradakiler pek cılız.

Hadi biz Irak'ın burnunun dibindeyiz, ABD'nin beklentileri vardı, suyuna gitmeyince atışmalar normal diyelim.

Peki ya Fransa.

Washington ile Paris arasındaki ipler öylesine gerilmiş durumda ki, her iki taraf da ekonomik ilişkilerin nasıl etkileneceğinin hesabında.

Almanya derseniz, onun da ABD ile ilişkileri limoni.

Irak Savaşı'nda Washington Yönetimi'nin en büyük destekçisi İngiltere'den de önceki gün çatlak bir ses çıkıyor.

‘‘Kızıl Ken’’ diye bilinen Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone, Başkan George W. Bush'u Saddam'a benzetiyor.

Hızını alamayıp Bush'un ABD'nin ‘‘yasal başkanı’’ olmadığını da söylüyor.

Sivri dilli belediye başkanının sözleri sorulduğunda ise Beyaz Saray sözcüsü Ari Fleischer'in cevabı şöyle oluyor: ‘‘Ben Ken Livingstone diye birini tanımıyorum.’’

Peki Forum İstanbul-Hedef 2023 Konferansı için İstanbul'a gelen ‘‘Karanlıklar Prensi’’ aynı panelde konuştuğu Edmund Cain'i tanıyor mu?

Neden bu soruyu soruyorum?

Zira kapışmalardan bir tanesi de İstanbul'da Perle ile Cain arasında yaşanıyor.

Richard Perle'ü sanırım Türkiye'de herkes yeterince tanıyor.

Kim olduğunu daha fazla yazmama gerek yok.

Edmund Cain'e gelince, ABD eski başkanlarından Jimmy Carter'ın kurmuş olduğu Carter Merkezi, Küresel Gelişme Merkezi'nin başkanı.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nda (UNDP) yıllarca çalışmış.

Cain, dünyada ekonomik eşitsizliğin giderek arttığına dikkat çekiyor.

Kuzeyin 10 zengin ülkesinin, güneye göre tam 75 kat daha zengin olduğunu söylüyor.

‘‘Eğer zengin ülkeler terörle mücadele ettikleri kadar fakirlikle de mücadele etselerdi bu kadar sorun yaşanmayacaktı’’ diyor.

Cain, haklı olarak yoksullukla terör arasıda bağlantı kuruyor.

Panelde son söz Perle'ün.

Uçağını kaçıracağı gerekçesiyle uzun bir konuşma yapmıyor, sadece diğer panelistlerin konuşmalarında itiraz ettiği noktalara değiniyor.

En çok itiraz ettiği de Edmund Cain'in yoksullukla terör arasında bağlantı kurması.

Perle'e göre böyle bir bağlantı yok, çünkü teröristi esas harekete geçiren ideoloji.

‘‘Karanlıklar Prensi’’ her fırsatta artık bir işe yaramadığını iddia ettiği BM'ye de yükleniyor ve her alanda başarısız olduğunu söylüyor.

Edmund Cain asla bu lafların altında kalmıyor.

‘‘İdeolojiler, yoksul ülkelerde daha fazla yeşeriyor ve teröre zemin hazırlıyor’’ diyor.

ABD'nin uluslararası topluluğun ortaya koyduğu birçok anlaşmaya uymadığını de belirterek BM'nin güvenirliliğini zedelediğini söylüyor.

Cain'in sözleri salondan alkış alınca ‘‘Karanlıklar Prensi’’ de alkışlamak zorunda kalıyor.

Böylelikle, İstanbul'da iki Amerikalı arasındaki ‘‘söz dalaşı’’ Edmund Cain'in lehine sonuçlanıyor.

Rövanş artık Washington'da mı olur orasını bilemem.
Yazının Devamını Oku

Dün Derviş'i diyen gençler bugün kimi istiyor

9 Mayıs 2003
<B>FORUM </B>İstanbul-Hedef 2023 konferansının açılışında konuşan <B>Yavuz Canevi ‘‘Geleceğimizi ne kadere, ne de siyasilere teslim edebiliriz’’ </B>diyor. Geleceğimizde en fazla söz sahibi olanlar elbette gençler.

İşte bu yüzden bu yıl ikincisi yapılan Forum İstanbul'da, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'den de önce söz hakkı Koç Üniversitesi'nden Onur Mumcu'nun.

Bu yıl üniversiteden mezun olmaya hazırlanan Mumcu, 10 yıl önce Türkiye'de esen umut rüzgarının bugün yerini karamsarlığa bıraktığını söylüyor. Özellikle gençlerin önlerini göremediklerini belirtiyor.

‘‘Büyüklerden yeniden hayal kurmamızı sağlayacak projeler istiyoruz’’ diyor özetle. Sabahki bölümde en anlamlı konuşmayı Onur Mumcu'nun yaptığı konusunda herkes hemfikir.

Bu hafta Onur Mumcu gibi gençlerin seslerini duyuracakları ikinci bir platform da Arı Hareketi'nin ‘‘Katıl ve Geleceğini Yarat’’ sloganı altında düzenlediği dördüncü GençNet Konferansı.

Önceki gün gazeteye ziyaretime gelen Arı Hareketi Genel Sekreteri Emine Çağan ile Koordinasyon Kurulu üyesi Muratcan Üstünkaya anlatıyor. Yarın ve pazar günü Yeditepe Üniversitesi'nde düzenlenecek konferansa Türkiye'nin 81 ilinden yaklaşık 1000 gencin katılması bekleniyormuş.

Çağan ile Üstünkaya'nın tespitlerine göre, Anadolulu gençler İstanbullu gençlerden daha fazla bu tür konferanslara ilgi gösteriyormuş.

Peki gençler ne tartışacak?

Gündemdeki konular yerel kalkınma ve katılımcılık ile yüksek eğitim.

Burada bir parantez açıyorum.

Arı Hareketi, Anadolu'nun çeşitli illerinde dört yıldan beri gençlerle çalışıyor, arama konferansları düzenliyor, projeler üretiyor.

Gençlere verilen mesaj net: ‘‘Sorunlarınıza sahip çıkarsanız, çözüm üretirsiniz.’’

İstanbul'daki konferansa dönersek, gençler iki gün boyunca daha iyi bir yönetim sistemi için kendi fikirlerini, önerilerini dile getirecekler.

İnternette ‘‘gencnet.org’’ sitesindeki ankette seçtikleri liderlere kulak verecekler.

Kim bu liderler?

Önce geçen yıl seçilen liderleri belirteyim. Yüzde 40'la Kemal Derviş birinci sıradaydı. Ardından yüzde 33 ile Erkan Mumcu geliyordu.

Bugün ise 3 bin 130 gencin oy kullandığı ankette, birinci sırada yüzde 25.21 ile Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan geliyor.

İkinci sırada yüzde 24.79 ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül var.

Geçen yıl yüzde 33 oy alan Turizm ve Kültür Bakanı Erkan Mumcu bu yıl sadece yüzde 3.67 oranında oy almış.

Bilmem yoruma gerek var mı...

Demokrasi yoksa yatırım da yok

AVRASYA İş Konseyi Başkanı Tuğrul Erkin Özbekistan'dan yeni döndü.

Taşkent'e gezisinin nedeni Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası'nın yıllık genel kuruluydu. Biliyorsunuz, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra eski doğu bloku ülkeleriyle, eski Sovyet Cumhuriyetleri'nin demokrasiye ve serbest ekonomiye geçişlerini kolaylaştırmak üzere kurulmuştu.

Eski doğu bloku ülkelerinin artık AB üyeliği sürecinde, bankaya filan ihtiyaçları kalmadı. Dikkatler bu yüzden Orta Asya cumhuriyetlerine çevrilmiş durumda. Bankanın yıllık toplantısını Özbekistan'da yapmasının özel bir önemi var. Zira toplantının düzenlediği ülkeler büyük bir sıçrama kaydediyor.

Özbekistan sıçrama yaparsa, arkasından Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan gelecek.

Tuğrul Erkin hatırlatıyor. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası 7-8 yıl önce yıllık toplantısını Bulgaristan'da yaptıktan sonra ülke müthiş bir atılım dönemine giriyor.

Sivil Toplum Kuruluşları'nın ‘‘Özbekistan'da demokrasi yok’’ diye baskılarına rağmen banka ağırlığını Taşkent'ten yana koyuyor.

Ancak Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov'dan işkenceyi kınaması, insan haklarına saygı vaadinde bulunması bekleniyor.

Kerimov'dan beklentilerin aksine ne bir kınama, ne bir söz.

Özbekistan'ın özel koşullarından dem vuruyor. Bankanın Başkanı Jean Lemierre, Kerimov'un beklenen işaretleri vermemesi üzerine ağır konuşuyor ve ‘‘demokrasi yoksa yabancı yatırım da yok’’ anlamına gelecek sözler sarfediyor.

Erkin, ‘‘Uluslararası finansman kuruluşları için mali yeterlilik, insan gücü kriter değil. Demokrasi, insan hakları, şeffaflık birinci sırada geliyor’’ diyor.
Yazının Devamını Oku

Zeugma Gaziantep'te TOBB desteğiyle tartışılacak

6 Mayıs 2003
<B>GAP </B>İdaresi Başkan Yardımcılığı’na atanan <B>Hacı Bayram Bulgurlu,</B> <B>Zeugma</B>'yı gündeme getiren uzmanlara <B>‘‘Bana Zeugma sözünü etmeyin. Ne bu her yerde Zeugma’’ </B>diye tepki gösteriyormuş. Bulgurlu'nun Zeugma'ya tepkisi Roma kültürü olmasından kaynaklanıyormuş.

Antik şehrin dünyaya tanıtılmasında, Packard Vakfı'ndan kazılar için önemli bir maddi destek sağlanmasında payı olan GAP öyle görünüyor ki Bulgurlu'nun bu anlamsız tepkisi nedeniyle elini ayağını Zeugma'dan çekecek.

Ankara'nın Zeugma'ya ilgisizliği devam etse de Gaziantepliler bu kez kararlı.

İki, üç yıl önce fırtına gibi esen Zeugma ilgisi canlandırılacak, antik şehrin kalıntılarını barındıran müzeye, yeniden başlaması gereken kazılara sahip çıkılacak.

Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer'in aktardığı bilgilere göre, önümüzdeki eylül ayında Gaziantep'te bir uluslararası Zeugma sempozyumu düzenlenecek.

Uluslararası sempozyumun sponsoru TOBB.

Ancak sempozyuma UNESCO'nun da katkı sağlaması ihtimali var.

Bunun için yeni kurulan Zeugma Derneği'nin başına geçen Belediye Başkanı Celal Doğan ile Sabah Gazetesi'nin sahibi Aykut Tuzcu kolları sıvamışlar, Bursa'da 30 Mayıs tarihinde UNESCO'nun katılacağı Tarihi Kentler Birliği'nin toplantısında ‘‘lobi’’ yapmaya hazırlanıyorlar.

Yeri gelmişken belirtmemde yarar var: Bursa'daki toplantı son derece önemli.

Avrupa Tarihi Kentler Başkanı Louis Roppe, Avrupa Konseyi Kültür İşleri sorumlusu Vera Boltho, AB Türkiye temsilcisi Hansjörg Kretschmer, Türkiye'nin UNESCO nezdindeki daimi temsilcisi Bozkurt Aran toplantıya katılacak isimlerden bazıları.

Anteplilerin dikkatleri yeniden Zeugma'ya çekmek için bu toplantıda boy gösterecek olmaları son derece isabetli.

Bu arada Packard Vakfı'yla yeniden ilişki kurmanın yolları aranıyormuş. Vakfın başkanı, Hewlett-Packard'ın ikinci kuşak sahibi David Packard ile randevu ayarlandığı takdirde Celal Doğan ile Aykut Tuzcu'ya ABD yolu görünecek.

Gaziantep Valisi Lütfullah Bilgin de Zeugma meselesine sahip çıkan başka bir isim. Yaklaşık on gün kadar önce Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Alpay Pasinli ile yeni bir müze için projeyi görüşmüş.

Dün Pasinli'yi gelişmeleri konuşmak için aradığımda Turizm ve Kültür Bakanlığı, Müsteşar Yardımcılığı’na atandığını öğrendim.

Umarım, bu Zeugma Müzesi ve kazıların geleceği için daha uygun bir pozisyondur.

Zeugma 1884 yılında bile konuşuluyordu


ZEUGMA'yı kaç kez Alpay Pasinli, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, eski Turizm Bakanı Güldal Akşit ile konuştum hatırlamıyorum bile.

Ankara bir zamanlar dünyanın ilgi odağı haline gelen Zeugma için bir şey yapamıyor.

GAP Başkan Yardımcısı Hacı Bayram Bulgurlu'nun sarf ettiği sözlerden sonra benim umudum iyice söndü.

Oysa Zeugma'nın adı ta 1884 yılında kaleme alınmış bir kitapta dahi geçiyordu.

Cahit Kayra tarafından günümüz diline uyarlanan kitabın adı ‘‘Dicle'de Kelek İle Bir Yolculuk.’’

Yazarı ise Düyun-u Umumiye'nin müfettişi Ali Bey.

İstanbul'dan yola çıkıp, Güneydoğu Anadolu'nun şehirlerini gezmiş oradan da Bağdat'a gitmiş.

Dicle üstünde ‘‘kelek’’ yani bir nevi sal ile yolculuk yapan Ali Bey, Zeugma'nın kalıntılarından oldukça etkilenmiş ve harabelerden çıkartılan mozaiklerle Birecik'te evlerin avlularının döşendiğini anlatmış.

Yağmalama o tarihlerde de varmış anlayacağınız.

Polonya'nın Irak kumarı


IRAK'ın yeniden yapılanmasında Almanya yok, Fransa yok ama Polonya var.

Le Monde Gazetesi'ne demeç veren Polonya Başkanı Aleksander Kwasniewski şöyle diyor: ‘‘Polonyalılar tarihte kimi zaman pasif kalacak yerde aktif olunması gerektiğini kavrayan bir ulustur.’’

Doğru.

Polonya'nın büyümesinin düşüşe geçtiği, yabancı yatırımların azaldığı, işsizliğin arttığı bir dönemde Irak Savaşı'nda ABD'nin yanında yer almak belki de halkı açısından kaçırılmayacak bir fırsattı.

Davos Ekonomik Forumu'nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı ‘‘Yeni Avrupa'ya doğru’’ toplantısında dinlediğimiz Kwasniewski'nin, ülkesi Avrupa Birliği üyeliğine hazırlanırken oynadığı Irak kumarı şimdilik tuttu gibi görünüyor.

Washington yanında olduktan sonra AB'nin tarım fonlarını kesme gibi tehditleri de Polonya'ya vız gelebilir.
Yazının Devamını Oku

Şansı mıknatıs gibi çekmek istiyorsanız

4 Mayıs 2003
<B>GÜNDE</B> birkaç kez en büyük hesaplaşmalarını <B>‘‘şans’’ </B>ile yapanlara iyi haber. Şans pek çoğumuzun inancının aksine ‘‘gökten düşmüyormuş’’, çoğunlukla onun için uğraşanlara gülüyormuş.

İddianın sahibi bugünlerde ‘‘Sermayemiz Şans’’ kitabı piyasaya çıkan İngiliz psikolog Richard Wiseman.

Tam sekiz yıl boyunca, 400'e yakın ‘‘şanslı’’ ve ‘‘şanssızı’’ inceleyen Wiseman, ‘‘şanslıların’’ dört ortak özelliklerini tespit etmiş.

Kimi zaman farkına dahi varmadan devreye giren bu özellikleri şöyle özetlemek mümkün: Önüne çıkan fırsatı değerlendirmek, sezgilerine güvenmek, şanslı olduğuna inanmak ve olumsuzda olumluyu bulup çıkartmak.

Mesela dünyanın en zengin kişilerinden biri Warren Buffet, Harvard'dan kovulmuş olmasının hayatının en büyük şansı olduğunu, zira bu başarısızlığı nedeniyle kariyerine başladığını anlatırmış.

Merak edeniniz olur diye Richard Wiseman ve yardımcılarının laboratuvarda yaptıkları testlerden bir örnek şöyle:

‘‘Şanslı’’ ve ‘‘şansızların’’ önlerine bir dergi konuyor ve derginin içindeki fotoğrafların sayılması isteniyor.

‘‘Şanslı’’ların gözüne anında, dergide 45 fotoğrafın olduğunu belirten bilgi ilişiyor.

‘‘Şanssızlar’’ ise fotoğrafları saymaya koyuluyor.

Birincisi önüne çıkan fırsatı değerlendirmiş, ikincisi fotoğrafları sayacağım diye adeta körleşmiş.

Richard Wiseman'a bakarsanız, şanssız olduğuna inanmak insanın başına gelebilecek en korkunç şeylerden bir tanesi.

‘‘Zira bu inanç hayatın tüm alanlarına sirayet ediyor. Yılgınlık, yenilmişlik duygusu şansızlığı da beraberinde getiriyor. Oysa tam aksine hayatının üzerinde kontrolü olduğuna inananlar her şeye daha olumlu yaklaştıklarından başlarına iyi şeyler geliyor.’’

Peki o halde herkes şanslı olabilir mi?

‘‘Kesinlikle evet. Tüm araştırmalarım bunu gösteriyor.’’

Yalnız işin püf noktası ayrıntıda gizli.

Şans iki türlü.

Wiseman da itiraf ediyor bunu.

Bir tanesi lotoda kazandıran ve kontrol edemediğimiz şans.

Diğeri de şansa benzeyen ama psikolojik faktörlerle açıklanabilecek bir şey. İyileştirebileceğimiz, yönünü değiştirebileceğimiz işte bu ikincisi.

Yani, ‘‘Her insanın şansı kendi elindedir’’ diyen Alman atasözünde de, ‘‘Talihli olanların horozları bile yumurtlamaya başlar’’ diyen Rus atasözünde de haklılık payı var.

Siz iyisi mi kontrol edemediğimiz şansı unutun, diğerini halletmeye bakın.

Sinemaya emek veren kadınlara ödül


8-15 Mayıs arasında Ankara 6. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nde sinemaya emek vermiş altı kadına ödül veriliyor. Onur ödülü ise bir zamanlar Türk sinemasının starı Sezer Sezin'e. Bilge Olgaç Başarı Ödülü alacak isimler ise şöyle: İstanbul Film Festivali'ne yıllardan beri emek veren Hülya Uçansu, sanat yönetmeni Annie Pertan, ‘‘Seni Seviyorum Sinema’’ kitabını yeni yayımlayan yönetmen yardımcısı Leyla Özalp, yapımcı Mine Vargı ve Keriman Ulusoy.
Yazının Devamını Oku

AdalarAB fonlarına İsveç eliyle ulaşacak

2 Mayıs 2003
<B>BÜYÜKADA</B>'nın daha yeni restore edilmiş iskele binasında, Turing'in işlettiği kafede yarın anlamlı bir tören var. Adalar ile Nacka ‘‘kardeş şehir’’ protokolü imzalanıyor.

Geçenlerde ziyaretime gelen Adalar Belediye Başkanı Coşkun Özden anlatıyor.

İsveç'te son genel seçimlerde Sol Parti'den milletvekili seçilen Sermin Özürküt meğer eski Büyükadalıymış.

Yaz tatillerini adada geçiren Sermin Özürküt, İsveç'in AB Başkanlık döneminde başlattığı, Avrupalılar arasında bilgi ve deneyimleri paylaşmak projesi kapsamında gözüne Büyükada'yı kestirmiş.

3 yıl uğraştıktan sonra, eskiden Belediye Meclis üyeliği yaptığı Nacka ile Büyükada'yı ‘‘kardeş şehir’’ yapmayı başarmış.

Zaten yarınki imza törenine Nacka Belediye Başkanı Erik Langby ile birlikte katılıyor.

Peki bu ‘‘kardeş şehirlik’’ Adalılara ne katacak?

Hayatının büyük bir bölümünü Adalar'da geçiren biri olarak en merak ettiğim konu bu.

Doğma büyüme Kınalılı olan ve belediye başkanlığı yaptığı üç yıllık süreye hayli önemli işler sığdıran Özden'e bakarsanız Nacka Belediyesi kendilerine AB fonlarının yolunu kolaylıkla açabilir.

‘‘Adaların değerini ortaya çıkaracak ortak projeler geliştirilebilir. Turizm, olta balıkçılığı, doğal yaşamı koruma gibi’’ diyor.

ANAP'tan başkanlığa seçilen Özden, tüm belediyeler gibi kaynak sıkıntısı çekiyor.

Ama dediğim gibi Adalar için neredeyse yaşamsal bazı sorunları halletmiş.

Bilenler bilir, çöp sorunu Adalar'ın en büyük sorunlarından biridir.

Çöplerin yakıldığı yerde rüzgar estiği günlerde kokudan geçilmez.

Büyükada ve Heybeliada'nın çöp sorunları çözülmüş. Çöpler her gün Tuzla'ya naklediliyor.

Bu yaz aylarında sıra Burgaz ve Kınalı'ya gelecek.

Diğer önemli bir gelişme, Burgaz, Büyükada ve Dragos arasında kalan bir üçgende gırgırla balıkçılık yasaklanmış. Bu üçgende alanda sadece olta balıkçılığı yapıldığından balık da doğal olarak artmış.

Coşkun Özden anlattıkça eski bir Adalı olarak duyduklarıma seviniyorum.

Peki ya hasta ormanlar?

‘‘Ormanlar tamamıyla Orman Bakanlığı'nın tasarrufunda. Belediye olarak bir şey yapamıyoruz.’’

Yazık, zira Adalar'ın o güzelim çam ormanları yıllardan beri can çekişiyor.

Bu arada at ahırlarının yenilenmesi projesi de tamamlanmış, onay için Valilik'te bekliyormuş.

Coşkun Özden'in

dikkat çektiği başka önemli

bir konu ise Adalar'da yaşamış olan ünlü sanatçıların, politikacıların evlerine

plaketler konması. Bunun için Kültür Bakanlığı'nın ilgisini bekliyor.

Özden'ın kafasında sayısız proje var.

Diyorum ki, Allah’tan Nacka ile kardeş şehir ilan edilmiş de, projelerin bazılarını da İsveçliler sayesinde gerçekleştirebilecek.

Yunanistan kadın işgücü işinde bizden 30 yıl önde

TÜSİAD yayınladığı raporlara bir tanesini daha ekledi: ‘‘Türkiye'de İşgücü Piyasası ve İşsizlik.’’

Raporu hazırlayanlardan, Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Haluk Levent ile konuşuyoruz.

Raporun kadınlarla ilgili bölümüne dikkat çekiyor.

İki önemli unsur var.

Bir, kadınların eğitim düzeyi arttıkça işgücüne katılımı artıyor.

İki, kriz dönemlerinde kadınlar daha fazla çalışıyor.

Mesela 2001'deki derin kriz döneminde kadınların işgücüne katılımı fırlamış.

Ne var ki ne kadar fırlarsa fırlasın yüzde 16.8'lik bir oranla AB ülkelerinin hayli gerisinde.

İskandinav ülkelerinde kadın katılım oranı yüzde 70'lerde.

Kültür açısından daha yakın olduğumuz Yunanistan ve İspanya'da ise yüzde 50 civarında. Bu ülkelerin düzeyine çıkmamız 20 ila 30 yılı alabilirmiş.

Daha kötüsü yakalamak hiçbir zaman da mümkün olmayabilir. Çünkü AB ülkeleri 2010 yılına kadar bu oranı yüzde 60'lara çıkartma peşindeler.

TÜSİAD'ın raporunda, 2010 yılında kadının işgücüne katılım oranı yüzde 25 olarak öngörülüyor.

Yani biz koştukça onlar daha fazla koşacağından aradaki fark hep kalacak.

Marmara Üniversitesi'nde doğal afetler konferansı

YİNE deprem, yine sorumsuz müteahhitler, yine çaresiz insanlar.

Bu filmi kaç kere gördük.

Hepimiz biliyoruz ki, İstanbul depreminin eli kulağında.

Riskli bölgelerin haritaları elimizde ama ne yapıldığı meçhul.

Depremin yine gündemimize oturduğu bu günlerde Marmara Üniversitesi'nde 28 Nisan ile 2 Mayıs tarihlerinde ‘‘Doğal afet riskini azaltmada yerel yönetimlerin rolü’’ başlığı altında bir konferans düzenlendi.

Yabancı uzmanların katılımıyla gerçekleşen bu önemli konferansla ilgili basında bir şey gördünüz mü? Ya da duydunuz mu?
Yazının Devamını Oku

Artık hayatımıza AB 6. Çerçeve Programı girdi

29 Nisan 2003
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>cuma günü İstanbul'da önemli ancak basının pek de ilgisini çekmeyen bir toplantı yapıldı: <B>‘‘AB 6. Çerçeve Programı-Türkiye Açılış Konferansı.’’<br><br></B>Toplantı neden önemliydi? Bu sorunun yanıtına geçmeden ‘‘AB 6. Çerçeve Programı’’yla ilgili küçük bir hatırlatma.

‘‘6. Çerçeve Programı’’ Avrupa Birliği'nin, ABD ve Japonya karşısında rekabet gücünü sürdürmesine olanak sağlayan araştırma ve teknolojiyi geliştirme programı.

5 yıllık bir süre için 17.5 milyar Euro'luk bir finansman havuzu var.

Programa katılan ülkeler nüfus ve kişi başına milli gelire göre havuza katkıda bulunuyorlar.

Türkiye 5 yılda havuza 250 milyon Euro katkıda bulunacak.

Türkiye'nin AB'den yılda 170 milyon Euro aldığını düşünürseniz bu önemli bir miktar.

Ne var ki, bu katkısı hiç boşuna değil.

Zira ürettiği projeler için havuzdan finansman sağlayabilecek.

İşte İstanbul'daki toplantı, Türkiye'nin ilk kez katıldığı bu tür bir programdan nasıl yararlanabileceğinin, proje üretmek için nasıl stratejiler üreteceğinin, sanayi ve üniversite ortaklığının ele alındığı bir toplantıydı.

Üstelik açılış konuşmalarından birini yapan AB Genel Sekreteri Murat Sungar'ın belirttiği gibi, AB ile mevcut ilişkilerin hassas döneminde Türkiye'nin bu programa katılmış olması son derece önemliydi.

TÜBİTAK'in düzenlediği konferansa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile dört bakan davetliydi.

Sadece Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun geldi.

Bu tür programların ülkelerin kalkınmaları için ne denli yararlı olduklarını bizzat Yunanistan Kalkınma Bakanlığı yetkilisinden duyduk.

Dimitris Deniozos, AB üyeliğinden sonra teknolojide nasıl atılım yaptıklarını, proje üretmeyi öğrendiklerini etraflıca anlattı.

Peki sanayicilerin bu programdan beklentileri ne?

İSO Meclis Başkanı ve TÜBİTAK Bilim Kurulu üyesi Hüsamettin Kavi, meğer yıllardan beri Türkiye'nin bu programa entegre olması için çalışıyormuş.

Kavi'ye göre, 6. Çerçeve Programı düşünce tarzımızı değiştirecek, bizi pek de alışkın olmadığımız bir ekip çalışmasına itecek.

Üniversite-sanayi işbirliğinin yanısıra Avrupalı bir partnerle çalışmak şart olacak çünkü.

‘‘6. Çerçeve Programı'ndan proje desteği almak bir araçtır, amaç değildir. Amaç projeler aracılığıyla topluma ekonomik değer yaratacak ürünlere ulaşmaktır’’ diye dikkat çekiyor Kavi.

Verdiği bir örneğe göre Ericsson, Nokia GSM ağını bu tür bir programın fonlarından yararlanarak geliştirmişler.

Programın başka bir boyutu da, Türk firmalarının rekabet gücüne sağlayacağı yarar.

Bu da elbet ihracatımızı olumlu etkileyecek.

Farkına varsak da, varmasak da bu program hayatımızı önemli ölçüde değiştirecek.

Dani Rodrik'in tavsiyesine uydular


6. Çerçeve Programı'nın Türkiye'ye bir başka katkısı da kamu ve özel sektör ortaklığını hayata geçiriyor olması.

İstanbul Sanayi Odası'nın geçtiğimiz aralık ayında düzenlediği‘‘Sürdürülebilir Rekabet Gücü’’ konulu kongreye katılan Profesör Dani Rodrik, Türkiye'nin verimliliğini artırmak için Doğu Asya örneğinde olduğu gibi kamu ve özel sektör ortaklığına ihtiyacı olduğunu söylemişti.

Kavi bunu hatırlatıyor ve Rodrik'in tavsiyesine uyduklarını söylüyor.

6. Çerçeve Programı'nı Brüksel'de daha yakından izlemek ve projeleri koordine etmek üzere kamu ve özel sektörü bir araya getiren TURBO-PPP kurulmuş.

TURBO-PPP (Turkish Research and Businesse Organizations-Public-Private Partnership) çatısı altında TOBB, TÜBİTAK, KOSGEP, TESK ve üniversiteler var.

Brüksel'de faaliyet göstereceği için İngilizce karşılığının kısaltılmış şekli kullanılıyor.

Kavi'ye göre, TURBO-PPP yaz sonuna doğru devreye girecek.
Yazının Devamını Oku