Gila Benmayor

Avrupa’nın geleceğini İstanbul’da tartışmak

20 Haziran 2003
<B>KAL-DER</B>'in Yönetim Kurulu Başkanı <B>Hasan Subaşı</B> ve yönetim kurulu üyeleri <B>Yılmaz Argüden, İrfan Onay, Samih Yedievli</B> ve<B> Çetin Nuhoğlu </B>ile birlikte Boğaz'da, Ortaköy Camii'nin avucunuzda olduğu bir noktadayız. Avrupa yakasından Asya'ya bakınca, Üsküdar kıyılarındaki pencereler altın renginde.

Çifte kimlikli İstanbul, Avrupa'da süregelen ‘‘Türkiye doğulu mu, batılı mı’’ tartışmalarının odak noktası.

İstanbul kimliklerini yüzyıllardan beri vakurla taşırken, şimdi de ‘‘Avrupa'nın geleceğini’’ tartışmaya hazırlanıyor.

Hasan Subaşı'dan öğreniyoruz. Kal-Der'in 13-15 Ekim tarihleri arasında düzenleyeceği 12. Ulusal Kalite Kongresi'nin konusu ‘‘Avrupa Birliği ve Dünya Liderliği’’.

Subaşı
, ‘‘Kaliteyi düşünce boyutuna taşımayı, dünya çapında düşünmek istedik’’ diyor.

Biliyoruz ki, Avrupa Valery Giscard d'Estaing'in başkanlığında Konvansiyon çalışmalarını tamamladı gibi.

Avrupa Birliği'nin yeni

adayları entegre etmek için

yeniden yapılanması söz konusu.

Irak Savaşı'ndan sonra Avrupalı aydınların hararetle tartıştıkları işin başka bir boyutu var:

‘‘Avrupa dünyanın

tek gücü haline gelen ABD karşısında ne yapacak, dünya liderlerliğine soyunacak mı? Yoksa ABD'nin giderek daha fazla empoze ettiği kurallar karşısında

sessiz mi kalacak?..’’

Yılmaz Argüden, ‘‘Biz hep Avrupa Birliği'ne girersek ne elde ederiz diye düşündük. Kal-Der bu yerleşmiş düşünce biçimini tersine çevirmek istiyor. Biz Avrupa'nın liderliğine nasıl katkıda bulunabiliriz. İşte bunu İstanbul'da tartışacağız’’
diyor.

Türkiye'deki şirketlerin uluslararası düzeye çekilmesi için çaba gösteren Kal-Der'in 12. Kongresi'nde tartışılacak ‘‘AB ve Dünya Liderliği’’ konusu hiç kuşku yok ki hayli iddialı bir konu.

Oturum başlıklarından gözüme çarpanlar şöyle: ‘‘Dünya Barışı Sembolü olarak AB’’, ''AB ve Küreselleşme'', ''Sosyal Proje olarak AB''.

Davet edilip geleceklerini teyit etmiş olanlar arasında Dünya Ticaret Örgütü eski genel

direktörü ve Yeni Zelanda eski Başbakanı Mike Moore,

Lordlar Kamarası'nda Liberal

Demokrat Parti sözcüsü ve uluslararası ilişkiler profesörü William Wallace gibi isimler var.

25 kız çocuğu Turkcell’le kolejli

HAFTA başında UNICEF Direktörü Carol Bellamy'nin Türkiye'de okula gidemeyen sekizde bir oranındaki kız çocukları için bizzat devreye girdiğini yazmıştım.

Kız çocukları için bir başka sevindirici haber.

Turkcell-Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin ortaklaşa yürüttükleri proje kapsamında, Siirt, Şanlıurfa, Van, Batman ve Bolu'dan 25 kız öğrenci burslu olarak İstanbul TED Koleji'nde okuyacak.

Turkcell'in ‘‘Çağdaş Türkiye'nin Çağdaş Kızları’’ projesini mutlaka hatırlıyorsunuz.

İki yıldır 33 ilin kırsal kesimlerinden burslu okuyan 5 bin kızın bazıları üniversiteli oldu bile.

TED Koleji'nde okumaya hak kazanan 25 burslu öğrenci de esasında bu projenin kapsamında.

Peki bu şanslı öğrenciler nasıl seçildi?

TED öğretmenleri yukarıda saydığım beş ile gitmişler, seçilen küçük kız öğrencileri sınavdan geçirmişler.

Ne öyküler dinledik dün. TED'in psikolog öğretmeni Mürevvet Hanım anlatıyor: ‘‘Sınav sonrası bir genç kız çağırıyor yanına beni. Kızkardeşi bursu kazanmadığı takdirde küçük yaşta evlendirilecek. Başka şansı yok.’’

Neyse ki küçük kız parlak, bursu kazanıyor.

Ama ya diğerleri?

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Türkan Saylan'a bakarsanız doğu ve güneydoğuda kızları okula göndermemenin esas nedeni parasızlık.

Saylan, ‘‘8-10 çocuklu baba param yok çocukları okula gönderemiyorum demeye çekiniyor. Kızları okula göndermem diye kestirip atıyor’’ diyor.

Ondan sonrası gerçek bir dram. Zira yine Saylan'a göre, ‘‘Sophie'nin Seçimi filmindeki gibi, okuyacak bir çocuk varsa kız yerine erkek tercih ediliyor.’’

Saylan
'ın Turkcell ile işbirliği 2000'de başlamış. ‘‘Turkcell gibi 100 şirket daha olsa kız çocuklarının hayatı kurtulur’’ diyor.

İş dünyası bu çağrıya kulak vermeli.

Derviş'ten AB üyeliği için iki uyarı

ARI Hareketi bünyesinde Ekonomi ve Dış Politika Forumu'nu oluşturmuş.

Önceki sabah basına tanıtılan bu yeni oluşumun koordinasyon kurulunda yer alan isimlerden bazıları CHP İstanbul milletvekili Kemal Derviş, yine CHP milletvekili Ersin Arıoğlu, Bilgi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Profesör Şule Kut, Ali Boratav, Boğaziçi Üniversitesi'nden öğretim üyesi Ayşe Bener, aynı üniversiteden Kemal Kirişçi.

Kısa adıyla EDPF'nin misyonu ne olacak?

EDPF'de buluşan isimler öncelikle AB ile sürdürülen üyelik ilişkilerinde ekonominin ikinci plana atıldığı görüşünde.

Bu yüzden dış politika ile ekonomi arasında bir sinerjinin yaratılması gerektiğini düşünüyorlar.

İkinci bir konu; Türkiye-AB ilişkilerinin sağlıklı bir temelde gelişmesine hizmet etmek yani lobicilik faaliyetlerinde bulunmak.

Kemal Derviş'e göre, Türkiye'nin Selanik'te hükümetler arası görüşmelere katılacak olması tamamıyla lobicilik sayesinde olmuş.

‘‘Yoksa’’ diyor ‘‘Hükümetler arası görüşmelere sadece üyelik müzakerelerine başlamış ülkeler katılabilir.’’

Derviş
'e göre, AB üyeliği için iki şey son derece önemli:

Kopenhag kriterlerine harfiyen uymak ve üye ülkelerin veto ihtimalini hesaba katmak.
Yazının Devamını Oku

Kızların eğitimini Bellamy'den izleyin

17 Haziran 2003
<B>CAROL Bellamy</B> <B>Unicef</B>'in ilk kadın direktörü. 1995 yılında görevi devralıncaya kadar BM'nin çocuklardan sorumlu biriminin başındakiler hep erkek olmuş.

Bellamy döneminde Unicef'in tüm dünyada çocuklara yönelik faaliyetlerini, yatırımlarını artırdığını herkes kabul ediyor.

Geçtiğimiz yıl BM tarihinde ilk kez özel bir çocuk oturumu düzenlenmesine önayak olan kişi de Bellamy.

Ona herkesin yanında rastlamak mümkün.

Devlet başkanları, Bill Gates gibi işadamları ve diğerleri.

Bellamy, Unicef'in Türkiye'de startını verdiği ‘‘Tüm Çocuklar Eşit Haklara Sahiptir’’ uluslararası kampanyası için bir iki günlüğüne Türkiye'de.

Kampanyanın adı üzerinde; dünyadaki tüm çocukların eşit koşullarda yetişmeleri için çaba harcanacak.

Ancak bu kampanyanın Türkiye'yi diğer ülkelerden daha fazla ilgilendiren bir yanı var: Unicef bu vesileyle kızların okula gitmesi için ayrı bir kampanya başlatmış bulunuyor.

Yani iki kampanya iç içe.

Pazar günü Unicef'in Richemond Oteli'nde verdiği resepsiyonda dinlemek fırsatını bulduğum Bellamy diyor ki:

‘‘Türkiye'de kızların sekizde biri okula gitmiyor. Amacımız okula giden kızları erkeklerle eşitlemek.’’

Milli Eğitim Bakanlığı'nın da desteklediği kampanya yarın Van'da başlıyor.

Van'ı seçen bakanlık olmuş.

Daha sonra Ağrı, Batman, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Şırnak, Şanlıurfa, Bitlis'e sıra gelecek.

Bu arada, TÜSİAD'ın ‘‘Kadın-Erkek Eşitliğine Doğru Yürüyüş’’ başlığı altında 2000 yılında yayınladığı raporu hatırlatmak istiyorum.

Ne diyordu rapor?

‘‘Türkiye, 1995 Pekin Kadın Zirvesi'nde taahhüt ettiği, 2000 yılına kadar kadın okuryazarlığının yüzde yüze ulaşması hedefine ulaşamadı.’’

Bırakın hedefe ulaşmayı, yine TÜSİAD'ın raporundaki verilere göre 12 ve üstü yaş grubunda okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 94.2'ye ulaşırken

kadınlarda yüzde 77.4 oranında kalmış.

Yani Türkiye'nin bu alanda yapacağı çok iş var.

Carol Bellamy, konuşmasında ilginç bir şey söylüyor: ‘‘Bölgedeki doğumların yarısı Türkiye'de gerçekleşiyor. Bu yüzden kadınların eğitimi kampanyasına Türkiye'den başlattık. Bu kampanya Türkiye'nin komşularına da örnek olacak.’’

Türkiye'de kadınların okula gitmesi için yıllardır emek veren, küçük, büyük önemli sayıda STK var.

Onların yıllardır devam eden çabalarını kimse inkar edemez.

Ama artık işin içine‘Kişisel olarak ilgileneceğim’ diyen Carol Bellamy girdiyse daha hızlı yol alınabilir inancındayım.

Turizmde globalleşme yastıktan geçiyor


GEÇENLERDE iki günlük Paris ziyareti sırasında dikkatimi çekti.

Irak savaşı nedeniyle Fransa'yı boykot edecekleri söylenen Amerikalı turistler bu konuda Bush'u desteklemekten vazgeçmişler.

Yılda 10 milyonun üzerinde turist ağırlayan Paris Amerikalı kaynıyordu.

Boykot filan lafta kalmış sadece.

Türkiye'ye bir yılda gelen turisti tek başına ağırlayan Paris'i kıskanmamak elde değil.

Tanıtım için izlenen istikrarlı politikaların sonucu bu.

Fransız Turizm Bakanlığı zamanında ünlü ressam Chagall'a bile Paris afişi yaptırmış.

Kültür, sanat, şarap, peynirin yanısıra globalleşmenin kurallarına da uyulmuş.

Dünyanın en global otelcilik şirketi diye bilinen InterContinental otel zincirine ait 25 Holliday Inn oteli mevcut Paris'te.

Holliday Inn 1950'lerde bir Amerikan şirketi olarak kurulmuş, 1980'lerde el değiştirip İngiliz olmuş ve InterContinental bünyesine katılmış.

Bunları niye anlatıyorum?

Topkapı'da 30 yıldan beri hizmet veren yılların Olcay Oteli Holliday Inn olunca turizme bir de bu pencereden bakayım dedim.

Olcay Oteli'nin sahibi Musa Olcay'a ‘‘Neden Holliday Inn’’ diye soruyorum.

‘‘Turistler artık internetten otel seçiyor. Yaygınlaştı bu yöntem. Öyle olunca tanıdıkları bir markayı tercih ediyorlar. Olcay ismi İstanbul'a gelmek isteyen biri için bir şey ifade etmeyebilir... Oysa Holliday İnn birkaç dolar daha pahalı olsa bile tercih nedeni.’’

Dünyanın en global otel zincirine katılmak kolay iş değil tahmin edebileceğiniz gibi.

Olcay Oteli tepeden tırnağa değişmiş, en deneyimli personel dahi yeniden eğitimden geçmiş. Kimi malzemeler için özel siparişler verilmiş.

Holliday Inn standartları için tam 4 ay uğraşılmış.

Yeni bir konsept olan ‘‘yastık mönüsü’’de buna dahil.

‘‘Yastık mönüsü’’nü duyunca şaşırmayın.

Kuştüyü, pamuklu, anti-alerjik gibi yastık çeşitleriyle ilgili bir şey.

Turizmde illa globalleşmek diyorsanız şart.

Tokat mutfağı


ÇEKÜL Başkanı Profesör Metin Sözen, anladığım kadarıyla basına kırgın.

‘‘Masa başında yazı yazmayın, Türkiye'yi gezin, görün öyle yazın’’ diyor sitemle.

Armada Oteli'nin bahçesinde, Çekül'ün düzenlediği Tokat gecesindeyiz.

Amaç Tokat'ın mutfağını İstanbullulara tanıtmak.

7 Bölge, 7 Kent projesi kapsamında Anadolu'yu gezen Çekül ekibi, müziğiyle, mutfağıyla, giyim tarzıyla farklı kültürlerle temas halinde.

Deneyimlerini İstanbul'a taşımak çabasında.

Mutfaktan başlıyor.

Tokat'ın özellikle Niksar ve Erbaa ilçeleri mutfaklarıyla ünlüymüş.

O gece ev kadınlarının hazırladıkları ‘‘erik çalkalaması’’ çorbasının yanısıra haluj böreğini, fasulyeli bulguru tadıyoruz.

Sırada ‘‘tereyağında çevrilmiş elbiseli sucuk’’ ve ‘‘pelit közünde ısıtılmış keçi peyniri’’ var.

Tatlının adı hepsinden ilginç: ‘‘Leylek Giligi.’’

Niksar ve Erbaa belediye başkanları, Tokatlı işadamları da gelmiş.

Tokat Kültür Dergisi, Tokat Gündemi Gazetesi dağıtılıyor.

Profesör Sözen'e söz verdik.

Tokat'a gideceğiz.
Yazının Devamını Oku

Bugün 180 dakika kızımı bekleyeceğim annemin yıllar önce beni beklediği gibi

15 Haziran 2003
<B>KIZIM</B> bugün ÖSS sınavında.<br><br>Maltepe <B>Güzin Dinçkök </B>İlköğretim Okulu'nun bir sınıfında ter dökerken, ben dışarda, bahçede onu bekliyor olacağım. O içerde, ben dışarda.

180 dakika boyunca beynimin tüm hücreleri onunla birlikte olacak, cevaplarda yanılmaması için bildiğim tüm duaları edeceğim, pozitif enerji dalgalarım ona ulaşacak.

Şans perileri, sınav kağıdındaki kareleri hiç duraksamadan ve yanlışsız doldurması için yaldızlı kovalarını başından aşağıya boca edecek.

Söz...

Çocukları lise ikinci sınıftan beri kurslara zorlayan, şu tuhaf eğitim sistemine bugün lanetler yağdırmayacağım.

Özel hocalar, hafta sonları eve kapanmalar, gazetelerin sınav eklerinin peşinde koşmalar nihayet bitti.

Ada okulun kapısında ‘‘galiba becerdim’’ anlamına gelen o sevimli gülümseyişiyle belirinceye kadar bahçede uslu uslu bekleyeceğim.

Tıpkı annemin yıllar öncesi beni beklediği gibi...

Ben içerde, o dışarda.

Hayatımda kaç kez sınava girip çıkmışım, hatırlamıyorum.

Sadece bir tanesi çok net aklımda.

Ortaokulu bitirdikten sonra önümde iki seçenek var; ya Fransızca eğitime devam edeceğim, ya da Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ne girip İngilizce öğreneceğim.

İlkokuldan sonra birinci kolej denemesi tam bir fiyasko.

Oysa çocukluğumdan beri benim hayalimdeki okul o.

Ailemdeki kadınlar, annem, teyzem, kuzenler hep o okuldan mezun.

Onların anlattıkları hikayelerle büyümüşüm.

Sörler okulunda okuyan benim için Amerikan Kız Koleji demek, özgürlük demek, parti demek, eğlence demek.

Annemden Taksim-Arnavutköy tramvay serüvenlerini, ilkbahar aylarında ‘‘Plato’’ sefalarını, Mina Urgan'ın bir ‘‘Dinozorun Anıları’’nda adını geçirdiği Mrs. Summers'ı dinlemişim.

Kolej biraz da onun gibi olmak: Neşeli, sapına kadar iyimser, becerikli.

Evet... İlla Amerikan Kız Koleji.

Birinci kez olmadı, belki ikinci kez olacak.

İşte nihayet Arnavutköy tepelerinde güneşli bir gün, bu okulda sınavdayım.

Sıcak bir gün olsa gerek, çünkü bulunduğum sınıfın pencereleri açık.

Soru kağıdı önüme geliyor.

Kurşun kalemime sarılıyorum. İlk sorularda zorlanmıyorum ama onuncu sorudan sonra dünyam kararıyor.

Yok yapamayacağım...

Hırsımı bir anda kurşun kalemimden alıyorum ve onu açık pencereden bahçeye doğru fırlatıyorum.

Elveda kolej, elveda hayallerim.
Yazının Devamını Oku

Mick iyi baba mı değil mi orasını bilmem ama nostaljik olduğu kesin

14 Haziran 2003
Sahnedeki Mick Jagger'ın hızına yetişebilirsen yetiş. Mücevher tasarımcısı kızı Jade'den iki torun sahibi 59 yaşındaki Mick Jagger şarkı söylerken koşuyor, zıplıyor, kalça kıvırıyor.

Üstelik daha iki gün önce Münih'te stadyumda 70 bin kişinin önüne çıkmış.

Rollings Stones bir yıl sürecek ‘‘Licks’’ dünya turunda.

Biliyorsunuz, Mick Jagger'ın eski karısı manken Jerry Hall, rock'çıya ‘‘Çocuklarla artık başa çıkamıyorum, hemen dön’’ diye imdat çağrısı yapmış.

Jagger'da çağrıya filan takacak hal görmüyorum doğrusu.

İyi bir baba değil mi, orasını bilmem ama nostaljik olduğu kesin.

68’Lİ HAYRANLAR

Zira Rolling Stones'un Münih'teki üç konserden birinin 37 yıl önce sahneye çıktığı Krone Circus'ta yapılması için diretmiş.

Krone Circus adı üzerinde, bin, iki bin kişilik bir sirk mekanı ve havalandırma yok.

İçersi belki kırk dereceden fazla.

Konser başlamadan ‘‘Licks’’in amblemi olan ve mavi, kırmızı ışıklar saçan, dil şeklindeki 7 Euroluk rozetler satın alınmış.

Girerken dağıtılan ‘‘lolipop’’lar ağızlarda.

Derken ışıklar kararıyor ve Rolling Stones beliriyor.

Mick Jagger'ın ilk şarkısı ‘‘Jumpin Jack Flash’’.

Sırtında parlak mor gömleğiyle sahneden dinleyicilere doğru uzandığı anda çığlıklar yükseliyor.

Peki bağıranlar, kendilerinden geçmiş halde dans edenler kim?

Şöyle bir etrafıma göz gezdiriyorum.

Konser başlamadan sakin sakin oturanların tümü ayakta.

Çoğu 68 kuşağı, 60'lara merdiven dayayanlar.

Tam önümde oturan ‘‘son turfanda’’ yakışıklı genç sevgilisiyle gelmiş. Yanında oturan küçük çocuk asla oğlu olamaz, olsa olsa torunu olur.

Arkamdaki beyaz sakallı göbekli, sıcaktan iyice bunalmış, gömleğinin düğmelerini açmış, Jagger'ın şarkısına tempo tutuyor.

Çevremde üzerinde tek dirhem yağ olmayan sadece Mick Jagger sanki.

Sıcaktan da etkilenmiş gibi bir hali yok.

Dördüncü şarkıdan sonra içeri girip gömleğini değiştiriyor ve üzerinde bir tişörtle geri geliyor.

‘‘Honky Tonk Woman’’ çalarken baba rock'çılar iyice çoşuyor.

Haksızlık olmasın anne rock'çılar da onlardan geri değil.

Yanıbaşımdaki siyah mini etekli, 50'sine yakın olsa da enerjisi yerinde. İki saat boyunca hiç durmaksızın dans ediyor.

DEDELERİN PERFORMANSI

olling Stones
ile baştan çıkmamak mümkün değil.

Hele Mick Jagger, tombul siyah vokalist Lise Fischer ile oldukça seksi bir dans yapınca kopan gürültü müthiş.

Her tarafından zincirler, küpeler sarkan Keith Richards'dan da iki şarkı dinliyoruz.

Konsere birlikte geldiğim Münihli Dr. İrving Weissmann da bir baba rock'çı.

Hem de en halisinden.

Zira kendisi cilt doktoru olduğu halde bir orkestrada profesyonel olarak çalıyor. Yanında 20'lik Brezilyalı sevgilisi ve tepeden tırnağa deri takımıyla gençlere taş çıkartır.

Tam 37 yıl önce Krone Circus'taki konsere gelmiş.

‘‘Performansta fark var mı’’ diye soruyorum.

‘‘Keith Richards'ta ses kalmamış. Mick Jagger iyi. Bir, iki hileyle sesini ayarlayabiliyor.’’

İzninizle, dede rock’çıda bu kadar kusur affedilebilir.

Organizatörlerin kralı Marcel Avram

ALMANYA'daki Rolling Stones konserlerinin organizatörü Marcel Avram. Global Concerts'ın sahibi Avram, Sultans of the Dance Maydanoz'dan ayrılmadan önce Avrupa'daki turlarını da organize etmiş.

Almanya'da eğlence dünyasının önde gelen isimlerinden biri. 37 yıldan beri dünyanın en ünlü sanatçılarıyla haşır neşir.

Michael Jackson, Tina Turner, Rod Stewart'in dünya turnelerini de organize etmiş.

Pink Floyd, Bon Jovi, Jethro Tull, Leonard Cohen, Cat Stevens, Bruce Spirngsteen, Eros Ramazzotti, Ozzy Osbourne ile çalışıyor.

Kimi sanatçılarla kişisel ilişkiler kurmuş.

‘‘Rod Stewart çok sadıktır. Asla benden başkasıyla çalışmaz’’ diyor.

Jackson ona oldukça ciddi bir borç takmış anlattığına göre.

‘‘Yine de onu severim gerçek bir müzih dehasıdır.’’

Bir zamanların Cat Stevens'ı şimdiki Yusuf İslam ile ilginç anıları var.

Cat Stevens'a daha Müslüman olmadan ilk Kuran’ı hediye eden o.

Şarkıcı Müslüman olduktan sonra birlikte Kudüs'e gitmişler. Cat Stevens Mescid-i Aksa'da namaz kılmak istemiş. Ancak bir süre sonra camiden yaka paça dışarı atmışlar. ‘‘Henüz namaz kılmasını tam olarak öğrenememişti de, bekçiler kuşkulanmış’’ diye anlatıyor Marcel Avram.
Yazının Devamını Oku

Pakistan, ‘Türkiye model olur’, Malezya ‘olmaz’ diyor

13 Haziran 2003
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan</B> ve beraberindeki 200 kişilik heyet bugün Malezya'da. Pazar günü üç günlük bir ziyaret için Pakistan'a geçecekler.

Malezya'nın kişi başına milli geliri 10 bin dolar, Pakistan'ınki ise 2 bin dolar.

Biliyorsunuz, 1996 yılında Malezya'ya büyük bir çıkarma yapan dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, bu ülkeye pek hayrandı.

Peki Malezya ve Pakistan Türkiye'ye nasıl bakıyor?

Davos Dünya Ekonomik Forumu'nun müdavimlerinden ve bu platformda yıllardan beri tartışılan ‘‘İslam ve Modernlik’’ toplantılarının en popüler ismi olan Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed'i birçok kez dinleme fırsatım oldu.

Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref ile bundan tam iki yıl önce Ravalpindi'deki konutunda bir söyleşi yapmıştım.

Türkiye'ye bakışlarında dağlar kadar fark var.

Mahathir Muhammed, İslam dininin, kişisel çıkarları ve hırsları peşinde koşan ‘‘politik ulema’’ tarafından çıkış noktasından uzaklaştırıldığını savunur.

Bugünün koşullarına göre yorumlanması gerektiğini söyler.

Muhammed, Recep Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı son Davos toplantısında NPQ ve Global Görüş dergilerinin editörü Nathan Gardels'e (Gardels aynı zamanda Erdoğan ile de bir söyleşi yapmıştı) bakın neler söylemiş:

‘‘ Atatürk'ten bu yana Türkler, devlet ve dini ayırıp laik oldukları takdirde Avrupalılar gibi modernleşeceklerine inanmıştır. Bu strateji Müslümanlara uymaz. Türkiye'nin laikliği İslami devletlere cevap olamaz. Modernleşmenin laikleşme anlamına geldiğini söylerseniz bu İslam Dünyası tarafından reddedilir.’’

Bugünlerde iktidarı bırakacağı söylenen Mahathir Muhammed özetle ‘‘Türkiye model olamaz’’ diyor.

Pervez Müşerref'in bakışı tamamıyla farklı.

Yaptığı her söyleşide mutlaka sözü Atatürk'e getirir.

Benim de tanık olduğum gibi mutlaka ona hayranlığını ifade eder.

Müşerref, Türkiye'nin ideal modern bir Müslüman ülke olduğuna inanır.

Pakistan'da Talibanvari bir iktidar isteyen radikal dinci partilerin ittifakıyla çekişmekte olan Müşerref için Erdoğan'ın ziyareti çok önemli.

Mahathir Muhammed ile Müşerref Türkiye konusunda ayrı telden çalıyor anlayacağınız.

Bakalım Erdoğan'ın diyaloğu hangisiyle daha iyi olacak?

AKP, eski TCDD Genel Müdürü’nü törene çağırmadı

ESKİ TCDD Genel Müdürü Vedat Bilgin'in telefondaki sesi hayli buruk.

Pazar günü, Ankara Tren Garı'nda yapılan törene davet edilmemiş.

Hani şu Ankara-İstanbul arasını 3,5 saatte indirecek olan ‘‘rehabilitasyon’’ projesi.

Oysa projenin hayata geçmesinde Vedat Bilgin'in büyük emeği var.

İspanyolların verdiği ucuz kredinin Hazine'den onayı için Bilgin az uğraşmadı.

‘‘Kredinin süresi dolarsa Türkiye'ye yazık. 50 yılda bir ayağımıza gelmiş şansı kaçıracağız’’ dediği hálá kulaklarımda.

AKP 1998 yılından beri gündemde olan projeye hazır kondu.

Hiç olmazsa törene Vedat Bilgin'i davet etme nezaketini gösterseydi.

Malezya'ya 175 milyon dolarlık ihracat

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan'a refakat edecek 100'e yakın işadamı arasında Malezya'yı en yakından tanıyan FNSS Savunma Sistemleri'nin CEO'su Hüseyin Esenergül.

Esenergül aynı zamanda DEİK bünyesinde, Türk-Malezya İş Konseyi'nin Başkanı.

FNSS 1993 yılından beri Malezya'da pazarlama faaliyetlerinde.

Ancak esas ihracatı 2000 yılında başlamış.

Geçen yıl bu ülkeye 113 milyon dolarlık askeri zırhlı araç ihraç eden FNSS'nin bu yıl için öngörüsü 175 milyon dolar.

Esenergül'ün verdiği bilgiye göre, Malezya'ya bu yıl ihraç edilecek 211 adet küçük tankın 146'sı burada yapılmış.

65 tanesinin montajı ise Malezya'da yerel bir partnerle kurulan fabrikada yapılacak.

Yani Türkiye'den hem tank, hem teknoloji ihracatı söz konusu.

FNSS'nin CEO'su ‘‘İhtiyaca göre üretim faaliyetlerimizi oraya kaydırabiliriz’’ diyor.

Türkiye'nin Malezya'dan ithalatı yıllık 100 milyon dolar civarında.

Denge hep Türkiye'nin aleyhine olmuş.

Ancak son yıllarda FNSS'nin tank ihracatıyla durum değişmiş.

Peki Erdoğan'ın ekibindeki işadamlarını Malezya'da nasıl fırsatlar bekliyor?

Türk-Malezya İş Konseyi'nin başkanı olarak Esenergül bu konuda karamsar gibi.

Zira dediğine göre, konseyin Malezya'daki muhatabı bu gezi için pek iyi organize olmamış. İşadamlarına sadece cumartesi günü Malezyalılarla görüşmeler ayarlanmış.

Ayaküstü görüşmelerde işler halledilebilirse ne álá...

Aksi takdirde yolculuk politik ve tatil ağırlıklı geçebilir.
Yazının Devamını Oku

Türkiye-Ermenistan AB gündeminde mi?

10 Haziran 2003
<B>AVRUPA </B>Birliği, Türkiye-Ermenistan ilişkilerini bundan böyle daha yakından mı izleyecek? Avrupa Parlomentosu'nun Hıristiyan Demokrat üyesi Arie Oostlander'in geçen perşembe günü onaylanan raporundan çıkan sonuç bu.

Ne deniyordu raporda?

‘‘Ermenistan'a ambargoya son verilmesi, Türk ve Ermenilerin geçmişteki sorunları aşmak için diyalog kurmaları gerekiyor.’’

Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi Başkanı Kaan Soyak'a göre, Türkiye-Ermenistan ilişkileri 2001 yılından beri Avrupa Parlamentosu'nun gündeminde.

Ancak bu yılın başından beri Avrupalı Parlamenterler konuyla daha çok ilgili.

Nedenine gelince...

Avrupa Birliği'ne üyeliğin koşullarından biri de komşularla iyi geçinmek.

Avrupa Parlamentosu bizim üyelik işi ciddiye binince hep gündemde olan Yunanistan'ın dışında bazı komşularla da pürüzler olduğunu dikkate almaya başlıyor.

Bu komşulardan bir tanesi de Ermenistan.

Dünya Bankası'nın son raporunda, Ermenistan'ın ambargo nedeniyle ekonomik kayba uğradığına işaret etmesi parlamenterleri biraz daha alarm durumuna geçiriyor.

Neticede Oostander'ın raporunda ‘‘Ermenistan'a ambargoya son verilmesi’’ sözleri yer alıyor.

İşin başka bir boyutu da Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi'nin nisan ayı başlarında Brüksel'de bir ofis açmış olması.

Konsey faaliyete geçer geçmez Avrupa Parlamentosu'nda Türk-Ermeni ilişkileriyle ilgili bir konferans düzenlemiş.

Kaan Soyak'ın söylediğine göre, konferansa hayli ilgi olmuş.

Peki Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan'ın geçen hafta Madrid'deki görüşmeleri nasıl geçti?

Aldığım bilgilere göre görüşme olumlu geçmiş.

Hem Abdullah Gül, hem Vartan Oskanyan en kısa zamanda yeniden biraraya gelme kararı almışlar.

Tam bir yıl önce TESEV ve AVRASYA'nın ortak düzenledikleri bir toplantıda konuşan Vartan Oskanyan'ın söyledikleri aklımda.

Yanlış hatırlamıyorsam, Ermenistan ile Türkiye'nin geleceklerini Avrupa'da gördüklerini ve bu yüzden daha sıkı işbirliği yapmalarını gerektiğini söylemişti.

Ermenistan'ın koşulsuz Türkiye ile diplomatik ilişki kurmak istediğini de ilave etmişti.

Erivan ile Ankara arasında sorunlar hayli fazla.

Şimdi Avrupa da el attığına göre işler hızlanır mı bilmem...

Bu arada yine aldığım bilgilere göre, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 25 Haziran günü Kars'a yapacağı ziyarette, Ermenistan ile ilişkiler konusunda olumlu bir mesaj vermesi de mümkün.

Türk kadınları yine Erivan yolcusu


TÜRK-Ermeni ilişkilerinde bir başka gelişme de Marmara Grubu Vakfı'ndan.

Marmara Grubu Vakfı İnsan hakları Platformu Başkanı Müjgan Suver ve beraberindeki bir grup kadın akademisyen, gazeteci, STK üyesi temmuz ayının ilk haftası Erivan'a gidiyor.

Yeni oluşturulan ‘‘Türk-Ermeni Kadınları İletişim Grubu’’ Erivan'daki muhataplarıyla buluşacak.

Grubun bir önceki toplantısı 10-13 Aralık tarihlerinde İstanbul'da yapılmıştı.

Müjgan Suver ve ekibi tarafından ağırlanan Erivanlı misafirler arasında, benim de 2002 mart ayında yaptığım ziyarette tanımış olduğum milletvekili Hermine Nagdalyan vardı.

‘‘Türk-Ermeni Kadınları İletişim Grubu’’nun Erivan'da yapacakları toplantıda ortak kültürle ilgili projeler üretmek, bazı kitapların tercümeleri gündeme gelecekmiş.

Grubun üyeleri, politikacılardan daha hızlı yol alırlarsa hiç şaşmam doğrusu.
Yazının Devamını Oku

Galata Köprüsü’nü ilk düşünen adam

8 Haziran 2003
<B>2003 </B>yılı Avrupa'da <B>Leonardo da Vinci </B>yılı ilan edilmiş. Ressam, mimar, feylosof, matematikçi, tasarımcı, şehirci ve daha bir sürü mesleği, meziyeti ve özelliği olan ‘‘usta’’nın Louvre'daki sergisini iki günlük Paris ziyaretine sıkıştırmayı başardım.

Louvre Müzesi'ndeki sergide sanatçının çoğu kara kalem 85 çalışmasını ve 12 elyazmasını görmek mümkün.

Leonardo da Vinci'nin araya çizimler serpiştirdiği elyazmaları inanılmaz ilginç, zira sanatçı yazdıklarını kimse anlamasın diye sağdan sola ve ters bir yazıyla yazmış.

Öyle ki yazılanları ancak ayna tutarak okuyabiliyorsunuz.

Kendisi solak olduğuna göre fazla zorlanmamış.

Solak, vejetaryen, eşcinsel ve dört dörtlük bir dáhi.

Leonardo da Vinci'yi bugün anlamak istiyorsanız, onu Mona Lisa gibi ölümsüz bir tabloya imzasını atmış Nobel fizik ödülü sahibi biri olarak da düşünebilirsiniz.

15 Nisan 1452 yılında Floransa'da gayri resmi bir ilişkiden dünyaya gelmiş. Kendisini dünyaya getir getirmez başkasıyla evlendirilen annesini pek az görmüş ve daha çok erkekler arasında büyümüş.

Kendisini esas yetiştiren kişi Medici ailesinin emrinde çalışan, dönemin ünlü sanatçılarından Andrea del Verrocchio.

Verrocchio'nun atölyesi genç ressamların uğrak yeri.

Burada 12 yıl geçiren ve ressam olarak ünlenenLeonardo'yu daha sonra feodal savaşların hüküm sürdüğü Milano'da görüyoruz.

Floransa resmin şehri, Milano ise icatların.

Leonardo bu şehirde yaratıcılığının doruklarına çıkar.

Top, helikopter, zırhlı gemi, kanalizasyon sistemleri, suyla çalışan çalar saatler, katlanır mobilyalar yapar.

Her şeyi Louvre Müzesi'nde cam bölmelerde sergilenen küçücük defterlere çizer, notlarını alır.

Milano'da geçirilen 18 yıldan sonra Roma.

Roma'nın başında Papa V.Alessandro'nun gayrimeşru oğlu korkunç Cesare Borgia.

Borgia, onu sarayın askeri mühendisi tayin ettiğinde yıl 1502.

Leonardo da Vinci'nin Haliç üzerinde bir köprü yapmayı tasarladığı işte o yıllar.

Sanatçının Borgia'ların yanında iken dönemin Osmanlı Sultanı'na yazdığı ve Haliç'in üzerinde günümüzün Galata Köprüsü’nü yapmayı önerdiği mektup 1952 yılında Topkapı Sarayı'nda bulunmuş...

Türklerin hayatlarını kolaylaştırmak için köprüyü öneren Leonardo da Vinci, Türklerin tehdit ettiği Venediklilere de, düşmanlarını boğmak için suları yükselten bir sistem tavsiye etmiş.

Mona Lisa, sanatçının Roma dönemine ait.

Leonardo'nun son durağı ise Fransa'da I.François'nın sarayı.

1519'da kralın kolları arasında öldüğünde 67 yaşında ama otoportresinden gördüğüm kadarıyla çok yaşlı bir insan görüntüsünde.

Yaratıcılığının sınırsızlığına bugün bile akıl erdiremediğimiz Leonardo da Vinci sadece gençliğin iksirini bulamamıştı.

Sudaki Suret Sergisi


GAP İdaresi, Fırat ve Dicle kıyılarındaki antik uygarlıkların izlerini yakından görmeleri için 10 ressamı bölgeye davet etmiş. Mehmet Güleryüz, Balkan Naci İslimyeli, Tomur Atagök. Ferhan Taylan Erder, Arzu Başaran, İsmet Doğan, Kezsan Arca Batıbeki, Günnur Özsoy, Mehmet Uygun ve Yusuf Taktak GAP izlenimlerini renklere dönüştürmüş. ‘‘Sudaki Suret’’ Sergisi 13 Haziran'da İstanbul Dolmabahçe Kültür Merkezi'nde.
Yazının Devamını Oku

Konukoğlu'dan Zeugma Müzesi jesti

6 Haziran 2003
<B>EKONOMİ </B>safyalarına taşındığım yaklaşık iki yıldan beri temcit pilavı gibi gündeme getirdiğim Zeugma ile ilgili önemli bir gelişme daha. Bugünlerde Petkim ihalesiyle uğraşan Sanko Grubu bir Zeugma Müzesi için kesenin ağzını açmaya hazırlanıyor.

İsabet, zira ben Ankara'dan tamamıyla ümidimi kesmiştim.

Geçenlerde İstanbul'da İSO'nun düzenlemiş olduğu Sanayi Forumu'nda rastladığım Gaziantep milletvekili Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen'de de meseleyi ona ilk açtığımda gösterdiği tepkiyi, duyduğu heyecanı görememiştim.

Anlaşılıyor ki, Zeugma'ya sahip çıkmak Gaziantepli işadamlarına kaldı.

Yakın çevresinden sızan bilgilere bakılırsa, Sanko Grubu'da mali işlerinden sorumlu Adil Konukoğlu, Zeugma Müzesi'nin yapımı için gerekli parayı vereceklerini söylemiş.

Belediye Başkanı Celal Doğan 20 dönümlük bir yer gösterdiği takdirde müzeyi hayata geçireceklermiş.

Konukoğlu'nun bu jestini duyunca çok sevindim.

Müzenin maliyetinin milyonlarca dolar tutarında olabileceğini hatırlatanlara Adil Konukoğlu ‘‘Maliyet ne olursa olsun gerekini yapacağız’’ demiş.

Dün konuştuğum Belediye Başkanı Celal Doğan müze için elverişli bir alan göstermeye gönüllü.

Celal Doğan yeni kurulmuş olan Zeugma Derneği'nin Başkanı aynı zamanda.

Şu aralar her zamankinden fazla politikayla uğraşıyor olsa da bu meseleye önem vereceğinden hiç kuşkum yok.

TOBB'un desteğini alan Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer gelişmeleri yakından izleyenlerden.

Bir de UNESCO meselesi var.

Bursa'da geçtiğimiz hafta yapılan Tarihi Kentler Birliği toplantısına katılan Celal Doğan ile Gaziantep Sabah Gazetesi sahibi Aykut Tuzcu'nun ‘‘lobi’’ faaliyetleri sonucu UNESCO'nun ‘‘Dünya Miras Komitesi’’ Zeugma ve Gaziantep'e ilgi gösteriyor.

Ancak ‘‘Dünya Miras Komitesi’’nin tam anlamıyla devreye girmesi için Turizm ve Kültür Bakanlığı'nın talepte bulunması gerekiyor.

Zeugma için iş müzeyle bitmeyeceğine göre UNESCO'nun da dahil olacağı uluslararası bir seferberlik iyi sonuç verebilir kanımca.

Aznar hızlı trenin startına neden gelemiyor

BU pazar günü Ankara Tren Garı'nda saat 14.00'te bir yılan hikayesi daha sona eriyor.

1998 yılı, ocak ayında İspanya ile Türkiye arasında imzalanan protokol uyarınca 2000 yılında ihalesi yapılan Ankara-İstanbul hızlı tren projesi nihayet start alıyor.

Uzun bir hikaye.

Hazine'nin bir türlü onaylamaya yanaşmadığı İspanyol kredisi, İspanya Başbakanı Aznar'ın ricasıyla Ecevit'in, Derviş'in devreye girmeleri derken aylar, yıllar geçti ve bugüne gelindi.

Ankara Garı'ndaki tören için İspanya Başbakanı Aznar'ın gelmesi bekleniyordu.

Ancak İspanyol Elçisi Manuel de la Camarra'dan öğrendiğime göre Aznar gelemiyor.

‘‘Başbakan gelemiyor çünkü İspanya'da durum tatsız. Maalesef ölü gömmekten başımızı alamıyoruz. Önce Afganistan'dan dönmekte olan İspanyol askerlerini Trabzon'daki uçak kazasında kaybettik. Ardından iki polis Bask terörstlerine hedef oldu, derken birkaç gün önce bir tren kazası..’’

Aznar
önümüzdeki yıl başbakanlıktan ayrılıyor. Ancak Ankara-İstanbul yolculuğunu 2,5-3 saatte indirecek olan hızlı tren projesinin bitiminde gelmeyi planlıyormuş.

Her şey iyi giderse projenin bitişi 2005 yılı sonu.

İspanyol elçisi dün Urfa'dan dönmüş, bana başka bir projeden bahsediyor.

İspanyol Mondragon ve Türk Kolin şirketlerinin birlikte yaptıkları 150 milyon Euroluk Bozova basınçlı sulama projesi askıdaymış.

Nedeni bütçe sıkıntısı.

Daha doğrusu İspanyol elçinin bana gösterdiği gerekçe bu.

Urfa ve çevresi için hayati bir anlamı olan projenin askıya alınış nedeni bütçe mi yoksa DSİ'nin politikası mı bilemiyorum.

De la Camarra ‘‘Yazık’’ diyor.

‘‘Sulama projesi Urfa'nın ekonomik hayatını değiştirebilir. İspanya'da örneğin Almaria bölgesi 20 yıl önce tamamıyla çöldü sulamayla şimdi ülkenin en zengin bölgesi oldu.’’

Bozova projesi. Bir yılan hikayesi daha mı?

KAGİDER boş durmuyor

KADIN Girişimciler Derneği asla boş durmuyor.

Eylül 2002'de kurulan dernek henüz birinci yılını doldurmadı ama faaliyetlerine bakarsarız sanki yıllar geçmiş.

Şimdi de projesi olan kadınları desteklemek için kolları sıvamış bugün ‘‘girişimcilik bilinci’’ üzerine ücretsiz bir eğitim semineri düzenliyor.

İTÜ Taşkışla'daki Deneme Bilim Merkezi'ndeki bir günlük seminer için 150 kadın girişimci başvurmuş.
Yazının Devamını Oku