Gila Benmayor

Mardin’e kadın eli değince

25 Temmuz 2003
<B>MARDİN</B>'e bundan beş yıl önce, 1998 yılının mart ayında gitmiştim.<br><br>Beş yıl önce şehirde ne doğru dürüst bir otel, ne de lokanta vardı.<br><br>Şimdi her şey nasıl değişmiş... Profesyonel turist rehberi Ebru Baybara'nın işlettiği ‘‘Cercis Murat Konağı’’ mesela dünya standartlarında bir lokanta.

Baybara'nın ilginç bir hikayesi var. İstanbul'da Mardinli bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş..

Anne, babasının Mardin özlemiyle büyümüş.

Evlenmiş, balayına hayallerinin şehrine gitmiş.

1999 yılında ise kocası ve küçük kızıyla bu şehre yerleşmeye karar vermiş.

‘‘Mardin'de turizm adına yapılacak çok şey olduğunu biliyorum. 23 uygarlığın izleri var bu şehirde. Tarihi, doğası ve kültürüyle ciddi bir turizm potansiyeline sahip’’ diyor. Baybara şehre ilk geldiğinde turist gezdiriyor. Ancak günün birinde karşısına beklenmedik bir fırsat çıkıyor. Gezdirdiği Alman grubu şehrin tek lokantasından hoşnut kalmayınca Baybara, ailesinin oturmakta olduğu eski bir Mardin evinde, konu komşunun yardımıyla bir öğle yemeği hazırlamak zorunda kalıyor. Sonuç öylesine başarılı oluyor ki, Baybara aynı gün lokantacılık işine soyunmaya karar veriyor.

‘Cercis Murat Konağı’nda bugün yemekler Mardinli ev kadınları tarafından yapılıyor.

Bizim de tattığımız mönüdeki yemeklerin çoğu Mardin'de unutulmaya yüz tutmuş lezzetler.

Baybara ve ekibi üç yıldan bu yana araştırma yapıyor, ev ev dolaşıp yaşlılarından yemek tarifleri alıyor. Şarabı, eski Süryani köylerinde yaptırtıyor.

Ebru Baybara ile günün erken saatlerinde Darülzaferan Manastırı'nın avlusunda konuşuyoruz. Nusaybin'e geçmeden önce uğradığımız manastırda Baybara'nın ‘‘Cercis Murat Konağı’’nın mutfağında hazırlatmış olduğu‘‘Kiliçe’’ yani ‘‘Baharatlı Çöreği’’ yiyoruz.

‘‘Mardin 1970'lerin Kapadokyası gibi’’ diyor. ‘‘Alternatif turizmi tercih edenler için bir cennet.’’

Baybara
bu arada turizmde bir ilke imza atıyor. Mayıs ayından itibaren ‘‘Cercis Murat Konağı’’nda bir ‘‘Mutfak Atölyesi’’ projesini geliştiriyor.

Nedir bu proje?

Konağın mutfağında pişiren özel yemeklerin nasıl yapıldığını öğrenmek isteyenler için bir nevi kurs bu. Hem Mardin'in mutfağını tanıtmak, hem ‘‘alternatif turist’’ çekmek için son derece akıllıca bir yöntem.

‘‘Mutfak Atölyesi’’nin kursuna katılanlarla birlikte pazara çıkılıyor, malzemeler alınıyor, sonra konağın mutfağında yemekler birlikte pişiriliyor.

Dedim ya Mardin'e bir kadın eli değdi, Mardin değişti...


Gençlerimiz ‘insan haklarını’ bilmiyor

ARI
Hareketi bünyesindeki Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı Türkiye'de gençlerin insan haklarına bakışını araştırmış.

16 ile 27 yaşları arasında, yüzde 67'si kentli, yüzde 33'ü kırsal kesimden 1223 kişiyle görüşülmüş.

Sonuç çarpıcı.

Gençlerin yüzde 61'i insan haklarına saygı gösterilmediğini düşünüyor.

Ama aynı gençlerin yüzde 67.5'i eşcinsel, yüzde 49.5'i Yahudi, yüzde 43.8’i Hıristiyan bir komşu istemiyor.

Yani insan haklarına saygı gösterilmediğini düşünüyor ancak kendisinin de kendinden farklı birine tahammülü yok.

Avrupa Komisyonu'nun desteğiyle yürütülmüş olan ‘‘Herkes için İnsan Hakları’’ projesinin yöneticisi Özgür Ünlühisarcıklı'ya bakarsanız gençlerimiz bazı temel konuların insan hakları unsuru olduğunu bilmiyorlar.

Önemli bir nokta: Siyasete ilgi duyan gençler insan hakları konusunda daha hassas.

İkinci önemli nokta: Türkiye'de gençlik kimseye güvenmiyor.

İnsanlara güven duymayanların oranı yüzde 94.7.

İnsan hakları konusunda kafasında net bir tablo olmayan, kimseye güvenmeyen gençlikle biz nereye gidiyoruz?

Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı'nın AB'nin 600 bin euroluk katkısıyla gerçekleştirdiği ve toplam maliyeti 720 bin euro olan proje bu açıdan bakınca gerçekten önemli.

Zira proje kapsamında üç sene içersinde toplam 20 ilde 24 forum ve yabancı uzmanların katılımıyla ‘‘Ulusal İnsan Hakları Konferansları’’ düzenlenecek.

Konuyla ilgili ‘‘Hukuk Devleti’’ ‘‘Çoğulculuk’’, ‘‘İnsan Haklarını'nın Tarihsel Gelişimi’’, ''İnsani Gelişim'' gibi başlıklar taşıyan kitaplar basılmış.

Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı, önümüzdeki günlerde gençlerimizi ‘‘insan hakları’’ konusunda kelimenin tam anlamıyla bombardımana tutacak.

Vakfın çalışmalarıyla ilgili ayrıntılı bilgiye www.hiih.org sitesinden ulaşmak mümkün.

SARS, Irak Savaşı'ndan beter

TURİZMLE
ilgili sayı kargaşasından galiba kurtuluyoruz.

Zira turizm istatistiklerini bundan böyle düzenli olarak TUYED (Turizm Gazeteci ve Pazarları Derneği) açıklayacak.

E-postama düşen TUYED'in bilgi notuna göre, turizmde büyük umut bağlanan 2003'ün ilk yarısında turistik merkezlerde ziyaretçiler geçen yıla göre ekside. İlk altı ayda Antalya'ya gelen ziyaretçi sayısı geçen yılın yüzde 21 gerisinde. Dalaman için yüzde 13'lük bir düşüş söz konusu. Turist sayısındaki düşüşün en büyük nedeni Irak Savaşı kuşkusuz.

Anladığım kadarıyla SARS Irak Savaşı'ndan beter.

Zira Hong Kong ve Şanghay'da turizm gelirindeki düşüş, bir yıl öncesine göre yüzde 80 oranında.
Yazının Devamını Oku

Manş Denizi'ne kablo Umman'a su şebekesi Antalya'ya otel

22 Temmuz 2003
<B>BAŞYAZARIMIZ</B> <B>Oktay Ekşi</B>'nin Mesudiye'den hemşerisi olan Erko Şirketler Grubu'nun Yönetim Kurulu Başkanı <B>Yılmaz Korkmaz </B>ilk kez basına konuşuyor. Bir öğle vakti, bir grup gazeteci arkadaşla birlikte Erko Grubu'nun açılışını Turizm ve Kültür Bakanı Erkan Mumcu'nun katılımıyla yaptığı Antalya'daki Silence Beach Oteli'ndeyiz.

Erko Group basında adına sıklıkla rastlamadığımız bir şirket.

Bu yüzden Yılmaz Korkmaz'ın anlattıklarını duydukça şaşırmamak elde değil.

Zira anlattığı gerçek anlamda sıfırdan başlayarak yükselen taşra kökenli bir aile şirketinin hikayesi.

İtalya'daki Benetton ailesi gibi örneğin.

‘‘Sessiz sedasız epey bir yol’’ aldık diyen Yılmaz Korkmaz ailenin büyüğü ve ‘‘beyni’’. Diğer kardeşler Cengiz Korkmaz, Ruhi Korkmaz, kızkardeş Nuran Korkmaz ve ‘‘beşinci kardeşimiz’’ dedikleri damat-amca çocuğu Erhan Korkmaz.

1984 yılında kurulmuş olan grup inşaat, tekstil, enerji, fiber optik kablo alanlarında faaliyet gösteriyor. Her sektörün başında Korkmaz ailesinin bir ferdi var. 2002 yılı cirosu 175 milyon dolar olan grubun finansmasından ise Nuran Korkmaz sorumlu.

Grubun uzmanlığı esasında inşaatların altyapısı.

Diğer sektörlere sıçrama tesadüflere bağlı olmuş.

‘‘Telekom'un bir ihalesine Alcatel, Siemens, Ericson gibi şirketlerle birlikte girdik. Kazandık. Kablo fabrikaları fiyat vermekte zorlanınca bir günde kablo fabrikası kurma kararı aldık’’ diye anlatıyor.

Neticede bugün 50 milyon dolar ciro yapan Telerko Kablo kurulmuş.

İşin ilginç yanı kablo fabrikasının kurulduğu dönem, Batı'da telekomünikasyonda tam bir çılgınlığın yaşandığı dönem.

Hatırlıyorum, Paris'te konuştuğum Alcatel'in yöneticilerinden Gerard Dega, telekomünikasyon operatörlerinin 1998 ile 2000 yılı arasında Atlantik Okyanusu'na 50 yılda döşenen kablolara eşit miktarda kablo döşediğini söylemişti.

İşte bu ‘‘fiber optik kablo’’ patlamasında Telerko mal sıkıntısı çeken Fransızlara, İngilizlere kablo satmış.

Şimdi bunlar Manş Denizi'nin dibinde.

Romanya, Almanya, Suriye, Cezayir de fabrikanın müşterileri arasında.

Yılmaz Korkmaz'ın diğer ilginç bir öyküsü Umman'daki su şebekesiyle ilgili olanı.

Erko Group'un yurtdışında ilk müteahhitlik tecrübesi Umman'da olmuş.

Su şebekesi için açılan ihaleyi kazanmışlar ancak Ummanlı küçük ortakları teminat mektubunu alamamış.

Yılmaz Korkmaz, ‘‘Bu çok ağrıma gitti. Teminat bedelini, 1 milyon doları ABD üzerinden nakit gönderdik’’ diye anlatıyor.

Peki ya turizm?

Antalya, Kızılağaç mevkinde 110 bin metrekarelik turizme tahsisli arazi karşılarına çıkınca hizmet sektörünü denemeye karar vermişler. Müteahhitlik işlerinde deneyimli oldukları için 1023 odalı Silence Beach 16 ay gibi kısa bir sürede bitmiş.

Sırada İstanbul'da 500 yataklı otel projesi var.

Yılmaz Korkmaz diyor ki, ‘‘Turizmin içine tam dalarız gibi geliyor.’’

Enerji sıkıntısı var diyen bakan, 8 ay ruhsat vermemiş


KORKMAZ ailesinde anekdot hayli fazla.

Grubun enerji şrketi Arenko, bundan birkaç yıl önce Denizli'de bir santral inşa etmiş. Ortalıkta ‘‘enerji sıkıntısı var’’ diye dolaşan dönemin Enerji Bakanı Cumhur Ersümer tam sekiz ay santralın ruhsatını vermemiş.

Bir anekdot da tekstil şirketi Örko'nun başındaki Cengiz Korkmaz'dan.

Müşterileri arasında 17 ülkede, 893 noktada mağazaları olan ünlü H&M, Örko'nun markası ‘‘Evidence’’ yani kanıt.

Cengiz Korkmaz ‘‘Tekstilde iddialıyız. Bu iş böyle olur, işte kanıtı diye markanın adını Evidence koyduk’’ diyor.

Mesudiye'yi AB standartlarına taşımak


SILENCE Beach Oteli'nin açılışı Mesudiyelileri de daha yakından tanımak fırsatını verdi.

Oktay Ekşi ve Yılmaz Korkmaz'ın üyeleri arasında olduğu Megev Vakfı'nın neler yaptığını duymak doğrusu hoşuma gitti. Vakıf 13 yıldan yıldan beri temmuz ayının ilk cumartesi günü, saat 10'da, belediye binasının düğün salonunda kurultay düzenliyor. Oktay Ekşi ‘‘Kurultaya herkes katılabilir, ilçeyle ilgili şikayetlerini, taleplerini dile getirebilir’’ diyor.

7 yıldan beri de, kurultaydan bir gün önce bilimadamlarının katılımıyla sempozyum düzenleniyormuş. Sempozyumun amacı, Mesudiye'nin hangi yollardan, nasıl daha hızlı kalkınabilir meselesini tartışmak. Bugüne kadar düzenlenen sempozyumlarda Mesudiye'nin ekolojik tarıma elverişli olduğu ortaya çıkmış. Şimdi çabalar bu yönde ilerleme sağlanması yolunda.

Hem Oktay Ekşi, hem Yılmaz Korkmaz Mesudiye'yi Türkiye'den önce AB standartlarına ulaştırmak iddiasında.

Birini kaleminden tanıyorsunuz.

Diğerinin bir işadamı olarak portresini yukarıda okudunuz.

Kuşkunuz olmasın... Demek ki, Mesudiye Türkiye'den önce AB'ye girecek.
Yazının Devamını Oku

Manş Denizi'ne kablo Umman'a su şebekesi Antalya'ya otel

22 Temmuz 2003
BAŞYAZARIMIZ Oktay Ekşi'nin Mesudiye'den hemşerisi olan Erko Şirketler Grubu'nun Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Korkmaz ilk kez basına konuşuyor.Bir öğle vakti, bir grup gazeteci arkadaşla birlikte Erko Grubu'nun açılışını Turizm ve Kültür Bakanı Erkan Mumcu'nun katılımıyla yaptığı Antalya'daki Silence Beach Oteli'ndeyiz.Erko Group basında adına sıklıkla rastlamadığımız bir şirket.Bu yüzden Yılmaz Korkmaz'ın anlattıklarını duydukça şaşırmamak elde değil.Zira anlattığı gerçek anlamda sıfırdan başlayarak yükselen taşra kökenli bir aile şirketinin hikayesi.İtalya'daki Benetton ailesi gibi örneğin.‘‘Sessiz sedasız epey bir yol’’ aldık diyen Yılmaz Korkmaz ailenin büyüğü ve ‘‘beyni’’. Diğer kardeşler Cengiz Korkmaz, Ruhi Korkmaz, kızkardeş Nuran Korkmaz ve ‘‘beşinci kardeşimiz’’ dedikleri damat-amca çocuğu Erhan Korkmaz.1984 yılında kurulmuş olan grup inşaat, tekstil, enerji, fiber optik kablo alanlarında faaliyet gösteriyor. Her sektörün başında Korkmaz ailesinin bir ferdi var. 2002 yılı cirosu 175 milyon dolar olan grubun finansmasından ise Nuran Korkmaz sorumlu.Grubun uzmanlığı esasında inşaatların altyapısı.Diğer sektörlere sıçrama tesadüflere bağlı olmuş.‘‘Telekom'un bir ihalesine Alcatel, Siemens, Ericson gibi şirketlerle birlikte girdik. Kazandık. Kablo fabrikaları fiyat vermekte zorlanınca bir günde kablo fabrikası kurma kararı aldık’’ diye anlatıyor.Neticede bugün 50 milyon dolar ciro yapan Telerko Kablo kurulmuş.İşin ilginç yanı kablo fabrikasının kurulduğu dönem, Batı'da telekomünikasyonda tam bir çılgınlığın yaşandığı dönem.Hatırlıyorum, Paris'te konuştuğum Alcatel'in yöneticilerinden Gerard Dega, telekomünikasyon operatörlerinin 1998 ile 2000 yılı arasında Atlantik Okyanusu'na 50 yılda döşenen kablolara eşit miktarda kablo döşediğini söylemişti.İşte bu ‘‘fiber optik kablo’’ patlamasında Telerko mal sıkıntısı çeken Fransızlara, İngilizlere kablo satmış.Şimdi bunlar Manş Denizi'nin dibinde.Romanya, Almanya, Suriye, Cezayir de fabrikanın müşterileri arasında.Yılmaz Korkmaz'ın diğer ilginç bir öyküsü Umman'daki su şebekesiyle ilgili olanı.Erko Group'un yurtdışında ilk müteahhitlik tecrübesi Umman'da olmuş.Su şebekesi için açılan ihaleyi kazanmışlar ancak Ummanlı küçük ortakları teminat mektubunu alamamış.Yılmaz Korkmaz, ‘‘Bu çok ağrıma gitti. Teminat bedelini, 1 milyon doları ABD üzerinden nakit gönderdik’’ diye anlatıyor.Peki ya turizm?Antalya, Kızılağaç mevkinde 110 bin metrekarelik turizme tahsisli arazi karşılarına çıkınca hizmet sektörünü denemeye karar vermişler. Müteahhitlik işlerinde deneyimli oldukları için 1023 odalı Silence Beach 16 ay gibi kısa bir sürede bitmiş.Sırada İstanbul'da 500 yataklı otel projesi var.Yılmaz Korkmaz diyor ki, ‘‘Turizmin içine tam dalarız gibi geliyor.’’Enerji sıkıntısı var diyen bakan, 8 ay ruhsat vermemişKORKMAZ ailesinde anekdot hayli fazla. Grubun enerji şrketi Arenko, bundan birkaç yıl önce Denizli'de bir santral inşa etmiş. Ortalıkta ‘‘enerji sıkıntısı var’’ diye dolaşan dönemin Enerji Bakanı Cumhur Ersümer tam sekiz ay santralın ruhsatını vermemiş. Bir anekdot da tekstil şirketi Örko'nun başındaki Cengiz Korkmaz'dan.Müşterileri arasında 17 ülkede, 893 noktada mağazaları olan ünlü H&M, Örko'nun markası ‘‘Evidence’’ yani kanıt.Cengiz Korkmaz ‘‘Tekstilde iddialıyız. Bu iş böyle olur, işte kanıtı diye markanın adını Evidence koyduk’’ diyor.Mesudiye'yi AB standartlarına taşımakSILENCE Beach Oteli'nin açılışı Mesudiyelileri de daha yakından tanımak fırsatını verdi.Oktay Ekşi ve Yılmaz Korkmaz'ın üyeleri arasında olduğu Megev Vakfı'nın neler yaptığını duymak doğrusu hoşuma gitti. Vakıf 13 yıldan yıldan beri temmuz ayının ilk cumartesi günü, saat 10'da, belediye binasının düğün salonunda kurultay düzenliyor. Oktay Ekşi ‘‘Kurultaya herkes katılabilir, ilçeyle ilgili şikayetlerini, taleplerini dile getirebilir’’ diyor.7 yıldan beri de, kurultaydan bir gün önce bilimadamlarının katılımıyla sempozyum düzenleniyormuş. Sempozyumun amacı, Mesudiye'nin hangi yollardan, nasıl daha hızlı kalkınabilir meselesini tartışmak. Bugüne kadar düzenlenen sempozyumlarda Mesudiye'nin ekolojik tarıma elverişli olduğu ortaya çıkmış. Şimdi çabalar bu yönde ilerleme sağlanması yolunda.Hem Oktay Ekşi, hem Yılmaz Korkmaz Mesudiye'yi Türkiye'den önce AB standartlarına ulaştırmak iddiasında.Birini kaleminden tanıyorsunuz.Diğerinin bir işadamı olarak portresini yukarıda okudunuz.Kuşkunuz olmasın... Demek ki, Mesudiye Türkiye'den önce AB'ye girecek.
Yazının Devamını Oku

Çocuktan al haberi

20 Temmuz 2003
Saddam karınca gibidir onu kimse bulamaz BATMAN ve Mardin'in ilçesi Nusaybin'e ilk gidişim.

GAP İdaresi ve Frito Lay'nin birlikte gerçekleştirdikleri ‘‘Okuma Odaları’’ projesini yerinde görmek için düştük yollara.

Mardin dönüşü annem inatla soruyor: ‘‘Nasıldı gezdiğin yerler?’’

Desem ki, ‘‘şehirleri gezmeye fırsatım olmadı’’ inanmayacak.

5-6 ve 7-14 yaşlarındaki çocukların yararlanacağı ''Okuma Odaları''nın biri Batman'da, diğeri Nusaybin'de.

Açılış törenlerinin telaşından, şehirlerarası otobüs yolculuğundan arta kalan kısacık vakte Hasankeyf ile Mardin yakınlarındaki Süryani köyü Killit'i sığdırabildik ancak.

46 derece sıcaklıkta Hasankeyf'in doyasıya tadını çıkartabilmek ne mümkün? Dicle'nin ‘‘şabut’’ balığını yediğimiz lokanta-mağaradan dışarı adımını atmak bayağı bir cesaret işi.

Mardin'e birkaç kilometre uzaklıktaki Killit köyüne vardığımızda güneş batmak üzere. İnanılmaz güzellikteki taş evlerinden arasından, iki kilise görünüyor. Köyün meydanında plastik sandalyeler dizilmiş, yaşlı kadınlar oturmuş bizi bekliyor.

Dut ağaçlarının altındaki masada şarap ve içki kadehleri.

Vaktiyle 700 hanesi olan köyde birkaç aile kalmış.

İsveç'e göç etmiş ama yazın buraya gelen bir, iki kişi de var ortalıkta.

Köyün içine girince, terk edilmiş evler tek tek çıkıyor karşınıza.

İskenderun'da okuduğunu söyleyen küçük bir kızın peşine takılmış ‘‘hayalet köyü’’ gezerken, kendi kendine Arapça konuşan uzun beyaz saçlı bir kadına rastlıyoruz.

Sanki herkes gitmiş bir o kalmış.

Üzerinde eski siyah şifon bir elbise, köyün taşlı ve tozlu yollarında habire gidip geliyor.

Burada, bu köyde kimbilir kaç zamandır birbirinin aynı günleri yaşıyor, gündüzden çıkıp geceye dalıyor, sonra yine gündüze dönüyor, sonra yine gece.

Meydandaki plastik sandalyelerin birinde yosun gözlü, güzeller güzeli bir kız. 14-15 yaşlarında ve hiç okula gitmemiş.

‘‘Killit köyünde okul yok..’’

Peki başka bir köyde, Mardin'de okumayı istememiş mi?

‘‘Evet ama ailem göndermedi.’’

Baba İsveç'te çalışıyor. Kızın yanındaki 6-7 yaşlarındaki kızkardeşi babasının köye son ziyaretinden hatıra.

Köyün çıkışında keçileri otlatan iki çoban kız da hiç okul yüzü görmemiş. Onların da hayatları keçilerin arasında geçiyor.

Ertesi gün Nusaybin'de ‘‘Okuma Odası’’nın açılışında rastladığım her kıza aynı soru: ‘‘Okula gidiyor musun?’’

Allahtan cevaplar biraz daha yürek ferahlatıcı ama yine de tatminkar değil.

‘‘Okuma Odası’’nın açılış törenini ise bile bile kaçırıyorum.

Mardin Valisi'nin konuşması sırasında okulun bahçesinde, çardağın altında kurdelenin kesilmesini merakla bekleyen çocukların arasındayım.

Heyecanları had safhada...

Hem okulu görecekler, hem çardağın altına kurulmuş sofralardaki yiyeceklere saldıracaklar. Küçüklerin tabaklara el uzatmaması için büyükler siper oluşturmuş.

O minik pizzalara, kurabiyelere öyle bir bakışları var ki!

Oğlan çocuklardan biri dayanamıyor yiyeceklere bakarak Kürtçe ‘‘bekleye, bekleye sakalım çıkacak’’ diyor.

Tercümeyi yapan ‘‘Hoşgörü’’ Pastanesi’nin sahibi.

Çocuklarla sohbet koyulaşıyor.

İstanbullu olduğumu öğrenince pek üzülüyorlar. Deprem meselesi var ya.

Biri atılıyor ‘‘Orada deprem, burada bomba’’ diyor.

Zehir gibiler. Irak Savaşı, politika her şeyden haberdarlar.

Derken laf geliyor Saddam'a dayanıyor. Aralarından yine cin biri uzanıyor: ‘‘Saddam karınca gibidir... Delikleri açar yeraltına girer, kimse onu bulamaz..’’

Vallahi onu da bildiler galiba...
Yazının Devamını Oku

Batman'da geleceğin Bill Gates'ini eğitmek

18 Temmuz 2003
<B>TÜRKİYE</B>'nin en genç valisi <B>Efkan Ala</B>, kürsüde <B>‘‘Batman'daki bir çocuğun gelecekte Türkiye'nin Bill Gates'i olmayacağını kimse garantileyemez’’</B> diyor.<br> Bir zamanlar petrolü, siyasi cinayetleri ve intiharlarıya Türkiye'nin gündemine oturmuş olan Batman'dayız.

GAP ile tuzlu çerezlerinden tanığımız Frito Lay elele vermiş Batmanlı çocuklar için okuma odaları açmışlar. Okul öncesi 5-6 yaşlarındaki çocuklar ile 7-14 yaşlarındaki çocukların faydalanacağı okullardan bir tanesi Batman'da, diğeri Nusaybin'de.

Batman Valisi Efkan Ala'ya kulak vermeden önce GAP Bölge Kalkınma İdaresi İnsani ve Sosyal Gelişme Koordinatörü Bülent İlik ile konuşuyoruz.

GAP bölgesinde çocuk nüfusunun yüzde 42 olduğunu söylüyor.

Türkiye'nin genelinde yüzde 30. GAP bölgesinde genç ve dinamik yapı var ama yoksulluk da var.

En fazla sokak çocukları buralarda.

Geçenlerde AÇEV'in yine eğitimle ilgili bir projesi için gittiğimiz Diyarbakır'da

Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kutbettin Arzu ne demişti?

‘‘İstanbul'daki sokak çocukları nereden geliyor sanıyorsunuz... Diyarbakır'dan, Siirt'ten.’’

Bülent İlik
de ‘‘Okuma Odaları’’ projesiyle hem

okul öncesi küçüklere temel

bir eğitim vermek, hem okul öğrencilerine boş vakitlerini değerlendirmek fırsatı vermek istediklerini anlatıyor. Amaç çocukları sokaklardan kurtarmak.

‘‘Bu tür projeler çocukları görünür kılıyor. Çocuklar görünmeye başladığı

zaman annelerine, babalarına sosyal hizmet açısından erişmek daha kolay’’
diyor.

Biz konuşurken 13 yaşındaki Adnan tepemizde.

Onun derdi okuma odasına alınacağı söylenen bilgisayardan internete ulaşmak.

GAP Proje Fon Geliştirme Birimi yaklaşık 1,5 yıldan beri proje üretip sponsor arıyor.

Frito Lay'den önce McDonalds ile bir çalışma yapılmış.

Eğitim, sağlık, kültür, çevrenin korunmasıyla ilgili sürüyle projeleri var portföylerinde.

Olimpik yüzme havuzunu satacak, okul yapacak

BATMAN Valisi Efkan Ala'nın Okuma Odası'nın açılışındaki konuşması ilginç.

‘‘Bu yönetim anlayışı enerjimizi yok ediyor. Kamu neyi yapamadığıyla değil de neyi yaptığıyla ön planda. Oysa gelişmiş ülkelerin yöneticileri önlerine hedef koyup şunu başardık, şunu başaramadık derler. Bizim durumumuz ortada, sekiz basamak daha düştük’’ diyor.

Vali genç, heyecanlı. İyi yönetişimden söz ediyor.

Resmi kayıtlara göre yüzde 17 ama esasında yüzde 25'lere varan işsizliği düşürmek, ekonomiyi canlandırmak, susuz köylere su götürmek için kafasında olan projeleri anlatıyor.

Bir süre önce gazetelerde okuduğumuz ‘‘Batman'ı satmak’’ meselesini soruyoruz.

Doğruymuş.

Vali Ala'nın niyeti özel idarenin sahip olduğu gayrimenkul, arsa, olimpik yüzme havuzu, eski hükümet konağı, otopark ve spor kompleksini satmak.

Peki bu satışlardan ne elde edilecek?.

Vali Efkan Ala'nın tahminine göre 15 trilyon elde etmek mümkün.

‘‘Bu parayla 1000 derslik yapacağız’’ diyor.

Normal koşullarda 1000 dersliğin 25 ila 30 trilyona malolacağını ancak bu tutarın prefabrik evlerle aşağıya çekilebileceğini söylüyor.

Valiye göre, kamunun en büyük soruunu binalara para yatırmak.

Batman için düşündükleri sadece derslik ile sınırlı

değil.

Susuzluk buranın en büyük derdi. 258 köyden 128'inde su yok.

Vali Ala, valilik kaynaklarından 2,5 trilyonu su için ayırmış ama bu işi 1,5 trilyona yapabileceğine inanıyor. Geri kalan 1 trilyon ile yol yapılacak.

Göreve geldiği beş aydan bu yana 50 köye suyu getirmiş.

‘‘Sonbahara kadar susuz köy kalmayacak’’ diyor.

Anlattığına göre Köy Hizmetleri 4,5 trilyon harcadığı halde su meselesini çözememiş.

Vali Ala'ya AB'ye uyum yasalarının buralara nasıl yansıdığını soruyoruz.

Demokratik açılıma ne diyor?

‘‘Gösteriler yapılıyor. Müdahale edilmiyor. Bırakın tepkisi olan göstersin diyorum’’

Dicle'nin suyu neden kızıl

DEDİĞİM gibi Vali Ala, Batman'da gerçekten bir şeyleri değiştirmek istiyor.

Okuma Odası'nın açılışından sonra Vali ile birlikte şu meşhur Hasankeyf'i ziyaret ediyoruz. .

Hasankeyf Belediye Başkanı Vahap Kusen, pamuk tarlalarının yanlış sulanması nedeniyle, sulama sularının Dicle'ye aktığını anlatıyor.

Masmavi suların kızıla dönüşmesinden şikayetçi.

Gerçekten de Hasankeyf Kalesi'ni yalayan sular bulanık.

Belediye Başkanı’nı dinleyen Vali, cep telefonundan Tarım İl Müdürlüğü’nü arıyor ve yanlış sulama yapan köylülere yardım edilmesini rica ediyor.
Yazının Devamını Oku

Üniversitede bir dışişleri bakanı

15 Temmuz 2003
<B>ŞİMDİKİ </B>üniversiteliler ne şansılar. Öğrenciyken, üniversitede bir dışişleri bakanıyla aynı salonda oturmak, ona soru yöneltmek bizim aklımızın ucundan bile geçmezdi.

Bilgi Üniversitesi bu yıl Yaz Okulu'nun temasını Türk-Yunan ilişkileri olarak seçmiş ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu'yu açılış konuşması için davet etmiş.

Dolapdere Kampusu'ndaki salonda sahnedeki iki koltuktan birinde Papandreu, diğerinde eski dışişleri bakanı İsmail Cem oturuyor.

Cem, aynı üniversitede siyaset bilimi dersi veriyor.

Dinleyiciler arasında öğrencilerin yanı sıra tanıdık simalar: Bilgi Üniversitesi'nin kurucuları arasında olan Bülent Akarcalı, eski Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel, Türk-Yunan İş Konseyi'nden Şarık Tara, Selim Egeli, Asaf Güneri.

İki ülke arasında ilişkilerin gelişmesinde işadamlarının katkısı büyük.

Üniversiteler arasında öğrenci değiş tokuşu onların inisiyatifiyle başlamış.

Bilgi Üniversitesi'nin Yaz Okulu'na katılacak 50 öğrenciye deneyimlerini aktaracak olanlar arasında İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş, Yunan iş dünyasının önde gelen ismi Nikos Efthymiadis var.

Papandreu'nun Bilgi Üniversitesi'nin davetini kabul edip gelmesi önemli bir jest.

Peki Yunan Dışişleri Bakanı nasıl bir mesaj veriyor?

Türk-Yunan ilişkilerinin sağlam bir temele oturduğunu söylüyor.

AB üyeliği meselesine gelince, Yunanistan'ın Türkiye'ye ‘‘gerçek bir adaylık’’ prespektifi verilmesinden yana olduğunu belirtiyor.

Papandreu, Türkiye'nin Avrupa için önemli bir kazanım olacağını düşünenlerden.

Bu konuda samimi olduğuna kuşku yok.

‘‘Reformları yapsak da Avrupa Birliği bizi istemiyor diye düşünenler olduğunu biliyorum ama buna katılmıyorum’’ diyor.

‘‘Değişim olduğu takdirde üyelik süreci hızlanacaktır. Türkiye'ye kapı açık. Türkiye hazır olduğu zaman, Avrupa da hazır olacaktır.’’

Papandreu
'nun bu sözleri güzel ama komiser Verheugen'in geçen hafta ağzından kaçırdığı ‘‘Türkiye'nin üyeliğine inanmıyorum’’ sözleri ne olacak?

Arjantin'in Türkiye'yi sömürdüğünü biliyor muydunuz


DOKTOR Tuğrul Özel, yaklaşık 10 yıldan beri ABD'de yaşıyor.

Yaz tatili için karısını ve kızını alarak Türkiye'ye gelmiş.

Tatilinin bir bölümünü İstanbul'da, bir bölümünü Bodrum'da geçirmiş.

Ülkesinden yıllarca ayrı kalmış birinin gözüyle gezdiklerini, gördüklerini mail ile bazı gazetecilere göndermiş anladığım kadarıyla.

‘‘Güzeller güzeli İstanbul'u doyasıya kokladık, içimize çektik’’ diyor ama bazı tatsızlıklar yaşadıklarını da saklamıyor.

Ayasofya'da gişelerdeki memurların turistlere müthiş kaba davrandıklarına şahit olmuş. Olayı şöyle anlatıyor:

‘‘Ayasofya'daki kuyrukta tam önümüzde olan Arjantinli bir öğrenci Unesco kartını gösterip indirimden yararlanmak isteyince birden gişedeki memur sinirlendi.’’

Memur sinirlenmekle kalmamış yüksek sesle ‘‘Bizi ekonomik olarak sömürürken sesiniz çıkmıyor değil mi’’ diye bağırmış.

Doktor Tuğrul Özel diyor ki: ‘‘Arjantin'in Türkiye'yi ekonomik olarak nasıl sömürdüğünü anlamadım. Memurun cehaletine mi şaşayım, kabalığına mı kızayım bilemedim.’’

Doktor Özel'in bir diğer şaşkınlığı da taksi şoförleri olmuş.

Topkapı Sarayı'nın çıkışındaki taksiciler turistlerden fahiş fiyatlar talep etmekle kalmayıp, taksimetrelerini de açmak istemiyorlarmış.

‘‘İşin acıklı yanı turizm polisine durumu bildirince tatmin edici bir yanıt alamadık’’ diyor.

Doktorun Bodrum ile ilgili izlenimleri de var mail'inde ama onları geçiyorum.

İstanbul'un turizmde ‘‘kara bir yıl’’ geçirdiğini bizzat otelciler söylüyor.

Korkarım ki, Kültür Bakanlığı'nın memurları, taksiciler ve turizm polisleri el birliğiyle buraya gelmeyi göze alanları da kaçıracaklar.

Ergun Göknel taahhüde girmedik Thames Water girdiniz diyor


GEÇEN hafta bu sütunlarda yer alan Yuvacık Barajı'yla ilgili yazım üzerine eski İSKİ Genel Müdürü Ergun Göknel'den mektup geldi. Göknel yazımdaki ‘‘İstanbul yani İSKİ daha önce almayı taahhüt ettiği 100 milyon metreküp suyu almaktan vazgeçmiş’’ yolundaki sözlere karşı çıkıyor.

Mektubunda özetle ‘‘İSKİ ne benim Genel Müdürlüğüm döneminde, ne de Veysel Eroğlu'nun Genel Müdürlüğü döneminde Yuvacık Barajı'ndan 100 milyon metreküp su alacağı konusunda en ufak bir taahhüde girmemiştir. Dolayısıyla İSKİ'nin suyu almaktan vazgeçmesi söz konusu olamaz’’ diyor.

Göknel'in mektubunu bana İstanbul ile ilgili bilgileri vermiş olan Thames Water'in Türkiye direktörü Evren Köprülü'ye ulaştırdım.

Köprülü, Göknel'e yazdığı cevabın bir kopyasını da bana göndermiş.

Evren Köprülü, elindeki belgelere dayanarak Göknel'in iddiasının aksine bu taahhüdün verilmiş olduğunu yazıyor. Göknel'e ayrıca taahhüdü kanıtlayan beş belge göndermiş. Belgelerin kopyaları bende.

Belgelerde, İzmit Belediyesi ile İSKİ arasında 1992, 1993 yıllarında imzalanan anlaşma ve anlaşma taslağı, İSKİ'nin 1992-1999 faaliyet raporlarında ‘‘su alınacağına’’ ilişkin ibareler var.

Köprülü'ye göre, bu resmi belgeler yatırımcıya İSKİ'nin suyu alacağına ilişkin yeterli güvenceyi vermiş. Göknel, Köprülü'ye yanıt verdiği takdirde buna bu köşede yer vereceğim.
Yazının Devamını Oku

Hillary'ye nasıl kitap imzalattım

13 Temmuz 2003
<B>HİLLARY Clinton </B>Avrupa'da, satış rekorları kıran kitabı <B>''Yaşayan Tarih''</B>in imza turnesinde. Bir gün Paris'te, diğer gün Berlin'de.

Ben onu tamamen tesadüfen Londra'da Piccadilly’deki Waterstone's Kitabevi'nde yakaladım.

Kaldığım otel meğer tam kitabevinin karşısındaymış.

Londra'da ikinci günüm, öğleden sonra dört sularında otele dönerken kitabevinin önünde inanılmaz uzun bir kuyruk.

Etraf telsizli sivil polis kaynıyor.

Kuyruktakilerden birine sorunca mesele anlaşılıyor. Hillary Clinton, saat 17.30 ile 19.00 arası burada kitabını imzalayacak. Kuyruk kitabevinin önünde başlıyor köşeden aşağıdaki sokağa doğru kıvrılıyor ve karşı kaldırımdan yukarıdakine paralel caddede devam ediyor.

Kuyruk, muyruk, fırsat kaçar mı?

Derhal otele dönüp beni orada bekleyen gazeteci arkadaşımı fotoğraf makinesini alması için uyarıyorum. Hesapta Hillary Clinton kitabını imzalarken onunla resim çektirmek var.

Arkadaşıma kuyruğa girmesini tembihledikten sonra telaşla dükkandan içeri girip kitabı alıyorum.

Dışarı çıkınca bakıyorum ki, bizim arkadaş kuyruğun en önünde.

Kuyruktakilere ‘‘Gazeteciyiz, Türkiye'den geldik’’ diye rica etmiş ve araya ‘‘kaynak’’ yapmış.

Kitap tamam, fotoğraf makinesi yanımızda, kuyruğun önündeyiz.

Her şey mükemmel. İkimiz Hillary ile fotoğraf çektireceğimizden emin, pek mutluyuz.

Derken ilk hayal kırıklığı.

Kitabı karıştırırken, kitapçının ilk sayfalara yerleştirdiği beyaz kağıt dikkatimi çekiyor.

Bu Hillary'ye kitabı nasıl imzalatacağımıza ilişkin bir nevi talimatname.

‘‘Alıcının dikkatine’’ diye başlayan satırların devamı doğrusu pek iç açıcı değil:

n Waterstone's Kitabevi'nden içeri girenler çantalarını bırakacak ve ancak kitap imzalandıktan sonra teslim alacak.

n Hillary ile resim çektirmek yok.

n İthaf yazısı olmayacak.

Öyle ya da böyle kitap alındı bir kere. İlla imzalatılacak.

Kuyruğun önünde olduğumuz için ikinci ya da üçüncü yirmi kişilik grupla içeri giriyoruz.

Hillary dükkanın ikinci katında.

Bir iki dakika sonra ikinci şok geliyor.

Baştan aşağıya siyah giyinmiş Waterstone's Kitabevi'nin satıcıları ‘‘biletiniz nerede’’ diye soruyor.

Hangi bilet? Arkadaşıma umutsuzca bakıyorum ve dehşetle kuyruktakilerin hemen tümümün elinde küçük sarı bir kağıt parçası olduğunu farkediyorum.

Hain İngilizler... Meğer kuyruğa ‘‘kaynak’’ yapmamıza ses çıkartmamalarının nedeni buymuş.

Kuyruğun en sonuna gideceksin ve sarı bileti alacaksın...

Üstelik numaralı.

Biletsiz olduğumuz anlaşılınca hemen siyahlılar tarafından abluka altına alınıyoruz.

Zaten dükkanda kitap imzalatmaya gelenlerden fazla sivil polis, koruma ve bu siyahlı mahluklar var.

Dışarı çıkıyoruz ama ben yeminliyim pes etmek yok.

Hillary yediye kadar dükkanda olduğuna göre bir kez daha şansımızı deneyeceğiz.

Uzatmayayım süklüm püklüm kuyruğun sonuna gidip, o meş'um sarı bileti alıyoruz. Numarası 399.

Sonra aniden kuyruk hızlanıyor. Demek ki yeterince kitap satılmamış.

Yediye çeyrek kala çantasız, fotoğraf makinesiz, elimizde bir kitapla Hillary'nin önündeyiz.

Siyahlılar tarafından sıkı sıkı tembihlendiği gibi imzalanacak sayfayı açmış, bekliyoruz.

Turkuaz bir takım giymiş olan Hillary herkese kibarca gülümseyip ‘‘Geldiğiniz için çok teşekkür ederim. Nasılsınız’’ diyor.

Acaba önünde kaç saniye kalabiliriz?

‘Merhaba... Ben Türkiye'den geldim. Gazeteciyim.. Daha önce sizinle birkaç kez karşılaşmıştık’’ diyorum. Elimi uzatıyorum.

Türkiye'yi işitince gerçek olduğuna inandığım bir ilgi gösteriyor ve Türkiye'yi çok sevdiğini, günün birinde tekrar gelmek istediğini söylüyor.

Mavi gözleri kocaman, uzattığı eli bembeyaz.

Bitti, bu kadar. İmzaladığı kitapla kuyruktan çıkıyorum.

El sıkıştığımızı gören Amerikalı bir çift merakla soruyor: ‘‘Onu nereden tanıyorsunuz?’’

Hillary,
ekibine 90 dakikada 700 kitap imzalayabileceğini garanti etmiş.

İddialara göre, dört yıl önce Harrods'da kitabını imzalayan Monica Lewinsky dakikada ortalama sekiz kitap imzalamış ama bir ara öylesine bunalmış ki gözyaşlarına boğulmuş.

Hillary Clinton, Lewinsky'nin rekoruna ulaştı mı bilmiyorum.

Kitapçıdan çıkarken kuyruğun başındaki adamın bilet numarası 520 idi ve saat yediye on vardı.
Yazının Devamını Oku

Tansu Çiller'den sonra kadınların şansı hiç yok mu

11 Temmuz 2003
<B>TABA</B> (Türk-Amerikan İşadamları Derneği) ve Türkiye-İspanya İş Konseyi Başkanı <B>Zeynel Abidin Erdem </B>ve<B> </B>İTO Başkanı <B>Mehmet Yıldırım </B>ile iki gün zarfında peş peşe karşılaşmam ve aynı şeylerin gündeme gelmesi tamamen tesadüf. Biliyorsunuz, Erdem ile Yıldırım'ın ortak bir noktaları var.

Her ikisinin de başkanlığına kadınlar bayrak açmıştı.

Hafta başında Fransız Konsolos Jean-François Bouffandeau için düzenlenen özel bir veda yemeğinde karşı karşıya düştüğümüz Erdem'e ‘‘TABA Başkanlığını Günsan Çetin'e bırakmalıydınız’’ diye takılıyorum.

Çetin, tam bir yıl önce yapılan TABA seçimlerinde Erdem'e karşı adaylığını koyan Amerikan GAP Şirketi'nin Akdeniz Genel Müdürü.

670 üyesinin sadece yüzde 5'inin kadın olduğu TABA seçimlerinde elbet Erdem'e karşı açtığı mücadelede yenilmişti.

Geçen akşam davette ‘‘Kadınlara neden hiçbir bir şans vermiyorsunuz’’ diye sorduğumda Erdem'den ‘‘Tansu Çiller'e verildi de ne oldu’’ cevabını alıyorum.

Ertesi gün DEİK'in İsrail Cumhurbaşkanı Moşe Katsav'ın onuruna verdiği yemekte karşılaştığım Mehmet Yıldırım bizzat ‘‘Bana karşı feminist yazılar yazıyorsunuz’’diye aynı meseleyi gündeme getiriyor.

O da kendisine karşı Gülümser Yıldırım'ı savunan yazılar yazdığımı unutmamış. Erdem'e yönelttiğim sorunun aynısını sorduğumda aynı cevabı almayayım mı?

‘‘Tansu Çiller'e verildi de ne oldu?’’

Anladığım kadarıyla, erkeklerin gözünde Tansu Çiller'in başarısızlığı tüm kadınların başarısını ipotek altına almış durumda.

Doğrusunu isterseniz, ben bu gerekçeye sığındıklarına inanıyorum.

Kadınların karşısında ‘‘centilmence’’ mücadele etmediklerine inandığım gibi.

Konuyu açıyorum.

Erdem ve Yıldırım ile sohbetten sonra yine tesadüf e-postama Gülümser Yıldırım'dan ‘‘önemli açıklama’’ diye bir mesaj düşüyor.

Gülümser Yıldırım İTO Meclisi'nde kendi mesleğinin komitesini yani ‘‘Tiftik Komitesi’’ni temsil ediyor. İddiasına göre, İTO Yönetimi'nin elinde yaklaşık bin tane ‘‘yüzer-gezer’’ şirket var. Yönetim istediği komiteye bu şirketleri yerleştiriyor.

Önemli bir taktik.

Zira komiteler meclis üyelerini, meclis üyeleri de yönetim kurulunu ve başkanı seçiyor.

Gülümser Yıldırım'a göre, kendi komitesine mayıstan bu yana 36 tane şirket yerleştirilmiş. Ancak bunların yaptıkları işin, üyesi olduğu meslek komitesiyle yani ‘‘Tiftik Komitesi’’yle álákası yok.

Gülümser Yıldırım ‘‘Mayıs ayında yaptığımız komite toplantısında álákasız şirketlerin getirildiğini fark ettim. Yönetimden bu konuda bilgi istedik. Görüş bildirmek zorunda olduğu halde başvurumuzu yanıtsız bıraktı’’ diyor.

İTO Yönetimi'nin bu ‘‘naylon üyelikleri’’ Gülümser Yıldırım'a göre meslekleri yozlaştırma tehlikesini de beraberinde getiriyor.

Gülümser Yıldırım İTO'nun dünkü meclis toplantısında ‘‘naylon üyelikler’’ meselesini gündeme getirecekti.

Diyeceğim şu, erkekler ‘‘centilmence’’ mücadeleyi öğrenseler Türkiye'de çok şey değişebilir.

Mersin Limanı'na Barselona modeli

İSTANBUL bugünlerde yabancı işadamlarının istilasına uğramış durumda.

İspanyollar, İsrailliler ve İtalyanların gelişi aynı haftaya denk geldi.

İspanyol işadamları Barselona Limanı'ndan bir heyetle birlikte gelmiş.

Barselona Limanı iş hacmiyle ve yolcu kapasitesiyle Akdeniz'de neredeyse lider durumunda.

Gözü daha da yükseklerde.

Türkiye'den önce Arjantin, Çin, Tunus, Fas, Meksika ziyaret edilmiş.

Amaç, 2002 yılında 615 bin deniz aracı kapsayan trafiği daha da çoğaltmak.

Barselona dünya liderliğine oynuyor.

Akdeniz'in ta diğer ucunda, can çekişmekte olan Mersin Limanı'nı düşündükçe Barselona'yı kıskanmamak elde değil.

Oysa ikisi de Akdeniz'de, ikisi de stratejik noktalarda.

Barselona Liman İdaresi Başkanı Joaquim Tosas Barselona Limanı'nı anlatmadan önce Akdeniz'i anlatıyor.

‘‘Akdeniz geleneğin, hareketin, zeytinyağının, sokağın, bayramın toprağıdır’’ diyor.

Akdeniz kültürüyle iç içe geçmiş, kıpır kıpır Barselona Limanı'nın tanıtıldığı toplantıya katılan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın, Mersin Limanı'yla ilgili sevindirici bazı geliştirmeleri aktarması doğrusu iyi geliyor.

Birinci iyi haber liman ücretlerinin yüzde 50 oranında indirilmiş olması.

1 Ağustos tarihinden itibaren yürürlüğe girecek yeni tarife, hiç olmazsa Mersin Limanı'nın Pire, İskenderiye gibi limanlarla rekabet etmesini kolaylaştıracak.

İkinci iyi haber, Mersin Limanı'nın işletilmesinde değişiklik için bir komisyon kurulması.

Binali Yıldırım'a Barselona Limanı’nın model olup olmayacağını sorduğumda yanıt ‘‘evet’’.

Üçüncü iyi haber ise hem Ulaştırma Bakanı, hem İspanyol Büyükelçi Manuel de la Camara'dan.

Mersin Limanı'nın modernleştirilmesi ve genişletilmesi için yapılacak fizibilite çalışmalarına İspanyol hükümeti bir fon ayırmış. Aynı fondan Çandarlı Limanı da yararlanacak.

Her şey iyi giderse, Mersin'in kaderi değişecek gibi.
Yazının Devamını Oku