Gila Benmayor

CHP Arjantin'e heyet göndereceğine gençlerle buluşsun

12 Ağustos 2003
<B>CHP </B>İstanbul İl Kongresi'nden sonra yazdığım <B>‘‘CHP, gençler ve internet olmadan nereye’’ </B>yazısına tepkiler gelmeye devam ediyor. Gençler CHP'ye kırgın.

Partinin kendilerine karşı ilgisizliğinden şikayetçi.

E-postalarının cevapsız kalmasına öfkeli.

Önce CHP'nin bilgi işlem ve internet sorumlusu Gürsel Görgülü'nün verdiği bilgi.

Görgülü'ye bakılırsa CHP Türkiye'de internet platformunu kullanan ilk parti.

1995 yılında internet alan adını tescil ettirmiş.

CHP'nin e-posta liste sayısı 50 bine yakın.

Kendi e-posta adresini vermeyen kişilere etik olarak mesaj gönderilmiyormuş.

40 ildeki merkezlerde bilgisayar varmış.

Yine Görgülü'nun ifadesine göre, CHP İnternet'i içerik olarak zenginleştirmek ve parti içinde etkin kullanmak için bir çalışma başlatmış.

Demek ki bu konuda yetersiz olduğunu görmüş.

Her neyse, teknik alt yapının da güçlendirilmesini kapsayan çalışma önümüzdeki ekim ayında tamamlanacakmış.

Görgülü'ye böyle bir çalışmanın partiye maliyetin ne kadar olacağını sordum.

50 bin dolar civarındaymış.

Bir parti için böyle bir harcamanın çok mu, az mı olduğuna artık siz karar verin.

Gençlik meselesine dönersek...

Aldığım e-postalar arasında beni en fazla etkileyen CHP Çankaya İlçe Eski Gençlik Kolu Başkanı Mert Görür'ün gönderdiği e-posta oldu.

İki yıl gençlik kolu başkanı olarak görev yapan Görür, 2003 Ocak ayında istifa etmiş.

Görür, halen, CHP içersinde muhalif bir grup olarak iki, üç ay önce ortaya çıkan Anadolu Hareketi'nin bilgi işlem sorumlusu.

Gençlik Kolu Başkanı olarak, Bilkent, ODTÜ olmak üzere Türkiye'nin önde gelen üniversitelerinde gençlik potensiyelini CHP'ye katmak için sanal ortamda başlattıkları çalışmaları anlatıyor ve ‘‘Bireysel çabalarımız boşa çıktı. Zira CHP yönetimi bizi ve geleceğimizi ısrarla, inatla görmezden geldi’’ diyor.

Mert Görür, partisinin günümüz gerçeklerini, küreselleşmeyi tartışmamasından şikayetçi.

‘‘Sosyalist Enternasyonel'de Felipe Gonzalez'in ‘‘Küresel İlerleme’’ raporu tartışılırken, sosyalist enternasyonal üyesi olan CHP, küreselleşme, bunun Türkiye'ye etkisi, tehlike ve imkanları tartılmıyor.’’

CHP programında gençliğe bir tek sayfa ayırmış dediğine göre.

‘‘Parti hasıl Arjantin raporu için Arjantin'e bir heyet göndermişse, yanıbaşındaki gençlerle de buluşsun’’diyor.

CHP yönetiminin bu gencin söylediklerine kulak vermesi dileğiyle...

DaimlerChrysler bayrağı Siemens'e mi devretti


TROYA, Homeros'un İlyada destanıyla neredeyse bütünleşmiş.

Üçbin yıllık bu antik şehirde 15 yıldan beri kazı çalışmalarını sürdüren kişi Tübingen Üniversitesi'nden Prof. Dr. Manfred Korfmann.

Korfmann'ın çalışmalarını tam 15 yıldan beri destekleyen şirket ise DaimlerChrysler.

Başta 5 yıl sürmesi öngörülen projeye DaimlerChrysler 1.3 milyon mark destek sağlamış.

Hassas arkeolojik çalışmalar için özel üretilen araç, yayınlar, kazı köyü, laboratuvarın donanımı, Almanya'daki Troya Sergisi'nin planlanması şirketin ek katkıları.

Korfmann ile DaimlerChrysler işbirliği, ayrıca Troya'nın 1998 yılında Unesco'nun ‘‘Dünya Kültür Mirası’’ listesine alınmasını da getirmiş.

Profesör Korfmann, Troya'nın 19. yüzyılda Schliemann'ın kazılarından sonra yeniden dünya kamuoyunun gündemine gelmesinde DaimlerChrysler'in büyük katkısı olduğunu bizzat söylüyor.

1988 yılında başlayan bu işbirliği 2003 kazı sezonuyla sona eriyor.

DaimlerChrysler Troya'dan tam olarak elini çekmiyor ama desteğini farklı şekillerde sürdürme kararını alıyor.

Troya sponsorluğunda şimdi ön plana çıkan şirket Siemens.

Siemens
ile iki yıl önce bağlantı kuran kişi yine Profesör Korfmann.

Türk Hükümeti'nin ömür boyu kazı izni verdiği Korfmann'in başvurusu üzerine devreye giren Siemens, dün kazı yerinde gördüğümüz ‘‘megaron’’u kaplayan çatının inşasını üstlenmiş.

Peki Siemens bundan sonra Troya'ya sahip çıkmaya devam edecek mi?

Siemens'in arzusu anladığım kadarıyla devam etmek doğrultusunda.

Ancak Türkiye'de bu tür projelere mali destek sağlayan şirketlerle işbirliğine gitmeyi de tasarlıyormuş.

Öyle görünüyor ki, Siemens, DaimlerChrysler'dan bayrağı devralıyor.

AB yolunda yeni bir adres: www.stgp.org


SİVİL Toplum Kuruluşları (STK) Avrupa Birliği'ne üyelik yolunda önemli.

Avrupa sivil örgütlenmeyi herşeyin üzerinde tutuyor.

AB'nin amacı STK'ları AB üyelik sürecine entegre edebilmek.

Avrupa Komisyonu'nun geçtiğimiz yıl ‘‘Yerel Sivil Girişimler’’ ve ‘‘Türk-Yunan Sivil Diyalogu’’ başlıkları altında açtığı hizmet ihalesini kazanan konsorsiyum ‘‘Sivil Toplum Geliştirme Programı’’ altında biraraya gelmiş.

Ankara'daki ofiste altı kişi çalışmalarını sürdürüyor.

Kısa adıyla STGP ne yapıyor?

STK'lara Türkiye içinde ve dışında ağ oluşturma, ortaklık projeleri gerçekleştirme, diyalog gibi konularda eğitim veriyor.

STK'ların hazırladıkları projeleri inceleyerek yol gösteriyor.

Özellikle Anadolu'daki küçük ölçekli STK'lar eğitimden yararlanıyor.

Mesela Diyarbakır'da 45 STK temsilcisi eğitimlere katılmış.

Kars'ta katılanların sayısı 25.

Erzincan, Erzurum, Artvin, Ardahan, Elazığ eğitimden yararlan diğer şehirler.

Ne yazık ki, Türkiye'de proje yapabilecek kapasiteye erişmiş fazla sayıda STK yok.

İlgisizliğin yanında yetersizlik var.

Bu yüzden STGP önemli bir boşluk dolduruyor.

Ayrıca yukarıda belirttiğim www.stgp.org adresinde 5 bini aşkın STK'nın bilgileri mevcut.
Yazının Devamını Oku

İşte 2003 yazının starları: Eflatun ve Aristo

10 Ağustos 2003
<B>HER</B> yaz mevsimi, hiç şaşmaz batıdaki dergi, gazeteler bir <B>‘‘felsefe’’ </B>muhabbetine girişirler. Tatilde illa felsefe olacak.

Kim demiş sıcağın verdiği rehavetle kollarına sığındığımız tembelliğin beynimizi uyuşturduğunu?

Tatil, biraz da hayatı sorgulama, kendi içinde keşfe çıkma değil mi?

Ne demişti Sokrat?

‘‘Kendini tanı...’’

Elime geçen yabancı gazete ve dergilerin felsefe meselesine eğilmelerinin nedeni, tatilcilerin kısa bir süre için de olsa feylesof kesilme ihtimali olsa gerek.

Belki bir nevi yol haritası çiziyorlardır okurlarına.

Tek başlarına çıktıkları yolculukta kendilerine yakın bir feylesofta karar kılsınlar diye.

Le Monde Gazetesi meselá ‘‘Herkese karşı tek başına’’ başlığı altında başlattığı diziye Diyojen, Wittgenstein, Schopenhauer'i dahil etmiş.

Elindeki fenerle gündüz vakti Atina sokaklarında ‘‘adam arıyorum’’ diye dolaşan Diyojen meğer nasıl yaşarmış.

Detaylarına giremeyeceğim ama en küçük bir utanma, sıkılma yok.

Hegel'e ve onun felsefi sistemine karşı bayrak açan Schopenhauer'in görüşleri ancak yaşlılığına doğru kabul görmüş.

‘‘İnsanlık daima ıstırap ve yıkımla karşı karşıya kalacaktır’’demiş karamsar Schopenhauer.

Pek de haksız sayılmaz ya...

Felsefenin, mutluluğa giden yollara ışık tutması meselesine Le Figaro Dergisi el atmış.

Mutluluğun sırrı nerede?

Elimizde olan yani bize bağlı şeylerle, irademiz dışında olanlar arasında ayrım yapmasını bilmekteymiş.

Bilgeliğe ermiş olmak yani.

Sokrat'tan Kant'ta, Konfiçyus'tan Foucault'ya sayısız feylesofun öğretilerinde mutluluğa ulaşmanın ipuçlarını bulmak mümkün.

Feylesof sayılır mı, sayılmaz mı bilmem ama benim tanıdığım en bilge, en mutlu kişi Montaigne'dir.

‘‘Uyuduğumda uyurum, dans ettiğimde dans ederim’’ diyen Montaigne.

İstanbul'da bugün başlayan 21. Dünya Felsefe Kongresi'ne katılan feylesoflar alınmasın ama tüm zamanların en modern feylesofları ilan edilen iki isim var: Eflatun ve Aristo.

Onları ‘‘star’’ diye lanse eden Le Point Dergisi.

Derginin son sayısında bu iki isim ‘‘idealizm ile realizm arasındaki ebedi çekişmenin şampiyonları’’ olarak sunuluyor.

Peki ne yapmış bu şampiyonlar?

Biliyorsunuz Sokrat'ın öğrencisi Eflatun, Aristo'nun da hocası olmuş.

İkisi birlikte, Batı düşünce sisteminin temelini inşa etmişler, oyunun kurallarını koymuşlar, rolleri dağıtmışlar.

İkisinden idealist olanı Eflatun.

Rafael
'in o ünlü tablosunda parmağını gökyüzüne doğru çevirmiş.

Ayakları yere basan ise Aristo. Aynı tabloda onun eli zaten toprağa bakıyor.

Eflatun sorgulayan, ortaya varsayımlar atan, Aristo ise düşünceleri üst üste koyan, sistemi oluşturan.

Muhteşem ikili anlayacağınız.

Hazır İstanbul'da bu kongre varken felsefeye birazcık bulaşmak istiyorsanız Eflatun'un Devlet'iyle işe başlayın derim.

Sabahattin Eyuboğlu ile M. Ali Cimcoz'un çevirileri de ayrıca muhteşem.
Yazının Devamını Oku

Polat Akbulut'a sorular

8 Ağustos 2003
<B>GEÇEN </B>hafta Mersinli işadamı ve oryantalist ressam uzmanı <B>Erol Makzume</B>'nin çalışmaları için Milli Saraylar'dan bir ressam envanteri istediğini ancak başvurusuna cevap alamadığını yazmıştım. Milli Saraylar'dan gelen mektubun bir bölümüne yanda yer veriyorum.

Ancak olaylar hiç beklemediğim yönde gelişti ve e-postam Milli Saraylar'ın vahim durumunu dile getiren ihbar mektuplarıyla doldu.

Okuduklarımdan çıkardığıma göre, Dolmabahçe Sarayı'nda eserler ortada kalmış, çürümeye terk edilmiş.

Oysa yaptığım arşiv taramasında, Eylül 2002 tarihli haberde, Dolmabahçe Sarayı'nın TBMM Vakfı'ndan harcanan 12 trilyon karşılığında eski parlak günlerine döndüğünü okumuştum. Yine o haberde, Milli Saraylar Daire Başkanı Polat Akbulut, üç yıllık çalışmalar sonucu sarayın eski haline döndüğünü söylemişti.

Gelen e-postalarda ise bunun aksi iddia ediliyor.

Çürüdükleri için soruşturma açılmış olan altı ipek Hereke halısı örnek gösteriliyor.

Polat Akbulut bilindiği gibi, eski Meclis Başkanı Yıldırım Akbulut'un yeğeni.

1999 yılından beri Milli Saraylar Daire Başkanı.

Şimdi aldığım e-postaların ve bir yıl önce Milli Saraylar’daki görevinden alınmış olan 35yıllık müzeci Dolmabahçe Sarayı eski Müdürü Savaş Savcı’nın verdiği bilgiler doğrultusunda Polat Akbulut'a bazı sorular sormak istiyorum:

Sarayların tüm eserleri belirlendi mi? Mal sayımı tamamlandı mı?

Yıldırım Akbulut, 1999 yılında Uğur Dündar'ın programında ‘‘ Yeğenim adına söz veriyorum. Bir yıl içersinde sayım işleri bitecek. Tüm eserler poşetlenecek, kurtlara karşı ilaçlama yapılacak ve rutubet önlenecek’’ demişti. Bunlar yapıldı mı?

Dolmabahçe Sarayı'nın bodrumunda Abdülhamid tuğralı gümüş takımlar, gümüş şamdanlar ve diğer yüzlerce madeni eser için gerekli önlem alındı mı? Madeni eserler için kadronuzda metal restoratörü mevcut mu?

Yine Dolmabahçe Sarayı'nda TBMM Vakfı'nın 12 trilyonluk ödeneğiyle restorasyon çalışmaları, tamiratlar yapılmıştı. Bu çalışmalardan sonra sarayın tabanı, duvarları su alıyor mu, almıyor mu? Almıyor ise tarihi ipek Hereke halılarının altısı nasıl çürüdü?

Kandilli Rasathanesi'nin Dolmabahçe için önerdiği deprem ölçümleri neden reddedildi?

Milli Saraylar'a en son müze araştırmacısı olarak kadroya neden bir matematikçi alındı?

İSO meclisine bir kadın daha

İSTANBUL
Sanayi Odası meclisinde kadın sayısı üçe çıktı. Zeynep Bodur Okyay, Meral Gezgin Eriş'ten sonra Kurtsan Medikal Sanayi ve Ticaret Yönetim Kurulu Başkanı Meltem Kurtsan da İSO meclisinde.

Meclis Başkanı Hüsamettin Kavi'ye ‘‘neden kadınların önünü açmıyorsunuz’’ diye soran Meltem Kurtsan'a davet tam bir ay önce yapılmış.

İSO'da Tıbbi Müstahzarat Sanayi Meslek Komitesi üyesi, Fako İlaçları A.Ş. firması temsilcisi Kaya Turgut, meclis üyeliğinden istifa edince boşalan yere Meltem Kurtsan getirilmiş. TÜSİAD üyesi olan Meltem Kurtsan ayrıca bu örgütte Fikri Haklar Çalışma Grubu Başkanı ve kadın girişimcileri destekleyen KAGİDER'in kurucusu.

Yeri gelmişken, bir yıl önce Türkiye genelinde yüzde 0,7’lik bir payı olan kadın girişimcilerin önünü açmak ve dünyaya açılmalarını sağlamak için kurulan KAGİDER’in kısa sürede hayli yol aldığını belirtmek istiyorum.

Hindistan Cumhurbaşkanı'nın önümüzdeki eylül ayında Türkiye'ye yapacağı ziyaret öncesi Türkiye'yi ziyaret edecek olan 25 kişilik Hintli işkadını grubu KAGİDER tarafından ağırlanacak.

Milli Saraylar'dan gelen cevap

MİLLİ Saraylar Daire Başkanı Polat Akbulut'tan gelen mektupta özetle şöyle deniyor: ‘‘Sayın Makzume Milli Saraylar koleksiyonunun tamamına yakın bir sayıyı oluşturan 19. yüzyıl oryantalistlerine ait tablo envanter numaralarını ve Milli Saraylar bünyesinde bulundukları yerleri gösteren listenin tarafına verilmesini talep etmiştir. Milli Saraylar Araştırma Yönetmenliği ve Saymanlık kayıtlarının gizlilik esasları gereği bu talebin karşılanması mümkün değildir. Sayın Makzume, talebini belli bir konu başlığıyla sınırlandırdığı takdirde Milli Saraylar'da Araştırma Yönetmeliği esasları çerçevesinde bizzat yerinde araştırma yapabilecektir. Bu husus 31 Temmuz 2003 tarihli Başkanlığımızın resmi yazısıyla kendisine bildirilmiştir.’’

Ne yazık ki, yer darlığından ötürü mektubun tümünü yayınlamammümkün değil.

Ancak dikkat çekmek istediğim bir iki nokta var.

Milli Saraylar, Makzume'ye tam 40 gün zarfından cevap vermiş.

Oysa Cumhurbaşkanlığı Köşkü aynı talebi 10 günde yanıtlamış.

Makzume'nin, tabloların yerlerini gösteren liste ve saraylarda bizzat araştırma yapmak gibi bir isteği olmamış.

Sadece kendisine bir ressam envanter listesi gönderilmesini rica etmiş. Yani ressam adı, tablo ismi ve konusu, tablo ebatları gibi bilgileri istemiş.

Sanıyorum, Yıldırım Akbulut'un Uğur Dündar'ın programında söz verdiği gibi, mal sayımı tamamlanmış olsaydı ressam envanteri bilgileri Makzume'ye kolaylıkla iletilebilecekti.
Yazının Devamını Oku

Gençlik ve internet olmadan CHP nereye?

5 Ağustos 2003
<B>PAZAR</B> günkü CHP<B> </B>İstanbul İl Kongresi, parti kongresi olarak ilk deneyimim. İl Başkanı <B>Şinasi Öktem</B>'in davet mektubunda belirtilen saatte, yani 10.00'da <B>Lütfi Kırdar'</B>dayım. Altan Öymen, Bülent Tanla, Mustafa Sarıgül erken gelenlerden.

Neredeyse birbuçuk saat rötarla başlayan kongrede dağıtılan dosyaların üzerinde ‘‘İstanbul Değişime Hazırlanıyor’’ diye yazıyor.

Deniz Baykal'ın konuşmasından önce gösterilen tanıtım filminde de‘‘değişim’’ ‘‘yenileşme’’ ''yeni başlangıç'' sözlerini sıklıkla duyuyoruz.

‘‘Değişim’’ kongrenin kilit sözcüklerinden.

Değişim neyle olur?

Bunun için taze kan yani gençlik gerekli değil midir?

Ama şöyle bir etrafa göz gezdirdiğinizde 2 bin 400 kişilik salonda gençler yok denecek kadar az.

Gerçi salondaki kadınların da sayısı fazla değil.

Elimdeki dosyaya bakılırsa CHP'nin 2003 yılında seçtiği 32 ilçe başkanından sadece bir tanesi kadın: Şile İlçe Başkanı Gülseren Yenal.

Gençlere dönersek, anladığım kadarıyla CHP gençleri kucaklamanın bir yolunu bulamamış hálá.

Nasıl bulsun ki?

Zira CHP gençlere en kolay ulaşmanın yolu olan ‘‘internet’’ ortamını keşfetmiş değil.

Evet yanlış okumadanız. CHP'nin ‘‘internet’’ ortamıyla arası yok.

E-postanıza DSP, AKP ve diğer partilerden her gün birkaç duyuru düştüğü halde CHP'den tıs yok.

Nisan ayında, CHP'nin İstanbul'da başlattığı İYEM (İstanbul Yerel Yönetim Merkezi) projesi nedeniyle telefonla görüştüğüm İstanbul İl Başkanı Şinasi Öktem, internet hazırlıklarının devam ettiğini söylemişti.

Aradan kaç ay geçti bu konuda bir gelişme göremiyorum.

İnternet ve gençlik CHP'nin üzerinde önemli durması gereken iki konu.

CHP bu konuda Arı Hareketi'nin çalışmalarından yararlanabilir.

CHP İstanbul Milletvekili Kemal Derviş, Arı Hareketi'nin gençlerle ilgili çalışmalarını iyi bilir. Zira kendisi, hareketin bünyesinde oluşturulan Ekonomi ve Dış politika Forumu'nun üyesi aynı zamanda.

UNESCO listesinden çıkmak turizmi vurur

KONGREDE ‘‘İstanbul Değişime Hazırlanıyor’’ sloganını kullanan CHP yöneticilerine doğrusunu isterseniz ‘‘İstanbul'u değiştirmek için planlarınız nedir?’’ sorusunu yöneltme fırsatım olmadı.

CHP'yi bilmem ama Osmanlı Bankası Müzesi, İstanbul'un geleceği için çalışmalarını sürdürüyor.

Bankalar Caddesi'ndeki yerinde tam bir ay önce ‘‘İstanbul kültür mirasını yitiriyor mu’’ panelini düzenleyen Osmanlı Bankası Müzesi konuyu sıcak tutmaya kararlı.

Birincisinden tam bir ay sonra aynı konuda düzenlenen ikinci panelin konuşmacıları bu kez İTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilimdalı Başkanı Profesör Zeypep Ahunbay ile şehir planlamacısı ve tarihçi Profesör Stefanos Yerasimos.

Profesör Yerasimos, 1985 yılında İstanbul'u ‘‘Dünya Kültür Mirası’’ listesine alan Unesco'nun danışmanlığını yapıyor aynı zamanda.

Yerasimos, Unesco'nun İstanbul için tam 18 yıldan beri bir ‘‘koruma planı’’ beklediğini doğruluyor.

18 yıl süresince ‘‘koruma planı’’ nerede diye arada sırada hatırlatmalar yapmış ama hiç ses çıkmayınca ciddi bir şekilde İstanbul'u ‘‘Dünya Kültür Mirası’’ listesinden çıkarmayı gündeme getirmiş.

‘‘Dünya Kültür Mirası’’ listesinde Türkiye'nin 9 birimi mevcut.

Ancak işin tuhaf bir yanı var.

18 yıldan beri İstanbul'daki tarihi eserlerin envanterini çıkartılamadığı ve ‘‘koruma planı’’ sunulamadığı halde ‘‘Dünya Kültür Mirası’’ listesindeki birim sayımızın 9'dan 20'ye çıkartılması için başvuru yapılmış.

Peki ‘‘Dünya Kültür Mirası’’ listesinde olmanın yararı nedir?

Profesör Yerasimos ‘‘Unesco para vermez ancak prestij sağlar’’diyor.

Listede olmanın en pratik yararlarından bir tanesi de turist çekmek.

Profesör Yerasimos'un bu görüşü paneldeki bir turizmci tarafından da paylaşılıyor: ‘‘Listeden çıkartılmak turist götürür. Turizmde rakiplerimizin eline önemli bir fırsat geçer.’’

Bu arada Stefanos Yerasimos'un dikkat çektiği bir nokta daha var: İstanbul'un tarihi dokusunu korumanın ne kadar zor olduğu.

İstanbul'un nüfusu 50 yıl içersinde 10'a katlamış.

Ekonomik büyüme 1980'li yıllardan beri ortalama yılda yüzde 60'lık bir enflasyonu beraberinde getirmiş.

Bu durumda ‘‘toprak rantı’’ en önemli rant.

Para kazanmak peşinde olan insanlara ‘‘tarihi dokuyu korumak gerek‘‘ diye baskı yapmanın pek de bir yararı yok.

Tarihi korumak biraz da ekonomik refahla ilintili anlayacağınız.
Yazının Devamını Oku

Feministler de dayaktan ölür

3 Ağustos 2003
<B>FRANSIZ </B>oyuncu<B> Marie</B> <B>Trintingnant</B> bundan tam bir hafta önce Vilnius'te bir otel odasında sevgilisi tarafından dövüldü. Beş gün komada kaldı ve öldü.

Katil sevgili, Fransız rock grubu ‘‘Noir Desir’’ yani ''Kara Arzu‘‘nun solisti Bertrand Cantat.

‘‘Kara Arzu‘‘
nun son şarkılarından biri ‘‘Rüzgar onu alıp götürecek.’’

Şarkının klibinde annesiyle tenha bir plaja gelen küçük bir çocuk kumların arasında oynarken aniden bir kum fırtınası çıkıyor.

Oğlunu merak eden anne kum fırtınasına kapılıp, kayboluyor.

Oyuncu Marie Trintignant ise ‘‘Kara Arzu’’nun girdabına kapılıp ölüyor.

Türkiye'de pek de fazla tanınmayan Marie Trintignant kim?

Babası, hafızalarımızda hem şarkısı, hem romantik görüntüleriyle uzun yıllar yer etmiş olan ünlü ‘‘Bir Erkek, Bir kadın’’ filminin oyuncularından, Jean-Louis Trintignant.

Fransa'nın en önemli starlarından.

Annesi ise yönetmen Nadine Trintignant.

Kızını 5 yaşında kameraların karşısına ilk çıkartan o.

Kaderin garip cilvesi, Marie Trintignant'ın Vilnius'taki son filminin yönetmeni de yine o.

Marie'ye feminizmi öğreten kadın.

Filmleriyle ilk nesil Fransız feministlerin bayraktarlığını yapan Nadine Trintignant 1970'li yıllarda kürtajın serbest bırakılması için az mücadele vermemişti.

Marie Trintignant ise üç ayrı erkekten doğurduğu, en küçüğü 5, en büyüğü 17 yaşında dört çocuğuyla ‘‘Dilediğim gibi yaşarım, hayatıma sadece kendim yön veririm’’ diyenlerdendi.

Anne mücadele etmiş, kızı meyvelerini toplamıştı.

Çocukları, imkansız aşkları, sinema, babasıyla aynı sahneyi paylaştığı tiyatro, televizyon.

İşte buydu Marie Trintignant'ın hayatı.

‘‘Hayatım, hayat parçacıklarından oluşuyor’’ diyordu.

O hayat parçacıklarının birine altı ay önce de ‘‘Kara Arzu’’nun karizmatik solisti Bertrand Cantat sızmıştı.

İkisi de evliydi.

Marie Trintignant annesiyle birlikte Fransız yazar Colette'in televizyon filmini çekmek üzere Vilnius'a gidince Cantat da peşindeydi.

Vilnius'un eski mahallelerindeki ‘‘Domina Plaza’’ Oteli'nde tutkulu aşkları devam etti.

Gözü kara Marie Trintignant ‘‘Arzu Tramvayı’’nın en karasına binmişti.

Son nefesini erkek dayağıyla vereceğini önceden bilmiş olsa da yine binecekti o tramvaya.

Vilnius'teki küçük mahkeme salonunda, başını ellerinin arasına alan Bertrand Cantat ‘‘Hayır bu bir cinayet değil, bir kaza.. Bir çılgınlığın sonucu’’diyordu.

Marie Trintignant, 5 yaşında oynadığı ‘‘Aşkım, Aşkım’’ ile 41 yaşındaki son filmi Colette arasına en fazla ‘‘çılgın aşkları’’ sıkıştırmıştı.
Yazının Devamını Oku

Beşar Esad Türk işadamını rahatlatmış

1 Ağustos 2003
<B>DEİK</B>'e bağlı Türk-Suriye İş Konseyi'nin Suriye Başbakanı <B>Mustafa Miro </B>onuruna verdiği yemekteyiz. Miro, yemekten az önce yaptığı konuşmada, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat'ın Türkiye ile ilişkilerin her alanda geliştirilmesine verdiği öneme değiniyor.

Halep Üniversitesi'nde Türkçe eğitim veren bir kürsü kurulduğunu ve iki bin öğrencinin burada eğitim görmek için başvurduklarını anlatıyor. ‘‘Bu gençler ilerde ilişkilerin geliştirilmesine daha da katkıda bulunacak’’ diyor.

Başbakan Miro'ya bakarsanız iki ülke arasında ‘‘stratejik ilişkiler’’ dönemi başlamış. Yeni yakınlaşma döneminde her iki tarafın işadamlarına önemli görev düşüyor.

Beraberinde Suriye'nin önde gelen 18 işadamıyla Türkiye'ye gelen Miro, salondaki Türk işadamlarına sesleniyor: ‘‘Suriyeli işadamlarıyla ortak projeler üretin. Suriye ile Arap ülkeleri arasındaki ikili anlaşmalardan, vergi indirimlerinden yararlanın. Suriye'ye 18 milyonluk bir pazar olarak bakmayın bir sıçrama tahtası olarak görün.’’

Turizm, gıda, inşaat, tekstil, bankacılık sektörlerinde işbirliği önerisinde bulunuyor.

Başbakan Miro, öylesine hızlı konuşuyor ki, kulaklıkları takmış olan bizler bir ara çevirmenin umutsuz sesini duyuyoruz ‘‘Sayın Başbakan'ın hızına yetişemiyorum.’’

Peki Suriye yabancı işadamlarına, yatırımcılara ne gibi kolaylıklar getirmiş?

Esas bizi ilgilendiren nokta bu.

Başbakan Miro'nun söylediklerine göre, yasal düzenlemeleri günümüz koşullarına uydurma yönündeki çalışmalar devam ediyormuş.

Yabancı yatırımcıları teşvik edici kolaylıklar arasında, bazı vergilere muafiyet getirilmiş. Belediye, ihracat vergilerinini oranları düşürülmüş.

Yabancı sermayeyi en fazla korkutan şey yani ‘‘bürokratik işlemler’’ basitleştirilmiş.

Başbakan Miro bu konuda diyor ki ‘‘Yabancı yatırımcılar artık çeşitli bakanlıklar arasında gidip gelmeyecek. Her şey tek elden, yeni oluşturulan Yüksek Yatırım Konseyi eliyle yürütülecek.’’

Aman ne iyi... Darısı başımıza...

Yemekte, masa komşularımız arasında olan Güriş Holding'in koordinatörü Cumhur Tezsezen'den bu arada Suriye'nin kısa bir süre önce devrim niteliğinde bir değişiklik yaptığını ve yabancı para giriş, çıkışını serbest bıraktığını öğreniyoruz.

Suriye'de bazı ihalelere katılmış olan Tezsezen'e, işadamlarının çalışma ortamı açısında baba Hafız Esad ile oğul Beşar Esad arasında fark olup olmadığını soruyorum.

‘‘Dağlar kadar’’ cevabını alıyorum.

Belli ki, oğul Beşar Esad'ın başlattığı liberalleşme rüzgarı Türk işadamlarını rahatlatmış.

Koçbank ve Ramstore Suriye'ye hazırlanıyor

DEİK
'in Miro için düzenlediği yemekte diğer masa komşularımız arasında AvrAsya İnşaat Şirketi'nden Sait Akat, Koç Holding Kurumsal İletişim ve Dış İlişkiler Grup Başkanı Hasan Bengü, Ram Ticaret Müdürü Zeynep Kuman var.

Masada konuşulanlara göre, Suriye'nin liberalleşme atağına rağmen özellikle finans sektöründe zorluklar devam ediyor.

Suriye, Türkiye'nin bankacılık sektöründeki çalkantılar nedeniyle kredi hatlarını açmıyormuş.

Sait Akat'a göre, teminat mektubu vermek mesele, bankadan parasını çekmek ayrı mesele.

Suriye'de yıllardan beri tek başına hizmet veren banka, Suriye Merkez Bankası. Yeni faaliyetlerine izin verilen üç banka var. Biri Lübnan, diğeri Ürdün, üçüncüsü Suudi Arabistan bankası.

Hasan Bengü ve Zeynep Kuman'dan öğrendiğimize göre, Koçbank da Suriye'ye gitme hazırlığında. Önümüzdeki eylül ekim aylarında Koçbank ekibi Şam'a yapacağı ziyarette, önce bir muhabir banka belirleyecek sonra ofis açma girişimlerini başlatacak. Ramstore da uzun zamandan beri Suriye'de şube açma planları yapıyormuş ancak araya Irak Savaşı girince bu yöndeki çalışmalar aksamış.

Bu arada Koç Holding, Ram öncülüğünde ‘‘Irak İş Takip Komitesi’’ kurmuş.

Zeynep Kuman ‘‘Bush savaşın bittiğini duyurduktan beş gün sonra oradaydık. Tam kapasite faaliyete geçmek için risk durumunu sürekli izliyoruz’’ diyor.

Milli Saraylar Dairesi'nden çıt yok

MERSİNLİ
işadamı ve oryantalist ressam uzmanı Erol Makzume'yi, Hürriyet'in şair-yazarı ve çiçeği burnunda ‘‘savaş muhabiri’’ Özdemir İnce vasıtasıyla tanıdım.

İskenderun'da 1923 yılından beri faaliyet gösteren Antuan Makzume taşımacılık şirketinin sahibi olan Erol Makzume, Osmanlı Sarayı'nın baş ressamı Fausto Zonaro'nun hayatını Osman Öndeş ile birlikte kaleme almış. Birkaç aydan beri ‘‘Toplumsal Tarih’’ Dergisi’nde oryantalist ressamların hayatını yazıyor.

Erol Makzume, ağustos ayı için Jean-Leon Gerome'un hayatını yazacak.

Bu ressamın eserleriyle ilgili bilgi için Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Milli Saraylar Dairesine'ne başvuruyor.

Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemi, Makzume'nin talep ettiği bilgi ve fotoğrafları kısa sürede gönderiyor.

Milli Saraylar Dairesi'nden ise bir aya yakın süredir tabloların envanteri konusunda çıt yok.

Erol Makzume gönderdiği e-postada ‘‘Dünyanın her tarafında araştırmacılar müzelerin, Kültür Bakanlıklarının sitelerinden istedikleri bilgilere ulaşabilirler. Milli Saraylar'ın internet sitesine girdiğinizde saraylardaki mevcut tablolarla ilgili bilgi yok’’ diyor.

Makzume, Milli Saraylar Dairesi Başkanı Polat Akbulut'a da bir türlü ulaşamamış. E-postasında diyor ki ‘‘Cumhurbaşkanlığı Köşkü bize yardımcı oldu. Sayın Polat Akbulut bizi adam yerine bile koymuyor.’’

Milli Saraylar Dairesi'nin şeffaflaşmaya niyeti yok galiba.
Yazının Devamını Oku

Gençler büyüklere neden tepkili?

29 Temmuz 2003
<B>‘‘GENÇLERİMİZ insan haklarını bilmiyor’ </B>dediğim yazıma genç okurlardan e-posta yağdı. Hepsi büyüklerine karşı tepkili, kırgın.

İzninizle, Ankara Hukuk Fakültesi'nden yeni mezun genç bir okurumun mektubundan alıntılara yer vermek istiyorum bugün bu köşede:

‘‘Emekli başkomiser çocuğuyum. Dershaneye sadece birkaç aylık hızlandırılmış kurslara katılarak gidebildim. Bu üniversitenin bu fakültesini kazanmayı aklıma koymuştum. Sınavı ilk girişimde kazandım. Üniversitede hukuku ve insan haklarını tarihi gelişimleriyle birlikte en ince ayrıntısına kadar öğrendim. Bu konuda ve her konuda bir sürü kitap okudum (hálá da okumaktayım). Tüm maddi zorluklara rağmen, kültürel alanda kendimi geliştirebilmem için bir takım temel ihtiyaçlarımdan fedakarlık yaptım da ne oldu? Üstelik sadece ben değil, birçok arkadaşım da...

Ne oldu biliyor musunuz?

Gençler fikirlerini açıklamaya çalıştıkları zaman, savundukları fikirlere insan haklarına dayandığı, Atatürkçü olduğu halde siyasi kılıf geçirildi. hiçbir örgütün, siyasi partinin üyesi olmayan gençler bile yasadışı örgüt militanı muamelesi gördüler. Seslerini başbakana başka bir şekilde duyurabilme imkanı olmayan gençler polisler tarafından tuvalete kapatılıp
‘sicili düzeltilmiş' başbakanımız tarafından ‘sicilleri bozuk' damgası yediler. Üniversitesine sahip çıkan, üniversitelerin irtica yuvası haline gelmesini önlemek isteyen gençler çağdaş demokrasinin en normal hareketi olan normal eylemlerini yaparken başbakanlık korumalarının kötü muamelesine maruz kaldılar. Ya da kimimiz, benim gibi hem bu muamelelere maruz kalmamak, hem de geleceğini etkilememek için sessiz kalmayı, bildiğimizi kendimize saklamayı tercih ettik.

İnsan hakları, savunucularının gördüğü bu muamele yüzünden, siyasete ilgi duymayanlar öcü gibi gösterildi. Bilmemek bir bakıma onların yararına oluyor.

Çünkü ben, kendimi bu ülkenin yabancısı gibi hissediyorum. Bizim gibi gençlerin dilinden anlayan kimse yok. Sadece parasal açıdan söylemiyorum. Hepimiz geleceğimizden umutsuzuz. Kültür birikimimizi paylaşabiliceğimiz birbirimizden başka kimse yok. Gün geçtikçe kendimizi daha bir yalnız, daha bir kenara itilmiş, unutulmuş hissediyoruz.

Keşke bu ülkede dünyaya gelmemiş olsaydım. En azından çalışmalarımın karşılığında meslek hayatında çok başarılı olabilirdim. Ya da keşke devlet okulundan mezun olduktan sonra hukuk fakültesini kazanmak için çok çabalamak yerine, gidip bir mankenlik ajansına yazılsaydım. Keşke öğrenmeye bu kadar meraklı olmasaydım.

Bu kadar genç nüfusa sahip olup da gençlerini unutan bir toplumun bizden nasıl bir beklentisi olabilir ki?.’’

Genç okurumun mektubu böyle.

Yazımda ‘‘İnsan hakları konusunda kafasında net bir tablo olmayan, kimseye güvenmeyen gençlikle biz nereye gidiyoruz’’ diye sormuştum. Cevabını aldım.

Bilinçli ve duyarlı gençlerin ne kadar yalnız olduklarını siz de okudunuz böylelikle.

Bu yüzden diyorum ki, Arı Hareketi bünyesindeki, Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı keşke gençlerden önce büyüklere yönelik projeler üzerinde çalışsaydı.

Celal Doğan'ın AKP'ye geçme ihtimali yükseldi


BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan'ın Gaziantep gezisinden sonra, Belediye Başkanı Celal Doğan'ın siyasi geleceği konusunda kafalar karışmış.

İddialara bakılırsa gezisi boyunca, AKP'ye geçeceği söylenen Celal Doğan ile Recep Tayyip Erdoğan birbirlerine iltifatlar yağdırmış.

Başbakan Erdoğan, programında yer almadığı halde pazar günü Belediye Başkanı’nı özel olarak ziyaret etmiş.

Gaziantep'in önde gelen zenginlerinden Naci Topcuoğlu'nun Organize Sanayi Bölgesi'nde açacağı meslek yüksek okulunun temel atma töreninde yine Celal Doğan'ı yanına çağırmış. Kurdeleyi birlikte kesmişler.

Gaziantepli dostlarım ‘‘Tayyip Erdoğan'ın ziyaretinden önce AKP'ye geçeceğine yüzde 10 oranında ihtimal veriyorduk. Şimdi yüzde 50 diye düşünüyoruz’’ diye konuşuyor.

Tabii Celal Doğan'ın CHP'ye dönmesi de hálá gündemde.

Durumu büyük bir olasılıkla CHP'nın ağustos ayı sonlarında düzenleyeceği il kongresinden sonra netleşecek.

Bodrum'da bir ‘slow-food'cu


‘‘SLOW-FOOD’’ akımını duymuşsunuzdur.

Dünyada yaklaşık 50 ülkede, 70 bine yakın üyesi olan bu hareket, ‘‘fast-food’’a karşı geleneksel mutfağı destekleyenlerden oluşuyor.

Bir tanesine hafta sonunda Bodrum'da rastladım.

Francis Marciano, İtalyan asıllı bir Amerikalı.

Yaklaşık 30 yıldır Türkiye'yi tanıyor ve Motorola'dan emekli olduğundan beri Bodrum, Yalıkavak'ta oturuyor.

Marciano, Doluca şaraplarının genç patronu Sibel Kutman ile birlikte, ‘‘Slow-Food’’ hareketinin merkezi Torino'da Türk peynirlerini ve şaraplarını tanıtıyor. Marciano, şimdi Türkiye'nin köşede bucakta kalmış otlarının, peynirlerinin, ballarının envanterini çıkartmak peşinde.
Yazının Devamını Oku

Baader-Meinhof çetesi sergisi Almanya'yı ayağa kaldırdı

27 Temmuz 2003
<B>NE Saddam</B>'ın ölü ele geçmiş oğulları, ne Alman demiryollarının özelleştirilmesi planları... Hiçbir şey Almanları, Kızıl Ordu Faksiyonu yani RAF ile ilgili yapılması tasarlanan sergi kadar allak bullak etmedi.

Almanya ‘‘Terörün sergisi olur muymuş’’ diye ayakta.

Aslında 2004 yılının, kasım ayında Berlin'deki Kunst Werke Galerisi'nde yapılacak serginin hazırlıkları yavaş yavaş ilerliyordu.

1968-1977 yılları arasında Almanya'da ünlü sendikacıları, siyasileri kaçırıp öldüren RAF militanları, Baader-Meinhof çetesi sanat ve kültür yaşamını nasıl etkilemişti?

Serginin konusu işte bu olacaktı.

Ancak Baader-Meinhof çetesinin vaktiyle kaçırıp öldürdükleri Hanns-Martin Schleyer, Detlev Karsten Rohwedder'in aileleri hükümete mektup yazıp, sergiyi yüksek sesle protesto etmeye başlayınca kıyamet kopuyor.

Kurbanların ailelerinin iddiası, serginin Baader-Meinhof çetesinin üyelerini bir anlamda aklayacağı.

Sergiye 100 bin euroluk bir fon ayırmış olan hükümet derhal projeyi gözden geçireceğini ilan ediyor.

Eline büyük bir fırsat geçiren muhalefet ise ‘‘bu bir skandaldır’’ diye tepinmeye başlıyor.

İçişleri Bakanı Otto Schilly 1970'li yıllarda avukatlık yaptığı yıllarda Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun bazı üyelerini savunmuş.

Ama şimdi ‘‘Olmaz’’ diyor. ‘‘Bu sergi asla yapılmamalı.’’

Serginin küratörü Beate Barner istediği kadar ‘‘Bu sergi teröristleri aklamayacak. Tam tersine etraflarında oluşan miti yıkacak. RAF militanlarını, Baader-Meinhof çetesini tanımayan bir nesil var. Bu nesli bilinçlendirmeyi amaçlıyoruz’’ desin, dinleyen yok.

En büyük tepki basından.

Sergiye ‘‘terörün sergisi’’ adını takan da Bild Gazetesi.

Peki ‘‘terör sergisi’’ Almanları niye böylesine öfkelendirdi?

Esasında, bu tepkinin arkasında başka bir sergi var.

Almanlar, II. Dünya Savaşı'nda Alman Ordusu'nun işlediği cinayetleri konu alan yeni bir serginin şokunu henüz atlatmış değiller.

Yakın geçmişiyle hesaplaşma dönemini bir türlü kapatamayan Almanlara soğuk duş etkisi yapan serginin tartışmaları sona ermeden, tartışmalı bir ikincisi fazla geldi.

Bir de ‘‘Kızıl Ordu Fraksiyonu’’nun vaktiyle Alman toplumunu kutuplaştırmış olması meselesi var.

Zamanında orta yaşlılar, Kızıl Ordu Faksiyonu'nun cinayetlerini dehşetle izlerken, Batı'nın tüketim alışkanlıklarını eleştiren Alman gençleri Andreas Baader ile Ulrike Meinhof'a az sempati beslememişti.

Sergi yapılacak mı, yapılmayacak mı tartışmalarından ise kim kárlı çıktı dersiniz?

Modacılar.

RAF'ın sembollerini bastıkları tişörtler peynir ekmek gibi satılıyor.

Şimdi sorarım size: Tüketimden güçlüsü var mı?
Yazının Devamını Oku