Gila Benmayor

Cinsiyet ayrımcılığı AB kapısını kapatır

9 Aralık 2003
<B>DEVLET </B>Su İşleri (DSİ), Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) ve Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) kadınlara ambargoya başlamış. Türk kadın girişimcilerin olağanüstü başarılarına tanık olduğum Almanya gezisinden sonra bu haber tokat etkisinde.

Peki ‘‘Kadınların dağ tepe dolaşmalarına, zor şartlarda çalışmalarına gönlümüz razı değil’’ diyen DSİ Genel Müdürlüğü’ne kadınların tepkisi ne?

Faksıma düşen tepki mesajlarından biri Doğru Yol Partisi GİK üyesi Fezal Gülfidan'dan.

Aynı zamanda KA-DER (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği) Merkez Yürütme Kurulu üyesi olan Fezal Gülfidan özetle diyor ki: ‘‘Türk kadını Cumhuriyetin ilk yıllarından beri at sırtında, katır sırtında köy köy ebe, öğretmen olarak dolaştı. Kaymakam oldu, vali oldu. Kadınları koruma zihniyetini tehlikeli bulmaktayız. Dünyada demokrasiden, çağdaşlıktan geri adım atan ülkeler işe kadınları kamusal alandan soyutlamakla başlamışlardır.’’

Fezal Gülfidan
, DSİ, DHMİ ve TMO'nun memur alımında başlattıkları cinsiyet ayrımcılığının Türkiye'nin altına imza attığı CEDAW'a aykırı olduğunu söylüyor.

Hatırlatmakta yarar var.

CEDAW, BM'nin kadına karşı ayrımcılığı önleme sözleşmesi.

Gülfidan bildirisinde, cinsiyet ayrımcılığının Avrupa Birliği uyum yasalarına da ters düştüğünü vurguluyor.

Uzun yıllar Kadının Statüsü'nde hizmet veren, BM'deki CEDAW görüşmelerinde Türkiye'yi temsil etmiş olan Ankara Üniversitesi öğretim görevlilerinden Selma Acuner de tam bu noktaya parmak basıyor.

‘‘Kadının korunmaya ihtiyacı yok, eşit haklara ihtiyacı var. Avrupa Birliği'nin genel felsefesi de bu: Eşit Haklar. DSİ'nin başlattığı uygulama müzakereleri etkiler ve AB'nin kapısını kapatabilir’’ diyor.

AB kadın ve erkek arasında eşit haklar meselesini o kadar önemsiyor ki bırakın parlamentolar, yerel düzeyde izleme komiteleri oluşturmuş.

Bizde henüz Meclis'te ‘‘Kadın Erkek Eşitliği İzleme Komisyonu’’ yokken, Almanya'daki yerel izleme komitelerinin sayısı 1600.

İngiltere'de yerel yönetimlerin yüzde 63'ünde izleme komiteleri mevcut.

DYP'nin dışında diğer partilerde tepki yönünden durum ne?

CHP İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu, geçen cuma günü biri Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'e diğeri kadından sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit'e olmak üzere Meclis'e iki soru önergesi verdiğini söylüyor.

Güldal Akşit'e sorulan sorular arasında DSİ'nin uygulamasını durdurmak için bir girimde bulunup bulunmadığı da var.

Akşit, soru önergesi verildiği gün Roma'daymış. Yanıtını bekliyoruz.

Kadınlar için böylesine önemli bir meselede parti kadın kollarının neden hep birlikte hareket etmediğini merak ediyorum.

Güldal Okuducu, TCK maddeleri görüşülürken böyle bir çağrıda bulunduğunu ancak geri dönüş almadığını söylüyor.

Ancak cinsiyet ayrımcılığına karşı birlikte tavır için yeniden çağrıda bulunacakmış.

Uygulamayı baştan beri protesto eden KA-DER de boş durmuyor bu arada.

KA-DER üyesi kadın mühendisler iş için DSİ'ye başvuracaklar.

İş başvuruları reddedildiği takdirde Birleşmiş Milletler'e kadar gidecekler.

Etnik Ekonomi


AVRUPA'da birkaç yıl önce ‘‘etik ekonomi’’ ya da ‘‘etik ticaret’’ diye bir akım başlamıştı.

Neydi bunun felsefesi?

Çocuk işçi çalıştırmamak, kadın erkek eşitliğini gözetmek, yaşam standartlarına uygun maaş ödemek gibi kriterlere uyan şirketlerle çalışmaktı.

Fransa'da ‘‘Etik Ekonomi’’kriterleri çerçevesinde üretilen ürünlerin satıldığı bir dükkandan alışveriş yaptığımı da hatırlıyorum.

Bu akım bugün hangi noktada?

Doğrusu bunu inceleme fırsatım olmadı.

Almanya'da yeni bir kavramdan söz edildiğini duydum: ‘‘Etnik Ekonomi.’’

Almanlar yabancıların ekonomiye katkılarını yeni fark etmeye başlamışlar ve bunu da ‘‘Etnik Ekonomi’’ diye adlandırmışlar.

Düşünün ki, önemli bir ekonomik sıkıntıda olan Almanya, yabancı göçmenlerin ekonomik potansiyelinin yeni yeni farkına varmaya başlıyor.

Pek çok şehirde ‘‘Etnik Ekonomi’’ seminerleri verilmeye başlanmış.

Ülkede sadece Türk işveren sayısı 56 bin 800.

Yıllık cirosu 26 milyar Euro, yatırımı ise 6.5 milyar Euro.

Günaydın Almanya.

Kadın mühendisler şimdi mi narin oldu


KA-DER Genel Yönetim Kurulu üyesi Esin Bozoğlu DSİ'de 10 yıl çalışmış.

1978-1980 arasında Antalya'da Oymapınar Barajı'nın şantiyesinde görevdeymiş. Anlattıklarına kulak verin:

‘‘Arazide yaz, kış demeden görev yaptık. Gerektiğinde lastik çizmeyi giydik, gereken yerde şık bakımlı olduk. Ne nazlandık, ne de iş beğenmezlik yaptık. Erkek meslektaşlarımızın hasta bahanesiyle bizden daha fazla rapor aldıklarına tanık olduk. Hayatım boyunca şantiyelerde çalışabilirdim.’’

Esin Bozoğlu
bir şeye daha dikkat çekiyor.

Arazide çalışan mühendisler, DSİ Genel Müdürlüğü'nün iddia ettiği gibi iş makinelerini kullanmıyor. Yani ‘‘narik yaratıklar’’ olan kadınların fiziken zorlanmaları da söz konusu değil.

Sadece çevre koşulları elverişsiz.

20-25 yıl önce arazide çalışan kadın şimdi mi narin oldu?
Yazının Devamını Oku

Kelly neden intihar etti

7 Aralık 2003
<B>DAVID Kelly</B>'nin cesedi geçtiğimiz 18 Temmuz’da Oxford yakınlarında bir tepecikte bulundu. Kelly biyolojik silahlar konusunda dünyaca ünlü, saygınlığı olan bir bilim adamıydı.

Birleşmiş Milletler'in silah denetçisi olarak 1996 yılında Saddam Hüseyin'in biyolojik silah programını ortaya çıkartan oydu.

Bu yüzden Nobel Barış ödülüne aday bile gösterilmişti.

Karyerinin zirvesindeyken bir BBC muhabiriyle geçtiğimiz mayıs ayında Londra'da bir barda yaptığı sohbetin sonunu hazırlayacağı kimin aklına gelirdi?

Oysa David Kelly'nin Charing Cross Oteli'nin barında Andrew Gilligan'a söyledikleri ilerde başını belaya sokacak cinstendi.

‘‘Blair Hükümeti'nin Irak'ta kitle imha silahları olduğuna ilişkin dosyası fazlasıyla abartılı. Kanımca manipule edilmiş. Irak'ın bu silahları elinde bulundurma olasılığı yüzde 30 dolayında...’’

Bu Gilligan'ın kaçırmayacağı bir haberdi kuşkusuz.

Nitekim BCC'nin bombayı patlatmasından sonra İngiliz ve Amerikan gazeteleri olayın üzerine balıklama atladılar.

‘‘Blair İngilizleri aldattı.’’

Çoğu gazete manşetten böyle duyuruyordu olayı.

Andrew Gilligan bilgileri kimden aldığı konusunda suskunluğunu korurken, basın köstebeğin peşine düşüyordu.

Bu arada BBC'nin başka bir gazetecisi Susan Watts, David Kelly'ye ulaşmaş, ağzından başka bilgiler almayı da başarmıştı.

Kelly'ye göre, Saddam aleyhinde kanıt peşinde olan Blair'in adamları kontrol edilmeyen ham bilgileri kullanmak hatasına düşmüşlerdi.

Watts bu konuşmayı teybe kaydetmişti.

Doğrusu, bilim adamının aklına gazetecilerle dikkatli konuşması gerektiği gelmemişti.

Zaten aklı Irak'a yapacağı yolculuktaydı.

Bağdat'a yaptığı birkaç haftalık geziden sonra Birleşmiş Milletler'deki bir toplantı için New York'a uçmuştu.

Dolayısıyla İngiltere'de kopan fırtınadan habersizdi.

Oysa İngiliz parlamentosu birbirine girmiş, gazeteci Gilligan bir komisyon karşısında ifade vermeye çağrılmıştı.

Gilligan haber kaynağının adını vermemişti ama ‘‘Irak'ın imha silahları bulundurma olasılığı yüzde 30’’ sözleri etrafta dolaşmaya başlamıştı.

Kelly'nin yakın çevresi ‘‘yüzde 30’’ saptamasının ona ait olduğunu biliyordu.

Bilim adamı ancak ABD dönüşü yani haziran ayı sonlarında durumun ciddiyetini fark etti.

Skandal tüm karyerini, geleceğini mahvedebilirdi.

Bağlı bulunduğu Savunma Bakanlığı’na mektup yazarak Andrew Gilligan ile buluştuğunu itiraf etti.

Ortalıkta dolaşan söylentilerle ilgisi olmadığını, Gilligan'ın yalan söylediğini iddia etti.

Kelly'nin mektubu Blair Hükümeti'nin eline müthiş bir fırsat vermişti.

Kanlı bıçaklı olduğu BBC'yi asılsız habercilikle suçlayabilirdi.

Alelacele şöyle bir bildiri hazırlandı: ‘‘Savunma Bakanlığı'nda çalışan biri, Gilligan ile buluştuğunu itiraf etti. Ancak gazelerdeki iddialar kendisine ait değil. Gazeteci yalan söyledi.’

Bildiriyi onaylayan Kelly'ye adının açıklanmayacağı vaat edilmişti.

Ne yazık ki vaat havada kalır.

Zira Kelly'nin adının basına sızdırılmasını isteyen bizzat Tonny Blair'dir.

İkinci darbe Dışişleri Jack Straw'dan gelir.

Irak dosyasıyla ilgili yakın çalıştığı Straw açıklamasında ondan ‘‘son derece vasat bir bilim adamı’’ diye söz eder.

Kelly'nin kariyeri, geleceği, saygınlığı her şeyi sıfırlanmıştır.

Parlamento komisyonu önünde ifade verdikten iki gün sonra hayatına son verir.

Kelly'nin ölümünde gizli ajanların parmağı olmadığı bugün artık net bir şekilde biliniyor.

Bilim adamının ölümünden sorumlu olanlar Blair Hükümeti ve basın.
Yazının Devamını Oku

Avrupalı kadın nasıl girişimci oluyor

5 Aralık 2003
<B>İSTANBUL</B> ile Berlin 1988 yılından beri kardeş şehir. Berlin'in 17 tane kardeş şehri var. Önümüzdeki 1 Mayıs'ta AB üyesi olmaya hazırlanan Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti'nin başkentleri de aynı aileden.

Berlin Belediyesi Avrupa Komisyonu'nun desteğiyle bu dört şehirdeki kadın girişimcilerin deneyimlerini anlattıkları bir konferans düzenlemiş.

Konferansa davetli olan Reyhan Gürtuna ile Berlin'deyiz.

Kadın Koordinasyon Merkezi'nin kurucusu olan Reyhan Gürtuna ve ekibi hem bu merkezin faaliyetlerini, hem de kadın el ürünlerinin pazarlanmasıyla ilgili yeni bir projeyi tanıtıyor.

Kadın Girişimciler Derneği KAGİDER'in Başkan Yardımcısı Yasemin Tutal da ekipte. O da bizim kadın girişimcileri anlatıyor.

Polonyalı, Macar ve Çek kadınların deneyimlerini dinlemek ufuk açıcı.

Macaristan’da sosyalist dönemde çalışan kadınların oranının yüzde 90 olduğunu öğreniyoruz.

Sistemin çökmesinden sonra iş alanlarının azalması nedeniyle oran yüzde 50'ye düşmüş.

Neticede işsiz kalan kadınlar biraz da çaresizlikten girişimci olmuşlar.

Şimdi ülkedeki girişimcilerin yüzde 40'ı kadın.

Avrupa da ilginç bir tablo var: Kuzeyden güneye doğru kadın girişimci sayısı çoğalıyor.

Zor şartlar, işsizlik kadınları girişimci olmaya itmiş.

Konferansta Avrupa Komisyonu'nda kadın girişimcilerin desteklenmesi için neler yapılması gerektiği de gündeme geliyor.

Anahtar sözcük telaffuz ediliyor: Lobicilik.

Avrupa Komisyonu'nda kadın girişimcilerin lobicilik faaliyetlerini destekleyecek üst düzey beş kadınına ulaşmanın yollarını dinliyoruz.

Berlin Belediyesi'nin düzenlediği bu konferans AB üyeliğine hazırlanan ülkelerde neler olup bittiğini öğrenmek için son derece yararlı, ancak beni bu gezide en çok etkileyen Berlin'deki Türk kadın girişimcilerinin hikayeleri.

Türk müziğine Berlin Filarmoni kapısını açtı

HALİME Karademirli, Berlin Türk Musikisi Özel Konservatuvarı'nın sahibi ve yöneticisi.

Kocası Nuri Karademirli, 1960'lı yıllarda İzmir Radyosu sanatçılarından.

Berlin'de Türkler'in yoğun olarak yaşadıkları Kreuzberg'deki konservatuvar beşinci yılını doldurmuş.

Müfredatı İstanbul Konservatuvarı müfredatıyla aynı.

300 öğrenciye klasik, halk musikisi eğitimi veriliyor. Bağlama, ud, kanun gibi enstrümanlar öğretiliyor.

Öğrenciler arasında bu çalgıları öğrenmek isteyen Almanlar, Amerikalılar da var.

Mesela Amerikalı bir öğrenci haftada iki gün Hamburg'dan geliyor.

Konservatuvarda Türkiye'den gelenlerle birlikte 16 hoca eğitim veriyor.

Bir bahçeyi geçerek girdiğiniz binanın odalarına ünlü Türk bestekárlarının isimleri verilmiş.

Halime Karademirli konservatuvarın nasıl zorluklarla kurulduğunu anlatıyor.

‘‘Kimseden bir destek görmedik. Burayı kurmak için her şeyimizi ortaya koyduk. Cihangir'deki evimi satmak zorunda kaldım’’ diye anlatıyor.

Konservatuvar için gerekli izinleri almak için Alman makamların karşısına çıktığında inanılmaz şeyler duymuş: ‘‘Biz Türkleri entegre etmeye çalışıyoruz, oysa sizin yaptığınız iş kültürünüzü yaymak.’’

Konservatuvarın verdiği diploma Alman yasalarına göre geçersiz.

Diploması tanınmadığı için de Alman özel okullarına tanınan kolaylıklardan yararlanamıyor.

Berlin Senatosu özel okulların giderlerinin yüzde 90'ını karşılıyor ama Türk Konservatuvarı bunun dışında kalıyor.

Halime Karademirli, günlük işlerini bitirdikten sonra geceleri internetin başında.

Yeni çıkan Alman yasalarını inceliyor, avukatlara danışıyor.

‘‘Diplomanın tanınması için mutlaka yol vardır’’ diye düşünüyor.

Karademirli azimli... Konservatuvarın resmen tanınmasından sonra sıra üniversiteye gelecek.

Belki de Avrupa'da başka konservatuvarlar Berlin'dekini izleyecek.

Şükür ki, sanat çevreleri Alman yasaları kadar katı değil.

Konservatuvarın çalışmalarını yakından izleyen Berlin Filarmoni konserler için kapılarını öğrencilerine açmış durumda.

İlk konser geçtiğimiz ay yapılmış, ikincisi mayısta.

Üstelik dinleyicilerin yarısından fazlası Alman imiş.

Doğu Almanlara döneri sevdiren kadın

BERLİN Başkonsolosu Aydın Durusoy'un eşi Semra Durusoy vasıtasıyla tanıdığımız bu kadınların ortak özellikleri şu: Berlin'de yabancı olarak önlerine dikilen engelleri aşmak için yıllarca uğraşmışlar ve başarmışlar.

Hem de neler başarmışlar.

Berlin'e pedagoji ve tiyatro eğitimi için gelen ancak hukuk fakültesini bitirerek, şimdi yaşlı yabancıların haklarını koruyan bir derneğin üst düzey yöneticisi olan Derya Wrobel'in dediği gibi: ‘‘Dışlandığımız için Almanlardan daha başarılı olmak zorundaydık.’’

Kendilerini başarılarıyla kanıtlamak bir yana, Türk kültürüyle Alman kültürü arasında bir köprü de oluşturmuşlar.

Birinci başarı öyküsü Doğu Almanlara döneri sevdiren Şaziye Kaplan'ın öyküsü. Berlin'de eşiyle birlikte pazarlarda zeytin ve peynir satarak iş hayatına atılan Şaziye Kaplan'ın şirketi şimdi Avrupa'nın her ülkesine döner satıyor.

Pazarcılıktan kazandıkları parayla bir döner büfesi açmak fikri Şaziye Kaplan'dan çıkmış.

‘‘Berlin Duvarı'nın yıkılmasından hemen sonra Doğu Berlin'de Aleksanderplatz'ın hemen yanıbaşında açtığımız büfeyle Doğu Almanlara döneri tanıttık. İşler iyi gidince 6 yıl sonra yine o bölgede bir döner imalathanesini devreye soktuk’’ diye anlatıyor.

Günde 3 ton üretim yapan döner imalathanesi üç yıl önce Berlin'in batı tarafına taşınmış.

‘‘İspanyollar dahi bizim döneri tanıyor’’ diyen Şaziye Kaplan hem fabrikanın işleriyle ilgili, hem iki lokantasının başında.
Yazının Devamını Oku

400 sayfalık rapora 750 milyon fazla mı

2 Aralık 2003
<B>İSTANBUL </B>Sanayi Odası'nın (İSO) <B>‘‘Sürdürülebilir Rekabet Gücü-Geleceği Yakalamak’’</B> başlığı altında düzenlediği iki günlük kongre yarın başlıyor. İSO Yönetim Kurulu Başkanı Tanıl Küçük, iki hafta önce gazetecileri bir akşam yemeğinde bir araya getirdi ve kongrenin daha verimli geçmesi için neler yapılabileceğini tartışmaya açtı.

Ortaya atılan fikirleri defterine not etti.

Yurtdışında olacağım için İSO'nun bu yıl ikincisini düzenlediği kongreye katılamayacağım.

Dilerim, kongrede verilen mesajlar yerlerine ulaşır.

O gece tekstil, deri ve başka sektörlerde Türkiye'nin en büyük rakibi haline gelen Çin'in tartışılıp tartışılmayacağını sormuştum.

Kongrede Çin de gündeme gelecekmiş.

Dış basında Çin rekabeti meselesinin ne kadar sıklıkla gündeme geldiğini gördükçe doğrusu bizde Çin'e gereken önemi vermediğimiz kuşkusunu taşıyorum.

İşte tam bu noktada sözü, Çin'in rekabetine değinen bir rapora getireceğim.

Rapor ‘‘Tekstil ve Hazır Giyim Endüstrisi için Sürdürülebilir Gelişme’’ adını taşıyor.

CAT yani Competitive Advantage of Turkey (Türkiye'nin Rekabet Avantajları) Grubu tarafından hazırlanmış.

CAT, Koç Holding Bilgi Grubu Başkanı Ali Koç tarafından kurulmuş.

Türkiye'nin dünya pazarlarında rekabet edecek güçte olan sektörleriyle ilgili çalışmalar yapıyor.

Genel Koordinatörü Hakan Çiftçi.

Yukarıda sözünü ettiğim rapora dönersek tam 400 sayfa ve 14 bölümden oluşuyor.

Çiftçi'ye göre daha çok bir rehber niteliğinde.

Aralarında Kadir Has Üniversitesi, Harvard Üniversitesi, OECD, İSO, Dünya Bankası gibi kurumların da bulunduğu 23 kurum tarafından desteklenmiş.

25 kişiyle, 7 ayda tamamlanmış ve yaklaşık 30 milyar harcanmış.

Hakan Çiftçi'ye raporu şimdiye kadar kaç kişinin ya da şirketin aldığını soruyorum.

Aralarında Sanko, Mavi Jeans'in de bulunduğu şirketlerin sayısı 10'u geçmiyor.

Bazı kurumların raporu istedikleri ancak 750 milyon lirayı duyunca almaktan vazgeçtiklerini söylüyor Çiftçi.

‘‘Rapora emek harcandı, bedeli olmalı’’
diye parasız verilmesine karşı çıkan Ali Koç olmuş.

Çiftçi'ye göre, yurtdışında, sayfa sayısı çok daha az olan bu tür raporlar 2-3 bin Euro'dan aşağı değil.

Raporla ilgili görüşlerine başvurduğum Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Başkanı Umut Oran'a göre, rapor fazla akademik.

Hem saha çalışması eksik, hem 15 milyar dolarlık bir ihracat gerçekleştiren sektörün oyuncularına yer verilmemiş.

Olabilir.

Ama yine ben merak ediyorum: Dünya pazarında rekabet etmek isteyen bir şirket için değerli bilgiler içeren bir rapora 750 milyon ödemek fazla mı?

CAT adını değiştiriyor


ALİ Koç'un Harvard Üniversitesi'nden, rekabet teorisyeni Profesör Michael Porter'dan esinlenerek kurduğu CAT isim değişikliğine gidiyor.

Hakan Çiftçi'nin verdiği bilgiye göre, bundan böyle adı Ulusal Rekabet Araştırmaları Kurumu yani kısaca URAK olacak.

URAK yakın bir gelecekte KOSGEB yani ‘‘Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı’’ ile işbirliği halinde bölgesel kalkınmaya yönelik projeler üretecek.

Şevardnadze, kendisini deviren Soros'tan para istemiş


GÜRCİSTAN'ın devrik cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze ‘‘Beni Batı devirdi’’ diye yakınmış.

Sanıyorum, Şevardnadze'nin esas göstermesi gerektiği doğru adres Amerikalı finansör George Soros.

Şevardnadze
'nin iktidardan uzaklaştırılmasında Kmara adındaki öğrenci hareketinin payı büyük.

Sırbistan'da Miloseviç'i deviren Otpor Hareketi'nden esinlenmiş olan Kmara'nın en büyük destekçisi kim?

Elbet George Soros.

Otpor Hareketi'ni de finanse eden Soros, tam bir yıl önce Budapeşte'te Orta Avrupa Üniversitesi'nde bir konferans sırasında etrafındakilere Şevardnadze'nin artık iktidardan uzaklaşması gerektiğini söylemiş.

Bu bilgileri Le Monde Gazetesi'ne konuşan, Kmara'nın beyni, Kakha Lomaia'dan öğreniyoruz. Soros Vakfı'nın yöneticilerinden olan Lomaia'ya göre, Şevardnadze üç yıl önce Soros'a başvurup yolsuzlukla mücadele programını finanse etmesini istemiş.

Soros kabul etmiş ancak Gürcistan Cumhurbaşkanı'nın yolsuzlukla mücadelede hiç yol almadığını görünce verdiği destekten pişman olmuş.

Daha sonra yaklaşık 2 bin aktif militanı olan Kmara Hareketi’ne yönelmiş.

Bush'un muhaliflerini de finanse etmeye karar veren Soros her taşın altından çıkıyor.
Yazının Devamını Oku

88 yaşında hayata sıfırdan başlamak

30 Kasım 2003
<B>DOKUZ</B> günlük tatilde, yaralarını sisle tedavi etmeye çalışan İstanbul ile başbaşaydık. O yaralı, biz hüzünlü.

Ne olup bittiğini anlamak, kendinle hesaplaşmak, hayatı sorgulamak için tam dokuz gün.

En büyük kaçış belki de okumak.

İstanbul'un dışından sesleri dinlemek, bizimkilerden başka hayatlara dalmak.

Paylaşmak istediğim, Le Monde'dan okuduğum Fransız grafiker, ressam Andre François'nın hikáyesi.

Andre François, 1915 doğumlu, yani 88 yaşında.

Budapeşte'de Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun olduktan sonra 1934 yılında elinde bir bavulla Paris'e geliyor.

Dergiler için çizmeye başladığı yıl 1939.

İngiliz karısı ve iki çocuğuyla zor geçen savaş yıllarını, Fransız sanatçılarla sıkı işbirliği içersine girdiği yıllar izler.

Aragon, Jacques Prevert ile ortak kitap çalışmaları, bizzat kaleme aldığı ve resimlerini çizdiği çocuk kitapları derken sıra afişlere gelir.

1960'lı yıllarda Citroen için çizdiği afişle Andre François ününün doruğundadır.

İngiliz Punch, Atlantik'in diğer yakasındaki The New Yorker dergileri de François'ya kapılarını açarlar.

Her ne kadar reklam ve medya dünyası rahat yaşamasını sağlasa da da Andre François'nın aklı resim ve heykeldedir.

İşte bu yüzden 1960'lı yılların sonlarından itibaren bunlara da ağırlık vermeye başlar.

Mimar oğlu tarafından inşa edilmiş, büyük bir bahçenin içersindeki atölyesinde resimler ve heykeller birikir.

Medyadan iyi kazandığı için eserlerini galerilerde sergilemek gibi bir kaygısı da yoktur.

Sanatçı kimliğini kanıtladığı bir alan vardır nasılsa.

Andre François pek cimridir. Ürettiklerinden ayrılmayı hiç sevmez.

Fransız ve yabancı müzelerden gelen teklifleri her seferinde geri çevirir.

Görenlere göre, atölyesi ‘‘Ali Baba'nın Mağarası’’nı andırır.

Resimler, heykeller, afişler her şey burada yığılıdır.

Ve bundan tam bir yıl önce, yani 2002 yılı aralık ayında, sanatçının atölyesinde büyük bir yangın çıkar.

Andre François'nın kırk yıllık emeği bir anda yok olur.

Resimleri, plastik ve tahta heykelleri her şey kül olur.

Eski bir dostuna bakarsanız, sanatçı yangından sonra tam iki ay bir hayalet gibi etrafta dolaşmış. İki ay sonra ‘‘hayat devam ediyor’’ diyerek kolları sıvamış ve sıfırdan tekrar üretmeye başlamış.

Bugünlerde yolunuz Paris'e düşerse eğer, 88 yaşındaki Andre François'nın Forney Kütüphanesi'nde sergilenen afişlerini görebilirsiniz.

Ömrü, yangında yok olan eserlerini yerine koymaya yetecek mi bilmem.

Bildiğim bir şey var: O da Andre François'nın hikáyesinin hayatı bir anda anlamsız bulanlara iyi bir cevap olduğu.

Bir de ‘‘bu yaşta artık ne olur’’ diyenlere.

Bu yazıyı seramik yapmanın ve çocuk kitaplarını resmetmenin hayallerini kuran 70'lerindeki anneme ithaf ediyorum.
Yazının Devamını Oku

Branson bizim işadamlarından hızlı davrandı

28 Kasım 2003
<B>MİLLİYET</B> Gazetesi'nden Meral Tamer, birkaç günden beri 9 günlük bayram tatilinin ekonomiye verdiği zararı anlatan yazılar yazıyor. Tamer'in vurguladığı gibi, işin bir de trafik kazaları boyutu var.

Tatil süresi uzadıkça ölümlü trafik kazalarının çoğalması kaçınılmaz.

9 günlük Şeker Bayramı tatilinin başka önemli bir tahribatı da şu:

İstanbul'daki bombalı saldırılardan sonra dışarıya tepki ve güven mesajları vermekte geciktik, gecikiyoruz.

Oysa böyle durumlarda anında tepki gerek.

Dün sabah internetten yabancı gazetelere göz atarken Fransız Liberation gazetesinde şöyle bir resim:

Silahlı bir güvenlik görevlisi, sanırım Beyoğlu'nda bir barikatın önünde nöbette.

Arkasında kaygılı bir kalabalık.

Şu an, İstanbul'un batıya yansıyan yüzü böyle.

Dehşet görüntülerinden sonra şimdi korkulu, gergin bir şehrin görüntüsü.

Avrupalının, Amerikalının gazeteyi açınca gördüğü şeyler bunlar.

Biz ne yaptık?

Vatandaşlarına ‘‘Türkiye'ye gitmeyin’’ uyarısında bulunan ülkelere anında tepki vererek aklı başında mesajlar göndermek yerine, savunmada kaldık.

Kızdık, alındık.

Arkasından bir de şu UEFA meselesi çıktı.

Allah'tan şu eksantrik işadamı, Virjin'in patronu Richard Branson çıktı da ‘‘Türkiye'ye haksızlık yapıyorsunuz. İngiltere'nin de başına böyle bir bombalama olayı gelseydi ve Türkiye vatandaşlarına İngiltere'yi yasaklasaydı hoşunuza gider miydi?’’ dedi.

Gönül isterdi ki, Avrupa'yı iyi tanıyan, AB için lobi yapan, oradaki iş çevreleriyle ilişkileri olan işadamlarımız batılı gazetelere Branson'dan önce bu tür açıklamalar yapsın.

‘‘Türkiye'ye haksızlık yapıyorsunuz’’ desin

Ama ne yazık ki böyle olmadı. Araya bayram tatili girdi.

Yaşadığımız kritik günlerden sonra 9 günlük tatil, büyük talihsizlik.

Avrupa ekonomisi

EKONOMİK
ve Kalkınma İşbirliği Örgütü (OECD), iki gün önce bir rapor yayınlıyor.

Raporun Türkiye'yle ilgili bölümünü dünkü gazetelerde okudunuz.

Gelelim dünya ekonomisini ilgilendiren bölümüne.

OECD'nin baş ekonomisti Jean Phillip Cotis'in raporuna göre dünya ekonomisi iki yolda.

Sanayileşmiş 30 ülke bu yıl yüzde 2'lik bir büyüme kaydedecek.

2004 yılı için öngörülen oran yüzde 3.

2005 oranı ise yüzde 3.1.

Dünya ekonomisindeki iyileşmenin lokomotifi Amerikan ekonomisi.

Raporun sürprizi ise, neredeyse 10 yıldan beri durgunlukta olan Japonya.

Yeni yatırımlar ve ihracatın canlanması, Japon ekonomisinin iyileşme trendine girmesine yol açmış.

Peki ya Avrupa?

Ekonomisi neden diğer ekonomiler kadar hızlı toparlanamıyor?

Cotis diyor ki:

‘‘Euro, Avrupa ekonomisinin üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sallandıkça sıkıntı devam eder.’’

Güçlü Euro karşısında zayıf Dolar, Avrupa ekonomisinin bir sıçrama yapmasının önünde engel.

Yine Cotis'e göre, Avrupalı şirketlerin ağır borç yükü, yeni yatırım yapmalarına olanak vermiyor.

Euro alanı için bu yıl yüzde 0.5'lik, 2004 için yüzde 1.8'lik büyüme öngörülmüş.

Avrupa ekonominin ağır aksak gitmesinin bir nedeni de Almanya ve Fransa yüzünden ağır yara alan İstikrar Paktı.

Euro kullanan ülkelerin imza atmış oldukları bu İstikrar Paktı, bütçede kamu açığının yüzde 3'ün üzerine çıkmasını yasaklıyor bildiğiniz gibi.

Yasağa uymayan iki ülke var:

Almanya ve Fransa.

OECD raporu, bu ülkelerden 180 derecelik yapısal reformlar bekliyor.

Raporun yayınlanmasından tam 1 gün önce, Brüksel'de İstikrar Paktı üzerinde kopan fırtınadan sonra Fransa ve Almanya gereken önlemleri almayı vaat etmişler.

Hatta ilk kez kamu harcamalarının altı ayda bir Avrupa Komisyonu'nun kontrolünden geçmesine razı olmuşlar.

Göreceğiz vaatlerini tutup tutmayacaklarını.
Yazının Devamını Oku

Kadınların yüzüne bakmayan adam

23 Kasım 2003
<B>CARMEN</B> <B>Bin Ladin </B>dokuz yıl <B>Usame Bin Ladin</B>'in kardeşi <B>Yeslam Bin Ladin </B>ile evli kalmış. Evliliğini ve Bin Ladin klanıyla Cidde'de yaşadığı günleri anlattığı kitabın adı ‘‘Puslu Krallığın Yüzü’’.

Kardeşini ziyarete gelen Usame'nin karşısına peçesiz çıktığı günü şöyle anlatıyor: ‘‘Kapıyı açtığımda Usame karşısında beni görünce dondu. Yüzüm açıktı ve ev kıyafetiyleydim. Usame peçesiz yüzüme bakmamak için yüzünü hızla çevirdi...’’

Carmen
'e göre, Usame Bin Ladin, peçesiz yüzüne bakmak bir yana kendisiyle asla bir kelime dahi konuşmamış.

İsviçreli zengin bir işadamıyla İranlı bir aristokratın kızı olan Carmen Dufour ile Yeslam Bin Ladin'in hikayesi 1970'li yılların ortalarında Cenevre'de başlıyor.

Schubert'in senfonileriyle hızlı arabalara meraklı olan Yeslam Bin Ladin, kısa sürede sevgilisinin başını döndürmeyi başarıyor.

Carmen Dufour, pahalı hediyeler, özel uçakla seyahatlerden sonra evlilik teklifini reddedemiyor.

Yeslam'ın babası Şeyh Muhammed'in 22 karısı, 25 erkek kardeş ile 29 kız kardeş Carmen'in gözünü korkutmuyor.

Cidde'de yaşamayı göze alıyor.

Bin Ladin ailesi fertlerinin yaşadıkları mahallede yaşam kısa sürede kabusa dönüşüyor.

Peçesiz sokağa çıkmak yok, bahçede güneşlenmek yok.

Aklına estiği zaman alışverişe çıkmak yok.

Acil durumlarda evin erkek hizmetkárları çarşıya gidiyor ve iki bavulla dönüyor.

Beğendiğini seçiyorsun, kalanlar dükkana geri gönderiliyor.

‘‘Sadece Bin Ladin ailesinin kadınlarıyla temas kurup, konuşabiliyordum. Hayatlarında bir tek kitap dahi okumamış, erkeklerin ev hayvanları kadar değer vermedikleri kadınlarla tek bir ortak yanım yoktu’’ diye anlatıyor.

Usame Bin Ladin ile ilk karşılaşması bu aile toplantılarında oluyor.

Henüz yirmili yaşlarında olan Usame Bin Ladin o dönemde Kral Fahd'ın gözdesi.

Afganistan'da savaşmış, herkes ona kahraman gözüyle bakıyor.

Kim bilir... CIA ile ilişkilerinden çoğu aile fertleri habersiz.

Carmen Bin Ladin'e göre, o dönemlerde kayınbiraderi karizmasıyla aile içerisinde saygın, önemli bir konumda.

Peki ya şimdi?

Carmen Bin Ladin, Usame'nin Suudi Arabistan vatandaşlığından çıkarıldığı, ailesinin ona sırt çevirdiği iddialarını pek de önemsemiyor.

‘‘Batı'nın anlamadığı bir şey var’’ diyor. ‘‘Klan bağları kutsaldır. Bin Ladin ailesinin bir ferdi asla bir kardeşine ya da kuzenine sırtını çevirmez.’’

Kitabında şu Suudi deyişine de yer veriyor: ‘‘Ben ve kardeşim kuzenime karşı ama ben ve kuzenim yabancıya karşı.’’

Bilin ki, kadınların yüzüne bakmayan adam kadınların özgür olduğu dünyaya karşı açtığı savaşta yalnız değil.
Yazının Devamını Oku

Bu gece ışık kapama açma eylemi olacaktı

21 Kasım 2003
<B>BU</B> gece saat 18.00'de sinagog patlamalarında ölenlerin anısına bir dakikalık ışık kapama açma eylemi yapılacaktı. Dolaşan e-postalarda deniyordu ki; ‘‘Kadir Gecesi müslümanlar camilerde ölenlerin tümü için mevlit okusun. Yahudi, hıristiyanlar ölenleri ansın, dua etsin. Patlamaların olduğu yerlere çiçekler bırakalım. Hadi ülkem kucaklaşalım.’’

Dayanışma içersinde teröre tepkiye çağırıyordu e-posta.

Terör herkesten çabuk davrandı.

Bu gece 18.00'de ışıklarımızı yakıp söndüremeden İstanbul bir kez daha sarsıldı.

Bombaların patladığı yerler her gün geçtiğimiz yerler.

Hepimizin, çocuklarımızın, yakınlarımızın kullandığı güzergáhlar.

Daha önceki gece Beyoğlu'nda, İstiklal Caddesi'nde yeni Yunan Konsolosluğu'nun binasında Konsolos Panos Kalogeropulos'un veda davetine katılmıştık.

Neler oluyor?

İstanbul 20 yıl öncesini, o meşum terör günlerini tekrar mı yaşayacak?

Beş gün arayla İstanbul'daki bu büyük patlamalar artık listeye alındığımızı mı gösteriyor?

Bush'un 11 Eylül'den sonra izlediği tutarsız, gözü kara politikanın bedelini biz de mi ödüyoruz?

Avrupa Sosyal Forumu'nda bir CHP'li

DAHA adil bir dünya ve daha adil bir Avrupa isteyen 80 bin kişinin, ‘‘Avrupa Sosyal Forumu’’ için üç gün Paris'te toplandıklarını yazmıştım.

Toplantıya bazı Türkler de katılmış.

Listeyi tam olarak bilemiyorum ama sanırım tek Türk politikacı CHP'li Gülsüm Bilgehan Toker.

Telefonla görüştüğüm Toker'e ‘‘Avrupa Sosyal Forumu’’yla ilgili izlenimlerini soruyorum.

Toker, Paris'te Avrupa Konseyi'nin kadın erkek eşitliğiyle ilgili bir toplantısına CHP'nin temsilcisi olarak katılmış.

Sabah bu toplantıdan sonra öğleden sonra Bobigny'de ‘‘Avrupa Sosyal Forumu’’nun yeni Avrupa Anayasası'yla ilgili oturumunu izleme fırsatını bulmuş.

‘‘Katılanların çoğunluğu gencecik insanlardı. Neo liberal ekonomik politikaları sorgulayan, bunlara karşı başka politikalar üretilmesini isteyenlerin buluştukları renkli bir platformdu’’ diye anlatıyor.

Toker'in katıldığı toplantının en önemli siması Avrupa Parlamentosu üyesi Fransız sosyalist parlamenter Harlem Desir.

Desir, aynı zamanda Porto Alegre'de dünya parlamentolar forumunun organizatörlerinden.

Fransız siyahi bir politikacı.

Globalleşme fırtınası karşısında sosyal devletin sağlam durması, gelişmekte olan ülkelerin borçlarının silinmesi gerektiğini düşünenlerden.

Toker'e göre ‘‘Avrupa Sosyal Forumu’’nda seslerini duyuranlar daha fazla Yeşiller ve Komünistler.

Fransız Sosyalist Partisi'nin bugünkü açmazından söz ederken Toker, Türk solunu ima ederek ‘‘Bizden beter durumdalar’’ diyor.

Peki CHP içersinde ‘‘altermondiyalist’’ hareketine kendilerini yakın görenler var mı?

Toker CHP'de bu harekete ilgi duyanlar arasında Yakup Kepenk'in adını sayıyor.

Söz dönüyor dolaşıyor dünyada ve Avrupa'da değişim diyenlerin genellikle gençler olduğuna geliyor.

Değişimin, dinamizmin motoru onlar.

CHP'nin bir türlü kendisine çekemediği gençler.

TÜGİAD'dan ‘Kültürel Zenginliklerimiz’

TÜGİAD (Türkiye Genç İşadamları Derneği) Başkanı Hayati Kaya ile konuşmamız patlamalardan tam yarım saat önce.

TÜGİAD Avrupa Genç İşadamları Konfederasyonu üyesi 10 yıldan beri.

Konfederasyonun 10 ülkeden 35 bin üyesi mevcut.

Hayati Kaya, halen Konfederasyon'un Başkan Yardımcısı.

Avrupa Genç İşadamları Konfederasyonu'nun bugün Brüksel'de Avrupa Konseyi Başkanı Romano Prodi'ye sunacağı rapora TÜGİAD da bir bölüm eklemiş. ‘‘Yeni Avrupa'da girişimcilik’’ başlığını taşıyan raporda Hayati Kaya'nın sunacağı beş sayfalık bölüm ‘‘Türkiye'nin Kültürel Zenginliği’’ başlığını taşıyor.

Hayati Kaya'nın e-posta ile gönderdiği konuşmaya bir göz atıyorum. Kültürel çeşitliliğin Avrupa'yı zenginleştireceği ve girişimciliğe katkıda bulunacağı vurgulanmış. AB bu sese kulak versin.
Yazının Devamını Oku