26 Aralık 2003
<B>UNESCO</B> üst düzey yetkilileri Zeugma'da son durum nedir diye ta Paris'ten kalkıp Gaziantep'e gelmiş. Gaziantep'deki Tilmen Lokantası'nda masanın etrafındakiler şöyle:
UNESCO'nun Kültürden sorumlu Genel Direktör Yardımcısı Mounir Bouchenaki, UNESCO Projelerden sorumlu Başkan Yardımcısı Minja Yang, UNESCO Büyükelçimiz Bozkurt Aran (Tahran'a atandı), Gaziantep Valisi Lütfullah Bilgin, Büyükşehir Belediye Başkanı Celal Doğan, Kültür Bakanlığı Kültürel Değerler Daire Başkanı Sermin Özduran, Zeugma kazılarını başından beri takip etmiş olan arkeolog Mehmet Önel.
Bir de bu insanları biraraya getirmeyi başarmış olan, Zeugma tutkunu Gaziantep Sabah Gazetesi'nin sahibi Aykut Tuzcu.
Gazetemizin ‘‘Merhaba Türkiye’’ projesinde temsil ettiğim şehirlerden biri de Gaziantep.
UNESCO'nun buraya ziyaretini önceden bildiğim için aynı tarihlerde buradayım.
Bir taşla iki kuş.
Hem çok sevdiğim Gaziantep'i yazma, hem Zeugma'daki son gelişmeleri yakından öğrenme fırsatı.
Masada bir yanımda Minja Yang, diğer yanımda Mounir Bouchenaki.
Bouchnaki ile Yang sabah iki gün boyunca gezdikleri, gördükleri Zeugma kalıntılarına hayran kalmışlar.
Hele mozaikler.
Bouchenaki bu konuda kesin konuşuyor: ‘‘Zeugma dünyanın bir numaralı antik kenti.’’
Zeugma antik kentinin yüzde 14'ü Birecik Barajı nedeniyle sular altında kalmış.
Sular altında kalanın yüzde 10'u kurtarılmış.
Yani halen suda yüzde 4'lük bir bölüm var.
Bouchenaki, 44 mozaiğin kurtarıldığını, 9 tanesinin su altında kaldığını söylüyor. ‘‘Bunların da hemen kurtarılmaları gerek’’ diyor.
Kendisi de arkeolog olan Bouchenaki, halen yüzde 80'i kazılmamış olan Zeugma için bakın neler öneriyor?
ÊAntik şehrin uzaydan görüntülenmesi.
ÊUluslararası bir Zeugma semineri.
ÊTüm bilgi ve belgeleri biraraya getirecek bir merkezin oluşturulması.
ÊKazılar ve istimlak edilecek bölge için uzun vadeli bir eylem planı.
ÊVe elbet bir mozaik müzesi.
Peki UNESCO'nun katkısı ne olacak?
Zeugma kazıları yıllar sürecek uzun soluklu bir proje olacağı için finansörler bulmak şart.
İşte bu noktada UNESCO bir nevi koordinatörlük üstlenerek , AB fonlarını harekete geçirecek, finansörler bulacak.
Yılbaşı tatilinden hemen sonra bir Zeugma raporu hazırlayıp temaslarına başlayacak.
UNESCO'nun da devreye girmesi Zeugma için büyük bir şans.
Bu arada belirtmekte yarar var; iki yıllık bir sessizlik döneminden sonra Gaziantepliler de bu antik şehir için kolları sıvamış durumdalar.
Vali Lütfullah Bilgin, kazıların yeniden başlaması için Özel İdare'den 300 milyar lira temin etmiş.
Feci durumda olan Gaziantep Müzesi'nin hemen yanıbaşında inşaatı ta 1991 yılında başlamış olan ek binanın bitirilmesi gündemde.
Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer, Sanko Grubu yeni bir müze için arayışlar içersinde.
Bouchenaki'nin önermiş olduğu uluslararası seminer önümüzdeki nisan ayında Gaziantep'te yapılacak. Ardından Prof. Nurhan Atasoy'un düzenleyeceği mozaik sergisi açılacak.
Uzun lafın kısası Zeugma'nın kaderi değişecek gibi görünüyor.
Tüp geçit altındaki eserler ne olacak
UNESCO ekibiyle sadece Zeugma'yı konuşmadık.
UNESCO'nun kültür mirasından çıkartılmak tehdidiyle karşı karşıya olan İstanbul da geldi gündeme.
Minja Yang, 1996 Habitat Zirvesi için geldiği İstanbul'a aşık olmuş.
‘‘Habitat için şehre binlerce kişi geldi. Gezdiler, gördüler, geri döndüler ve İstanbul'u unuttular’’ diyor.
İstanbul'dan müthiş etkilenen Minja Yang, döner dönmez Balat-Fener projesini başlatmış.
Bu proje için istenen 7 milyon Euro'luk fon yeni gelmiş.
200 evin restore edileceğini belirten Yang sohbetin bir yerinde sözü ‘‘tüp geçit’’ projesine getiriyor.
Biliyorsunuz Japon kredisinin kullanılacağı ‘‘tüp geçit’’ projesinin 2004 yılının ilk aylarında start alması bekleniyor.
Proje Gebze-Haydarpaşa, oradan Sirkeci-Halkalı'ya uzanacak.
Çalışmalardan resmen arkeolojik bir hazine üzerinde yatan tarihi yarımada etkilenecek.
Minja Yang müthiş kaygılı.
‘‘Marsilya, Roma gibi tarihi şehirlerin deneyimlerinden yararlanmak gerek’’ diyor.
Japonlar'ın tarihi yarımadadaki arkeolojik eserlerin kurtarılması için 2,5 milyon dolarlık bir kredi vermeye hazır.
Ancak Turizm ve Kültür Bakanlığı yetkililerinden öğrendiğime göre, eğilim böyle bir borç yükünün altına girilmemesi yönünde.
Tüp geçit çalışmaları sırasında İstanbul Arkeoloji Müzesi destek verecekmiş.
Yazının Devamını Oku 
23 Aralık 2003
<B>ANADOLU </B>yakasında, Fenerbahçe'den Bostancı'ya uzanan sahil şeridinin hüzünlü bir hikayesi var. Şeridin Caddebostan'a kadar olan kısmı 10 yılı aşkın bir süredir yapılıyor, bozuluyor.
Sahil ilk kez düzenlendiğinde ‘‘Bisiklet yolu’’, ‘‘Koşu yolu’’ diye lanse edilen parkurlar diz boyu çamur yüzünden bugün kullanılmaz halde.
Tabelalar sürekli sökülüyor.
Yenileri geliyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 550 projesi arasında yer alan sahildeki plajlar bakımsız.
Sahil şeridinden sorumlu olan Park ve Bahçeler Müdürlüğü'ne arada sırada telefon ediyorum.
Cevap hep aynı: ‘‘Bundan sonra daha iyi olacak.’’
Kimbilir kaç müteahhit firma işi alıp, bitirmeden bırakmış.
Müteahhit firmalardan bitmeyen işlerin hesabı neden sorulmuyor, neden firmalara denetim yok soruları çoğu kez yanıtsız.
Sanırım en son onbeş gün önce böyle bir konuşma daha yaptım.
Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nü bir yana bırakın...
Peki bu sahil şeridini her gün kullanan insanlar acaba ne yapıyor?
Tepkilerini kime dile getiriyor ya da getirmiyor?
Yarım saatlik sabah yürüyüşünde kafamda evirip çevirdiğim bu sorularla örtüşen bir kavram var:
‘‘Aktif Yurttaşlık’’...
Cumartesi günü TÜSES Vakfı'nın (Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı) ‘‘Yerel Seçimler ve Yerel Yönetim Reformu’’ panelinin konuşmacıları arasında olan Sabancı Üniversitesi'nden Ersin Kalaycıoğlu'na göre ‘‘aktif yurttaş’’ kavramı bize yabancı.
‘‘Belediye başkanını seçiyoruz, sonra her şeyi ondan bekliyoruz. Hiçbir fedakárlık yok, sorgulama yok’’.
Kalaycıoğlu tam bu noktada ABD’de yıllar önce başından geçen bir olayı anlatıyor.
Şimdi anımsamadığım bir şehirde otobüs beklerken durağa bir posta arabası yaklaşmış. Postacı arabayı çalışır vaziyette bırakıp mektupları dağıtmaya gitmiş. Durakta bekleyen yaşlı Amerikalı bir kadın, posta arabasının kapısı açmış ve kontakt anahtarını kapatmış.
Şaşkınlıkla kendisine bakanlara şöyle demiş: ‘‘Posta arabasının benzini bizim ödediğimiz vergilerden’’.
‘‘Aktif Yurttaş’’a iyi bir örnek.
Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var.
Kalaycıoğlu'na göre, bir kere devlet memuru kendisinden hesap sorulmasından hoşlanmıyor. Seçmene danışma mekanizması yok.
Buna örnek bizim sahil şeridi gibi sürekli yapılan ve bozulan kaldırımlar.
Siz israftan başka bir şey olmayan şu kaldırım yenilenmelerinde size bir kez olsun danışıldığını hatırlıyor musunuz?
Özetle, yönetenlerin de, yönetenlerin de demokrasi konusunda katedecekleri yol bir hayli uzun...
Avrupa Komisyonu ARGE'yi örnek gösterdi
AVRUPA Komisyonu ‘‘Sorumlu Girişimcilik’’ diye bir kitap yayınlamış.
Kitapta, Avrupa'da küçük ve orta ölçekli girişimciler arasında seçilen örnekler bir araya getirilmiş.
Sevindirici bir gelişme: Yılmaz Argüden'in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu ARGE Danışmanlık AŞ de bu kitapta yer alan şirketler arasında. ARGE'nin kurumsal sorumluluk projeleri de Boğaziçi Üniversitesi tarafından eğitimde kullanılmak üzere vaka çalışması olarak derlenmiş.
Eski bürokrat, yerel yönetim reformuna nasıl bakıyor
YİĞİT Gülöksüz, 1990'lı yıllarda gazetelerde sıkça rastladığımız bir isimdi.
Kimdi Yiğit Gülöksüz?
DPT Müşaviri, 1978-80 yılları arasında Ecevit Hükümeti'nde Köyişleri Bakanlığı Müsteşarı, daha sonraki yıllarda Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanı.
Araya sıkıştırılmış başka görevler de olabilir.
Gülöksüz, Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı Habitat II Zirvesi'nin de organizasyon görevini üstlenmişti.
Toplu Konut İdaresi'nde beş yıllık hizmetten sonra 1996 yılında ‘‘en başarılı bürokrat’’ gösterildiği günlerde görevden alınan Gülöksüz şimdi Yeniyapı Şehircilik Müşavirlik Şirketi'nin başkanı.
TÜSES'in düzenlediği panelin konuşmacıları arasında o da vardı.
Gülöksüz'un epey tartışılan Yerel Yönetim Reformu taslağıyla ilgili söyledikleri ilginçti:
‘‘Yerel Yönetimler Reformu’na tümüyle karşı çıkılmaması gerekir. Bu sosyal demokratların çalışmalarının ürünüdür. Karşı çıkmak yerine sahip çıkmak, tasarının neresi eksik diye bakmak, onu aşmak, bir adım ileriye götürmek gerekir.’’
Sanıyorum bu CHP'nin ciddiye alması gereken önemli bir mesaj.
Yazının Devamını Oku 
21 Aralık 2003
Ünlü tasarım gurusu Karim Rashid. Doğayı sevmiyor, tarihten nefret ediyor ve ‘‘şiir öldü’’ diyor. Dünyayı bu adam değiştirecekse yandık... ADAM besbelli şaşırtmayı seviyor.
Tepeden tırnağa beyaz giyinmiş, gözünde yüzünün yarısını kaplayan Elton John'vari kocaman gözlükler.
Sözünü ettiğim kişi ünlü endüstriyel tasarımcı Karim Rashid.
‘‘Dünyayı Değiştirmek İstiyorum’’ kitabının yazarı.
İstanbul'a Marka Konferansı için gelen Karim Rashid'i konferanstan bir gün önce Siemens'in düzenlediği toplantıda dinliyorum.
Dünyanın nasıl değişmekte olduğunu örnekleriyle anlatıyor.
10 yıl önce ilk kez Tokyo'ya gittiğinde sokakta sandviç yediği için insanlar şaşkın şaşkın ona bakıyormuş.
Sokakta atıştırmak Japonların kültüründe olmayan bir şey.
Tokyo'da Starbucks açıldıktan sonra Japon gençlerini artık sokaklarda kağıt bardaklarla görmek mümkünmüş.
Yaratıcılığından hiç kuşku duymadığım tasarımcının buraya kadar söylediklerine itirazım yok.
Ancak bu noktadan sonra yaratıcılığı baltalamakla suçladığı ‘‘nostaji’’ye yüklenince Karim Rashid'e biraz da kuşkuyla bakmaya başlıyorum.
Rashid'in iddiasına göre ''nostalji' bizi tembelleştiren, dünyayı olduğu gibi kabul etmemizin kaynağından yatan şey.
‘‘Nostalji’’ zaman kaybına yol açıyor ve yaratıcılığa zaman kalmıyor.
Sorgulamıyorsak, sıradanlığı hayatımızdan fırlatıp atamıyorsak suçlu hep ‘‘nostalji’’.
Oysa yaşadığımız devir, geçmişle köprüleri atması gereken ‘‘kullan, at’’ devri.
‘‘5 yıl’’ diyor tasarım gurusu ‘‘her şeyi en fazla 5 yıl kullanacaksınız’’.
Evdeki eşyalar, giysiler, arabalar her şey 5 yılda gidecek.
Bu ‘‘kullan, at’’ felsefesini öyle bir boyuta taşıyor ki kulaklarıma inanmıyorum.
Otele gittiğinde valiz filan taşımayacaksın, dolaplardaki giysileri ‘‘ödünç’’ alacaksın.
Karim Rashid üç saatte insanın üstünde yok olan bir mayodan da söz ediyor.
Pes doğrusu...
İzleyicilerden biri dayanamayıp soruyor: ‘‘Mısır'da doğdunuz. Yarı Mısırlı, yarı İngilizsiniz. Mısır'ın zengin tarihinin, kültür birikiminin kişiliğinizin oluşmasında hiç mi katkısı yok...’’
‘‘Yok’’ diyor Karim Rashid.
‘‘Kültür mirasımın farkına varmadan büyüdüm’’..
Babası ressammış... Küçük yaşlarda Kahire'den ayrıldıktan sonra Avrupa'nın çeşitli başkentlerinde yaşamışlar ve nihayet Kanada'ya yerleşmişler.
Anladığım kadarıyla bu yüzden köklerini bir çuvala tıkıştırıp bir köşeye atmış.
Merakımdan internette kendisiyle yapılan bir röportajı okuyorum.
Doğayı sevmiyor, tarihten nefret ediyor ve ‘‘şiir öldü’’ diyor.
Dünyayı bu adam değiştirecekse yandık...
Yazının Devamını Oku 
19 Aralık 2003
<B>BEYOĞLU </B>Belediye Başkanı <B>Kadir Topbaş</B>'tan birkaç gün sonra Şişli Belediye Başkanı <B>Mustafa Sarıgül </B>ile biraraya gelmem tamamen tesadüfi. Kadir Topbaş ile Galata Kulesi'nin hemen dibindeki Anemon Oteli'nde buluşuyoruz.
Bombaların patladığı sokak iki adım ötede.
Topbaş, Belediye Başkanlığı yaptığı 5 yıllık dönemde Beyoğlu'nun nasıl değiştiğini anlatıyor.
Aslında anlatmasına gerek de yok.
Zira gündüz 2 milyon kişinin hareket ettiği, 235 bin kişinin yaşadığı Beyoğlu'nun nereden nereye geldiğini biliyoruz hepimiz.
İstiklal Caddesi'nin yıldızı öylesine parlamış ki dükkan kiraları 5 bin ila 10 bin dolar arasında.
Caddenin aydınlatılması 3-4 ay içerisinde start alıyormuş.
Topbaş'ın üzerinde çalıştığı diğer bir proje de güvenlikle ilgili.
Bunun için çeşitli noktalara kameraların yerleştirilmesi tasarlanıyormuş.
Beyoğlu Belediye Başkanı'nın Anemon Oteli'nin muhteşem çatısında, yaklaşık iki saat boyunca anlattığı ‘‘kentsel dönüşüm’’ projelerinin tümü birbirinden değerli.
Ancak itiraf edeyim ki, bir tanesi bana son derece heyecan verdi.
Nedenine gelince...
Aşağıda sözünü edeceğim proje, önümüzdeki mayıs ayında Avrupa Birliği'ne tam üye olacak 10 aday ülkeden bazılarının halen sürdürdükleri çalışmaya paralel.
Mesele kısaca Hacıhüsrev Mahallesi'nde oturan Romanları topluma entegre etmek.
Beyoğlu Belediyesi mahallede oturanlarla 160 soru içeren bir anket düzenlemiş. Halen Avrupa Birliği'ne bu anketle ilgili rapor hazırlamakla meşgul.
Peki Hacıhüsrev'de neler tasarlanıyor?
Romanlara müziğe duyarlılıklarından yola çıkılarak bir konservatuvar gündemde.
El becerilerini geliştirmeleri için bir el ürünleri atölyesi kurulacak.
Burada küçük bir parantez.
Gündelik hayatımızda sıkça kullandığımız eşyaların çoğunun Romanlar tarafından üretildiğini biliyorsunuzdur mutlaka.
Meselá süpürge, meselá maşa, meselá yapma çiçekler.
Kadir Topbaş, atölyelerin bir bedesten tarzında olacağını, mobilyacılık, cilacılık gibi mesleklerin öğretileceğini anlatıyor.
Çingene kıyafetlerinin dikileceği bir atölye de olacakmış.
Projenin bu kısmına de Cemil İpekçi dahil.
Kadir Topbaş'ın anlattıklarından çıkardığıma göre Hacıhüsrev Mahallesi baştan dizayn edilecek. Burada oturanların kira gibi ödeyecekleri küçük paralarla ev sahibi olmaları da mümkün olabilecek.
Topbaş, ‘‘Romanları topluma kazandırmaya çalışıyoruz’’ diyor.
Romanlar 10 yıldır Avrupa Konseyi'nin gündeminde
ELİMİN altında Avrupa Konseyi'nin 1993 tarihli tavsiye niteliğinde bir kararı var. Avrupa Konseyi Romanlar'ın durumuyla 1960'lı yıllardan beri ilgileniyor ancak Roman nüfusunun yoğun olduğu Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin üyelik sürecinden ötürü yoğun olarak 1993'ten beri meseleyle ilgili.
1993 tarihli, 11 maddelik kararda, Avrupa'nın kültürel çeşitliliğine katkıda bulunmuş olan Romanların yaşadıkları ülkelerde durumlarının düzeltilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Avrupa Konseyi, Romanlar'ı ‘‘Avrupa'nın topraksız azınlıkları’’ olarak tarif ediyor ve özel bir koruma gerektiğini belirtiyor.
Avrupa'ya mayıs ayında tam üye olacak ülkelerde Romanların durumuna dönersek, Fransız Le Point Dergisi kasım ayında Çek Cumhuriyeti'nin önde gelen Roman simasıyla konuşmuş: İvan Vesely.
Vesely ülkenin önde gelen Roman gazetesinin sahibi.
Anlattıklarına göre, Çek Cumhuriyeti'nde yaşayan 300 bin Roman’ın hayatı hiç de pembe değil.
Her iki Roman’dan biri işsiz. Bebek ölümleri iki kat fazla.
Vesely ‘‘Avrupa Birliği sayesinde kızım ikinci sınıf vatandaş olmayacak’’ diyor.
70 bin oy fark atmazsam başarısız sayılırım
KADİR Topbaş'ın adı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayları arasında geçiyor.
Konuşmalarından anlıyorsunuz ki, büyükşehre hizmete hazır.
Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ise büyükşehri değil yeniden Şişli'yi istiyor:
‘‘En yakın rakibime 70 bin oy fark atmazsam başarısız sayılırım’’.
Nişantaşı'nı Milano'ya dönüştürmekle övünen, önümüzdeki günlerde Engelliler Sokağı'nı açmaya hazırlanan Sarıgül, yeniden seçildiği takdirde neler tasarlıyor?
Cevabı net: ‘‘Otopark, trafik ve yeşil alan sorunlarını çözeceğim’’.
Yeni 5 yıllık programda Şişli'deki Etfal Hastanesi'nin daha büyük bir alana taşınması, Bomonti'deki bira fabrikasının bir Sanat ve Kültür Merkezi'ne dönüştürülmesi var. Aklımda Beyoğlu Belediyesi'nin Romanları topluma kazandırma çabaları olduğu için Sarıgül'e bu konuda neler yapıldığını soruyorum.
Şişli Belediyesi Kuştepe'deki Romanlar için Avrupa Birliği'nden 8 milyon Euro’luk bir hibe almış.
Meslek kursları, sağlık merkezi açılmış.
Şişli'de kurulan ‘‘Osmanbey Tekstilciler ve İşadamları’’ gibi dernekler Romanlara başta konfeksiyon olmak üzere meslek eğitimi veriyor.
Bölgedeki konfeksiyon atölyelerinde işe alınanlar arasında 2 tanesi mutlaka Roman.
Mustafa Sarıgül ile sohbeti yine seçimle ilgili bir iddiasıyla noktalıyoruz.
‘‘Göreceksiniz, İstanbul'u CHP alacak’’.
Yazının Devamını Oku 
16 Aralık 2003
<B>TÜROB</B> İstanbul Yönetim Kurulu üyesi <B>Ömer Faruk Boyacı </B>dün sabah gazeteye geldiğinde doğrusu kafamda bombalardan sonra İstanbul turizminin yediği darbeyi sormak vardı. Cumartesi sabahı New York Times yazarı Thomas Friedman'ın kaldığı Four Seasons Oteli’ni görünce vahim tablo daha da belirginleşmişti.
Dünyanın en güzel otelleri arasında gösterilen, sürekli ödüller kazanan Four Seasons'ta resmen in cin top oynuyor.
Güzelim otel bomboş.
Rezervasyonlar iptal edilmiş.
Friedman ‘‘Galiba otelde benden başka kimse yok, kahvaltılarda hep tek başınayım’’ diye şaşkın.
TÜROB'a bağlı otelcilerin bombalamadan sonra neden İstanbul için bir kampanya başlatmadıklarını tartışmaya hazırlanırken, Boyacı'nın anlattığı ‘‘Eminönü Platformu’’ ön plana geçti.
Boyacı diyor ki: ‘‘İstanbul'un marka olması, turizmde bir Paris, bir Roma gibi hak ettiği yere ulaşması için çabalıyoruz ancak bir arpa boyu mesafe kat etmedik bugüne kadar.’’
Başarısızlığın temel nedenlerinden biri yerel yöneticilerin ilgisizliği.
Küçük bir örnek: İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bünyesinde hálá bir turizm bölümü yok.
Dünyanın bir numaralı destinasyonu olan Paris'te Belediye Başkanı'nın kadrosunda turizmciler görüyoruz.
Peki Büyükşehir Belediyesi bir yana diğer yerel yönetimler İstanbul'un turizm potensiyelinin farkında mı?
Örneğin İstanbul'un tarihi yarımadasının bağlı bulunduğu Eminönü Belediyesi?
Günde 3 milyon kişinin hareket ettiği tarihi yarımadanın içler acısı durumu ortada.
Yaklaşık 15 sivil toplum kuruluşunu bir araya getiren ‘‘Eminönü Platformu’’ tarihi yarımadada oturan çalışan kesimin kendi geleceginde söz sahibi olması için oluşturulmuş.
Platformun çekirdeğini turizmciler oluşturuyor.
Zira bölgede 700 otel var.
Şaka değil... Turizm en önemli gelir kaynağı.
‘‘Eminönü Platformu’’ önümüzdeki 28 Mart seçimlerine ağırlığını koyacak.
Ömer Faruk Boyacı anlatıyor: ‘‘Günde 3 milyon kişinin sirküle ettiği tarihi yarımadanın 30 bin seçmeni var. Bunların çoğu göçle dışardan gelenler. Belediye başkanı 6 bin oyla seçiliyor. Tarihi yarımadanın yarınını belirleyecek oylar bunlar. Doğru insanlardan, doğru oylar gelmesi için harekete geçtik.’’
Peki ne yapılıyor?
İşte burası çok önemli.
Çoğu turizmci binden fazla kişi, burada oy kullanmak üzere kütüğünü Eminönü'ne aldırıyor.
Amaç nitelikli seçmen.
Elbet bu yeterli değil.
Esnafı bilinçlendirme turlarının yanı sıra Eminönü belediye başkan adaylarıyla toplantılar yapılıyor.
Boyacı, ‘‘Dört belediye başkan adayını ziyaret ettik. Turizm vizyonu nedir, ekonomiyi kalkındırmak için neler düşünüyorlar diye soruyoruz. Programlarına göre oy vereceğiz’’ diye anlatıyor.
‘‘Eminönü Platformu’’ tarihi yarımadanın kaderini değiştirecek bir belediye başkanı seçtirmeyi başarırsa sivil inisiyatif açısından bu tam bir devrim olur.
Güldal Akşit'e teşekkürler
DSİ, Devlet Hava Meydanları İşletmesi ve TMO'nun kadınlara ambargoya başladıkları haberleri gazetelerde yer almaya başladığında kadından sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit yurtdışındaydı.
Kendisine telefonla ulaştığımda meseleyle ilgileneceğini söylemişti.
Nitekim ayağının tozuyla gönderdiği basın bildirisinde söz konusu kurumlardan bilgi ve belge istediğini iletti.
Akşit'in girişimleri sonucunda kadın yasağı kalktı.
Bu sütundan kendisine teşekkür ediyoruz.
Antandros'a sponsor aranıyor
CUMA günkü ‘‘Magic Life arkeolojik kazılara el attı’’ yazım üzerine Altınoluk Antandros Derneği'nin kurucusu olan eski gazeteci Remzi Erkürem aradı.
Antandros Kaz Dağı'nın güney eteklerinde 2 bin 800 yıllık bir yerleşim merkezi.
Üst üste yığılmış altı kat muhteşem mezarlıkları, yamaç evleri var.
Altınoluk'ta yaşayan Remzi Erkürem yağmalama olaylarının, tarihi eser kaçakçılarının çoğalması üzerine 2000 yılında derneği kurmuş.
Ege Üniversitesi'nin yardımıyla, sürekli olmayan sponsorluklarla kazıları sürdürmüş.
Gönderdiği dosyada resimlerini gördüğüm Roma mozaikleri gerçekten muhteşem.
Remzi Erkürem 80'ine merdiven dayamış.
Antandros'u kurtarmak için sesini yeterince duyuramaması bir yana, kendisinden sonra ne olacağının kaygısını taşıyor,
‘‘Çalıştığımız arazilerin istimlakı henüz bakanlık tarafından yapılmadığı için arazi sahipleri de mağdur ancak kazıları destekliyolar’’ diyor.
Remzi Erkürem'in anlattıkları, endişeleri kazılarda özel sektör desteğinin şart olduğunu söyleyen Kültür ve Turizm Bakanı Müsteşar Yardımcısı İsmail Kökbulut'u bir kez daha doğruluyor.
Antandros'un sponsorluğuyla ilgilenebilecek olanlar için derneğin telefon numaları şöyle: 0266-3950100 ya da 3961507-3964151
Yazının Devamını Oku 
14 Aralık 2003
Bianca Jagger, önceki gün Avrupa Konseyi tarafından, idam cezasına karşı ‘‘iyi niyet elçisi’’ olarak görevlendiriliyor. Kaderin garip cilvesi... Bianca Jagger'in Avrupa Konseyi tarafından onurlandırıldığı aynı gün Mick Jagger Buckingham Sarayı'ndaki törende ‘‘Sör’’ unvanına layık görülüyor.
BIANCA Jagger ile Mick Jagger 1970'lı yılların ünlü çifti.
Nikaragualı Bianca 16 yaşında burslu geldiği Paris'te siyasal bilimler okurken, vergi meselesinden ötürü aynı şehirde oturan Mick Jagger'e áşık olup evlenmiş.
Bianca'nın o dönemlerde yaşadığı çılgın yaşam herkesin dilinde.
Andy Warhol'un sırdaşı, Kanada Başbakanı Pierre Trudeau'nun flörtü, sosyete partilerinin vazgeçilmez siması.
New York'un ünlü gece kulübü Studio 54'e beyaz bir atın üzerinde çırılçıplak girecek kadar gözü kara.
Rolling Stones'ların şarkıcısıyla birlikte kendisini eğlenceli bir hayatın akışına bırakmış.
Fırtınalı beraberliğin 1979 yılında boşanmayla sonuçlanmasından sonra bir süre Bianca Jagger'dan ses seda yok.
Belki birkaç film denemesi.
Derken 1990'lı yılların başında gazetelerde tekrar Bianca Jagger adına rastlamaya başlıyoruz.
Bianca Jagger Honduras'ta, Brezilya'da, Kuzey İrlanda'da, Bosna'da.
Her yerde.
Koyu bir insan hakları savunucusu, çevreci, ezilen halkların koruyucusu kesilmiş.
Amazonların yerli halkları, AIDS hastaları, idam mahkumları, baskı gören kadınlar Bianca Jagger'in kanatları altında.
1993 yılında Bosna'ya yaptığı sayısız ziyaretlerin birinde rastladığı küçük hasta bir çocuğu nasıl kurtardığını hatırlıyorum.
Washington'da, Londra'da yüksek mevkilerdeki dostlarını devreye sokmuş, İngiliz tank birliğinin komutanını ikna ederek tank eşliğinde Split'e gidip tedaviye muhtaç çocuğu almıştı.
Uluslararası Af Örgütü'nün işkence ve idama karşı açtığı mücadelenin de bayraktarlığını yapan Bianca Jagger, Studio 54'ün kapısından beyaz atıyla girdiği günlerdeki gibi meydan okumalarına devam ediyor.
Irak savaşı nedeniyle Bush Yönetimi, çevreyi kirleten petrol şirketi Chevron acımasız oklarının hedefi.
Bianca Jagger, önceki gün Avrupa Konseyi tarafından, idam cezasına karşı ‘‘iyi niyet elçisi’’ olarak görevlendiriliyor.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Walter Schwimmer diyor ki: ‘Bianca Jagger'i yanımıza aldıktan sonra idama karşı açtığımız mücadelede yol alacağımıza yürekten inanıyorum.’’
Kaderin garip cilvesi...
Bianca Jagger'in Avrupa Konseyi tarafından onurlandırıldığı aynı gün Mick Jagger Buckingham Sarayı'ndaki törende ‘‘Sör’’ unvanına layık görülüyor.
Elton John ve Paul McCartney gibi Mick Jagger da artık ‘‘Sör.’’..
O uzun müzik kariyeri nedeniyle bu unvanı sahip olmuş, Bianca Jagger ise 20 yıla yakındır sürdürdüğü insan hakları mücadelesi için.
Saklayacak değilim.
Benim için Bianca Jagger'in yaptığı işler de, láyık görüldüğü unvan da daha değerli.
Ama o yine kendisiyle ilgili haberlerde hep Mick Jagger'in ‘‘eski karısı’’ diye tanımlanıyor.
Kadınların yolu daha çoook uzun.
Yazının Devamını Oku 
14 Aralık 2003
Bianca Jagger, önceki gün Avrupa Konseyi tarafından, idam cezasına karşı ‘‘iyi niyet elçisi’’ olarak görevlendiriliyor.Kaderin garip cilvesi... Bianca Jagger'in Avrupa Konseyi tarafından onurlandırıldığı aynı gün Mick Jagger Buckingham Sarayı'ndaki törende ‘‘Sör’’ unvanına layık görülüyor.BIANCA Jagger ile Mick Jagger 1970'lı yılların ünlü çifti.Nikaragualı Bianca 16 yaşında burslu geldiği Paris'te siyasal bilimler okurken, vergi meselesinden ötürü aynı şehirde oturan Mick Jagger'e áşık olup evlenmiş.Bianca'nın o dönemlerde yaşadığı çılgın yaşam herkesin dilinde.Andy Warhol'un sırdaşı, Kanada Başbakanı Pierre Trudeau'nun flörtü, sosyete partilerinin vazgeçilmez siması.New York'un ünlü gece kulübü Studio 54'e beyaz bir atın üzerinde çırılçıplak girecek kadar gözü kara.Rolling Stones'ların şarkıcısıyla birlikte kendisini eğlenceli bir hayatın akışına bırakmış.Fırtınalı beraberliğin 1979 yılında boşanmayla sonuçlanmasından sonra bir süre Bianca Jagger'dan ses seda yok.Belki birkaç film denemesi.Derken 1990'lı yılların başında gazetelerde tekrar Bianca Jagger adına rastlamaya başlıyoruz.Bianca Jagger Honduras'ta, Brezilya'da, Kuzey İrlanda'da, Bosna'da.Her yerde.Koyu bir insan hakları savunucusu, çevreci, ezilen halkların koruyucusu kesilmiş.Amazonların yerli halkları, AIDS hastaları, idam mahkumları, baskı gören kadınlar Bianca Jagger'in kanatları altında.1993 yılında Bosna'ya yaptığı sayısız ziyaretlerin birinde rastladığı küçük hasta bir çocuğu nasıl kurtardığını hatırlıyorum.Washington'da, Londra'da yüksek mevkilerdeki dostlarını devreye sokmuş, İngiliz tank birliğinin komutanını ikna ederek tank eşliğinde Split'e gidip tedaviye muhtaç çocuğu almıştı.Uluslararası Af Örgütü'nün işkence ve idama karşı açtığı mücadelenin de bayraktarlığını yapan Bianca Jagger, Studio 54'ün kapısından beyaz atıyla girdiği günlerdeki gibi meydan okumalarına devam ediyor.Irak savaşı nedeniyle Bush Yönetimi, çevreyi kirleten petrol şirketi Chevron acımasız oklarının hedefi.Bianca Jagger, önceki gün Avrupa Konseyi tarafından, idam cezasına karşı ‘‘iyi niyet elçisi’’ olarak görevlendiriliyor.Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Walter Schwimmer diyor ki: ‘Bianca Jagger'i yanımıza aldıktan sonra idama karşı açtığımız mücadelede yol alacağımıza yürekten inanıyorum.’’Kaderin garip cilvesi...Bianca Jagger'in Avrupa Konseyi tarafından onurlandırıldığı aynı gün Mick Jagger Buckingham Sarayı'ndaki törende ‘‘Sör’’ unvanına layık görülüyor.Elton John ve Paul McCartney gibi Mick Jagger da artık ‘‘Sör.’’..O uzun müzik kariyeri nedeniyle bu unvanı sahip olmuş, Bianca Jagger ise 20 yıla yakındır sürdürdüğü insan hakları mücadelesi için.Saklayacak değilim.Benim için Bianca Jagger'in yaptığı işler de, láyık görüldüğü unvan da daha değerli.Ama o yine kendisiyle ilgili haberlerde hep Mick Jagger'in ‘‘eski karısı’’ diye tanımlanıyor. Kadınların yolu daha çoook uzun.
button
Yazının Devamını Oku 
12 Aralık 2003
<B>İSTANBUL</B>'a gelen turistlerin ilk uğradıkları yerlerden biri olan Ayasofya'nın yıllık geliri 10 trilyona yakın. Bunu ikiye katlamak mümkün.
Nasıl?
Meseleyi Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı İsmail Kökbulut ile konuşuyoruz.
Kökbulut, müzeleri daha verimli bir hale getirmek için bir model üzerinde çalıştıklarını anlatıyor. Amaç daha çok ziyaretçi çekmek, daha çok gelir elde etmek ki, müzeler restore edilsin, içersindeki eserler korunsun.
En son Ayasofya'nın deposunda tarihi halıların nasıl lime lime olduklarını okuduk gazetelerde. Kökbulut'un anlattıklarına dönersek diyor ki: ‘‘İtalya, Fransa, İspanya'daki müzelerin nasıl çalıştıklarını yakından inceledik. Başlarında yerel yönetimlerin atadığı biri var ancak gişeler, kafeteryalar ve hediyelik eşye satan dükkanlar özel sektörün elinde. Benzer bir model oluşturmaya çalışıyoruz’’. Üzerinde çalışılan modele göre, müze müdürü, arkeologların atanması eskisi gibi devam edecek ancak bilet satmak ve pazarlamak, kafeterya ve dükkanlar özel sektöre devredilecek.
Kökbulut müze işletmeciliği konusunda uzmanlaşmış bir İspanyol şirketiyle görüşmelerin sürdüğünü anlatıyor. İspanyol şirket Ayasofya'yı gezmiş ve kendi modelleri tatbik edildiği takdirde 10 trilyonluk gelirin hemen iki katına çıkartılacağını söylemiş.
Ayasofya örneğinde kafeterya ve hediyelik dükkanlar, başında müze müdürünün bulunduğu Ayasofya'yı Yaşatma ve Geliştirme Derneği tarafından işletiliyor.
Her şey son derece amatörce.
Örneğin hediyelik dükkanlarda Ayasofya markasını çağrıştıran eşyalar tek tük. Olanların da tasarımı yetersiz.
Gezenler bilir.
Vatikan Müzesi'nde hediyelik satan standlardan, dükkanlardan geçilmez.
Vatikan sadece bu hediyeliklerle kelimenin tam anlamıyla para basıyor. 300'e yakın müzemiz içersinde en az 25 tanesi uluslararası nitelikte. Hakkıyla tanıtılmadıkları, pazarlanmadıkları için buralardan elde edilen gelirler düşük. Kökbulut ve ekibinin üzerinde çalıştıkları model, müzelerin turlarla birlikte pazarlanmasını da içeriyor.
Magic Life arkeolojik kazılara el atıyor
PEKİ Ayasofya'nın deposunda çürüyen tarihi eserler ne olacak?
İsmail Kökbulut'a bu soruyu yöneltiyorum. Ayasofya'nın depoları o kadar doluymuş ki yeni bir müzeye ihtiyaç varmış. Bu yeni müzenin de Feshane'de olması gündemde. Bir başka müze projesi de Mimar Sinan'ın Hürrem Sultan için yaptığı hamam.
Hürrem Sultan Hamamı adını taşıyan bu tarihi yapı bugün bir halı dükkanı olarak kullanılıyormuş.
Bir ‘‘Hamam Müzesi’’ olarak kullanıldığı takdirde yılda 300-400 ziyaretçinin gelmesi mümkün.
Kökbulut'un ilgi alanına giren diğer bir konu da kazılar.
Parasızlık nedeniyle başlatılamayan ya da yarıda bırakılan kazılar.
Özel sektörün burada da devreye girmesi konuşuluyor. Mesela birçok başarılı projeye imza atmış olan Magic Life, Perge'deki kazılar için şu formülü ortaya atmış: ‘‘10 yılda 10 milyon Euro verelim, kazılar devam etsin. Bu arada antik tiyatronun kullanım hakkını 15 yıllık bir süre için alalım’’.
Kökbulut bu öneriye sıcak baktıklarını söylüyor.
Bu eğitim projesiyle 30 yıllık açığımızı kapatabiliriz
TARİH Vakfı, Türkiye Bilimler Akademisi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Avrupa Komisyonu ve Açık Toplum Enstitüsü'nün mali desteğiyle müthiş bir projeye imza atmış.
‘‘Ders Kitapları'nda İnsan Hakları.’’ Hafta başında projenin tanıtılacağı Maçka'daki İTÜ binasındayız.
Programda Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in adı var ama kendisi yok.
Oysa toplantıda konuşulanlar tamamıyla kendisiyle ilgili. Açılış konuşmasını yapan Tarih Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Silier, bir barış kültürünün gerekli olduğu inancının 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yerleştiğini anlatıyor. Ders kitaplarında bu yolda köklü bir değişim 1970'lerde başlamış.
Yani biz 30-35 yıllık bir gecikmeyle karşı karşıyayız.
İnsan haklarına saygılı, eleştirel düşünen bireylerin yetişmesi için bir kampanya gerek. ‘‘Ders Kitapları'nda İnsan Hakları’’ projesi böyle bir kampanyanın ilk adımı belki de.
190 ders kitabı, 165 öğretmen, 71 öğrenci ve 51 veli yani toplam 287 kişi tarafından tam bir buçuk yıl süreyle taranmış.
Cinsiyet, din, ırk ayrımcılığında saptanan ihlaller 4 bin dolayında.
Tarama sonuçları bir kitap haline getirilmiş. Bu çalışmadan ayrıca iki kitap daha çıkmış ortaya:
‘‘İnsan Haklarına Saygılı bir Eğitim Ortamına Doğru’’ ve ‘‘İnsan Haklarına Duyarlı Ders Kitapları İçin.’’ Sonuncusu ders kitaplarını yazanlar için bir rehber niteliğinde.
Profesör Betül Çotuksöken'in tespitlerine göre, bazı ders kitaplarında bilgilerin yerini yorumlar, istekler, dilekler almış.
Bilimsel akıl yürütme yerini kutsallaştırılmış bir otoriteye başvurmaya bırakmış. ‘‘Ders kitapları'nda İnsan Hakları’’ projesini çok önemsiyorum.
Zira yaşadığımız bu son bombalama olaylarında 17 yaşındaki gencecik insanların nelere inandıklarını, nasıl mantık yürüttüklerini gördük.
Yazının Devamını Oku 