16 Ocak 2004
<B>ÇİN</B> rekabetinden sadece biz değil Avrupalılar da korkuyor. Geçenlerde Çin'in dünyadaki tekstil makinelerinin yüzde 80'ni kullandığına dikkat çeken Le Monde Gazetesi’ne göre, Çin rekabeti önümüzdeki yıldan itibaren Avrupa tekstilini allak bullak edecek.
Ucuz emek başta olmak üzere Çin'in avantajları hayli fazla.
Ancak önceki gün İstanbul'da düzenlenen ‘‘İş Dünyasında Sürdürülebilir Kalkınma’’ Kongresi'nde anladım ki Çin özel sektörünün vizyonu bizim özel sektörün vizyonundan geniş.
Bunu neye dayanarak söylediğime geçmeden önce yukarıda sözünü ettiğim kongreye değinmek istiyorum.
Tema ve TOBB liderliğinde, Aygaz, Ak Emeklilik, Shell gibi şirketlerin sponsorluğuyla gerçekleştirilen bu kongre İstanbul'da bir ilk.
İş dünyasına yönelik ama özel sektörden kimse yok.
200 kişi davet edilmiş olmasına rağmen ‘‘Sürdürülebilir Kalkınma’’ kavramı pek yeni olduğundan kongre talep görmemiş anlaşılan.
Peki ‘‘Sürdürülebilir Kalkınma’’ ne demek?
Procter&Gamble Şirketi'nden Peter White kavrama çok basit bir açıklama getiriyor: ‘‘Herkese daha kaliteli bir yaşam.’’
Bunun için dünya ekonomisinin yüzde 90'ını elinde bulunduran özel sektörün önderliği şart.
Özel sektör sosyal sorumluluğunu bilecek, çevreye saygılı ve yeniliklere açık olacak, etkili bir ekonomi politika izleyecek ki herkes kaliteli bir yaşama kavuşsun.
İşin özeti bu.
Bu felsefeye inanmış olan dünyanın önde gelen şirketleri (170 tane) bir araya gelmiş ve ‘‘Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi’’ni kurmuş.
Konsey Direktör Yardımcısı Rebekah Young'dan öğreniyorum ki konseyin 46 ülkede partneri var.
En az 10, en fazla 200 şirket bir araya geliyor, bir İş Konseyi kurup partner olabiliyorlar.
Arjantin'den Güney Afrika'ya, Yeni Zelanda'dan Portekiz'e kadar uzanan geniş bir ağa dahil oluyorlar.
Peki bu ağa yani ‘‘Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi’’nin ağına Türkiye dahil mi?
Rebekah Young'dan aldığım cevap ‘‘hayır’’...
Bunun böyle olduğu zaten kongreye ilgisizlikten belliydi.
Dünyadaki gelişmelerden ne kadar kopuk olduğumuz ortada.
Anlattıklarımın Çin ile ilgisi ne?
Young'dan öğrendiğime göre, Çin dün Konsey'e katılan 47. partner olmuş.
Yani Çin özel sektörü ‘‘sürdürülebilir kalkınma’’ kavramına yabancı bizim özel sektörden çabuk davranıp dünyadaki bu yeni akıma dahil olmuş.
İstanbul'da üç gün yapılması planlanan ancak ilginin azlığı nedeniyle bir güne sıkıştırılan bu kongreden bir gün önce ‘‘Turquality’’nin sunumu vardı.
‘‘Turquality’’ Türk markasını dünyaya tanıtmayı amaçlayan bir nevi kampanya.
Şimdi sorum şu: Dünyadaki trendlere duyarsız bir özel sektör Allah aşkına kaç marka çıkartabilir?
Mimar Sinan'a dair
NEW York Times yazarı Stephen Kinzer'in geçen hafta İstanbul'daki bir toplantıda Türk banknotlarıyla ilgili söylediklerine okurlardan hatırlatmalar geldi.
Kinzer'in gözünden kaçmış, ben hatırlamadım: Mimar Sinan'ın portresi 10 bin liralıklar üzerine basılmış.
Bombay’a kimler gitti
DÜNYA Sosyal Forumu bugün Hindistan'ın Bombay şehrinde başlıyor.
Globalleşme karşıtlarının Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'na alternatif olarak birkaç yıldan beri Brezilya'da Porte Alegre'de düzenledikleri Sosyal Forum bu yıl Hindistan'a taşındı.
Genellikle Davos ile (bu yıl 21-25 Ocak) aynı tarihlere denk gelen Sosyal Forum bu yıl nedense öne çekildi.
‘‘Başka bir dünya mümkün’’ sloganıyla yola çıkan 75 bin kişi bugünden itibaren Bombay’da toplantılarına başlıyor.
Gündemlerinde neler var?
Sürdürülebilir kalkınma, etik ticaret, çevre, azınlık hakları...
Listeyi daha da uzatmak mümkün.
Globalleşme karşıtlarının ‘‘guruları’’ olarak bilinen Amerikan solunun ünlü ismi Noam Chomsky başta, Fransız Köylü Konfederasyonu'nun Başkanı Jose Bove, satış rekorları kıran No Logo kitabının yazarı Naomi Klein, gençlerin sevdiği şarkıcı Manu Chao Mumbai randevusuna katılanlardan bazıları.
Peki Türkiye'den gidenler kimler?
Bildiğim kadarıyla ‘‘Bağımsız Sosyal Bilimciler’’ grubundan Bilkent öğretim görevlisi Erinç Yeldan, Ankara Üniversitesi SBF'den Korkut Boratav, aynı üniversiteden Ahmet Dikmen, ODTÜ'den Galip Yalman, Boğaziçi Üniversitesi'nden Şemsa Özar ve Fatma Gök Mumbai'ye gitmiş.
Yukarıda saydığım isimler ‘‘Ortadoğu'da Neo-Liberal Politikalara karşı direniş’’ paneline katılacaklar.
Profesör Erinç Yeldan ayrıca ‘‘Finansal Kırılganlık ve Azgelişmişlik’’ üzerine bir panelde konuşmacı olacak.
Sanıyorum Barış Girişimi gibi sivil toplum kuruluşlarından da Bombay’a gidenler vardır.
Haberlerini bekliyoruz.
Yazının Devamını Oku 
13 Ocak 2004
<B>TÜRKİYE</B>, New York Times Gazetesi yazarlarının sıkı takibinde. Geçen ay İstanbul'a gelen gazetenin önemli politika yazarlarından Thomas Friedman'nın Türkiye ile ilgili görüşlerini dünkü gazetelerde okudunuz.
Başka bir New York Times yazarı Stephen Kinzer'i de geçen gün GYİAD'ın yemekli toplantısında dinledik.
Kinzer, 1996-2000 yılları arasında İstanbul'da gazetenin temsilciliğini yapmış. Türkiye hakkında yazdığı bir kitap da var: ‘‘Hilal ve Yıldız, Türkiye İki Dünya Arasında.’’
Kinzer ayrıca New York Times'ta yazdığı Zeugma yazısıyla, dünya kamouyunun dikkatinin bu antik şehre çevirilmesinde önemli payı olmuş biri.
Birkaç yıllık aradan sonra İstanbul'a gelen Kinzer tespitlerine Türk-Amerikan ilişkileriyle başlıyor.
İlk tespiti, Türkiye'nin Washington nezdinde artık ‘‘normal’’ bir ülkeye dönüşmüş olması.
‘‘Ankara Washington'ın gözünde artık yaşamsal önemi olan bir müttefik değil dolayısıyla artık ABD'nin kanatları altında değil. ABD ile Türkiye arasında Kuzey Irak'ta PKK'nın kontrol altında tutulması dışında pek de önemli bir gündem yok’’ diyor.
İddiasına göre, iki ülke arasındaki ilişkilerin normal bir düzeyde seyretmesi nedeniyle Recep Tayyip Erdoğan'ın önümüzdeki günlerde Washington'a yapacağı ziyaret ABD başkentinde fazla bir gürültü koparmayacak.
Peki ABD'nin kanatları altında olmamak Türkiye'ye ne getirecek?
‘‘Yeni bir ekonomik kriz durumunda ABD'nin yardıma koşması artık söz konusu değil.’’
Ancak madalyonun bir de öbür yüzü var.
‘‘ABD olmaksızın tek başına ayakta kalmak Türkiye'ye yeni açılımlar, yeni fırsatlar getirecek. AB projesi de bunlardan biri.’’
Kinzer'in başka bir tespitine göre, Türkiye'de ve Avrupa'da olduğu gibi Washington'da da Türkiye'nin AB projesinin başarısızlığını isteyen bir grup var.
Kuşku yok ki, bunu dileyenler el ele.
Kinzer'in konuşmasından not ettiğim diğer bir konu da, Türkiye'nin modern ve laik kimliğiyle dünyaya göndereceği mesaj.
Kinzer diyor ki: ‘‘Dünya hálá radikal İslamcıların göndermiş oldukları mesajın şokunda. Şimdi Müslüman dünyasından başka bir mesaj bekleniyor. Bu da ancak kendisiyle barışık, demokratik Türkiye'den gelebilir.’’
Amerikalı gazeteciden son söz: ‘‘Türkiye'ye geçmişte stratejik coğrafi konumundan ötürü bir rol biçilmişti. Şimdiki rolünü, temsil ettiği değerler şekillendirecek.’’
20 milyona dikkat ettiniz mi?
KINZER'in İstanbul'da iki şey dikkatini çekmiş.
Biri simitlerin artık ‘‘Simit Sarayı’’ gibi yerlerde satılması.
Diğeri de 20 milyonluklar.
Bilmem siz dikkat ettiniz mi?
Ben etmemişim. 20 milyonlukların arka yüzünde Efes Harabeleri var.
Kinzer'in buna getirdiği yoruma dikkatinizi çekmek istiyorum.
Katılır ya da katılmayabilirsiniz ancak ilginç bir yorum bu.
Gelelim gazetecinin yorumuna: ‘‘Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı, Selahattin Eyyübi Kürt, Mimar Sinan Rum, Nazım Hikmet komünist diye Türk parasına basılmadılar. Efes Harabeleri’yle durum değişmiş gibi. Zira 20 milyonluklar üzerinde resim çok kültürlülüğünüzle barışmakta olduğunuzun kanıtı gibi. Belki de ilk kez kültürel mirasınıza bu şekilde sahip çıktınız.’’
Kültürel mirasa 300 milyon dolar
SÖZ kültürel mirasımızdan açılmışken hafta sonunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın verdiği bir müjdeye değinmek istiyorum.
Müjdeden önce Başbakan Erdoğan ile ilgili izlenimlerim.
Başbakan’ı cumartesi günü uluslararası Muhafazakarlık ve Demokrasi Sempozyumu'nda, pazar günü de 59. Hükümet’in turizm politikalarının açıklandığı basın toplantısında dinleme fırsatım oldu.
Her iki toplantıda Başbakan’ın performansı da, konuşmalarının içeriği de iyiydi. Ancak bilimsel bir sempozyum olması gereken birinci toplantı nedense bir AKP kongresi havasındaydı.
Düşünün, birileri sıra başlarında oturanları ‘‘alkışlar az oluyor beyler’’ diye uyarıyordu.
Bir sempozyumda alkışın böylesine önemsenmesine doğrusu ben ilk kez tanık oluyorum.
Gelelim pazar günkü toplantıya...
Turizmcileri hayli mutlu kılan konuşmasında Erdoğan, ikinci turizm hamlesinde neler yapılacağını uzun uzun anlattı.
Kültürel mirasın korunması 2010 turizm vizyonunun bir numaralı önceliği.
2004 yılında için bu öncelik için bütçeden 100 trilyon liralık ilave bir ödenek tahsis edilmiş.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün, İl Özel İdaresi'nin tahsis ettikleri kaynaklarla birlikte 2004 yılında kültürel mirasa toplam 300 milyon dolar ayrılmış durumda.
Başbakan Erdoğan'ın işadamlarından da bu konuda destek istemesi yıllardan beri ihmal ettiğimiz kültürel miras meselesinin bundan böyle gündemimize oturacağını gösteriyor galiba.
Yazının Devamını Oku 
11 Ocak 2004
Bir zamanlar dünyanın en azgın teröristlerine kucak açan, Afrikalı Aborijinlerden tutun da, IRA'ya kadar tüm ayrılıkçı hareketleri destekleyen Kaddafi'den, El Kaide mensubu radikal İslamcı militanların bilgilerini seve seve ABD'ye veren bir Kaddafi'ye geldik. LİBYA lideri Muammer Kaddafi değişmiş.
Le Monde Gazetesi’ne bakılırsa geçtiğimiz günlerde ülkesini uluslararası silah denetimine açma kararı alarak herkesi şaşırtan Kaddafi giderek bilge bir kişilik sergiliyormuş.
62 yaşına merdiven dayamış birinin nihayet zıpırlıklarından vazgeçmesi normal diyebilirsiniz ama ben üzülüyorum.
Üzülüyorum zira yıllardan beri Kaddafi'nin olur olmadık yerde orijinal fikirler beyan etmesi, tuhaf davranışlarda bulunması bence gazete haberlerine ayrı bir lezzet katıyordu.
Düşünün bir kere...
Çöl Prensi kıyafetlerine bürünen, Bedevi çadırlarını Avrupa başkentlerinin tam göbeğine kurmakta beis görmeyen, kadın muhafızlarla dolaşan şov meraklısı Kaddafi bizi az eğlendirmedi.
Ya o inanılmaz buluşları?
‘‘Shakespeare esasında adı Şeyh Spir olan bir Arap’tı.’’
1986 yılında Trablus bombardımanında evini kelimenin tam anlamıyla başına yıkan Amerikan yönetimiyle dalga geçişleri?
‘‘Clinton'ın, Monica Lewinsky davasında avukata ihtiyacı varsa ona kendim bir avukat tutmaya hazırım.’’
‘‘Bush ile Gore neredeyse iç savaş çıkartacak. Bari aralarında anlaşsınlar... Biri başkan olsun, diğeri başkan yardımcısı..’’
Kaddafi'nin tehditleri de bir hoştu.
Bir keresinde, sömürgecilik döneminden İtalya'nın hesabına 3 milyar dolar borç yazmış, ‘‘Bu parayı vermediğiniz takdirde Orta ve Kuzey Afrika'dan 1 milyon kaçak mülteciyi kıyılarınıza bırakırım’’ demişti.
Peki ne oldu da Kaddafi değişti?
Le Monde'a bakılırsa, 11 Eylül'den önce Batıya değişme sinyalleri göndermeye başlayan Kaddafi'nin esas dönüşümü Irak operasyonuyla olmuş.
ABD'de iktidardaki yeni muhafazakarların kendisinden bile tehlikeli olduklarını fark etmiş olsa gerek.
Kitle imha silahları programından vazgeçmesinde, Saddam'ın o delikte ele geçirilmesinin payı olduğunu düşünenler çoğunlukta.
Kimbilir meydan okumalarının dozunu kaçırdığı takdirde başına böyle bir şeyler gelmesinden çekinmiştir.
Bir zamanlar dünyanın en azgın teröristlerine kucak açan, Afrikalı Aborijinlerden tutun da IRA'ya kadar tüm ayrılıkcı hareketleri destekleyen Kaddafi'den, El Kaide mensubu radikal İslamcı militanların bilgilerini seve seve ABD'ye veren bir Kaddafi'ye geldik.
Son zamanlarda Afrika'ya barış getirme çabalarını da burada gözden kaçırmayın.
‘‘Kaddafi Afrikalı bir bilge olma yolunda’’ diyen Le Monde'a bakılırsa Kaddafi kendisini mistisizme vermiş.
Yazık...
Kaddafi değişti, eğlence bitti.
Yazının Devamını Oku 
9 Ocak 2004
<B>IRAK</B>'ın yeniden yapılanmasında pasta büyük. Biliyoruz ki, pastadan en büyük pay alanlar Amerikan ve İngiliz şirketleri.
Alman, Fransız şirketler Bush yönetimi tarafından fena halde cezalandırılmış.
Türk işadamları, sanayicileri de pastadan pay almaya can atıyor ama bunu nasıl başaracaklar?
ABD'nin Irak'taki sivil yöneticisi Paul Bremer'in ticaret konularından sorumlu yardımcısı Robert Connan işin püf noktalarını anlatmak üzere dün İstanbul Sanayi Odası'ndaydı (İSO).
Zorluklara önce İSO Başkanı Tanıl Küçük işaret ediyor.
İhale takvimlerine erişmek güç.
İhaleye katılma süreci karmaşık, süresi çok kısa.
Connan'ın konuşmasından beklediğim Türk işadamlarına ihaleler konusunda yol göstermesi.
Oysa beş aydan beri Bağdat'ta bulunduğunu belirten Connan sunumunun başında beş ya da altı tane internet adresi veriyor.
‘‘İhalelerle ilgili bilgileri bu sitelerden izleyebilirsiniz’’ diyor.
Sitelerden bazılarını not etmişim ancak sanıyorum ki, bunların tam listesini Amerikan ticari ataşeliklerinden almak daha doğru.
Sadece ihale takibi için değil Irak'ta iş yapacağınız partner için de interneti tavsiye ediyor Connan.
Benim anladığım internet kullanmayana maalesef Irak'ta iş yok.
Ankara'nın yönlendirmesi sınırlı olduğuna göre tek çare internet kalıyor gibi.
Robert Connan'ın anlattıklarına dönersek, Irak'taki duruma ‘‘bardağın yarısı dolu’’ gözüyle baktığını söylüyor.
Ülkenin potansiyeli büyükmüş, ‘‘tüketim patlaması’’ bekleniyormuş.
Petrolün yanı sıra tarım sektöründeki olanaklardan da söz eden Connan'ın Türk işadamlarına tavsiyesi Amerikalı, İngiliz ya da Iraklı şirketlerle konsorsiyum halinde ihalelere girilmesi.
Iraklı partner tercih etmek avantajlı ancak zorlukları da var.
Zira Iraklı şirketlerin çoğu serbest piyasa kurallarına, rekabete, şeffaflığa alışık değil.
Saddam döneminde ihaleler Bağdat'ta yaklaşık 15 ailenin kontrolündeymiş. Şimdi bu zincir kırılmak isteniyormuş.
Connan'a göre, Türk işadamları özellikle altyapı inşasında hayli şanslı.
Şimdi 18 milyar dolarlık bir kaynak, petrol, sanayi, güvenlik, adalet, ulaştırma, su ve sağlık alanlarına tahsis edilmiş.
17 tane ana ihale açılacak.
2 bin 300 taşeron ile kontrat imzalanacak.
Sadece hastanelerin onarımı için 500 milyon dolar ayrılmış.
Irak'ta yapılacak iş çok.
Yeter ki, Washington fırsat tanısın, yeter ki yolunu bulun.
Bu işte bir gariplik var
İSTANBUL'dan önce Ankara ve İzmir'de de Irak'ın yeniden inşasıyla ilgili seminer veren Connan tam kriz adamı.
Daha önceleri Cezayir, Ortadoğu'da bulunmuş.
Son işi Endonezya'daymış.
Beş aydan beri Irak'ta ve görevi ocak ayı sonunda bitiyor.
Irak'taki deneyimlerini, edindiği bilgileri Türk işadamlarına aktarmak konusunda içten olduğu kesin.
Otellerden, ulaşımdan, güvenlikten söz ediyor.
‘‘İngilizce'nin yaygın olması beni şaşırttı’’ diyor.
Irak'ın iç dinamiklerinden söz ederken ‘‘Aileler, aşiretler son derece önemli. Bağdat dışındaki bölgelerde iş yapmak isteyenler aşiretlerin desteğini alırlarsa işleri kolaylaşır’’ diye anlatıyor.
Connan'ı dinlerken birden tuhaf bir duyguya kapılıyorum.
Dünyanın öbür ucundaki bir Amerikalı kalkmış bizim hemen yanıbaşımızdaki komşumuzdan, tanıdığımız bir coğrafyadan, bildiğimiz ilişkilerden söz ediyor, tavsiyelerde bulunuyor, yol gösteriyor.
Bu işte bir gariplik yok mu?
Ya aday Demet Işık ya CHP'ye oy yok
SİVİL toplum kuruluşları 28 Mart yerel seçimlerinde ağırlıklarına koymaya kararlı görünüyor.
Daha önce bu sütunlarda, belediye başkanının programına göre oy vermeye hazırlanan Eminönü Platformu'ndan söz etmiştim.
Ankara'da da benzer gelişmeler yaşanıyor.
Yerel seçimlerde etkili olmak üzere kurulan Çankaya Yurttaş Girişimi e-posta göndermiş.
Özetle deniyor ki: ‘‘Artık partilerin bize dayattıkları adaya oy vermek yerine Çankayalı yurttaşlar olarak kendi adayımızı seçmek istiyoruz.’’
Çankaya Belediye Başkanlığı için Dr. Demet Işık'ın aday gösterilmesine karar verilmiş.
Çankaya Yurttaş Girişimi kararlı.
CHP Çankaya Belediye Başkanlığına Demet Işık'ı aday göstermediği takdirde CHP'ye oy vermeyecek.
Yazının Devamını Oku 
6 Ocak 2004
<B>2004</B> Avrupa Birliği (AB) konusunda kritik bir yıl. AB'ye öylesine kilitlendik ki tam üyelik müzakerelerine yeşil ışık yakılmadığı takdirde ne olacağını pek de tartışmıyoruz.
Peki biz gerçekten üyeliği istiyor muyuz?
Elimin altındaki yeni bir kamuoyu yoklamasına göre, bugün üyelik için bir referandum yapıldığı takdirde halkın yüzde 74.4'ü ‘‘evet’’ diyecek.
‘‘Türk halkının AB konusundaki şüpheleri, kaygıları ve korkuları’’ başlığını taşıyan araştırma Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü tarafından ortak gerçekleştirilmiş.
Türkiye çapında 18 yaş ve üstü nüfusu temsil eden 2123 kişiyle görüşülmüş.
Görüşmelerin yüzde 68'i kentlerde, yüzde 32'si kırsal yerleşim birimlerinde yer almış.
Araştırmanın diğer çarpıcı sonuçlarına dönersek, AB üyeliğinin bize fayda sağlayacağını düşünenlerin oranı yüzde 78.8.
Fayda derken, ekonominin gelişmesi, işsizlik ve hayat pahalılığının düşmesi ilk sırada.
Türkiye'nin önümüzdeki 10 yıl içersinde tam üye olacağına inananların oranı yüzde 25.5.
‘‘Hiçbir zaman’’ diyenler yani hayli karamsar olanlar yüzde 18.2 oranında.
Araştırmanın siyasi parti ve çoğrafi bölgeler bazında ortaya çıkardığı bazı bulgular da ilginç.
CHP yüzde 85.8 ile üyeliği en fazla destekleyen parti olarak karşımıza çıkıyor.
HADEP/DEHAP yüzde 84.3 ile ikinci parti.
AKP liderliği Avrupa Birliği üyeliğine angaje görünse de AKP'li seçmenin desteği yüzde 70 oranında.
En çekimseri ise yüzde 57.9 ile Saadet Partisi.
AB üyeliğini en çok isteyen çoğrafi bölge yüzde 80.5 ile Marmara.
Arkasından yüzde 78.6 ile Güneydoğu Anadolu geliyor.
Peki Avrupa Birliği ile ilgili halkın kaygıları neler?
Avrupa Birliği'nin diğer aday ülkelerden istemediği şartları Türkiye'den istediğini yani bize ‘‘çifte standart’’ uygulandığını düşünenlerın oranı yüzde 36.4.
AB'nin bizi oyaladığına inananlar ise yüzde 49.7 oranında.
‘‘AB bizi Avrupa'nın parçası olarak görmüyor’’ diyenler yüzde 40.1.
Dil, din, aile bağlarının zayıflaması, Türkiye'nin bölünmesi konusunda da kaygıların olduğu araştırmadan anlaşılıyor.
Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü'nün araştırmasına tümüyle burada yer vermem mümkün değil.
Ancak özetle şunu söyleyebilirim: AB üyeliğini hem istiyoruz, hem çekiniyoruz.
Kadın Girişimciler'den Ali Babacan'a yanıt
ARAYA yılbaşı tatili girdiği için KAGİDER'in (Kadın Girişimciler Derneği) nin ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan'a yanıtı gözden kaçtı gibi.
Hatırlarsanız Ali Babacan, ekonominin iyiye gittiğinin bir kanıtının da evde oturan kadınların sayısındaki artış olduğunu iddia etmişti.
KAGİDER, kadınların çalışmak yerine evde oturmalarını ‘‘iyi bir gelişme’’ olarak tanımlayan Babacan'a bazı hatırlatmalarda bulunmuş.
Birincisi: AB ülkeleri kadınların evde oturmalarının iyiye işaret olmadığı konusunda hemfikir.
AB'de kadınların istihdam oranları 1997'de yüzde 45 iken alınan önlemler ve izlenen politikalar sonucu bu oran 2001 yılında yüzde 55'e ulaşmış.
AB'nin 2010 yılı için hedefi yüzde 60.
Türkiye AB'ye aday ülkeler arasında kadın istihdamı oranı ile son sırada.
Evet yanlış okumadınız ‘‘son sırada’’.
AB üyeliğine baş koymuş AKP Hükümetinin bir bakanı ne yazık ki, AB'nin hedeflerine tamamiyle ters düşen bir açıklama yapmış.
Ekonomik kalkınma kadınlar iş gücüne katılmazsa nasıl olacak?
TEGV Eğitim Parkı'na neden kilit vurdu
TÜRKİYE Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Fatih Çarşamba'daki Eğitim Parkı'na kilit vurmuş.
Haberi hafta sonunda gazetelerde okuduk.
TEGV'in 5 yıllık bir mazisi olan Çukurbostan Eğitim Parkı oldukça önemliydi.
Zira muhafazakar yapısıyla bilinen Çarşamba'da halk, çocuklarının Eğitim Parkı'nda bilgisayar, tenis, İngilizce, gitar kurslarına gitmelerine yeni yeni alışıyordu.
Bir yıl önce binanın yanındaki tarihi duvarın çökebileceği ortaya çıkmış.
TEGV Genel Müdürü Günseli Tarhan'dan öğrendiğime göre, vakfın binayı başka yere taşımak için çalmadığı kapı kalmamış.
‘‘Kendimize muhatap bulamadık. Belediye, Anıtlar Kurulu...Hiçbir kurum sorumluluk üstlenmeyince kilit vurmak zorunda kaldık’’ diyor.
TEGV şimdi önümüzdeki 4 Mart tarihinde Bakırköy'de açacağı Ferit Aysan Parkı'na odaklanmış.
Güzel de, 5 yıl boyunca Eğitim Parkı'nda yeni dünyalara yelken açan ve günün birinde bundan mahrum kalan Fatih Çarşambalı küçük çocuklara yazık değil mi?
Yazının Devamını Oku 
30 Aralık 2003
Sevgili güzin abla, sizin yardım severliğinize, sevecen ve hatırlı kişiliğinize güvenerek sizden mümkünse bize de yardım elinizi uzatmanızı istirham ediyorum. Benim anne baba sözü dinlemeyen doğuştan T.C. uyruklu olan bir oğlum var. Askere gitmediğinden Türk uyruğunu kaybetti. Bu durumda ilerde Türkiye'de bulunan menkul ve gayrimenkulden miras payını alabilir mi, yoksa diğer varislere mi yoksa devlet mi el koyar? Bunu doğru cevaplandırabilecek kimseyi bulamadım. Sorduğum hukukçulardan bilir bilmez her kafadan bir ses çıkıyor. Siz hatırı sayılan bir kimsesiniz. Şayet bunu öğrenip bana cevap vermek için sizin değerli vaktinizi almak istemek ayıp olmazsa ne olursunuz bana lütfedip yardım etmenizi rica ediyorum.
ALMANYA'DAN VATANDAŞLIK KONUSU
Sevgili okurum, askerlikten kaçan ve vatandaşlıktan çıkan oğlunuza biraz içerledim. Ayrıca bu konu gerçekten beni aşıyor. Evet biliyorum bana güveniyor ve her konuda benden yardım istiyorsunuz ama bunun gibi hukuki ve ciddi konularda değil fikir yürütmek, ağzımı bile açmam yanlış olur. Ama bana attığınız 4 mailden sonra zor durumdakalmış bir anne olduğunuzu görerek çok güvendiğim ve bilgisine inandığım bir avukata danıştım ve ondan bilgi aldım. Olduğu gibi yayınlıyorum. Çünkü aynen yayınlamazsam mutlaka bir hata yapabilirim. Ayrıca kendisine her konuda başvurabilirsiniz. İşte öğrenmek istedikleriniz:
403 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu ‘‘Türk Vatandaşlığının kaybı’’ ve ‘‘vatandaşlıktan çıkarma’’yı ayrı ayrı düzenlemiştir. Kanunun 25/ç Maddesi ile ‘‘Yurt dışında bulunup da muvazzaf askerlik görevini yapmak için yetkili makamlar tarafından usulen yapılacak çağrıya mazeretsiz olarak üç ay içinde icabet etmeyenlerin vatandaşlığını kaybettiğine Bakanlar Kurulu'nca karar verilebilir.
Bu sebeple Türk vatandaşlığını kaybeden kişiler kayıp tarihinden başlayarak yabancı işlemine tabi tutulurlar. Türkiye'de taşınmaz mal edinme, ferag, miras ve çalışma konularında ancak Türk kanunlarının yabancılara tanıdığı haklardan faydalanabilirler.
Bunun anlamı, Türk vatandaşlığını askerlik nedeniyle kaybeden kişi artık bir yabancı olarak Türkiye'ye taşınmaz mal edinme, feraf, miras ve çalışma konularında Türk kanunlarının ‘‘yabancılara‘‘ tanıdığı kadar hak sahibi olurlar. Bu konuda da genellikle ‘‘karşılıklılık’’ esası uygulanır. Yani bir yabancı ülkede herhangi bir Türk'ün ‘‘taşınmaz mal edinme, çalışma ve miras hakkı’’ ne ölçüde var ise o yabancı ülke vatandaşının da (Kanunla düzenlenmişse) Türkiye'de o hakları mevcuttur. Türk Vatandaşlığın ıkaybetmiş ve (örneğin) Alman vatandaşı olmuş bir kimse, Türk kanunlarının Alman vatandaşlarına tanıdığı bu hakları Türkiye'de kullanabilir.
Oğlunuz da mahkemeye başvurup bir Alman vatandaşı gibi haklarını arayabilir, veraset belgesi çıkartıp her Alman vatandaşına tanınan haklardan yararlanabilir.
Av. Mustafa İnanç 0 532 371 83 83
Yazının Devamını Oku 
30 Aralık 2003
<B>UĞUR Cebeci</B> Hürriyet'in Pazar ekinde <B>‘‘Başkanlık uçakları değişmeli’’ </B>diyor. Dediğine göre, ‘‘başbakan kendisine uçak gibi saray aldı’’ gibi eleştiriler yüzünden hükümet uçakları filosu bir türlü oluşturulamıyormuş.
Başbakanın ya da cumhurbaşkanının yurtdışı gezilerine işadamları ve gazeteciler katılmak istediğinde THY filosundan uçak isteniyormuş. Bu da kimi zaman seferlerin aksamasına yol açıyormuş.
Eminim, Ankara'da Cebeci'nin işaret ettiği soruna çare aranıyordur.
Çare elbet yeni uçaklar almak.
Ancak burada değineceğim başka bir seçenek de var; o da uçağın ya da uçakların hisselerini satın almak.
Meseleyi açıyorum: Amerikalı işadamı Warren Buffet'in NetJets Şirketi dünyanın en büyük uçak filosuna sahip ve devrim niteliğinde bir sistem geliştirmiş.
İngiliz The Times Gazetesi, sistemi ‘‘kısmi uçak sahipliği’’ diye tanımlıyor.
Cumhurbaşkanı, başbakan ve genelkurmay başkanlığının uzun yıllardan beri kullandıkları 14 kişilik Gulfstream IV uçağının bir gelişmiş modeli olan Gulfstream V’in piyasa değeri 37 milyon dolar.
Diyelim ki, NetJets sistemine girdiniz.
Gulfsteam V'in yarı hisselerini 17 milyon 750 bin dolara satın alıyorsunuz.
Yılda 400 saat uçma hakkı elde ediyorsunuz.
6 saat öncesinden bildirmeniz koşuluyla uçak dileğiniz zaman sizin.
İşin en avantajlı yönü şu: Uçağın boş uçuş saatleri cebinizden çıkmıyor.
İkinci önemli nokta: Başbakan uçağı kullandığı gün diyelim cumhurbaşkanı ve bakanların bir uçuş programı var.
NetJets size aynı ya da değişik model 3 ayrı uçağı kullanma hakkı da veriyor.
Bu durumda sadece uçuş saatinin bedeli ödeniyor.
NetJets’in Türkiye temsilcisi Hülya Biren’den aldığım bilgilere göre, ilk yatırım maliyetinin daha düşük olmasının yanısıra aylık giderler daha az, uçağın bakıma girmesi diye bir problem yaşanmıyor, personel sorunu da yok.
Beğenmediniz, sistemden bir yıl sonra çıkmak istediniz. NetJets’e bağlı Berkshire Hathaway şirketi ana paranızı 90 gün içersinde geri ödemeyi de garanti ediyor.
NetJets sistemi ABD'de uzun yıllardan beri kullanılıyormuş.
The Times Gazetesi'nin ballandıra ballandıra anlattığı sistem Avrupa'da yeni yeni yerleşiyor.
ABD'li müşteriler arasında General Electric, California Valisi Arnold Schwarzenegger var.
İrlanda ve Polonya hükümetleri de NetJets ile görüşmeler halinde.
Anlayacağınız, artık hükümetlere de bir filoya sahip olmak yerine daha az masraflı bir ‘‘kısmi sahiplik’’ cazip geliyormuş.
Her fırsatta israftan kaçındığını belirten AKP Hükümeti için bu sistem doğru bir seçenek olabilir.
İstanbullu e-posta
İSTANBUL.Com'dan yaklaşık bir yıl önce bu sütunlarda söz etmiştim.
Kapsamlı bir şehir rehberi olarak yayın hayatına başlayan İstanbul.com'un üye sayısı 100 bin, ziyaretçisi ise 20 bin.
Dünyanın en iyi şehir portallı olma iddiasında.
İstanbul.com şimdi İstanbul’un tanıtımına yönelik yeni bir projeye imza atmış: İstanbullu e-posta.
Ben İstanbullu olduğumu gila@istanbul.com adresiyle tescil edebiliyorum artık. Üstelik İstanbul'un tanıtımına bireysel katkıda bulunmaktan pek mutluyum.
Yeni yıl sürprizi olarak sevdiklerinize @istanbul.com adresini hediye etmek mümkün. Bilgiler İstanbul.com'da.
Herkese sağlıklı, bol şanslı yıllar.
Celal Doğan: Görevse İstanbul'a giderim
Geçen hafta Gaziantep Belediye Başkanı Celal Doğan'ın ofisinde, Gaziantep'i konuşurken söz Doğan'ın, CHP tarafından İstanbul'a belediye başkanlığına aday gösterileceği iddialarına geliyor.
Doğan, adaylık iddiaları için ‘‘Her şey benim dışımda konuşuluyor’’ diyor.
‘‘Parti görev verirse İstanbul’a giderim’’den fazlasını söylemiyor.
İstanbul gibi Gaziantep de resmen kaynayan bir kazan.
Herkes adaylığı konuşuyor, tartışıyor.
Hatırlarsınız, bir süre önce Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer'in de adı AKP adaylığı için geçmişti.
Koçer'e de karşı karşıya geldiğimizde bu iddiaları soruyorum.
‘‘Kendimi siyasete yakın görmüyorum. Zaten Sanayi Odası Başkanı olarak bir misyonum var. Bu yüzden adaylığı geri çevirdim’’ diyor.
Söz yerel seçimlerinden açılmışken, CHP Kadın Kolları'nın son günlerde hareketlendiğini belirtmek istiyorum.
Geçen hafta Ali Babacan'ın ‘‘Ekonominin düzeldiği kadınların artık çalışmak yerine evde kalmalarından belli’’ sözlerine bir tek CHP Kadın Kolları’ndan tepki geldi.
Bugün Kadın Kolları, Beyoğlu İlçe Merkezi'nin önünde düzenleyeceği gösteride, AKP’nin dokunulmazlıklarla ilgili politikasını hem eleştirecek, hem alaya alacak.
Katılmak isteyenlere duyurulur...
Yazının Devamını Oku 
28 Aralık 2003
<B>ARALIK </B>ayı başlarında <B>‘‘Gaziantep'e gelirseniz mutlaka görüşmek isterim’’ </B>diye e-posta atan ressam <B>Hatice Kayalı Yılankırkan’</B>ın<B> </B>adresini, telefon numaralarını ajandama kaydediyorum. Gaziantep'te yorucu bir günün sonlarına doğru kapısını çalıyorum.
Karşımda 40 yaşlarında, hafif toplu, her lafının sonunda bir kahkaha patlatan cıvıl cıvıl bir kadın buluyorum.
Evinin her odası resimleriyle dolu.
İlk bakışta vuruluyorum çoğuna.
Renkleri başımı döndürüyor.
Denizi mi resmetmiş? Sanki dünyanın tüm okyanusları karşınızda.
Çiçeklerine, kuşlarına paletindeki renkler yetmemiş.
Bir sergiye yetiştirdiği İstanbul, uğradığı felaketlere inat parıltılar saçıyor.
Hatice Kayalı Yılankırkan'ın hikayesine gelince...
Gönderdiği e-postadan Gaziantepli, evli, iki çocuk annesi olduğunu, resme her zaman ilgi duymakla birlikte ancak 1998 yılında resim derslerine başladığını biliyorum.
Evinde konuşurken, resme başlama nedeninin halen boğuştuğu hastalığı olduğunu öğreniyorum.
Resim onun hastalığa karşı açtığı bayrak.
Hayata asılmasını, hastalığa direnmesini sağlayan şey.
‘‘Kimi zaman üç saatte sekiz tablo yaptığım oluyor’’ demesi de bunu göstermiyor mu?
Fırçasına öylesine sarılıyor ki, içindeki korkuların, kaygıların fışkıran renkler karşısında ezildiklerini, küçüldüklerini, yok olduklarını hissediyorum.
Hatice Kayalı Yılankıran şimdiye kadar dört kişisel sergi açmış.
Resimlerini satıyor ama çoğunlukla sevdiklerine veriyor.
Defterine hangi resminin kimde olduğunu özenle not etmiş.
Yeteneğine güveniyor.
‘‘Önceleri iddialı değildim ama giderek oluyorum. Çünkü iyi bir şeyler yaptığıma inanıyorum’’ diyor.
İstanbul'da The Marmara Oteli'nde açtığı son sergisi Bienal günlerine rastlıyor.
Hatice Kayalı, sergisinin olduğu günlerde çok ünlü bir ressamımız ile yine çok ünlü bir resim eleştirmeni/küratöre (isimleri bende) ‘‘gelin resimlerimi görün’’ diye rica ediyor.
Bu insanların sanatını, yeteneğini onaylamaları beklentisinde.
Ünlü resim eleştirmeni ‘‘Vaktimi size harcayamam’’ diye tersliyor.
Ünlü ressam ise ‘‘Reklam aracınız olamam. Reklam yapmak istiyorsanız gidin üzerinizdeki altınları satın, reklama harcayın’’ diye resmen hakaret ediyor.
‘‘Öylesine şaşırdım, üzüldüm ki, iki gün ağladım’’ diye anlatıyor Hatice Kayalı.
Ancak yine o günlerde hiç beklemediği bir şey oluyor.
Bienalin açılışında, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’na ‘‘2003 Avrupa Kültür Ödülü’’ vermek üzere İstanbul'a gelen Avrupa Kültür Forumu'nun Yönetim Kurulu Başkanı Dieter Topp, The Marmara Oteli'nde resimlerini görüyor.
Gaziantepli ressamı müthiş beğeniyor.
1992 yılında Alman Dışişleri Bakanı Genscher tarafından kurulmuş olan Avrupa Kültür Forumu Avrupa'nın önde gelen politikacı, bilim adamı, sanatçı ve önderleri çatısı altında toplayan prestijli bir kurum.
Yönetim Kurulu Başkanı Kopp Almanya'ya döner dönmez Avrupa Kültür Forumu'nun dergisinde Hatice Kayalı Yılankırkan'dan övgüyle söz eden bir yazı yazıyor.
‘‘Avrupa 2004 yılında Hatice Kayalı ve resimleriyle tanışmalı mutlaka’’ diyor.
Ressamı Almanya'ya davet ediyor.
‘‘Avrupa'da ünlü olacağım ama burada olamayacağım’’ diyen Hatice Kayalı haklı olarak buruk.
Ben ise burunları Kaf Dağı'nda, içlerinde bir nebze insan sevgisi barındırmayan şu ünlü ressam ile ressam uzmanı/küratöre öfkeli mi öfkeliyim.
Yazının Devamını Oku 